TEKRER TANIŞMAYA NE DERSİN

2916 Words
Dağhan, bazı anların kelimelerle ifade edilemeyeceğini yıllar önce öğrenmişti. Bazı acıların, insan kalbi için fazla ağır olduğunu ve bazı öfkelerin kontrol edilebilmesi için insan üstü bir yeteneğe sahip olması gerektiğini yıllar önce en acı yoldan öğrenmişti. Fakat, şu anda tüm ezberlerini bozmak istiyordu. Tüm kurallarını, tüm iradesini, tüm yasaklarını delmek istiyordu. Ona, bunu yaşatan her kimse karşısında olmasını, onun gözlerinin içine bakmayı ve onu gebertene kadar dövebilmeyi diliyordu. Dağhan, yıllarca Teşkilatta görev almıştı. Katıldığı bir operasyonda aldığı sakatlık yüzünden erken emekli olan arkadaşlardan biriydi. Fakat teşkilattan bile akademiden yeni mezun olanlar tekvando dersi verirdi. Bu konuda fazla ustaydı. Teşkilattan ayrılmak zorunda kaldığında bahis dövüşlerine sırf öfkesini atabilmek katılmıştı. Kısa bir süre sonra kendini toparlamaya karar vermiş ve buraya geldiğinde sakinleşmiş, kendini rahatlatacak huzuru bulmuştu. Hayatının en büyük ihanetinde bile kalbini karartmış sessiz kalmıştı. Yaşadıkları, sakinliğe gömdüğü öfkesi, annesine verdiği söz bunların hiçbiri umurunda değildi ve tek istediği karşısındaki dişi aslanı bu denli korkutan çakalın kim olduğunu öğrenmekti. Genç kadın, karşısındaki adamın gözlerindeki keskin öfkeyi tüm bedeninde hissetti. Onu korkutmuyordu. Bedeni kaskatı kesilmişti. İçinde hissettiği korkudan çok utançtı. Sadece ona acımasını istemiyordu. Tüm bedeni kontrolsüzce titremeye başlarken bunun tek sorumlusu da kendisiydi. Ne bekliyordu? Onca terapinin, o kadar ilacın halledemediği bir kâbusu Dağhan Kaya ile sevişince halledebileceğini mi? Tam bir geri zekâlısın diye söylenirken kendini pataklama isteğini de Dağhan gidinceye sakladı. Tab ki oda kaçacaktı. Diğerleri gibi oda gidecekti. Çünkü aklı başında bir adam, aklını kaybetmiş bir kadının yanında başını belaya sokmazdı. Derin bir nefes aldı ve “Üzgünüm gerçekten kötü bir fikirdi. Seninle…” daha cümlesini bitirmeden Dağhan, sert bakışları ile tam anlamıyla uyuşan korkutucu soğuklukta, çelik gibi bir sesle, “Sana. Bunu. Yapan. Hayvan kim?” diye sordu. Her bir kelimesini ardından duraksayarak, net ve aksi bir cevap istemiyormuş gibi bir ifade ile söyledi. Yalan istemiyordu. Ne gördüğünü ve bunun yanlış anlamayla ilgili bir durum olmadığını anlayabiliyordu. Serap, paniklemiş, gözleri kocaman olmuş ve kalbi korku ile atmaya başlarken adamın her şeyi anlamış olması ile anlatmak istememesi arasında birçok uçurum vardı. Onun için tamamen kendine gelen zihni ile bir şeyler düşünmeye başladı ve sonunda derin bir nefes alarak, “Düşündüğün gibi değil” diyebildi. Tamda düşündüğü gibi olan olayın karşısında. Dağhan’ın çelik gibi gözlerine sabitlenmiş bakışları kırpmadı bile “Tekrar dene” dedi ve kadın gözlerini kocaman açarak ona baktı. Dağhan, hala gözlerini gözlerine dikmişti. Paniklemesini, korkusunu, bedenini saran acıyı saniye, saniye izliyordu. Kadının bedeninden geçen korku ve panik neredeyse gözle görülür seviyedeydi. Bir an birkaç adım gerileyen kadın, “Yapamam” diyebildi. Adam, genç kadının bakışlarındaki korku ile dişlerini daha da fazla sıktı. Fark ettiği şey ise bunu ona yapan kişiden korkuyor olmasıydı. Sakin bir nefes alıp gözlerine bakmaya çalıştı. Karşısında yaprak gibi titreyen ve her an bayılmanın eşiğindeymiş gibi bakan genç kadınına karşı bakışları yumuşadı ve “Duş alman gerekiyor. Duş ve uyku sanırım toparlanmana yardımcı olur” dedi ve kadının bu söylediklerini yapmasını umdu. Kadın ise yine kendinden beklenecek bir hayır için başını sağa sola salladı. Ardından elinin tersini kullanarak gözyaşını sildiğinde ona sıkıca sarılmayı diledi. Sarılmayı ve korkmadan ona izin vermesini. Fakat bu şimdilik olabilecek bir durum değildi. Onu tekrar korkutmak istemiyordu. Genç kadın, titrek bir nefes aldı ve “Deli gibi göründüğümün farkındayım. Atak gibi düşün, duş alabilirim bir kahve içebilirim ve sanırım bu gece uyuyamam” dediğinde kaşlarını çatan Dağhan, onu anlamak istercesine daha fazla açıklama bekledi. Kadın ise “İlaçlarımı alamam çünkü alkol kullandım. Uykuya daldığım zaman ise kabuslarım başlayacak. Ben, bir kâbus daha görmek istemiyorum” dediğinde ise genç adam kalbinin içinde sıkıştığını hissetti. Tüm bedenini kasan nefesini yavaşça bıraktı ve elini tereddütle bir adım atarak Serap’ın, yanağından süzülmekte olan gözyaşını silmek için uzattı. Ağlamaktan kızarmış, yanakları ıslanmış, dudakları titreyen yüzünü avuçlarının içine alıp, “O zaman bir duş al. Ben buradayım.” Diyerek gözlerine baktı. Başını avuçlarının içinde tamam dercesine salladığında gülümsedi. Çünkü lanet olsun ki bu kadın, onu tanıdığından bu yana kavga etmeden, defalarca hayır demeden, tek seferde söylediğini kabul etmiş ve onaylamıştı. Bunu kesinlikle tarihe yazması gerekiyordu. Serap, duşa girdiğinde göz yaşları hala gözünden süzülüyordu. Dakikalar önce yaşadığı şey belki de hayatında yaşadığı en unutulmaz utanç verici anlardan biriydi. Yine de buradaydı. Diğerleri gibi onu bir başına bırakıp deli olduğuna inanıp kaçıp gitmemişti. Yanında kalmış, onun acısını hissetmiş ve ona acımıştı. Suyu açtığında bedenini sakinleştirerek akan suyun altında dakikalarca kaldı. Tüm acısının, utancının, korkularının bu su gibi ruhunu terk etmesini diliyordu. Yaşadığı hiçbir şey onun hatası veya suçu değildi. Neden sanki hata onunmuş gibi bu durumun üzerine yapışıp kaldığına anlam veremiyordu. Hayatına devam etmek istiyordu. Mutlu olmak, sevmek, sevilmek istiyordu. Fakat kara bir kâbus gibi yakasına yapışmış olan bu durumdan bir türlü kurtulamıyordu. …………………………………… Dağhan, ise evin küçük ama şirince döşenmiş balkonundaki çift kişilik balkon koltuğuna koca bedenini çuval misali bıraktığında ne düşüneceğini bilemez durumdaydı. Bu kadının sevgiye ihtiyacı vardı. Sarılıp sarmalanmaya ve zihninin en güzel anlarını sabote etmek için hazırda beklettiği kabuslarından kurtulmaya. Derin bir nefes aldı ve kotunun cebinde duran telefonunu çıkarıp, telefonunda kayıtlı numaralardan biri olan Duman’ı aradı. Duman, onun eskiden istihbaratta görev yapan ve girdiği bir çatışmada yaralanıp, sonrası zorunlu bir ayrılış yaşamış bir arkadaşıydı. Hala tedavi görüyordu ve kısa bir süre önce görevine tekrar döndüğünü biliyordu. Bu adamın, görevinde araştırma bölümünde çalıştığını, bir kişinin ilk doğum günü hediyesine varıncaya kadar araştırmasını yapıp bir hafta içinde önüne koyabileceğini biliyordu. Onun için neredeyse telefonu çalmadan açıldı. Duman, adı gibi görünmez, sessiz, ürkütücü bir karakterdi. İki kelimeden fazla konuştuğunu gören ise mutlaka ikinci kelimesini not alırdı. Duman, “Evet” diyerek telefonu cevapladığında ise bu tezine karşılık sadece sırttı. Ardından konuya girdi. Çünkü bu arkadaşı, nasılsın? Nasıl gidiyor? Gibi soruların cevabını telefonu suratına kapatmakla veriyordu. “Serap Ateş” diyerek genç kadının ismi dudaklarından döküldü. Ardından telefonun diğer ucundaki arkadaşı derin bir nefes alarak, “Ne kadarı?” diye sordu. Bu soru ise ne kadarlık kısmı bilmek istiyorsun? Sorusuna aitti. Yani belli bir konumu, yoksa bugün ayak parmaklarına hangi renk ojeyi sürdüğüne dair tüm bilgileri mi? Sorusunun detayını istiyordu. Tüm özel hayatını bilemek istemiyordu. Hayatına dair diğer tüm ayrıntıları kendi ağzından dinlemeyi tercih ederdi. Fakat canını yakan adamın, hatta o kertenkelenin kim olduğunu, ne zaman olduğunu, nerede olduğunu ve neden hala bir isim veremeyecek kadar korktuğunu kesinlikle öğrenmek istiyordu. Onun için “Ona zarar verilmiş. Ne zaman? Nerede? Kim tarafından?” diye söylendiğinde telefonun diğer ucundaki adam birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra “Kim bu? “Diye sordu. İlk defa arkadaşının böyle bir sorusu ile karşılaşıyordu. Gerçi oda ilk defa bir kadını araştırmasını talep ediyordu. Dağhan, içinde kıpırdanan kalbini yokladı ve kendine bile yabancı bir kelime kullanarak, “Benim için önemli biri” diyerek cevap verdiğinde bedenine yayılan sıcaklığa ne kadar yabancı kaldığını düşünmeden edemedi. Bu kalbin yaşaması haricinde atmaya başladığını hissetmesi gülümsemesine bile neden olmuştu. Telefonun diğer ucundaki sessiz adam ise sadece, “Tamam, yarın akşam dönerim” dediğinde ise kaşlarını şaşkınlıkla havaya kaldırmıştı. 4 kelime. Diye geçirdi içinden. Herhangi bir nedenle 4 kelime mi kullanmıştı? Cidden dünyanın sonu geliyordu. Ve sırıtarak, “4 kelime büyük bir ilerlemedir.” Diye söylediğinde aldığı karşılık sadece telefonun bip sesi oldu. Çünkü Duman, telefonu tek kelime söyleme ihtiyacı duymadan suratına kapatmıştı. Elindeki telefonu hemen yan tarafında duran masanın üzerindeki kitabın yanına bıraktı. Kitabın kapağına göz attıktan sonra gülümsedi. Sonsuz Öpücük adında bir kitaptı ve adından da anlaşıldığı gibi kesinlikle aşk kitabıydı. Bu dişi aslanın, kendi gibi aslanların kapışmasını belgeselde gözünü birle kırpmadan izlediğine yemin bile edebilirdi. Açık olan duş sesi kesildiğinde oturduğu koltuktan kalktı ve evin mutfağını bulmak için keşfe çıktı. Koridorun solundan girdiğinde küçük bir mutfak ile karşılaştı. Temiz, düzenli ve şirin bir mutfaktı. Aksi bir durumu düşünmezdi bile, restorandaki ofisinin düzenini birkaç gere görmüştü. Bir faturayı bulmak için odasına o yokken girmişti ve düzenli dosyalarından cidden etkilenmişti. Restoranın düzeninden de o sorumluydu. Hiçbir temizlik malzemesi veya diğer malzemeler ulu orta yerlerde olmazdı. Her daim düzenli ve tertipli olurdu. Askeri düzende gibi… Zaten restorandaki çalışanalar orayı aksam saat 21:00’a kadar nizamiye olarak görürdü. Serap ise nizamiyenin sert, despot komutanıydı. Toslayanı fena çarpıyordu. Cidden bu kadından sadece 10 tane yan yana gelse ve orduya katılsa, dünya üzerinde suç denen bir şey kalmazdı. Mutfaktaki tezgahının üzerinde bulunan kahve makinesini çalıştırdı ve yumuşak içimli olan kahvesini hazırlamak için gerekli malzemeleri koyduktan sonra, ayaklarının dibinde dolanan bir şey ile bakışları ayaklarına doğru kaydı. Küçük, ama gerçekten çok küçük bir kedinin mavi bakışları ile karşılaştığında ise gülümsedi. Henüz yavru bir kedi olmalıydı. Tüyleri bembeyazdı. Sanırım miyavlıyordu fakat sesi boyu kadar bile çıkmıyordu. Eğilip onu avucunun içine aldığında ise ne kadar küçük bir şey olduğuna dahada gülümsedi. Neredeyse avucunun içine sığıyordu ve onunla göz göze gelecek şekilde avucunu kaldırdığında, “Terlik gibisin. Seni ezebilirdim” diye söylenmesine kediden “Miv” diye bir ses çıktı. Kaşlarını çatan Dağhan, “Küfür mü ettin sen?” diye sorarken kedi patisin yalamaya başladı. Hatta umursamazlığına gülümsemişti bile, parmağı ile başını okşadığı esnada mutfak kapısının karşısında beliren kadın ile içinin tekrar ısındığını hissetti. Kadının bakışlarında utanma vardı. Mahcubiyet ve yorgunluk. Yaşadıklarının ağırlığına dayanamıyormuş gibi hissediyordu. Genç adamın hala burada oluşundan ise etkilenmişe benziyordu. Adamın, kendisine olan bakışın hissettirdiği güveni, sıcaklığı, merhameti sevmişti. En azından onu korkudan bayılmak üzereyken, “Delirmişsin sen! Senin deliliğin yüzünden başımı belaya sokamam!” Diye bağırarak yalnızlığı ile bir başına bırakmamıştı. Duşun ardından saçlarını havlu ile kurulamış, üzerine göbek kısmını açıkta bırakan tişört ve siyah bir tayt giymişti. Genç adam onu daha önce bu denli rahat ve spor bir giyim tarzı ile görmemiş olmanın verdiği şaşkınlıkla içinin eridiğini hissetti. Kadın her hali ile güzeldi bunu kabul ediyordu. Serap, karşısındaki devasa adamın kocaman ellerinde minicik duran pati adını verdiği kedisini gördüğünde ise gülümsemişti. Bu gece yüzüne yakışan en güzel mimiğin bu olduğuna inanan genç adam bakışını ondan ayırmadan, “Ona ayak altında dolaşmaması gerektiğini öğretmen gerekiyor” diye söylenirken avucundaki kedinin başını parmağı ile okşuyordu. Serap, yüzüne daha çok yayılan gülümseme ile onu ödüllendirdiğinde yutkunmadan edemedi. Kadın, sanki uyuşturucu gibi kanına işliyordu. Ürkekti, vereceği tepkiden korktuğu, utandığı ve bir an önce kurtulmak istediği kesindi fakat yalnız kalmak istemediğini bakışlarından anlayabiliyordu. Kadın, ona gösterdiği kedinin başını okşayarak, “Onun adı pati” diyerek kediyi tanıştırdığında Dağhan, “Şu beyaz tüylü terlikler gibi” diyerek ona elini uzattı kediyi hemen tezgâhın üzerine bırakırken. Elini, ona uzatış şekli içini ısıtan Serap, bir an kalbine kulak verdi ve elini o büyük, güçlü elin içine bıraktığında bedenine yayılan ısıyı fark etti. Genç adam, elini tuttuğu kadını yavaşça kollarının içine çekip ona sarılırken, derin bir nefes aldı. Genç kadın ise içinde kalbinin erimeye başladığını hissetti. İçine çektiği kokusunun neredeyse başını döndürdüğünü düşündü ve bu adamın en az görüntüsü kadar mükemmel bir kalbi olduğuna karar verdi. Derin bir nefes aldı ve, “Deli olduğumu düşünüp gidersin diye düşünmüştüm” dediğinde genç adam sessiz bir kahkaha attı ve resmen Serap’ın kalbini hoplattıktan sonra, “Restorana geldiğin günden beridir senin seksi bir deli olduğunu biliyordum.” Dedi ve kadın kollarında kahkaha atarak geri çekilip onun yüzüne baktığı esnada Dağhan’ın kalbi içinde atmayı bıraktı. Şu anda bu kadına gülmeyi yasaklamalılar diye düşündü. “Bende o gün senin ne kadar ukala, kendini beğenmiş bir adam olduğunu anlamıştım” dediğinde Dağhan, kaşlarını şaşkınlıkla havaya kaldırarak, “Ukala, kendini beğenmiş ve seksi. Seksiyi unutma lütfen” dediğinde ise kedi tezgâhın üzerinden, “miyav” diye seslendi. Sanki az önce söylediğini bizzat onaylıyormuş gibiydi. Dağhan, kadını daha çok sıkarak kahkaha attı ve “Evet kızım seksiyim” dedi. Kadın, onun aynı zamanda sevecen, tatlı ve sempatik olduğuna karar verdi. Ardından sessizleşerek, “Özür dilerim” dediğinde adam onu kendinden biraz uzaklaştırdı ve gözlerine derin bir anlam ile bakarak, “Dileme” dediğinde Serap, içinden geçenleri söylemek için ağzını açmaya yeltendiğinde ise genç adam dudaklarına bir öpücük bıraktı. Serap her ne söyleyecekken bir anda unuttuğunda ise Vay canına gerçekten işe yarıyormuş Diye düşündü. Kadının kolları arasından çıkmasına izin vermeden, “Cinsellik hiçbir zaman önceliğim olmadı. Tamam, sana karşı koymakta zorlanmış olabilirim. Fakat, durmam gereken yeri hep bilirim.” dediğinde kadın bakışlarına odaklanarak, “Hım evine götürdüğün kızları böyle mi kandırıyorsun” diye sordu. Genç adam kahkaha atarak, “Evime kız götürmüyorum.” Dediğinde bu sefer kahkaha atma sırası Serap’taydı. “Her akşam koluna, peçeteye yazılan numaralar olduğunu biliyorum.” Dediğinde ise Dağhan’ın kahkahası daha çok yükseldi. “Beklediğim numara onlarınki değildi. Onun için her zaman ya kolumu siler ya da peçeteyi çöpe atardım” dediğinde Serap ne hissettiğini bir türlü çözemiyordu. Birgün öncesine kadar bu damdan nefret ediyordu. Onu öpmüş olabilirdi fakat ondan ve bu rahatlığından nefret etmişti. Şimdi ise yıllardır bir kere bile hissetmediği bir huzurla ona sardığı kolların arasında duruyordu. Onu deli sanmamış, başını derde sokacağını düşünmemiş ve onu bırakıp gitmemişti. Dağhan kadının zihninden geçenleri tahmin edebiliyordu. Kırılganlığını hissediyordu. Onun için bir başlangıç yapmak istedi. Yaralarını sarmak, yarasını onunla sarmak istedi. 30 yaşındaydı ve kalbini kaybedeli yıllar olmuştu. Kendi, ailesi ve birkaç dostu haricinde önemsediği kimse olmamıştı. Fakat, bu kadın restoranın kapısından içeriye girdiği o gün kalbi içinden çıkacak gibi atmaya başlamıştı. Güçlü duruşunun ardında bir acı olduğunu hep biliyordu. Bu maskeyi nerede olsa tanırdı. Çünkü, yıllardır o maske ile geziyordu. Acısını bir ihanet, bir kayıp veya terkediliş olarak tahmin ediyordu. Böylesi büyük bir acının üstüne hayat kurma çabasını bilseydi daha önce harekete geçebilirdi. Onun için genç kadını kendinden biraz uzaklaştırdı ve gözlerine tüm sıcaklığı ile bakarken, “Tekrar tanışmaya ne dersin? Beni tanımaya, seni tanımama izin vermeye?” dediğinde ise kadının bakışlarındaki hüznü gördü. Sesi bir anda kısılmıştı. Bu bir şaşkınlıktı çünkü bu kadını daha önce sesi kısık çıkarken kesinlikle duymamıştı. Her zaman kendinden emin duruşu, ne istediğini bilen bakışları, adamın aklını kaçırmasına neden olan gülümsemesi ve emirleri vardı. Hatta bir keresinde maaşını bir sorun olduğu için yatıramadığı personeli odasına çağırıp, nakit olarak vermek istediğinde bardaki personel için gelen diğer garsonlardan biri “Serap Hanım seni çağırıyor” dediğinde çocuğun yüzünün bembeyaz olduğunu görmüştü. Çocuk, “Ambulans çağırın lütfen” diye de söylenmişti. O gün bu kadının gerçekten çok sert bir dişi aslan olduğunu düşünmüştü. Üstesinden gelemeyeceği hiçbir şeyin olmadığını ve çok güçlü olduğunu. Genç kadın, adamın ne dediğini anlamıyordu. Ne yapmaya çalıştığını ne istediğini. Çünkü bu durumu değişmeyecekti. Ona verebileceği hiçbir şey yoktu. İlaçlarını almayı bir gün unutsa kabuslar görürü gecenin bir yarısı deli gibi bağırarak uyanırdı. Günlerce uyuyamaz, sinir krizleri geçirirdi. Onunla aynı yatakta uyuyamazdı, ona dokunmasına izin veremedi. Kim onun gibi bir kadını hayatında isterdi ki? Her erkek yanında sarılacağı, ilişkisini doyasıya yaşayacağı, geçmişinde karanlık olmayan bir kadın isterdi. Onun için, “Benimle hiçbir şey yaşayamazsın” diye söylediğinde yüzüne belki de dünyanın en sıcak gülümsemesini yerleştiren Dağhan, kadının bunu ne düşünerek söylediğine kahkaha atmak istemişti. Tamam çoğu kadınla bunlar için birlikte olmuştu. Ama o kadınlarında hayatına girme amacı buydu. Şehvet dolu bir gece, belki iki fakat bu kadar. Bakışlarını, ürkek bir şekilde titreyen deniz mavilerine sabitledi ve “Seninle konuşabilirim, sana sarılabilirim, seni öpebilirim, seninle akşam yemeği yiyebilir, günün nasıl geçtiğini sorabilirim.” Dedi ve arkasındaki kahveyi bardaklara koyarken, “Seninle kahve içebilirim, seninle tatile gidebilir, seninle kavga edebilirim” dedi ve eline kahvesini verip, tezgâhın üzerindeki minik kediyi de eline alarak yürümeye başladığında ise “Seninle bu terliğe bakabilirim, seninle yemek yapabilirim, seninle uyuyabilirim.” Diye hala sayıyordu. Serap ise onun iri, kaslı, uzun mükemmel bedenini arkasından izleyerek takip ediyordu. Genç adam balkona gelip koltuğa oturduğunda ise Serap onun yanına oturdu ve adam “Seninle günün doğuşunu bekleyebilirim, sana saatlerce bakabilir, gülüşünü izleyebilirim. Korkularını silmeye çalışabilir, seni mutlu eden şeyleri keşfedebilirim. Seni mutlu etmek için birçok yöntem deneyebilirim. Seni tanıyabilir, seni sevebilir hatta sana âşık olabilirim.” Dedikten sonra ona doğru eğilip yosun yeşili bakışlarını, deniz mavisi bakışlara sabitleyip, “Son ikisinin önüne tik koyabilirsin sanırım onlar çoktan gerçekleşti” dediğinde ise hala geri çekilmemişti. Genç kadın, kendisi için bunlardan bir tanesini bile yapabilecek bir adam ile tanışmamıştı. Ne diyeceğini bilmiyordu onun için adam, “Eğer bir kadınla bunları yapmadan hayatında olmasını istiyorsan şehvet olur. Bir kadınla bunları yapabiliyorsan adı, aşk olur. Ben aşkı, hiçbir zaman bir yataktan, iki saniyelik şehvetten ibaret görmedim. Seni seviyorum diye bir şey söylemeyeceğim. Fakat, o restorandan girdiğin günden bu yana kalbim için normal bir kadın olmadın.” Dedi ve bakışlarında kabul bekledi. Güneş neredeyse doğmak üzereydi. Gökyüzü kızıla boyanmaya başlarken Kadın gülümsedi ve “Ben çok konuşurum” dediğinde adam gülümsedi ve “Onun çaresini sanırım keşfettim” dedi ve dudaklarına kadının aklını kaybetmesine neden olan bir öpücük bırakıp geri çekildiğinde, “Devam et” diye fısıldadığında ise kadın yosun yeşili bakışlarında kendini alamayarak yutkundu ve sesini bulmaya çabalayarak, “Çok kavga ederim” diye söylendi. Adam ise sırıtarak, “O zaman cidden başım belada. Çünkü sen kavga moduna girdiğinde fazla seksi oluyorsun” dediğinde ise kadın gülümsedi. Dağhan’da kalbinin içinde ısındığını ve canlandığını hissederek, “Başka” diye sorduğunda ise kadın “Huysuzum, takıntılıyım, despotum” dediği anda adam dudaklarını ısırarak ona baktı “Ve oda çok seksi bir özelliğin” dediğinde ise Serap yanaklarının kızardığını hissetti. Dağhan onun yüzünü avuçlarının içine aldı ve Serap dolan gözlerinin ardında hissettiklerinden korkuyordu. Bu mükemmel adamın ona acıdığını düşünüyordu. Onun için, “Bana acıyorsun” diye fısıldadı. Dağhan ise kararan arzu dolu bakışları eşliğinde “Seni deli gibi istiyorum. Kalbimde, hayatımda, ruhumda…” dediğinde ise dudakları yine kadının dudaklarına kapanmıştı. Sert değil, arzu dolu, sıcak ve derin bir öpücük ile kadının tüm benliğini kilitlemişti. Nefessiz kalana kadar öpmüş sonrasında ise gözlerine bakıp onu ta içine çekmek istemişti. Bir nefes gibi… sonra ise fısıldayarak, “Zamanla” dedi ve onu da kendine çekerek günün doğuşunu izlemek için arkasına yaslandı. Güçlü bedenine sarıp göğsüne yasladığı Serap ise hırçın denizin dalgalarından kaçmak için sıcak, güvenli bir liman gören gemi misali sokulmuştu göğsüne. Neredeyse kızıla boyanmış güneşin hem kalbine hem hayatına hem de ruhuna doğunda gözlerini kapadı. Uyku onu toz pembe bir bulutla almaya geldiğinde bile kollarını çekmemişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD