YÜREĞİMDEKİ CAM KIRIKLARI

1501 Words
DOLUNAY Perdenin arkasından Boran'ı izledim. Güneşliği çektiğim gibi çıkıp gitti. Yalnız kalmak istiyorum diyerek Gamze'yi de almadım bir süre yanıma. Gözlerimi kapattığım gibi beyin yorgunluğum ile uyuya kalmışım. Kapı ardına vurularak sertçe açıldı. İrkilerek uyandığımda Boran sinirli yüz ifadesi ile bana doğru geliyordu. "Ferit kim?" diye haykırdığında korktum, sadece yüzüne baktım. "Dolunay sana Ferit kim diyorum!" Ses telleri muhtemelen zarar görmüştür. "Bilmiyorum Boran. Niye bağırıyorsun?" Önündeki küçük tekli koltuğa tekme attı. "Salağa yatma lan! Ferit kim!" Yav hangi Ferit'ten bahsediyor bu? "Tanımıyorum!" yatağın üstünde dizlerimi karnıma doğru çekerek arkama doğru gitmeye başladım. "Bor-an! Sakin olur musun biraz lütfen? Korkutuyorsun beni bak." "Korkmak istemiyorsan Ferit'in kim olduğunu söyle!" Önünde duran masayı ters çevirip yere yatırdı. Onu ilk defa bu kadar öfkeli görüyordum. "Hop hop ne oluyor burda?" der demez Gamze'nin suratına kapı kapatılıp kilitlendi. Çıkan seslerden dolayı kulaklarımı kapatmıştım. Yanıma gelip üstümdeki pikeyi de çekerek yere attı. "Ferit kim!" Dört duvar arasında aynı cümle yankılanıp duruyordu. "Valla bilmiyorum kim olduğunu." Hafızamı yokluyordum ama yo-... Allah kahretmesin! Bu nerden öğrenmiş o Ferit'i. "Aha aklına geldi kim olduğu. Şimdi bana söyle kim!" "Eski arkadaşım-..." demeye kalmadan komodinin üstündeki bardağı alıp duvarda kırdı. "Yalan söylüyorsun! Gözümün içine baka baka bana yalan söylüyorsun!" "Valla doğruyu söylüyor-..." Yine cümlem askıda kaldı. Bu sefer de yanındaki sürahi duvara çarparak paramparça oldu. "Eski aşığın dimi o çocuk?" Aşık mı? Neyden bahsediyor bu adam? Tamam Ferit beni seviyordu ama aramızda duygusal anlamda hiçbir şey olmamıştı. "Hayır, ben aşık falan değildim. Sadece onun duyguları vardı bana karşı." Aklıma gelen gerçek cesaretimi yerine getirdi. Oturduğum yerden kalkarak karşısına dikildim. "Sen benden ne hakla hesap soruyorsun?" "Karım olduğunu için olabilir mi?" Yok yok bunun sesinin kısılacağı yok. "Bağırma bana!" Bu sefer ben de ses ayarlarımı yükselttim. Kavgamız yüksek seviyede devam etti... "Bağırttırma!" "Sesinin ayarını düşür Boran!" "Düşürmüyorum lan, düşürmüyorum! Karım elin adamlarına aşık, benim bundan haberim yok!" "Kendine bak lan Asaf Kozcuoğlu! Sen değil misin, eve eski aşığını getirten he!" Saçlarını elinin arasına alarak çekiştirdi. "Aynı şey değil!" "Doğru aynı şey değil! Benim de Ferit'i eve getirip onunla yatmam gerekiyordu, çocuk yapmam gerekiyordu." Odada ne varsa yere atmaya başladı. En son attığı süs eşyası ayağıma çarptı. O anın acısıyla beraber ayağıma çarpan şeyi aldığım gibi kafasına fırlattım. Evet pişman oldum. Kafası yerine ayaklarına falan atabilirdim ama istemsizce oldu zaten. Canımın acısıyla yapmıştım. "Ağğ!" Elini kafasına attığı gibi kanla buluştu. "Bir kafamı yarmadığın kalmıştı." Etraftaki cam kırıklarını umursamadan üstüme gelmeye başladı. Kan gözüne doğru akıyordu. Hiçbir şekilde yerimden kıpırdamadım. "Ne zamandır sevgilisiniz? Gizli gizli buluşuyor musunuz hâlâ?" "Diğer tarafın sağlam ya, onun artistliğini yapıyorsun herhalde." Sanırım artık dilim çözülmüş, cesaretim yerine gelmişti. "Bak sen şuna!" Alaylı tavrından sonra ciddiyetine geri döndü. "Sana soru sordum Dolunay!" Ben neden kendimi anlatamıyorum? "Ben kimseye aşık değilim. Bir aralar o bana aşıktı. Başka bir şey de geçmedi aramızda." "Hmm... Salak mıyım lan ben!" "Kes sesini yeter, bağırma! Karşında çocuğun yok senin Asaf Kozcuoğlu!" Vay be! Gamze cidden haklıymış. İnsan bir kere baş kaldırınca keyfine varıp, devamını getiriyor. Ama bakalım ne kadar sürecek? ... "Yürü gidiyoruz!" Kolumu tuttuğu gibi cam kırıklarının üstünden geçirdi. Onun ayağında ayakkabı vardı ama bende yoktu. Kırıkların üstüne bastığım gibi çığlık atıp ağlamaya başladım. Ayaklarımın altına cam girmişti. "Boran dur, ayaklarıma cam battı." diye bağırmamla yerinde duraksayıp ayaklarıma baktı. Elini geri çekip, hemen aşağı eğildi. "Ben... Ben... Özür dilerim Dolunay." Acımla beraber ağlamam da yükseliyordu. Beni kucağına aldığı gibi arabaya götürdü. Gamze arkamızdan bağırsa da kimseyi yanımıza almadı. Ayaklarımın altı cam kırıklarıyla doluydu. Çığlık çığlığa bağırarak ağlıyordum. Yürek acım, ruh acım, beden acım... Hepsi birleşmişti. Hepsinin birikimini bir anda boşaltıyordum resmen. "Tamam bağırma Dolunay. Bilerek yapmadım özür dilerim." "Ne bağırmaması, canım yanıyor canım!" Ayağımı kaldırarak gözünün içine soktum. "Ağğ Dolunay? Gözüme niye sokuyorsun ayağını? Araba kullanıyorum." "Acımdan dolayı ne yaptığımı biliyor muyum ben?" Doktora vardığımızda acilin kapısından giriş yaptık. "Yardım edin!" Çağrısıyla hastaneden birileri çıktı. Sedye üzerine yatırıldığım gibi bir kaç doktor başıma geldi. "Ayaklarının altına cam battı." Küçük bir operasyon geçirerek cam kırıklarını aldılar. Canım çok yanıyordu ve gözyaşlarım istesem de durmuyordu. Sarılı ayaklarıma baktıkça daha fazla ağladım. "Senin yüzünden oldu hepsi." Ağlayarak konuşmaya devam ediyordum. "Bir bunu yapmamıştın bana." "Bilerek yapmadım." Eliyle gözünü tutuyordu. "Gözüne ne oldu?" diye sormadan kendimi tutamadım. "Ayağını gözüme soktun ya! Hâlâ acıyor." Kendi acımı unutarak gülmeye başladım. Sinir patlaması yaşıyordum ama kimse anlamıyordu. Gülmemin peşinin ağlama olduğu belliydi zaten... "Ne güzel gülüyordun, niye ağlamaya başladın?" "Çık git Boran! Yüzünü görmek istemiyorum çık git!" Yükselen sesimle doktorlar içeri girdi. "Bir şey mi oldu hanımefendi?" "Çıkartın şunu odadan. Görmek istemiyorum!" Kolumdaki serum çıkmış, ayaklarım zorladığım için tekrardan kanamaya başlamıştı. "Çıkarın şunu artık! Defol git defol!" Sinir krizi geçiriyordum ve her yeri yakıp yıkasım geliyordu. Yanıma gelen hemşirenin koluma batırdığı iğne ile uyuşmaya ve sakinleşmeye başladım. Göz kapaklarım kapandı, dünya ile ilişkim kesildi. Bir günde bir sürü duygu patlaması yaşayıp her daldan bir çiçek kopartmıştım. Tam mezun oldum, atandım, kendi ayaklarım üstüne basacağım dediğim anda ayaklarımın altından dünyamı kaydırdılar. Elimden kayıp giden gençliğimi tutmaya bile izin vermiyorlardı. Kime sırtımı yaslasam, hançerlemeden bırakmıyordu. ... Ben Dolunay! Daha doğduğum ilk gün başladı tüm acılarım. Bebekler doğdukları zaman ciğerlerine oksijen girdiği için ağlarlarken, ben hem yetim hem de öksüz oluşuma ağladım. Sırf babamın bana kalan mirasına konmak için alıp büyüttüler beni. Kimsem vardı ama yok gibiydi de... Yaşım ilerledikçe her şeyin farkına daha çok varmaya başladım. Amcamın büyük kızı Aleyna beni odaya kapatıp, canım sıkılıyor bahanesiyle her yerime elindeki terlikle vururdu. Bu bazen terlik, bazen taş, bazen de amcamın kemeri olurdu. Kısacası eline ne geçerse onunla döverdi beni. Acı çığlıklarım karşılıksız kalırdı. Herkes 3 maymunu oynardı. Hatta bazı izler hâlâ bedenimde durmaktadır. Bana ne sahip çıktılar ne de insan yerine koydular. Sıra parama gelince onu yemeyi iyi bildiler. Ben babamla annemin 10 senelik evlat hasretleriymişim. 17 yaşında evlenen anne ve babam tam 27 yaşında benim varlığımla sevinmişler. Keşke ben olmasaydım da yaşıyor olsalardı... Aslında ben sebep olmuştum onlara. Doktor kontrolüne giderken yapmışlar kazayı. Her yaşımda bunun vicdan azabıyla yanıp tutuştum. Onlar hayatta olsaydı kim bilir ne güzel olurdu hayatım. Bende anne derdim, baba derdim. Benim de bir kaç tane kardeşim olurdu belki de. Gözlerim kapalıydı ama bu düşünceler beynimde dönüp dönüp duruyordu. Yanaklarımı ıslatan gözyaşlarımın silindiğini hissettim. Gözlerimi açmak istiyordum ama yapamıyordum. "Dolunay özür dilerim." Sesleri duyuyordum ama tepki veremiyordum. Sessiz dünyamın sesi iyice kısılmıştı. Göz pınarlarım bu yaşıma kadar hâlâ nasıl kurumadılar bilmiyorum... "Sizin de başınız kanıyor beyefendi. Hadi bir bakalım." "İstemiyorum. Dolunay'ı iyileştirin o yeter bana." "Hastamız yoğun stres ve üzüntü altında kalmış. Siz eşi misiniz?" "Evet eşiyim." "Madem eşisiniz, karınız bu hâle gelene kadar eliniz armut mu topluyordu?" Hemşirenin lafıyla gülümsedim ve gözlerim yavaşta olsa aralandı. "İyi misiniz Dolunay Hanım." Kafamı hafifçe salladım. "Su!" Ağzım dilim kurumuştu. Hemşirenin uzattığı suyu kana kana içtim. Zor da olsa parmağımı yukarı kaldırdım. "Onu çıkarın burdan!" Boran gözümün içine pişmanmış gibi baksa da ona inanmıyordum. Çift karakterli bir adamdı. Ne yapmak istediğini asla çözemiyordum. "Beyefendi çıkın bence siz. Hastamız biraz dinlensin." Boran çıktıktan sonra gözlerimi kapatarak uzun bir süre daha dinlendim. Sanırım çok yorgundum ve bu fırsatı değerlendirip saatlerce hastanede uyudum. "Dolunay Hanım serumunuz bitti. Aileniz varsa eğer haber verelim." dediği an da tekrardan ağlamaya başladım. "Yanlış bir şey mi dedim?" "Hayır. Benim haber verecek ailem yok ki!" Hemşire duraksadı... "O zaman eşinize haber vermek zorundayım." Sesimi çıkartmadım çünkü Boran'dan başka kimsem yoktu. "Asaf Bey eşiniz çıkabilir. Gelin alın isterseniz." Kapıda bekliyor olmalıydı ki hemen içeriye girdi. "Tekerlekli sandalyeyi alabilirsiniz." Boran hiç kimseyi duymadan kucağına aldı. Yüzüne bakmıyordum ama sarılmayı da ihmal etmiyordum. Kokusu burnuma vurduğunda gözlerimi istemsizce kapattım. Hâlâ aynı kokuyor köpek! Arabanın kapısını açtırarak arka koltuğa yerleştirdi. Ne olduğunu anlamadan dudağıma bir buse kondurdu. Göğsünden iterek sinirlendim. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" "Özledim Dolunay. Küçük bir öpücük aldım altı üstü." "Bence sen Sıla'yı özlemişsindir." "Eve geri dönüyoruz haberin olsun." "Durdur arabayı! Arabayı durdur Boran! Ben o eve asla gelmem!" "İstediğin kadar çene çal!" Kendimi biraz zorlayarak elimi suratına doğru salladım. "Lan dur kızım! Yolu göremiyorum." "Gelmeyeceğim seninle diyorum! Metresinin olduğu o eve gel-mem!" "Metres diyip durma yeter! Sıla metres falan değil! Doğru konuş onun hakkında." Boyumun ölçüsünü alarak geriye yaslandım. Bu adam olmazdı, iflah olmazdı. "Ben o eve girersem o metres gidecek!" "Metres değil, metres değil!" diyerek direksiyona vuruyordu. "Ya ne! Ya ne Boran? Durdur hemen arabayı aşağıya ineceğim." Ani frenle duran araç savrulmama neden oldu. "İn git o zaman! Ne kadar yürüyebileceksin görelim." Ben ne acılara göğüs gerdim, bu mu yıldıracaktı? Kapıyı açtığım gibi güçte olsa yere bastım. Canım çok yanıyordu ama ilerlemekten de asla beri durmuyordum. Hissettiğim sıcaklık ile yaralarımın tekrardan kanadığını anladım. "Durmak yok Dolunay, durmak yok! Sen ne acılara göğüs gerdin, sakın durma!" Arkamı dönüp baktığımda aracı göremedim. Terk edilmekten sıkılmıştım. Yolun ortasında diz üstü çökerek olağanca gücümle bağırdım. "Yeter! Dayanamıyorum artık yeter! Yetmedi mi, yetmedi mi bana çektirdiğiniz acılar?" İnsanlar başıma toplandığında gücümün zayıflığını anladım. Ben güçsüzdüm... Ben güçlü olamıyordum... Yaşadığım bunca acılar beni yıldırmıştı. "Siz çekilin!" Bu ses... Bu ses tahmin ettiğim kişi miydi? "Kalk Dolunay!" Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda şok oldum. Bana uzattığı eline dikkatlice baktım. "Hadi gidelim." Uzanan eli tuttuğum gibi hayatımda yeni bir dönem başlayacaktı... Sizce de artık Dolunay mutlu olmayı hak etmiyor muydu? ...

Read on the App

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD