Dışarı çıkmamla beraber Sedat ile arabaya bindik. O şoför koltuğuna geçerken bense yanına geçmiş, yolu seyrediyordum. Arabanın içinde sessizlik hakimdi. Ta ki o konuşana kadar.
“Ne yapmayı düşünüyorsun?” Gözleri yoldaydı. Dirseğimi kapıdan, elimi de çenemden çektim ve olduğum koltuğa iyice yaslandım. Boğazımı temizledim.
“Bir hafta sonra belli olacak lider. Şu anlık bir şey yapmayacağız. Ama Atahan denen çocuğun olacağını tahmin ediyorum.”
Güldü. “Harbi. Neden bilerek yenildin? Sen kolay kolay yenilmezsin.”
“Bazen insanların kazandığını sanması gerekiyor. Sadece lider olacağını düşündüğüm kişiye bir adım attım diyelim.” Nefesimi vererek güldüm. “Beni kolay kolay unutmaz.”
“Ben de öyle tahmin ediyorum, sana bakışını fark ettin mi bilmiyorum.”
Dudağımı büzüp geri düzelttim. “Ona pek bakmadım açıkçası. Kartlara bakıyordum.”
“Sana ilgiyle bakan tek kişi o değildi zaten.”
Sedat’a baktım. Bana bakanları fark etmiştim ama o şekilde baktıklarını yeni öğreniyordum. “Bilmem gereken başka kim var?”
“Atahan’ın ortağı olduğunu öğrendiğim adam. Aybars ismi. Seninle ilk konuşan beyaz gömlekli herif.”
Kaşlarımı kaldırıp geri önüme döndüm. “Boş verip bir hafta boyunca uyumak istiyorum.” Dediğimde koltuğa biraz daha sindim.
“Annenle aranız ne durumda?” diye sorduğunu duyar gibi oldum ama gözlerim yavaşça kapanıyordu. Cevap vermedim. Bazı şeylerin bilinmemesi daha iyi olabilirdi. Cevap vermediğim için bakışlarının yoğunluğunu kısa bir süre hissettim, sonrasında uyuyacağımı görmüş ve yola geri dönmüştü. Bir süre geçtiğinde dalmıştım ve huzurlu bir şekilde arabanın sallanmasıyla kendimi karanlığa bırakmıştım.
*
Koluma dokunulduğunu hissetmemle beraber dudaklarım arasından huysuz bir ses çıkardım. “Uyan hadi.”
Gözlerimi yavaşça aralayıp uykulu bir şekilde etrafıma bakındım. Tekrar onun sesini duydum. “Bir şey olursa haber ver bana.” Kafamı aşağı yukarı salladım ve kapıyı açarak dışarı çıktım. Soğuk hava yüzüme vurduğunda beni biraz daha kendime getirmişti. Kapıyı kapattım ve evimin karşısında duran pastaneye yürümeye başladım. Araba benden uzaklaştığında aslında o kadar da uzaklaşmadığını biliyordum. Sedat benim yakınlarımda takılmayı seviyordu.
Pastanenin cam kapısını araladığımda müşteri olmadığını gördüm. Beyza ablanın gözleri bana çevrildiğinde biraz yorgun görünüyordu. Beni görünce biraz daha toparladı kendini. “Hoş geldin kızım.” Dediğinde yanına yaklaştım ve pastalara baktım.
“Bora buraya gelmedi mi?”
Kafasını iki yana salladı ve pastaların olduğu kısma yaklaştı. “Gelmedi. İstediğin bir şey var mı?”
“Frambuazlı alacağım, şunu.” Diyerek bir pastayı işaret ettim ve tekrar ona baktım. “Günün kötü geçmiş gibi görünüyor.”
Gülümsedi ve pastayı paketlemeye başladı. “Bugün biraz yorucuydu. Sen neler yaptın? Açıkçası Bora’nın bugün gelip seni sormamasına şaşırdım. Gerçi dün de yoktu.”
Kaşlarımı çattım. “Normalde gelmeyi ihmal etmez. Bir şey olmadığından emin misin abla?” Bora her zaman buraya uğrayan, benimle zaman geçirmeyi seven dokuz yaşındaki bir çocuktu. Evinin yakınlarda olduğunu biliyordum ama tam neresi olduğunu bilmiyordum. Beyza abla Bora’nın kurabiye sevdiğini bildiğinde geldiği her seferinde bir sürü kurabiyeler verirdi.
Pastayı bana uzattı ve ellerini kasanın olduğu tezgaha yaslayarak bana bir an endişeli bir şekilde baktı. “Bilmiyorum ki. Korkutma beni şimdi.”
Onu daha fazla korkutmamaya ve endişelendirmemeye karar verdim. Tek omzumu silkerek pastayı aldım ve ücreti verdim. “Belki de benim kuruntumdur. Ama sen yine de bir ailesine ulaş abla. İyiyse de haberimiz olsun. Bir şey varsa da bana ulaşırsın.”
Kafasını salladı ve ben de çıkışa yöneldim. “İyi akşamlar.”
*
Bir hafta sonra
Sağ penceremden geçen yolları izlerken Sedat’ın sesini duydum. “Çok güzel görünüyorsun?”
“Biliyorum.”
Üzerimde siyah kısa bir elbise ve altında siyah çizme vardı. Üzerine de kalın bir kaban giymiştim. Sedat’a baktığımda her zamanki gibi siyah bir gömlek ve siyah, ona oldukça yakışan pantolon giymişti. Üçe vurulmuş saçı yüzüne çok güzel gitmişti. Gerçekten yakışıklı bir adamdı.
“Sen de yakışıklı görünüyorsun.”
Gülümsedi ve bir şey demedi. On dakika sonra mekana geldiğimizde arabadan indi ve benim kapımı açtı. Ben de arabadan inerek daha önce geldiğim mekanı tekrar süzdüm. Kapıyı kapattı ve beraber yan yana içeri girdik.
Girer girmez genzime yine aynı kahve kokusu dolarken etraftaki gözler Sedat ile bana çevrilmişti. Onları umursamadan neredeyse herkesin olduğu büyük masaya yöneldik ve boş gördüğüm bir masaya oturdum. Sedat da her zaman olduğu gibi yanıma geçti. Gözlerimi kaldırıp oturanlara baktığımda dudağının tek bir yanını kıvırmış ve gözlerini bana dikmiş olan Atahan’ı gördüm. Soğuk duran yüzüm ifadesizdi. Gözleri yüzümün her köşesini turladı. Etrafta bir şeyler konuşulduğunu duyuyordum anca o bana böyle bakarken dikkatim biraz kaymıştı. Gözleri, gözümün hem altında hem de üstünde olan yara izine kaydığında bu sefer gözlerimi konuşan adama çevirdim.
Onun ise hala baktığını hissedebiliyordum ama tekrar ona bakmayı planlamıyordum.
“Balamir Yıldırım’ın vasiyetine göre, oğlu Atahan Yıldırım’ın yerine geçmesini istediğini biliyoruz. Bundan sonra adımlarımızı buna göre atacağız. Ve-” Onun dediklerini tekrar dinlemeyi bıraktığımda Atahan’a döndüm ve tek kaşımı kaldırdım.
Tahminim yine doğruydu.
Onun olacağını tahmin etmek zor değildi. Yanında oturan ve bana ara sıra bakan ortağının seçilmesi biraz düşük ihtimal gibi gelmişti zaten.
Burada yapılan bir adet olduğunu adamın tekrar konuşmasında anlamıştım. Yeni lider seçildikten sonra liderler arasında oyun oynandığını söylemişti. Bazı kişilerin masadan kalktığını ve oyuna geçtiklerini gördüğümde Sedat’a doğru eğildim ve “Ben şuradan içki alıyorum.” Dedim. Başını salladı ve ben ayağa kalkarak içkileri hazırlayan kişinin olduğu kısma yöneldim. Adam bana doğru yöneldiğinde içkimi söyledim ve kısa bir süre içerinde elindeki bardağı önüme koydu.
Elimle tuttuğum içkiyi dudaklarıma götürdüm ve ağzıma gelen yakıcı tat ile beraber geri çektim. Bu tat hoşuma gidiyordu. Birinin bana yaklaştığını hissederken çok geçmeden tanıdık bir ses duymuştum. “Fazla yalnız takılıyorsun.”
Yanıma gelmişti ve bir tık uzağımdaydı. Atahan da kendine içki aldı ve tekrar bana döndü. “Tabii, yanındaki kuyruğun dışında.”
Gözlerimi elimdeki bardağa çevirdim. “Sadece o olduğunu nereden biliyorsun?”
Gülümsedi. “Sadece tahmin etmekte iyiyim.”
Üstümdeki kabanı çıkararak oturduğum sandalyeni arkasına attığımda gözleri çenemin altına kaydı. Beni bu kadar açık bir şekilde süzmesi garipti. Tekrar konuşmaya başladığında bu sefer onu süzense bendim. Bir önceki gördüğümdeki gibi gayet yakışıklı ve çekici görünüyordu. “Masadaki birkaç adam benim karşımda senin ne kadar iyi oynadığından bahsedip durdular.”
“Ama yendin.” Dedim ve içkimde bir yudum aldım. İçkisinin hepsini bitirdi ve yavaşça ayağa kalktı, bana yaklaştı. Ben de bardağımı masaya bıraktım ve gözlerimi ona çevirdim. Bana biraz daha yaklaştığında kendisi uzun olduğunda başımı yukarı doğru kaldırarak ona bakmak zorunda kaldım. Sadece gözlerini indirerek bana baktı ve sonra başını eğerek bana yaklaştı. Bir elini masaya diğer elini de sandalyemin sırt kısmına koyarak eğildi. Parfüm kokusu burnuma tekrar gelirken yeşil gözlerinin içine baktım ve şaşırmış bir şekilde ona baktım.
“Nedense bir önceki oynayışımızdan memnun kalmadım.”
“Neden?”
Buna cevap vermedi ama bu sefer o bana bir teklifle geldi. “Tekrar kapışmak istiyorum.”