Alarmın sesiyle uyandığımda oyalanmadan kalkıp üzerimi giydim ve odadan çıktım. Annem her zamanki gibi erkenden kalkıp kahvaltıyı hazırlamıştı. Diğer günlere farklı olarak bugün babam da bize eşlik ediyordu. Genelde erkenden kalkar ve işe giderdi. Masadaki yerime oturduğumda çok geçmeden Şule yanıma gelip gömleğimi çekiştirmeye başladı. ''Ağabey.'' dediğinde kollarından tutup kaldırdım ve yanımdaki sandalyesine oturttum.
''Söyle bakalım ne istiyorsun?'' Bu bakışlarını biliyordum. Henüz beş yaşındaydı ve benim gibi sarı saçlı mavi gözlüydü. Sarı saçlarımızı annemden mavi gözlerimizi ise babamdan almıştık. İkisinin aşklarının güzel bir birleşimiydik.
''Payka götür.''
''Şimdi okula gitmeliyim ama yarın hafta sonu götürebilirim.'' Ellerini çırpmaya başladığında tutmama fırsat tanımadan sandalyeden atladı ve koşarak odasına gitti.
''Yarın kursun yok mu?'' Babamın otoriter sesiyle bakışlarım önce anneme sonra babama çevrildi.
''Kurstan sonra götürebilirim.'' Bu sadece gelecek konuşmadan kurtulmak için verdiğim bir cevaptı. Bu dönem sonu üniversiteye giriş sınavım vardı ve annemle babamın istediği tek şey babam gibi doktor olmamdı. Ama benim kendimce hayallerim vardı. Okula gitmek ve sonrasında iş hayatına kendimi hapsetmek istemiyordum. Mimar olmak, dünyayı gezmek ve bilinmeyen yerleri keşfetmek istiyordum. O keşfettiğim yerlerde herkesin mimarisine hayran olacağı binalar yapmak istiyordum.
''Öğretmenlerin son bir aydır senden memnun olmadıklarını söylediler. Derslerden uzaklaşmışsın ve arkadaşlarınla uyumsuz davranışların varmış. Ayrıca annenle burada olmadığımız bir hafta okula gitmemişsin. Bunun için geçerli bir açıklaman var mı?''
Bugün kahvaltıya kalma sebebini şimdi daha iyi anlamıştım. ''Sorun yok baba.'' diyerek geçiştirmeye çalıştım. ''Sadece biraz yoruldum. Sen de biliyorsun ki haftanın yedi günü ya okuldayım ya da kurs kurs geziyorum.''
''Sınava sadece birkaç ay kaldı. Emeklerimizi boşa çıkarmayacağına inanmak istiyorum.''
''İzninizle,'' diyerek masadan kalktım ve çantamı alıp evden çıktım. Son bir haftadır ilk defa yemek yemek istemediğimi fark ettim. Tüm iştahım kaçmıştı.
Çok geçmeden gelen okul otobüsüne binip yolun sessizce geçip gitmesini seyrettim. Sürekli aynı şeylerdi okula git, kursa git, ders çalış... Değişen hiçbir şey yoktu. Sınıfa girdiğimde en arka sıraya geçip oturdum ve gelen uyku istediğini bastıramayıp kolumu yastık gibi kullanıp başımı sıranın üzerine yerleştirdim.
Yan tarafımda hissettiğim basınçla gözlerimi zor da olsa açtım ve uyuşan kolumun üzerinden başımı kaldırdım. ''Kerem, hoca sana bakıp duruyor.'' diyen Ahmet'e cevap vermeden sadece başımı salladım. Kolumdaki saate baktığımda üçüncü dersin neredeyse bitmek üzere olduğunu fark ettim. Yanlış görmemiştim tam üç derstir uyuyordum ve bıraksalar uyumaya devam ederdim.
Kolumdaki uyuşukluk geçmeye başladığında ölümcül bakışlarını üzerime sabitleyen öğretmen elindeki testleri hepimize tek tek dağıttı. ''Pazartesi tüm testleri çözülmüş olarak geri istiyorum.''
Verdiği testleri katlayıp çantamın içine attım ve çalan zil sesiyle sınıftan çıkıp kantine indim. Üç tost ve büyük bir bardak çay alarak köşedeki bir masaya oturup yemeye başladım.
''Hepsini tek başına yemeyeceksin herhalde.'' Karşımdaki sandalyeye oturan Hande tostlarımdan birini alarak yemeye başladı.
''Sanırım artık yiyemeyeceğim.'' Ağzıma aldığım koca bir lokmayı iki defa çiğneyip yuttum.
Yüzündeki gülümseme genişledi ve elindeki tosttan küçük bir ısırık daha aldı. ''Yarın son sınıflar için bir parti var. Gelecek misin?''
''Bilgim yok. Kim düzenliyor?''
''Ben,'' Yarısını yediği tostu tabağımdaki diğer tostun üzerine bıraktı. ''Yarın öğleden sonra saat bir de arka sokaktaki Lale kafede doğum günüm için son sınıflarlar arasında bir parti düzenleniyorum. Sen de gel.''
Gelemem demek üzereyken arkasını dönüp hızlıca uzaklaştı. O saatte gitmem gereken bir matematik kursum vardı ve eğer gitmezsem yüzleşmem gereken bir baba evde beni bekliyor olurdu. Elimdeki tostu bitirip diğer tostları da hızlıca yedim ve çalan zille tekrar sınıfa döndüm. Aklımda sürekli yarınki partiye gitmek için nasıl bir bahane bulabileceğim vardı.
Ders başladığında gelen uyku isteğini geri ittim ve mümkün olduğunca anlatılan derse odaklanmaya başladım. 'Sadece birkaç saat daha,' diyerek sürekli tekrarladım. Geçmeyen zamana inat uykum gittikçe artıyordu ve gözkapaklarım benden izinsiz kapanmaya başlamıştı. Daha fazla dayanamadığımda başım tekrar sırayla buluştu.
''Kerem!'' Sesle gözlerimi araladım. Başımı olduğu yerden kaldırdığımda öğretmen ders anlatmayı bırakmış hemen yanı başımda bekliyordu. Oldukça sinirli bir ruh hâline bürünmüştü. ''Hemen müdürün odasına.'' Söylediklerini tekrarlamasına izin vermeden kalkarak kapıya yürüdüm ve sınıftan çıktım. Kendimi buraya çok yabancı hissediyordum. Sanki uyuduğumda biri beni getirip buraya bırakmıştı ve gördüklerim bildiğim bir yerin kötü bir yansımasıydı.
Müdürün odasına girdiğimde öğretmende arkamdan geldi. Sonrası müdüre sıralanan şikâyetler ve babamın aranarak okula çağrılmasıyla devam etmişti. Odaklandığım tek şey duvarda asılı siyah saatin tik tak sesiydi.
Yaklaşık bir saat boyunca bu sesi diledim. Hipnoz edici bu büyüyü bozan açılan kapı oldu. Babam odaya girdiğinde yaydığı sıcaklığı hissettim. Bu sıcaklık tamamen sinirli oluşundandı. Müdürle tokalaşıp karşımdaki sandalyeye oturdu.
''Kerem son zamanlarda olduğundan çok farklı davranıyor.'' diyen müdürle, babam yüzüme kısa bir bakış atıp tekrar makam koltuğundaki adama odaklandı. ''Derslerinde istekli ve başarılı Kerem gitti yerine başka biri geldi. Öğretmenlerinden derslerde uyuduğuna dair şikâyetler geliyor. Bazı öğrencilerimiz üniversite sınavı için gece bile ara vermeden çalışıyor ve sonrasında bu tür durumlarla karşılaşabiliyoruz. Eğer, buna benzer bir durum varsa daha planlı bir çalışma öneririm.''
''İlgiliniz için teşekkür ederim Müdür Bey bu durum bir daha tekrarlanmayacak.'' Birkaç dakika daha süren konuşma sonrası babamla birlikte odadan ayrılıp eve dönüş yoluna geçtik.
Arabada giderken oluşan açlık ve uykusuzluk hissini görmezlikten geldim. Sürekli ders çalışmaktan ve bu durumun getirilerinden bıkmıştım. İçinde olduğum durumu biraz daha katlanılır kılmak için gözlerimi kapayıp Hande'yi düşündüm. Hareketleri, gülüşü, yürürken salınan saçları diğerlerinden çok farklıydı ve kendisine çeken bir güce sahipti. Her ne olursa olsun yarın o partiye gitmeliydim.
Araba durduğunda düşüncelerimden sıyrılıp gözlerimi açtım. Sağ tarafımdaki evi gördüğümde babamın konuşmasına fırsat vermeden arabadan indim ve eve girdim. Babam vakit kaybetmeden arkamdan geldi ve annemin şaşkın bakışları altında bağırmaya başladı. ''Daha bu sabah konuştum seninle Kerem. Sana ne oldu böyle hiç anlamıyorum. Düşünceli oğlum gitti yerine umursamaz bir serseri geldi.''
Omzumdaki çantamı yere bırakarak babamın tam karşısında durdum. ''Ne istiyorsun diye bir kez olsun bana sordunuz mu? Hangi okula gitmek, hangi bölümü okumak istiyorum ya da doktor olmak istiyor muyum bunların sizin için hiç önemi yok değil mi?''
''Kerem, haddini aşma.''
''Bugüne kadar sizin istediğiniz gibi biri olabilmek için çabaladım ama artık istemiyorum. İstediğim gibi gezmek, eğlenmek istiyorum. O lanet olasıca kurslara gitmek istemiyorum hatta futbol bile oynamak istemiyorum.''
''Kerem, hemen odana çık!'' Babam her daim böyleydi. Çıkar yol bulamadığında odana çık derdi ve sonrasında saatlerce ne yapması gerektiği hakkında annemle konuşurdu. Bizim için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı ama bunu yaparken çoğu zaman isteklerimizi göz ardı edip kendi hayallerini bizim üzerimizden gerçekleştirmeye çalışıyorlardı.
Odama çıktığımda kapıyı kapatacağım esnada Şule yanıma gelince odasına gitmesini söyleyip geri gönderdim. Üzerimi değişmeden kendimi yatağın üzerine bıraktım. 'Keşke dünyayı istediğim gibi dolaşabilseydim.' diye düşündüm. 'İstediğim an istediğim yerde olabilseydim. Bazen bilmediğim yerlerde dolaşıp kaybolsaydım ve rüzgâr nereye eserse oraya gidebilseydim.'
Bu isteklerim sadece birer hayaldi ve hep de öyle kalacaktı.