YEŞİL GÖZLER

1880 Words
BORAN ASAF Odayı terk ettiğim gibi Salih'in yanına gittim. Gamze kaçmış. Bu bizim için büyük tehdit olur. Eğer polise gidecek olursa Dolunay'ı zorla tuttuğumuzu ihbar eder, bu da başımıza büyük işler açardı. "Lan sen salak mısın Salih? Kızı nasıl elinden kaçırırsın?" "Oldu işte bir kere abi. Adamları saldım zaten her yere, birazdan bulurlar." "Ulan Salih, küçücük bir kıza bile sahip çıkamadın lan." "Öyle deme abi. Kızın kafası manyak zehir. Ağzımdan girdi, burnumdan çıktı aklımı bulandırdı." SALİH "Senin ağzını burnunu kırarım lan bırak beni!' Kollarımı ısıran bu kadını yerinde tutamıyordum resmen. "Hanımefendi lütfen rahat durur musunuz? Ben de bana ne emir verildiyse onu yerine getiriyorum." Kadın adeta kurtlu gibi yerinde durmuyor. Zaten yeterince yırtmaçlı giyinmiş, hareket ettikçe bacakları daha da çok açılıyordu. "Yerinde dur artık yeter!" diye sesimi biraz yükseltince bir köşeye sindi. Ne vahşi bir kadın bu böyle? Gözlerim bacaklarına kaymamak için kendisiyle cebelleşiyordu. "Ben öğretmenim, elbette ki peşime düşecekler, beni arayacaklar." "Ne diyorlarsa onu yapıyorum, gerisi beni ilgilendirmez. Lütfen zorluk çıkartmayın!" "Of of! Asaf Kozcuoğlu'nun bizle ne işi olur? Niye bizle uğraşıyor?" Daha fazla dayanamadım ve hemen hemen kalçasına kadar açılan bacağına gözüm kaydı. Kusursuz cildi insanı baştan çıkarır türdendi. "Tövbe tövbe!" diyip sol tarafıma döndüm. "Bırakın beni yoksa kaçtığım ilk fırsatta sizi polise şikayet ederim." Kafasını bana çevirdiği anda bacaklarına olan bakışımı yakaladı. Torpidoyu açarak, içinde bulduğu ilk şeyi eline aldı. "Aha tam da ihtiyacım olan şey!" O biber gazını hangi akılla oraya koymuşum bilmiyorum. "Seni pis sapık! Bacaklarıma bakıyorsun he!" Gözüme sıktığı biber gazı ile önümü göremez hâle geldim. Arabayı kenara çekmeye çalışsam da bir yandan da dövdüğü için yapamıyordum. Araba sağa sola yalpalanınca bir de o yüzden dayak yedik. "Salak mısın önüne baksana!" "Gözüme biber gazı sıktın, önümü bile göremiyorum." Bir elim direksiyonda, bir elim gözlerimdeydi. Çok fena yanıyorlardı. Vurmayı kesince zar zor cadde kenarına çektim arabayı. "Sen haketmiştin. Hem beni kaçırıyorsun hem de bacaklarıma bakıyorsun. Ayrıca nasıl mayfasınız siz?" Susmuyordu... Resmen bu kadın asla susmuyordu... "Gözüm, gözüm yanıyor!" Sağa sola yürüyüp yürüyüp duruyordum. Kadın arabadaki suyu alıp, ellerime döktü. "Al şununla gözlerini ovala." En son dayanamayıp koluma girdi ve az ilerideki akar çeşmenin yanına götürdü beni. Yaklaşık 10-15 dakika boyunca sürekli suyla yıkadım gözlerimi. En son acısı hafifleyince rahat bir nefes aldım. "Sizden rica ediyorum artık rahat durun ve eve varalım." Sesini bile çıkartmadan arabaya bindi ve ilginç şekilde gidene kadar da ağzını bıçak açmadı. "Geldik hanımefendi, aşağı iner misiniz?" Asaf abinin dağ evine çıkartmıştım. Ne kadar gözden uzak olursa o kadar iyidir. "Ben kendim giderim, bırak beni!" diyerek tuttuğum kolunu sertçe çekti benden. Bu nerden çıktıysa? Biz sadece Dolunay yengeyi kaçıracaktık, onu alacaktık. "Dolunay nerde, o da buraya mı geldi?" "Asaf Bey'im onu kendi evine götürdü." "Vah benim şanssız bacım. Hayat zaten doğduğu ilk günden takmıştı çelmeyi ona." Bir anda oturup elleriyle yüzünü kapatarak ağlamaya başladı. Hafifçe omzuna dokundum. "İyi misiniz?" Kafasını hayır anlamında iki yana salladı. "Beni istediğiniz kadar tutun burda ama onu bırakın, lütfen bırakın. O benim kadar güçlü değil. Çabuk pes eder, çabuk kırılır, çabuk yıpranır..." Bir anda sanki hiç ağlamamış gibi ayağa kalktı ve eve doğru yürüdü. Ağladığı için yeşile dönen ela gözleri bir bakışla bile insanın yüreğini yakıp geçiyor. "Odanız yukarı ki katta. Gerekli olan kadın kıyafetleri ve ihtiyaçları, her şey yukarıdaki odada mevcut." "Asaf Bey'inizin altına aldığı kadınların kıyafetlerini giyecek hâlim yok herhalde!" Kulağa ne kadar terbiyesizce bir cümleymiş gibi gelse de haklıydı... Asaf abi her gece başka kadınla takılan birisiydi. "O zaman bir ihtiyacınız olursa gelir bana söylersiniz." "Sende mi burda kalacaksın?" "Elbette." "Git kendine başka oda bul, benim yanımda kalamazsın." "Düzgün konuşun lütfen. Tabii ki de aşağıdaki odada kalacağım. Ama şimdi gitmem lazım, abim beni bekliyor. Dışarıda çocuklar olacak, sakın kaçmaya kalkmayın." Kalkıp gittikten sonra çocukları iyice tembihleyip Asaf abinin yanına geçtim. Yengenin bana emanet edilen kadından daha uysal olduğu kesindi. Şansıma tüküreyim. Asaf abinin talimatıyla mecbur yine geri döndüm. Sabah açmıştı eve vardığımda. Bahçeden içeri girer girmez gözümün iliştiği camda kadını uzaklara dalmış, dışarıyı izlerken gördüm. Zordu... Düşünsenize bir gün kalkıyorsunuz ve tüm hayatınız değişiyor. Hiç bilmediğiniz bir adam sizi kaçırıyor ve tüm hayatınıza el koyuyor, hem de hiçbir suçunuz yokken... İçeri girdiğimde kapısında bekleyen Fatih'i gönderdim. "Fatih sen gidebilirsin. Dur dur!" "Buyur Salih abi." "Hiç yemek falan yedi mi?" "Yok abi, getirdiğimiz tüm yemekleri geri gönderdi." "Tamam sen şimdi güzel bir kahvaltı sofrası hazırla ve odaya getir." Kapıyı tıklatınca içeriden ses gelmedi. "Girebilir miyim?" diyince kapının kilidi açıldı ve aralandı. Ağlamaktan şişen gözleri yumruğumu sıkmama neden olsa da duruşumu bozmadım. "Kapıyı niye kilitliyorsunuz?" "Kapının önüne dikip gittiğin adama güvenecek halim yok herhalde." "Girebilir miyim?" diye tekrar sorunca alaylı tavırla güldü. "Giremezsin desem girmeyeceksin sanki." Geriye dönüp yatağın üstünde oturdu. Ben de ardından girip, camın kenarındaki tekli koltuğa oturdum. "Dolunay nerde, ona ne yaptınız?" "Yenge şu anlık iyi. Aslında yenge abime iyi gelebilir, onu değiştirebilir. Asaf abi ilk kez bir kadınla evleneceğini söyledi. Kaç tane kadın onu evlilik için kandırmaya çalışırken, o ondan haberi dahi olmayan Dolunay'ı seçti." Meraklı bakışlarla beni dinliyordu. "Neden Dolunay?" diye sorduğunda daha fazla konuşmadım ve kapıyı çalan Fatih'in kahvaltı tepsisini getirdiğini anladım. Ayağa kalkarak tepsiyi aldım ve kadının önüne koydum. İsim unutkanlığı olan ben, bu kadının ismini de hatırlamıyordum ne yazık ki... "Hiç yemek yememişsin, hadi biraz ye." İtiraz etmeden kalktı ve yemeği alıp yedi. Şaşırmıştım açıkçası çünkü bütün yemekleri geri çevirmişti. Ağzı dolu bir şekilde tekrardan aynı soruyu sordu. "Neden Dolunay demiştim?" Derin bir nefes aldım. "Nedenini sonradan öğrenirsiniz hanımefendi." "Gamze." diyince ela gözlerinin içine derin derin baktım. "Adım Gamze. Hanımefendi diyip diyip duruyorsun ya, adımla seslensen daha makbule geçer." Konuşurken içe gömülen gamzesinden anlamam lazımdı zaten. "Pekiyi Gamze Hanım." "Gamze, sade Gamze." Güldüm, çünkü gülmemi engelleyemedim. "Tamam Gamze, oldu mu?" Kafasını aşağı yukarı salladı. "Kapının önünde dikilen adam gitti mi?" Şimdi onu niye soruyordu ki? "Evet gitti." Cevap vermeden yemeğini yemeye devam etti. Fatih'i neden sormuştu bu kadın? Bu sorunun içimi kemirip duracağı belliydi. Bir anda çatalı havaya kaldırdı. "Beni tahmini ne zaman bırakırsınız?" Omuzlarımın ikisini yukarı kaldırdım. Çatalı masaya bırakıp, ellerini önünde birleştirdi. "Ben bir öğretmenim ve beni okulda göremeyince illa ki arayacaklar. O yüzden aklınızı başınıza toplayın ve bizi hemen bırakın." "Gamze Hanım ben o işlere karışmıyorum. Bu konuyu Asaf Bey'imle konuşun." Gözlerini sinirli şekilde kapattı. "Gamze, sadece Gamze!" Kahvaltısını yaptıktan sonra odadan çıkıp, alt katta beklemeye başladım. Aradan iki üç gün geçmişti ve ne o aşağı inmişti ne de ben yukarı çıkmıştım. Ne yapıyor diye merak etsem de çıkamadım... Hava çok sıcaktı ve aşağı inmediği içinde pantolonumu çıkartıp, boxerımla koltukta rahat şekilde yatıyordum. Merdivenlerden gelen ayak sesiyle Fatih olduğunu düşünerek istifimi bozmadım. "Fatih gelirken bana da soğuk su getirsene." "Kalkta kendin gel, uşağın mı var?" sözüyle yerimden fırladım. Gözleri vücudumda gezdiğinde ne hâlde olduğum aklıma geldi ve hemen pantolonumu giyindim. "Ne işiniz var burda?" "Odada sıkıldım. Bari gitmemize izin vermiyorsunuz, o zaman sen çıkart beni dışarı." "Böyle bir şey yapamam Gamze Hanım." "Hanımına başlıcam şimdi. Gamze Gamze!" diye sesini yükseltti. "Çok sıkıldım. Hadi ama ya! Sen korkak mısın ki Bey'inin sözünden dışarı çıkmıyorsun." Beni kışkırtmaya çalıştığını anlamayacak kadar da salak değildim. "Cidden çok mu salak duruyorum dışarıdan?" Sorum kalp kırıklığı taşıyordu. "Hayır, o da nerden çıktı? Niye öyle düşündün ki?" "Salak mışım gibi irtibata geçiyorsun da ondan. Neyse ben gideyim, sen de evde keyfine bak." Dönmemle kolumdan tuttu beni. "Dur! Cidden ben öyle demek istemedim. Hadi gel benim odama çıkalım, orada biraz laflarız. Zaten canım sıkılıyor kaç gündür." Cevabımı bile beklemeden odadan yukarı sürükledi beni. Ağzımdan girdi, burnumdan çıktı beni dışarıya çıkmaya ikna etti. Zaten tüm olayda burda başladı. Lavaboya diye gittiği zaman peşinden gitmeliydim, aptallık yaptım. Asaf abiye de rezil olacaktım. Biraz aradıktan sonra bulamayacağımı anlayınca el mecbur Asaf abiye söyledim. Çok sinirlendi ama bir şey yapamadı. Asaf abi bana karşı hep sakin olmaya, iyi davranmaya çalışırdı ama bu sefer cidden haketmiştim. Her tarafa adam salarak Gamze'yi aramaya başladık. Koskoca şehrin içinde nasıl bulacaktık hiçbir fikrim yoktu... BORAN ASAF Gamze'yi arayıp bulmam lazımdı yoksa başımıza çok büyük işler gelecekti. Dolunay'ın yanına geri dönüp, Gamze'nin nereye gidebileceğini öğrenecektim. Yedek anahtarı aldığım gibi odasına çıkıp kapıyı açtım. Hâlâ uyanmamıştı ve çok masum şekilde uyuyordu. Ama sinirim tepemdeydi. "Dolunay!" diye gürlediğimde korkuyla yerinden kalktı. "Özür dilerim yenge, valla uyuya kalmışım." dediğinde yüzüm şaşkın ifadeye büründü. Kendine gelince beni gördü ve titreyen elleriyle yüzünü kapattı. "İyi misin?" diyerek hemen yanına koştum. Ellerimle titreyen ellerini yüzünden çektim ve sakince sorumu sordum. "Gamze evden kaçmış, şimdi nereye gideceğini sen mi söylersin yoksa ben kendim bulunca onun bacaklarını mı kırarım?" Korkar ifadeyle gözümün içine baktı. "Bilmiyorum." Bileğini tutup sıktım ve son kez bir daha sordum. "Sana son kez soruyorum Dolunay! Bana doğruyu söyle yoksa her ikinizin de canını yakarım!" Dolan gözleri içimi titretse de öfkem saman alevi gibiydi. "Tamam söyleyeceğim tamam!" Elimin içindeki bileğini hafifçe gevşettim. "Gamze'nin babasından kalan boş bir evi vardır, muhtemelen oraya gitmiştir. "Doğru söylediğini nerden bileyim." "İnanmaktan başka çaren yok." Kolundan tutarak ayağa kaldırdım. "İyi o zaman, sen de geleceksin bizimle." Peşimden sürüklediğim kadının canı yanıyor mu yanmıyor mu umursamadan arabaya kadar götürdüm. "Arabayı yengenin tarif edeceği eve doğru sür Salih!" Dişlerimin arasından sinirli şekilde ve bastıra bastıra yenge diyerek konuştum. Tarif edilen eve vardığımızda Dolunay kapıya vurdu, biz ise arkada gizlendik. Açılan kapı ile Gamze karşımızda belirdi. "İçeri buyur etmek yok mu Gamze?" Diyerek Gamze'yi kenara itip içeri geçtim. "Köpek kulübeni benim kocaman evime tercih mi ediyorsun Gamze, aşk olsun yani!" Alay ve sinir barındıran konuşmam iki kadını da dut yemiş bülbüle döndürdü. Kenarda duran eski koltuğa oturup, kollarımı iki yana açtım. "Ee şimdi ben sizin ikinizi ne yapayım ha! Hadi Dolunay'ı geçtim Gamze. O benimle evlenecek ve hayatının en büyük hatasını yapacak. Ama sen, sen zaten elbet bir gün gidecektin. Niye kaçarak benim sinirlerimi hoplatıyorsun? Seni de ikinci karım olarak mı alayım, ne istiyorsun?" Elbette ciddi değildim ama muhtemelen ikisi de beni ciddiye aldı. "Bana bak Asaf Kozcuoğlu! Ben Dolunay'a benzemem, benimle düzgün konuş! Senin hayatını kaydırırım lan!" Koltuktan kalkarak kahkaha attım. "Sen mi yapacaksın bu dediklerini?" Kahkaham yerini ciddi yüz ifademe bıraktı. "Salih al şunları, ikisini de bizim eve götürüyoruz." Cümlem biter bitmez çıkan silah sesleri ile ne olduğuna anlam veremedim. Kızlar çığlık atarak yere eğildiler. "Salih ne oluyor lan?" "Abi Kaya Kuyucu adamlarıyla beraber dışarıdalar." Kaya Kuyucu mu? Kaç yıldır piyasada yoktu bu şerefsiz. "Asaf Kozcuoğlu! Kadınların arkasına mı saklanıyorsun lan!" Elbette içeride duracak halim yoktu. "Bana bakın! İkinizde içeride duruyorsunuz ve ben gelene kadar asla çıkmıyorsunuz! Anladınız mı!" İkisi de kafasını korkuyla salladı. Dışarı çıkıp kapıyı kapattığımda Kaya'yı yıllar sonra karşımda gördüm. "Oo evleniyormuşsun Asaf Kozcuoğlu! İnsan bir haber verir değil mi?" "Ne evliliği, ne saçmalıyorsun sen?" Niyetini az buz tahmin edebiliyordum. "İnkar etme Asaf! Yalnız kız baya güzelmiş. Temiz ve fakir aile kızı." "Ağzının içinde gevelemede ne istiyorsun onu söyle." "Buraya tebrik etmeye geldim." Gözlerini bir yere daldırmıştı. Arkamı dönüp o tarafa baktığımda Dolunay'ı baktığı yerdeki camda gördüm. Önüne geçerek görüş açısını kapattım. "Tebrik ettin, şimdi çekil önümden." "Müstakbel karınla tanıştırmayacak mısın beni?" "Ümüğünü sıkmadan s*kt*r git Kaya!" Dudaklarını yalayıp kenara çekildi ve Dolunay'a bakmaya devam etti. "Bu mu senin ki?" Kavga çıkartmak için geldiği belliydi ama ben ona bu fırsatı vermeyecektim. Yumruğumu sıkarak Dolunay'a döndüm ve kafamla içeri geçmesini söyledim. "Taş gibiymiş yenge de! Gözleri yeşil miydi?" Kendimi tutamayıp üstüne doğru yürümeye başladığımda Salih zor tuttu beni. "Abi yapma, zaten o da bunu istiyor." "Neyse düğününde sana en güzel hediyeyi vereceğim Kozcuoğlu. O günü bekle..." Şifreli konuşması altında yatan gerçek manayı tahmin edebiliyordum ama umuyorum ki böyle bir hataya düşmezdi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD