Denizin suları ayaklarını yalarken yumuşak kumun parmak aralarını doldurmasına izin verdi. Gökyüzündeki güneşin ısıtan ışıkları elbisesinin açıkta bıraktığı omuzlarını yakıyordu ama bu can yakıcı bir sızı değil mutluluk verici bir histi.
Kollarını yana açıp kendi etrafında dönmeye başladığında sarı saçları havada süzülüp dans etmeye başladı. Attığı kahkaha melodi olup ıssız koyda yayıldı.
Döndü... Döndü... Ve hiç durmadan döndü...
Ta ki gördükleri dansına eşlik edip kendi etraflarında dönmeye başlayana kadar. Parmak uçları hareketli bedenini taşıyamadığında dengesini kaybettiği an kendisini güçlü kolların arasında buldu. Kendini geri çekmedi ya da kurtulmaya çalışmadı. Düşmekten onu kurtaran kolların sahibine dikkatle baktı. Kızıl saçları ne uzundu ne de kısa, birkaç tutamı ıslanmış ve alnına yapışmıştı.
Sözler hiç var olmamışçasına kaybolmuştu. Dengesini sağladığında bir adım geri attı Kumsal. ''Teşekkür ederim.'' derken dudaklarına yerleşen gülümseme gökyüzündeki güneşten daha sıcaktı.
''Sizi dans ederken izinsiz izlediğim için özür dilerim.''
''Önemli değil.'' Kumsal her zamanki rahatlığına geri dönmüştü. ''Canınız dans etmek istiyorsa dans etmelisiniz, şarkı söylemek istiyorsa bağırarak söylemelisiniz. Kimin sizi izlediği önemsiz bir ayrıntıdır.''
Kumları usulca okşayan suların gelgitleri arasında koşup şarkı söylemeye başladı. Birkaç adım sonra geri dönüp yabancıya seslendi. ''Neden bir kez olsun zincirlerini kırmıyorsun?''
Yabancıda ona uyum sağladı ve birlikte kumsalda şarkı söylemeye başladılar. Hiçbir şeyi düşünmeden sadece anı hissettiler.
Sözler son bulduğunda geriye kalan yüzlerdeki gülümsemeydi. Yabancı genç kıza yaklaştı ve yüzüne düşen saçları geriye itti. ''Buralara çok yabancısın. Kimsin sen?''
''Şu anına misafir olan bir yolcuyum sadece.''
Yabancı elini uzattı. ''Tanışalım o zaman. Ben...''
''İsmini söyleme. İsmini öğrenirsem seni hatırlamak için ismin yeter ama öğrenmezsem seni hatırlamak istediğimde yüzündeki kıvrımları, mimiklerini hatırlamak zorunda kalırım ama kendi adımı söyleyebilirim.''
''Hayır, sadece yüzündeki her bir çizgiyi ezberlemem için bana biraz zaman ver.'' Yabancı dikkatle genç kızın yüzüne baktı.
''Buraya çok sık gelir misin?'' diyen genç kız kumsaldan ana yola giden yolu yavaşça yürümeye başladı. Yabancı da yanında ona eşlik etti.
''Bazen. Peki, sen?''
''İlk defa geldim ve şimdi gitme vakti.'' Bir süre sessizce yürüdüler. Ana yola ilk adımı atan Kumsal oldu. ''Eşlik ettiğin için teşekkür ederim.''
Yabancı yüzünde oluşan hüznü saklayamadı. ''Gideceğin yere kadar eşlik edebilirim.''
''Nereye gideceğimi ben de bilmiyorum. O yüzden burada ayrılmamız en iyisi.'' Genç kız gitmek üzereyken yabancı son kez konuştu.
''Seni bir daha görebilecek miyim?''
Kumsal gülümseyerek baktı yabancıya. ''Rüzgâr isterse savrulan iki yaprağı tekrar bir araya getirebilir.''
Arkasında bıraktığı anlamlı gözlerden uzaklaştı ve önünde uzanan yolda ilerlemeye devam etti. Nerede başladığını ve nerede biteceğini bilmediği bir yolculuğa çıkmıştı. Bazen çoğu şeyin farkına varıyordu bazen sadece akan suya kendini bırakıyordu. Bulunduğu bir yerde nasıl var olduğunu anlıyor sonra tekrar unutuyordu. Eksikliğini hissettiği her şeye çok geçmeden sahip oluyordu. İmkânsızlık kelimesi ondan kaçıyordu.
Yanında duran arabanın içine baktı. Şoför koltuğunda genç bir kız vardı. Saçları tepesinde sıkı bir atkuyruğu oluşturuyordu. Gömleği üst düğmesine kadar kapalıydı ve üzerinde çiçekli fuları vardı. ''Yolda kaldıysan gideceğin yere götürebilirim.''
Kumsal ön kapıyı açıp koltuğa oturdu. ''Teşekkür ederim.'' diyerek gülümsedi. Genç kız cevap vermeden gaza bastı. Yol ilerledikçe araçlar azalmış ve hızları artmıştı. ''Nereye gittiğimi sormayacak mısın?''
Şoför koltuğunda oturan yanındakine sadece gülümsedi. ''Nereye gideceğini biliyorum neden sorayım?''
Kumsal aldığı bu yanıt ile şaşkınlığını gizlemedi. ''Ben bile nereye gideceğimi bilmezken sen nasıl bilebilirsin ki?''
''Senin yaşındaki biri bu saatte dışarıda tek başına dolaşıyorsa muhtemelen evden kaçmıştır. Tek yapman gereken okula gidip ders çalışmak.''
''Arabayı durdur ineceğim.'' Kumsal'ın parmakları kapı kolunu kavradı.
''Üzgünüm tatlım ama birlikte en yakın polis merkezine gideceğiz ve aileni bulacağız.''
Kumsal hiç düşünmeden kapıyı açtı ve hareket hâlindeki arabadan atladı. Yol kenarına savrulup uçuruma yuvarlanmaya başladı. Düşmesi son bulduğunda bir kez daha deniz kenarında kumsalın yumuşak kumu üzerindeydi. Ayağa kalkıp elbisesine ve vücuduna yapışan kumları temizlemeye çalıştı. Ağzına dolanları tükürdü ve başını kaldırıp düştüğü yere baktı. Genç kız yoktu!
Ana yola çıkacak yolu bulmak için etrafına bakınırken karşı kayanın üzerinde oturan yabancıyı gördü. ''Görünüşe göre rüzgâr bizi tekrar aynı yere savurdu.''
''Rüzgâra karşı koymamak gerek.'' Kayalığa yaklaşıp yabancının tam karşısında durdu. ''Hadi bana yemek ısmarla, düşmek insanı acıktırıyormuş.''
Karşısındaki güçlü bir kahkaha attı. ''Az önce o uçurumdan düştün ve beni hastaneye götür yerine yemek ısmarla diyorsun.''
''Ismarlamayacaksan ben başkasını bulurum.''
''Ne yemek istersin?'' yabancı ayağa kalktığında boyu karşısındakini geçmişti.
''Karşımızı ilk neresi çıkarsa orada yeriz. Hadi çalıştır ayaklarını.'' Bir kez daha birlikte yürümeye başladılar.
Önlerinde uzanan kumsalı çok geçmeden arkalarında bıraktıklarında yeşile bürünmüş ormanın içinde nefes aldılar. Ağaçların arasından geçip ilerlemeye devam ettiler. ''Burada restoran bulabileceğimizi sanmıyorum.''
Kumsal gözlerini devirerek yanındakine baktı. ''Yemek sadece restoranda yoktur.'' Bir süre daha yürüdüklerinde önce yabancı sesleri duydular sonra seslerin sahiplerini buldular. ''Sana söylemiştim.''
''Ciddi olamazsın.'' diyen yabancı sadece yanındakinin emin adımlarına ayak uydurdu.
Kumsal kamp yapan ailenin yanına geldiğinde ''Merhaba,'' dedi. ''Arkadaşımla buralarda geziniyorduk ve biraz acıktık. Umarım yemek zamanını kaçırmamışızdır.''
Üç kişilik bir aileydi; küçük bir kız çocuğu, anne ve baba. Ailenin annesi olan kadın gülümsedi ve elindeki yeşillikleri Kumsal'a uzattı. ''Sen salatayı yapmama yardım et ve genç adam sen de kocama etleri pişirmesine yardım et.''
Kumsal yanındaki yabancıya ben sana söylemiştim bakışı atarken yabancı sadece başını sallayıp ateşin üzerinde pişen etlerin yanına doğru ilerledi. Hiçbiri boş durmuyor ve bir iş ile ilgileniyordu. Sadece ufaklık etraflarında ''Payk, payk,'' diyerek ellerini çırpıyor ve koşarak oynuyordu.
Etler ve salata hazır olduğunda yere serilen örtünün üzerine tek tek yerleştirildi ve herkes etrafında toplandı. Birçok konu konuşuldu ama hiçbiri diğerinin hakkında bilgi edinmedi. Yemekler bittiğinde hava kararmış yıldızlar göz kırpmaya başlamıştı.
''Gece yolu bulmanız zor olur. Fazladan çadırımız var. Kalmak isterseniz hemen kurarız.'' Konuşan ailenin babasıydı. İki genç olur dediğinde hızlıca çadır kuruldu ve herkes uyumak için kendi köşesine çekildi.
Kumsal ve yabancı aynı çadırda sırt sırta yatmıştı. ''Uyudun mu?'' diye sordu yabancı.
''Evet, uyudum ve şuan sana astral seyahatteki ruhum cevap veriyor.'' Attığı kahkahanın dışarıdan duyulmaması için eliyle ağzını kapadı.
''Çok komiksin. Ha... ha...ha...'' Yabancı üzerindeki ince örtüyü kendine çektiğinde yanındaki korunmasız kaldı.
Kumsal örtüyü tekrar kendine çekti ve sarındı. ''Sen neden buradasın? Yani evde seni bekleyen bir ailen yok mu?''
''Var. Şuan yatağımda uyuduğumu düşünüyorlardır.''
''Nasıl yani?''
''Evde şu mağazalardaki gibi bir insan maketim var. Kendi kıyafetlerimi ona giydirip yatağın içine yatırıyorum ve evden kaçıyorum. Tüm geceyi sahilde yıldızların altında geçirip güneş doğarken geri dönüyorum ve yokluğumu fark etmiyorlar.''
Gerçeklerin açıkça dile getirilmesine gerek yoktu. ''O zaman sabah uyandığımda burada olmayacaksın.''
Yabancı başını olumsuz anlamda salladı. ''Hayır, senin de söylediğin şu rüzgâr meselesi işte. Belki yollarımız bir gün yine kesişir.''
Kumsal gözlerini sıkıca kapadı. ''Kim bilir, belki de!'' Daha önce hissetmediği bir duygu denizine girmişti. Bugüne kadar karşılaştıklarını hatırlamıyordu ama bu Yabancıyı unutamayacağını hissediyordu.