Her şey hayal üstüydü. Belli bir dönem kendimi bedenime hapsolmuş hissetmiştim ama artık bitmişti. Maçlarım çok iyi gitmişti ve okulumuza birincilik kupasını getirmiştik, Hande'yle olan ilişkim mutluluk vericiydi ve en önemlisi babam deneme sınavlarımdan istediği sonucu elde ediyordu. Evet, deneme sınavlarına ben giriyordum ama sonuç benim değil babamındı. Netlerim istediği üniversitede tıp okumam için fazlasıyla yeterdi. Belki sınav günü karşıdan karşıya geçerken düşerdim ve ayağım kırılırdı!
Ben ne kadar ders çalışıyorsam Hande benim o kadar zıddımdı. Gezgin olmaya o kadar odaklanmıştı ki hafta sonları ben kursa giderken o bir kafede garsonluk yaparak para biriktiriyordu. Bunun ona yetmeyeceğini defalarca söylemiştim ama bana her defasında gittiği yerlerde de para kazanabileceğini söylüyordu.
Gitmesini ve mutlu olmasını istiyordum ama içimde bundan vazgeçeceğine dair olan inancımı asla yitirmemiştim çünkü ondan ayrılmak istemiyordum. Her neyse işte bütün hayatım şu anlık bunlardan ibaretti tabii kaderin çokdan oynamaya başladığı oyunundan habersizdim.
Kurs bitiminde çantamı hızlıca toplayıp kafeye doğru yola çıktım. Değişmeyen rutinimin içinde istekle beklediğim tek an buydu.
İçeri girdiğimde yüzünden asla kaybolmayan gülümsemesiyle müşterilerle konuşmasını izledim ve boş bulduğum ilk masaya oturdum. Yanıma yaklaşırken takındığı ciddiyet görülmeye değerdi.
''Hoş geldiniz Efendim, ne yemek istersiniz?''
Düşünür gibi yapıp bir süre önümdeki mönüye baktım. ''Karar veremedim. Siz ne önerirdiniz?''
''O zaman size en iyisinden getireceğim.'' diyerek yanımdan uzaklaştı. Beklerken etrafı inceledim. İnsanların telaşla bir şeylerle uğraşmasını izlemek tuhaftı. Nereye ulaşmaya çalıştığımızı hiçbir zaman anlayamıyordum. Hep bir koşuşturma içindeydik, hep bir hedefimiz vardı ama o hedefe vardığımızda mutlu olmak yerine başka bir hedefe doğru tekrar yola çıkıyorduk.
Önüme konan tabakla dikkatimi tekrar yanıma gelene verdim. Tabağın içinde sandviç vardı. Gülümseyerek fısıldadım. ''Özel tarif mi?''
O da benim gibi fısıldadı. ''Evet.'' Sandviçten bir ısırık aldım. ''Bir saat sonra serbesttim.'' diyerek yanımdan uzaklaştı.
Sandviçi yerken beklemem gereken bir saatlik süreye test kitaplarım eşlik etti. Matematik testinin son sorusunu çözerken ''Gidebiliriz.'' diyen sesle başımı kaldırdım.
''Ah, bir saat oldu mu? Fark etmemişim.''
''Tabii ki fark edemezsin, sonuçta çok çalışıp dünyayı kurtarman gerekiyor ve iyi bir kız arkadaş olup testini bitirene kadar seni bekleyeceğim.''
Yanımdaki sandalyeye oturduğunda kalan son soruyu da hızlıca çözerek kitabı çantamdaki yerine tıkıştırdım.
Hesabı ödeyip kafeden ayrıldık ve plansızca yürümeye başladık. ''Dün akşam bil bakalım ne oldu?'' derken sesi heyecanla dolmuştu. Merakla yüzüne baktım. ''Anneme gezgin olma hayallerimi anlattım o da gidip babama anlattı ve sonra evde üçüncü dünya savaşı çıktı.''
Bu olanlar kötüydü ama anlatırken eğlenmiş gibi anlatıyordu. ''Buna üzülmemiş gibisin.''
Omzunu silkti. ''Üzülmedim. Bu er ya da geç olacaktı ama itiraf etmeliyim ağabeyimin bana destek çıkmasını beklemiyordum. Telefonumun açık olduğu ve bana istediğinde ulaşabileceği müddetçe gidip mutlu olmamı söyledi.''
''Peki, gittikten sonra ne olacak?'' Bu sorunun aslı şöyleydi; biz ne olacağız?
Cevap vermek yerine elimi tutup çekmeye başladı. ''İlerde lunapark var hadi oraya gidelim.''
Gelecek sorunları bir kez daha göz ardı edip ona ayak uydurdum.
''Korku treni, hız treni hepsine binmek istiyorum.''
Giriş kapısından girdiğimizde içerisi çok kalabalık değildi. Güneş yeni batıyordu ve insanların evlerinden çıkıp gelmesi için en az bir saat daha vardı. Bileti toplu alıp eğlence aletlerinin yanında yürümeye başladık. Dönme dolabın yanından geçerken tanımadığımız biri önümüze geçti.
''Dönme dolaba binmeyi düşünür müsünüz? Sayı yeterli olmadığı için görevli çalıştırmamakta inat ediyor.''
Hande'ye baktığımda ''Olur.'' diyerek aldığımız biletlerden iki tanesini görevliye uzattı ve bu büyük devasa makinenin küçük üstü açık odasına oturarak koruma bariyerlerinin kapanmasına izin verdik.
Çalışmaya başladığında yavaşça yükseldik. Hande'nin eli avucumun içindeydi. Durmadan etrafta gördüğü yerleri göstererek kendi uydurduğu hikâyeleri anlatıyordu. Mesela şu köşedeki fırın pembe şapkalı bir cüceye aitmiş ya da ilerideki mavi boyalı evin içi aslında deniz suyuyla doluymuş ve içinde de denizkızı yaşıyormuş.
En tepede durduğumuzda güneşin son ışıkları denizin sularında can çekişiyordu. Hande'ye göstererek çenemi omzuna dayadım. ''O ışıklar suya her gömüldüğünde üç âşık kavuşurmuş ve o an ettiğin dilekler kabul olurmuş.''
''Neden üç âşık?''
''Cücenin şapkası neden pembeyse o yüzden'' o da benimle birlikte güldü.
Biten tur sonrası dönme dolaptan indik. Elimi tutup koşmaya başladığında adımlarına uyum sağladım. Gittiğimiz yer korku tünelinin olduğu taraftı. Adımlarını durdurduğunda bana döndü. ''Korkmuyorsun değil mi?''
Gözlerime alaycı bir bakış yerleştirdim ve giriş biletlerini görevliye uzattım. Trendeki yerlerimizi aldık ve emniyet kemerlerini bağladık. Çok geçmeden tren hareket etmeye başladı.
Karşımıza ilk çıkan iskelet ailesi oldu. Karanlığın içinde sadece o kemiklerin parlaması itiraf etmem gerekirse komik görünüyordu. Kısa bir dönemeçten sonra sağımızdan ve solumuzdan, önümüzde hayaletler, fareler çıkmaya başlamıştı. Tren durduğunda ilerlemesi için bekledik ama onun yerine yapılan anonsu duyduk. Trende oluşan arıza sebebiyle yaya olarak tünelden çıkmamız isteniyordu. Emniyet kemerleri açıldığında karanlık zemine indik.
Kalabalık önden hızlıca gittiğinde Hande ile ben geride kalmıştık. Yerler ıslaktı ve attığımız her adımdan sonra cıvık bir ses yükseliyordu. ''Birazdan şu köşeyi döndüğümüzde Bay Hayalet bizi karşılayacak.''
Hande'nin bu hâllerini seviyordum. Cevap vermeden yürümeye devam ettim ve köşeyi dönerken ''Böö'' diye bağırdığımda çığlık atarak boynuma sarıldı. Attığım kahkaha ile omzuma gelen yumruk canımı acıtmıştı.
''Bay Hayalet artık peşine takılacak ve seni asla bırakmayacak.''
''Üç kişi takılırız artık biz de.'' dediğimde adımlarını çıkışa yöneltip hızlı adımlarla ilerledi. Arkasından koşup benden uzaklaşmasına engel olmaya çalıştığımda kenarda üst üste yığılmış ve içlerinde sarı ışık parlayan etrafını sahte örümcek ağlarının çevrelediği korkunç yüzlü balkabaklarının üzerine düştük.
''Sanırım artık üç kişiden fazla olacağız.'' dediğinde gülmeye başladı. O gülerken ben yüzüne bakıyordum, bir süre sonra gülmesi son buldu ve bakışları bakışlarıma kenetlendi. Kalbimde oluşan duygulara engel olamıyordum. Öpmek istiyordum ama bu doğru değildi. Aklımdaki düşüncelerden kurtulabilmek ümidiyle düştüğüm yerden kalkıp elimi uzattım ve kalkmasına yardım ettim.
Dışarı çıktığımızda gecenin ışıkları karşıladı. ''Evdekiler merak etmeden dönsek iyi olacak.'' Başımla onayladım ve yaptığımız uzun süreli eğlence planından vazgeçip lunaparktan ayrıldık. Yol boyu yürürken yemek için bardakta mısır aldık. Yaşadığım her anı her hücreme kaydetmeye çalışıyordum. Hande söylediği gibi gezgin olmak için giderse ondan nasıl ayrılacağımı bilmiyordum.
''Gerçekten bizleri bırakıp gidecek misin?''
Elindeki kaşıkla mısırları karıştırdı. ''Kolay olmayacak biliyorum ama bazen hayallerini gerçekleştirmek için fedakârlık gerekir.''
''Peki, ben sensiz ne yapacağım?''
''Şuan düşünmen gereken gireceğin sınav ve kazanacağın üniversite. Kendi hayatın için bir seçim yapmalısın Kerem. Bana sadece ailenin hayallerini anlattın doktor olmak istemediğini biliyorum ama senin hayalin ne?''
Yerdeki küçük taşı ayağımla iteledim. ''Tıp okuyup doktor olacağım.''
''Ailenin hayalini sormuyorum senin hayalini soruyorum.'' Israrcıydı. Daha önce hiç kimseye hayalimi söylememiştim. Sanki söylersem sırrım açığa çıkacaktı ve ailemi hayal kırıklığına uğratacaktım. ''Kerem, senin hayalin ne?'' Bu defa sesi emir vericiydi.
''Ben,'' diyerek sessizliğe gömüldüm.
''Evet, sen?''
Derin bir nefes aldım. ''Ben mimar olmak istiyorum. Dünyayı dolaşıp herkesin hayranlık duyacağı değişik evler yapmak istiyorum.''
Yüzündeki gülümseme oluşan huzursuzluğumu rahatlattı. ''Bu çok güzel bir hayal ve hayallerinden vazgeçmemelisin.''
''Eve geç kalmayalım.'' diyerek adımlarımı hızlandırdım.
''Demek sorunlardan kaçıyoruz. O zaman hızlı olan kazansın.'' Koşmaya başladığında ben de arkasından koştum.
Hande'nin evine varana kadar koşmuştuk. Durduğumuzda nefes nefeseydik. ''Senden hızlıyım Top Çocuk.'' Bu sözleri sadece gülümsetti.
Eve girmeden yanağımdan öpmek için yaklaştığında ondan önce davranıp dudaklarından öptüm. Bu hamlem ikimizi de afallatmıştı. Geri çekildiğinde ''Özür dilerim.'' dedim.
Yüzüme bakmadan koşarak eve girdi.