Mustafa'dan...
Bu içtiğim bilmem kaçıncı paketimdi... Benim adıma alınan kararlardan oldum olası nefret etmiş, yapmamak adına da tüm mücadelemi göstermiştim.
Ömer istemedi, başkasıyla nişan yüzüğü taktı. Yiğit istemedi, Yaren'i kaçırdı. Pekiyi ben? Kurban ben mi seçilmiştim? Benim de sevdiğim, birlikte olduğum bir kadın zaten vardı.
Kendi g.tü tutuşmadıkça yanıma uğramayan abim bile sık sık halimi hatrımı sorar olmuştu. Zelal gibi pısırık, koca sözünden çıkmayan bir kızla benim ne işim olurdu? Oldum olası hırçın tabiatlı kişileri sevmişimdir.
Hatta zamanında Gül'ün arkadaşı Gonca'nın yaşını da bu yüzden sormuştum. Kız hem taş bebek gibiydi hem de vahşi doğalı... Bakışlarında bile bir asilik vardı. Gül ile yaşıt olduğunu öğrenmesem kesinlikle yürürdüm. Gerçi onu da Ömer kapmıştı ya... S.ktiğimin işi hiç mi rast gitmezdi?
Muğla'da tanıştığım ve 3 senedir birlikte olduğum Suzan'da bu aralar beni aşırı sık boğaz ediyordu. Oturduğum sandalyeden ayağa kalkarak, kravatımı gevşettim ve camdan dışarıyı izlemeye başladım. Dikenler'le olan ortaklığımızdan ötürü, Berzan'la da sürekli yüz yüze geliyorduk.
Sözde Ömer abi başa geçecekti ama kaç gündür şirketi ben idare ediyordum. Tamam, Gonca vurulmuş yanında duruyordu fakat ara sıra uğrayabilirdi yani.
Açılan kapı ile başımı çevirdim. Babam gelmişti. Acaba yine ne için gelmişti? Ellerim cebimde, ne diyeceğini bekliyordum... Pardon ne emredeceğini...
"Zelal'i de evden al, yüzük bakmaya gidin. Bu akşam sözünüz kesilecek Mustafa." İtiraz etsem de hiçbir şey değişmeyecekti. Zelal'in sessiz kız olması işime geliyordu bir bakımdan. İstediğim gibi dışarı çıkar, Suzan'la görüşmeye devam ederdim.
"Tek taş mı olsun, pırlanta mı baba?" dedim dalga geçer ses tonumla. "Zaten olaylar karışık Mustafa. Bir de senin saçma sapan hareketlerinle uğraştırma beni. Zelal aşağıda arabada seni bekliyor. Saçma sapan konuşupta sakın kızın kalbini falan kırma."
'Hay hay' dercesine başımı salladım. Masanın üstündeki telefonumu ve arabanın anahtarını aldığım gibi aşağı indim. Zelal'in bindiği arabanın kapısına tıklattım. Camı açıp, yüzüme aval aval baktı. "Benim arabayla gideceğiz, takip et!" diyerek beklemeden kilidi açıp şoför koltuğuna oturdum.
Arabadan inip yanıma gelene kadar üç günlük vakit geçti. Ne uyuşuk bir kız ya! Daha ilk günden sinirlerimi zirveye ulaştırdı. Arka kapıyı açıp, oturmak istediğinde gözlerimi sıkıca kapatıp dişlerimi sıktım. "Adam yemiyorum korkma! Ön koltuğa otur." dememle yüzüme doğru bakıp, yan tarafıma doğru geçti.
Ellerini önünde bağlamış, elbisesi de ayak bileklerine kadar inmişti. Ah baba ah! Bula bula bu kızı mı buldun bana? Hiç kimsenin beni böyle bir kadınla görmemesi lazımdı. İstanbul'da çevrem genişti ve her yerde illa ki bir tanıdığım olurdu.
Arabaya bindiğinden beri ağzını bıçak açmıyordu. Hoş benim de işime gelmişti ya...
Kuyumcuya girdiğimizde "seç bir tane!" dedim soğuk sesimle. "Ben bilmem ki. Sen de yardımcı olur musun?" diye sorduğunda burnumdan soludum. "Kızım erkeğim ben! Ne anlarım kadın yüzüğünden?"
Gözlerimin içine derince bakıp, yüzüklere geri döndü. "O zaman bu olsun!" diyerek ilk gözünü kestirdiğini aldı. "Paket yap abi. Bu olacakmış." dedim ellerim cebimdeyken. "Sen kendine almayacak mısın?" demesiyle aklım başıma geldi. Bu yüzükten bir de ben alacaktım değil mi?
Hemen gözüme kestirdiğim gümüş alyansı da paket yaptırıp kuyumcudan çıktık. Zelal'in sopa yutmuş insan gibi ortada durması sinirimi bozdu. "İlerlemek için ne bekliyorsun Zelal?" dedim sinirle. "Şey... Şurda elbiseci varmışta. Elbise bakabiliriz."
"Elbiseyi de kendin bakarsın. İşim var kızım!" dememle cevabını beklemeden arabaya bindim. Hâlâ yerinde sabit duruyordu. Kornoya basmamla irkildi ve yavaş adımlarla yan koltuğuma oturdu.
Tam arabayı çalıştırdım, gidecektim ki, Zelal konuşmaya başladı. "Sen beni burda bırak, ben elbise bakayım. Babam öğrenirse kızar Mustafa."
İsmimi ağzından duymak bile istemiyordum. Elimi havaya kaldırarak kesmesi gerektiğini belirttim. "İn o zaman!" dememle Zelal aşağı indi ve gösterdiği elbise dükkanına girdik.
Böyle işin içine s.çıyım! İçeride tanıdık var. "Sen beğenip al!" diyerek elimdeki kartı verdim.
"Benim param var gerek yok!" diyerek ilk çıkışını yaptı. 'Öyle olsun!' dercesine kafamı sağa yatırdım. Tam dışarı çıkıyordum ki, arkadaş beni farketti. "Mustafa!" diye seslenince bakmak zorunda kaldım.
"Lan harbiden sensin ya lan. Ulan Mustafa! Ne zamandır mekanlarda yoksun lan, özlettin kardeş." diyerek sarıldı. Temastan nefret ederdim. "Ne işin var lan senin kadın mağazasında?" demesiyle Zelal ürkek adımlarla yanıma geldi.
"Ben şunu beğendim Mustafa." diyerek elbiseyi bana doğrulttu. "Tamam git öde de çıkalım o zaman." diyerek başımdan savmak istedim. Kafasını sallayarak kasaya doğru ilerlerken, arkadaşın bakışlarından soracağı soruyu anladım. "Suzan'a ne oldu lan?"
"Bir şey olmadı. Evinde oturuyor." dedim gayet rahat tavırla. "Ee bu kadın kim a.ına koyim!"
"Bizim evin çalışanı ya o. Evde büyük bir davet vereceğiz de, babam ailemize layık giyinsin istedi. O yüzden bu görevde bana düştü." dedim aklıma gelen ilk yalanı dilime dökerek. "Öyle olsun kardeşim." diyerek saatine baktı. "Oo ben randevuma geç kalıyorum. Hadi görüşürüz." diyip bana sarılınca kulağıma bir şeyler fısıldadı.
"Benim için hizmetçi ya da kral kızı fark etmez biliyorsun kardeşim. Kız çok güzelmiş. Ayarlayabiliyorsan, bir randevu ayarla bize." demesiyle kendimden ittim ve yüzüne yumruk geçirmemek için bedenimi zor tuttum. "Bak işine lan! Kaybol!"
Berke gittiği gibi arkamı dönmemle Zelal'le göz göze geldim. Ne zamandır arkamdaydı acaba? Ya dediklerimi duyduysa? "Aldın mı?" diye sorarak nabzını ölçmek istedim. Gözünden akan yaş, duyduğunun kanıtıydı aslında. "Senin istemediğin kadar bende istemiyorum Mustafa. Ama ben seni kimseye şoförümüz diye tanıtmıyorum. Demek ki benim de böyle yapmam lazımmış, aklımda bulunsun." dediği gibi yanımdan rüzgar gibi geçip gitti.
Kısasa kısas dedi ya hatun.
***
Zelal'den...
Beni ne sanıyordu bu pislik? Sanki ben onunla evlenmeye çok meraklıydım! Öteleme yapa yapa Mustafa'ya kadar kaymıştım. Yiğit'e kuma gitmeye razı gelirdim şu anda. En azından dışarıdan gözlendiğim kadarıyla o böyle bir pislik değildi.
Bu sefer yan koltuğuna değilde, arka koltuğa oturmayı tercih ettim. Madem hizmetçiydim ben, hizmetçilerin yeri arka koltuktur dimi? "Yine mi arka koltuk?" diye sorduğunda asla cevap vermedim. Cebimdeki telefonumu çıkarıp, mesaj atan arkadaşa cevap yazdım.
Sahra benim en yakın arkadaşımdı ve çok komik bir kızdı. Attığı mesaj bu hâlde bile yüzümü güldürmeyi başardı. 'Bu gece akalım gecelere... Sen, ben, bir de olmayan sevgililerimizle...'
'Babam izin vermiy!' diye cevap yazdım ve hafifçe güldüm. "Ne oldu, müjde mi aldın da gülüyorsun?" diye soru soran adama dikiz aynasından baktım. "Anlamadım?"
"Kime yazıyorsun sen?" diye sormasıyla derince bir soluk alıp, telefonu cebime attım ve dışarıyı izlemeye başladım. O da zaten fazla üstelemedi. İstanbul'u hep gezmek istemişimdir, sevdiğim adamla...
Ama sevdiğim adam bundan 2 sene önce bir kadınla evlenip, üstüne çocuk sahibi de olmuştu. Bahtı kara Zelal boşuna demiyorum ben... Aşkı da sevdayı da o gün kara toprağa gömdüm. Amcamın oğlu Miran'la aynı konakta büyümüştük fakat o hep beni kardeşi olarak görmüştü. Sözüne, nişanına ve düğününe... Bu gözler hepsine şahitlik yapmıştı. Kimse ne dilimden anladı ne de duygularımdan...
Benim çocukluk aşkım Miran... İlk duygularımın sahibi Miran... Sevdama layık bir adamdı ama onun gönlü başka bir kadına kaydı. Hani bir söz varya "Tek canı sağ olsun da; yel essin, kokusu gelsin."
Tam anlamıyla böyleydim. Zamanla sevdam da bitmiş, evliliğine alışmıştım. Öyle güzel bir kızı vardı ki... Gören herkes bana benzetiyordu.
Hani gebeyken kimi çok görürsen ona benzer derler. Miran'ın eşinin düşük tehlikesi olduğu için ona ben baktım, her işine ben koştum. Sevdiğim adamın, sevdiği kadın bana emanetti ve ben bu emanete hıyanet etmedim. Hoş eşi de çok iyi bir kadındı...
***
"Ne bekliyorsun Zelal? Geldik işte insene!" diye bağırılmasıyla düşüncelerimden arındım.
"Getirdiğin için sağol Miran." diyerek aşağı indim. O da aşağı indi ve koluma yapıştı. Bugünlük bu kadar rezil olup, yerin dibine girmem yetmemişti sanırım. Pes etmiş bir ifadeyle yüzüne baktım. "Mustafa!" demesiyle kaşlarımı çattım.
"Miran dedin ya az önce! Adım Mustafa!" demesiyle alt dudağımı ısırdım. "Ha Mustafa ha Miran... Ne farkeder ki? Ne de olsa hizmetçi değil miyim? Böyle şeylere fazla takılmana gerek yok!" diyerek hayatımda ilk kez cesaret edip, bu lafları sıraladım ve kolumu sertçe elinden kurtararak kaldığımız otele doğru ilerledim.
Yerimde durup, kafamı hafifçe çevirerek omzumun üstünden Mustafa'ya baktığımda, yumruğu sıkılı bir şekilde beni izlediğini gördüm. Onu da anlıyordum... O da bu evliliği istemiyordu ama beni bu denli küçük düşürerek tüm hıncını benden alamazdı. O ne kadar masumsa, ben de o kadar masumdum!
Otelin kapısından içeri girmemle saatlerdir tuttuğum gözyaşlarımı serbest bıraktım. Üstüme bir göz gezdirip, ne kadar pasaklı olduğumu hissettim. Eğer güzel giyinseydim, beni hizmetçisi olarak tanıtmazdı belki de...
Mustafa çok şık giyiniyor, bakımına da dikkat ediyordu. Oysaki ben... Ben bakımsız bir kızdım. Saçımı bile gelişi güzel at kuyruğu yaparak çıkmıştım evden. Oflaya oflaya, ayaklarımı yere vura vura odama doğru giderken, telefonuma gelen mesaja bakmak için, poşetleri sol elime aldım.
"Yarın altın almaya gideceğiz. Lütfen, senden rica ediyorum biraz kendine çeki düzen ver. Saçını başını düzgün şekilde topla, üstüne de doğru dürüst bir şeyler giy!"
Numara vardı fakat kimin yazdığını tahmin edebiliyordum. Hiç cevap vermeden odama çıktım ve kimsenin olmamasını fırsat bilerek daha şiddetli ağlamaya başladım. Doğduğum günden beri fazlalık olarak görüldüğüm bu dünyada, bir de evleneceğim adam tarafından hor görülmem ben de tüm ipleri koparmıştı.
"Ah Zelal... Bahtı kara Zelal... Bu adam sana cehennemi yaşatacak Zelal..." dememle kapı açıldı ve içeri giren kişiyle şoka uğradım.