ÖNCE ADAM OL!

1962 Words
DOLUNAY Bu yaşıma hep itile kakıla gelmişimdir. Sağ yanağıma amcam vurduysa, soluma yengem vurmuştur. Düştüğüm yerde ise bir çelmeyi de amcamın kızları taktı. Ne sevildim ne de sevebildim... Geçen her gün amcamın ailesine olan nefretim katlanarak büyüyordu. Ne kadar sevmeye çalışsam da, bana her zaman açık bıraktıkları o sevgisizlik kapısının önünde buluyordum kendimi. Zaten bir süre sonra sevmeyi de bıraktım. Gerçi Mert seviyorum diyordu ama öyle sevgi olmaz olsun! İnsan sevdiğini bedeni için sevmez, kalbi için, yüreği için sever. O olduğu için sever. Şimdiki zamanın sevgisi ne kadar sahte oysa ki. İnsanlar birbirlerini sadece bir çıkar uğruna seviyor, işlerine yaradıkları gibi kullanıyor. Aşklar temiz değil, sevdalar samimi değil, insanlar insan gibi hiç değil... Hayvanın bile eşine saygı duyduğu bu dünyada kadınların erkekler tarafından hor görülmesi ne acı bir durum... İşte ben de bu şartlar altında 22 yaşıma geldim. Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterirken, amcamın bir kelam lafı bile doğruluk barındırmıyordu. Her seferinde beni kandırıp parama el koyuyor sonra da bu miktarı ona olan vefa borcum olarak lanse ediyordu. Benim sana olsa olsa vefa değil, cefa borcum olur. Yaşıtlarım dışarıda oyunlar oynarken ben evde yemek yaptım, bulaşık yıkadım, çamaşır astım... Aslında asılan tek şey çamaşırlar değildi bu evde. Benim çocukluğum, benim gençliğim, benim umutlarım da asılmıştı. O sandalye ayağımın altından çoktan çekilmişti de benim sadece bedenim ayaktaydı. ... Boran ruhunu iyileştirmek istiyorum dediği an içimde bir şeyler kıvılcımını buldu. Evet benim ruhum yaralıydı. Benim ruhum amca evine düştüğüm ilk günden beri yaralıydı... Okula giderken kızlarının saçlarını güzelce tarayan, her iki yandan ören yengeme benim de saçlarımı tara diye yalvarırdım. Ama o saçlarımı değilde hayatımı tarardı çoğunlukla. Hani altta kalanın canı çıksın derler ya... O canı çıkan kişi her zaman ben olurdum. Evde birisi bir şey mi yaptı, dayağı Dolunay yer. Evde kavga mı çıktı, dayağı yine Dolunay yer. Zaten ışığımı Güneş'ten alıyordum. Onu da benim hayatımdan söküp attılar. Güneş'siz ay parlar mı hiç? Çaldıkları sadece hayatım değildi zaten. Işığımı, güneşimi, tüm benliğimi benden çaldılar... ... Böyle lüks mekanlara pek alışık sayılmazdım. Sayılmazdımı bırak hatta alışık değildim. İnsanların kasıntı olduğu, herkesin çok kibar şekilde yemek yediği yerleri oldum olası sevmezdim. Gerçi sevmek için sık sık gidip gelmek gerekir ama ben yine de sevmezdim. Ama Boran tam aksiydi. O kadar çok kendi, o kadar çok samimiydi ki... Yemeği yerken lokmalar peşi sıra 3-4 tane gidiyordu. Her şey gayet güzel giderken aldığı telefonla sinirli Boran'ın geri geldiğini anladım. "Ne oldu bir şey mi oldu?" dedim korkuyla. Sinirlenen herkesin deneme tahtası olarak beni kullandığı bu dünyada Boran'da beni ezmekten geri durmaz diye düşünüyordum. "Önemli bir işim çıktı. Sana söz veriyorum telafi edeceğim ama şimdi çıkmamız lazım." Pek bir şey anladığım varsayılamaz. Neyse en azından yine ayaklar altında çiğnenen kişi olmamıştım. Ayağa kalkıp gitmeye niyetlendiğimizde Boran beni kapıya gelen başka bir arabayla eve yolladı. Ortamda kötü şeylerin döndüğü kesindi ama ne? Zaten Boran'ın annesinden çekiniyordum, bir de eve tek gitme işi çıktı başıma. Çekimser adımlarla evden içeri girmiştim. Girdiğim gibi kadının üstüme saldırması bir oldu. "Seni şeytan seni! İki günde oğlumu kandırıp dışarı çıkarıyorsun he!" Elinde kalan saçlarım yıllardır çekilmekten beyaz bayrakları asmıştı. "Canım yanıyor bırakır mısınız?" "Sen bu eve zaten bunun için geldin! Bu kapıdan içeri girdiğin gün başladı senin cehennemin." Ne demek istediği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tek isteğim saçlarımı bir an önce bırakması. "Abla dur ne yapıyorsun? Yazık günah değil mi el kadar sebiye?" Bu ses kurtuluşumun sesiydi... Bu ses birilerinin bu evde beni de gördüğünün sesiydi. Ben görünmez değil miydim? Beni de gören birileri mi vardı? "Sen karışma Yasemin! Bunlar benim hayatımı kararttılar hayatımı!" Sürükleye sürükleye en alt kattaki bir odaya soktu beni. Tuttuğu saçlarımdan içeri doğru savurdu ve kapıyı üstüme kilitledi. "Bu kız Asaf gelene kadar burada kalacak anladınız mı?" "Etme abla! Asaf gelene kadar kafayı yer kız o pis yerde." Etrafıma dönüp detaylıca baktım. Rutubet üst düzeyde, fareler etrafta cirit atıyor, örümcek ağları her yeri sarmış. Pis yerlerde cezalandırılmaya alışkındım ama burası çok fazla pisti. Çaresizce oturup Boran'ın gelmesini bekleyecektim... BORAN Bu şerefsizin ne yapmaya çalıştığını anlasam da tam olarak anlayamamıştım. Dolunay'ı bizim çocuklarla eve gönderdiğim gibi Ziya'nın kapısına dayandım. "Aç lan kapıyı Ziya!" Sanki kapıda bekliyorlardı. "Buyrun Asaf Bey. Kime baktınız?" "Ziya nerde?" "Babam içeride Asaf Bey." Kadının karşımda süzüm süzüm süzülmesi iğrenir bakışlarıma maruz kalmasına neden oldu. "Babanı çağır o zaman kızım." "Baba Asaf Kozcuoğlu seni çağırıyor." İçeriye doğru seslendi ama bir adım geri adım atmadı. Gözlerini dikmiş yiyecekmiş gibi bakıyordu. Kafamı salladım. "Ne oluyor bacım, bir şey mi diyeceksin?" Gerçeği göremeyecek kadar salak değildim. Bu kızın benimle evlenmek için babasının aklını çeldiği bakışlarından belliydi. Bacım kelimesiyle düşen yüzü doğru yolda ilerlediğimin kanıtıydı. "Bacım mı? Ben sizin bacınız değilim." "Karımın amcasının kızı değil misin sen?" diyerek evli olduğumu bastıra bastıra belli ettim. "Şu para karşılığı zorla aldığın kuzenim mi?" Israrcı tip... "He yok! Başta öyle olsa da karımı şu aralar pek seviyorum." Eğildim ve yüzüne yüzüne konuşmaya devam ettim. "Senin o adi baban olmasaydı karımla hâlâ yatakta olurdum." Bazı şeyleri üstüne basa basa söylesem de anlamak istemediği kesindi. "Buyur damat, mesajımı almışsın herhalde." Gözümle kızını göndermesi gerektiğini ima edip bahçeye geçtim. "Senin derdin ne lan?" "Yeğenimi geri ver, kızımı al." Ellerimi yumruk yapıp önümdeki masaya vurdum. "Kafana mı sıkmamı istersin yoksa bacağına mı? Sürünmek istiyorsan bacağını, direk ölmek istiyorsan kafanı seç bence." "Senin dönemin bitti artık Kozcuoğlu! Bana bu numaralar sökmez." Sökmez demek ha! Bak bakalım kim söküp takacak seni. Masanın üstünde ki parmağını tuttuğum gibi ters çevirip kırdım. Attığı çığlık acısını belli etse de, Dolunay'a yaptıkları aklıma gelince her yerini kırasım geliyordu. "Şimdi söktü mü sana numaralarım yoksa başka yerlerini de kırayım mı?" Kırdığım parmağını sıkarak tuttum. "Bana bak lan it soyu!" Acısından kafasını bile kaldıramıyordu. "Bana bak köpek!" Bağırışımla beraber evin tüm ahalisi kapıya döküldü. Herkesi korku bürümüştü ama kimse de Kozcuoğlu'na baş kaldıracak cesaret yoktu. "Benim karım belli, senin de kimi verdiğin belli. Bir daha o küçük beyninle beni tehdit edecek olursan bu evi senin başına geçiririm!" Bir parmağını daha kırarak çığlığını tüm mahalleye duyurttum. Yanına gelmek isteyen karısını ve çocuklarını tek hareketimle yerinde sabitledim. "Eğer tek bir laf bile edersen bu konu hakkında, tek bir laf... Seni bu bahçeye gömerim Ziya!" "Hiçbir b*k yapamazsın!" diyen kadına döndüm. İki kaşımı da kaldırarak bakışlarımı ona çevirdim. Aynı hızla Ziya'ya dönerek dediklerini kâle bile almadığımı belirtmek istedim. "Sana diyorum Kozcuoğlu!" Yanımıza kadar gelip babasının yanına oturdu. Elimden tutarak babasının parmağını kurtardı. "Bana bak Asaf Kozcuoğlu! Ya babamın dediğini kabul eder benimle evlenirsin ya da o karın olacak pisliğe hayatı zehir zemberek ederim!" Tam kalkmaya niyetlenmiştim ki, Salih koşarak tuttu kolumdan. "Dur abi! Seni kışkırtmaya çalışıyor yapma! Ağzından çıkanı kulağı duymuyor, boşver." "Bırak Salih! Ağzından çıkanı kulağı duymuyorsa o kulağın orada işi ne! Bırakta keseyim kökünden!" Ailenin diğer fertleri de gelerek karşı cepheye geçtiler. Erkek olana gözüm takıldı. Bakışları daha farklıydı, diğerlerinden değişik bakıyordu, öfke ve nefret dolu. "Lan sen zaten zorla almadın mı Dolunay'ı?" Ziya susmuş, kuyrukları konuşuyordu. Gerçi o şu anda parmaklarının acısıyla uğraşıyordu ama. "Sen kimsin lan küçük bebe?" "Bacım ne diyorsa aynısını yapacaksın lan! Dolunay'ı bırakacaksın ve bacımla evleneceksin!" Lan ben nasıl bir aileye çattım böyle? Hepsi birilerini satmanın peşinde. "Aldın tabii fıstık gibi kadını, bırakmaman normal." Ben dedim size dimi, size dedim... Bu it başka bakıyor dedim. "Karımın fıstık gibi olması seni niye alâkadar ediyor lan it!" "O senin karın falan değil! Şimdi burda bizi kekleme Kozcuoğlu!" Bu bakışlar, bu öfke... Bu şerefsiz benim karıma aşık! "Aklından geçenleri okuyabilirim küçük beyinli! Karım benim karım, senin de kuzenin! Bunu aklına iyi sok tamam mı? Salih yürü gidiyoruz!" "Benimle evlenmek zorunda kalacaksın Kozcuoğlu! Bu kapıdan bir dahaki girişin beni almak için olacak!" Arkamdan bağıran kadın umurumda bile değildi. Havlayan köpek ısırmaz derler ya, o hesap işte. "Şunları yakın takibe al Salih. Dolunay'ın yanına 100 metreden fazla yaklaşmayacaklar." Salih yanıma geldiğinden beri kıvranıyordu. "Ne oldu Salih'ciğim? Bir karın ağrın var senin." "Abi başın kalabalık ama bir şey söylemem lazım sana." "Yine ne oldu, yine ne oldu?" "Mihri anne yengeyi alt kattaki odaya kapatmış." "Of anne of! Sen durmayacaksın belli oldu! Sen Gamze'nin yanına geri dön, ben eve geçiyorum. Ayrıca şu mekandaki iti bulup güzelce benzettiniz mi?" "O iş halloldu abi merak etme." "İyi. Gamze'nin yanına geri dönebilirsin." Yerinde duraksayan sağ kolumun karın ağrısı tam geçmemiş demek ki. "Başka ne var Salih!" diyerek öfkemi harlaması için söyleyecek şeyi bekledim. "Abi Gamze Hanım'la başkası ilgilense olur mu?" Geri dönüp yüzüne baktım. "Çenesi mi yordu seni?" "Yok abi." "O zaman ne Salih? Kıçına rahat mı battı?" "Haklısın abi." diyerek başı yerde diğer arabaya geçti. Umuyorum ki o geveze kadına aşık olmazsın... Süratle eve vararak direk alt kata indim. "Buranın anahtarı nerde?" diye bağırdığım zaman annem aşağıya indi. "Geldin mi paşam?" Bu kadın beni deli ederdi. Hiçbir şey olmamış gibi konuşması, salına salına yürümesi cinlerimi tepeme getiriyor. "Anahtar nerde anne?" "Nerenin anahtarı oğlum?" Gözlerimi sıkıca yumup dişlerimin arasından konuşarak sorumu yeniledim. "Anne anahtar nerde?" Göğsünden çıkarttığı anahtarı öfkeyle bana uzattı. Tam alıyordum ki geri çekti. "Eğer o kıza aşık olurda ananın intikamını almazsan sana hakkımı asla helal etmem Asaf." Klasik anne tehditi. İstedikleri şey olmayınca her zaman bu tehditin ardına sığınıyorlar. Anahtarı elinden bir çırpıda alıp kapıyı açtım. Dolunay bir köşede kıvrılarak yatmış uyuyordu. Odanın iğrençliği midemi bulandırsa da Dolunay'ın yanında diz çöktüm. Korkutmamak için sessiz olmaya çalıştım. "Dolunay uyan güzelim." Ses çıkmadı. "Dolunay bak hadi ben geldim. Yukarı çıkalım hadi." Yine ses yok. En sonunda korkuyla silkeledim. "Dolunay kalksana!" dememle yerinden sıçradı. Sözde korkutmayacaktım, ödünü kopardım kızın. "Geldin mi?" Sorusu rahat bir tavır nidasındaydı. "Geldim hadi kalkta odaya çıkalım. Leş gibi kokuyor burası." Kolundan tutarak kaldırdım ve odaya kadar eşlik ettim. Sessiz tavrı dikkatimi çekti. "Sen anneme bakm-..." demeden lafımı kesti. "Sorun değil ya ben alışkınım öyle yerlerde sabahlamaya." Şu an Ziya'nın diğer kemiklerini kırmadığıma binbir pişman oldum. Üstünü eğilip koklamaya başladı. "Ay ne kötü kokmuşum! Kokusu üstüme sinmiş." Öğüre öğüre gitti yine. Yarım saatin ardından başında havlu ile çıktı. Bu sefer ona fırsat vermeden ben kuruttum saçlarını. Taramaya geçmiştim ki, tarağı her kafasına koyduğumda sızlanıyordu. "Canını mı acıtıyorum?" "Asaf oğlum müsait misiniz?" Yasemin ablanın sorusuyla benim de sorum askıda kaldı. "Gel Yasemin abla." Güzel bir yemek tepsisi getirmiş. Bu kadın annemden daha çok annelik yaptı bana. "Hii vah yavrum! Tararken yavaş ol oğlum, canı acımasın kızın." Bakışlarım Dolunay'a döndüğünde gözlerini benden kaçırdı. "Ne acıması Yasemin abla?" "Benden duymuş olma Mihri abla kızın saçını koparıyordu bugün nerdeyse." Ürkek bakışları odanın içinde her yere bakarken bir bana bakmıyordu. Kapıyı çekip çıkan Yasemin ablanın ardından gözüm uzun ve gür saçlarına takıldı. Bana hiçbir şey demedi, hiçbir şikayette de bulunmadı. Zorla yutkunarak yanına oturdum. Annemin yanına gitsem, saatlerce dil döksem hiçbir şey anlamayacağı kesindi. "Çok acıyor mu?" diye sorduğumda gözleri hâlâ odada geziniyordu. Çenesinden kavrayarak yüzünü bana çevirdim. "Dolunay gözlerime bak." dememle yavaştan da olsa sonunda baktı. "Çok acıyor mu?" Bir anda gözleri doldu. "Bilmem. Canım o kadar çok yandı ki, artık acıyor mu acımıyor mu anlamıyorum." Sonda bıraktığı tebessüm yumruğumu sıkmama neden oldu. "Kalk bir doktora gözükelim." "Yok, cidden gerek yok. Bir kaç güne geçiyor zaten." "Dolunay itiraz etme ve kalk! Ama dur! İlk önce üstünü giyin." Üstünü giyinmesi için fırsat verdim. Giyinip geldiği gibi kolundan tutup kapıya kadar götürdüm. Tam açmıştım ki, Sıla bavulla karşımızda belirdi. Dolunay'ın elini tutan elime baktı. "Sıla!" dememle elim Dolunay'ın elini istemsizce bıraktı. "Senin ne işin var burda?" "Artık bu evde kalacağım. Mihri abla söylemedi mi sana?" "Söylememe gerek mi var kızım? İnsan sevdiği kadının yanında olmasını istemez mi hiç?" Ardımdan konuşan annem yine her yeri karıştıracaktı. Bu kadın kaostan besleniyor. Kendisi mutlu olmadığı için kimsenin de mutlu olmasını istemiyor. "Gel kızım, odanı göstereyim sana." Sıla geçerken Dolunay'a omuz atarak göz dağı vermek istedi. Aldığı darbe ile sarsılan karımın gözlerinden akan yaşlar dikkatimi çekti. Hiçbir şey demeden kapıya çıktı ve cansız şekilde yürümeye devam etti. Bir tarafta Sıla, bir tarafta karım... İçeri gitsem Sıla'nın öfkesiyle karşılaşacağım, dışarı çıksam Dolunay'ın kalp kırıklığı ile boğuşacağım... Cidden niye hep arada kalıyorum, niye hep bir seçim yapmak zorundayım?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD