1. İLK KARŞILAŞMA
GONCA'DAN...
Hayat biz bitti dediğimiz yerde tekrardan başlarmış. Düştüm dediğimiz yerde tekrardan ayağa kaldırırmış...
Sevdiğim adam, sevdim dediğim adam tam da ailemle tanıştığı gün terk etti beni. Terk ettiği gün başkasıyla söz yüzüğü taktı. Onların parmağına taktığı yüzük, benim boynuma yağlı urgan olmuştu.
Keşke şu gönlümüze söz geçirebilsek. Keşke istediğimiz zaman, istediğimiz kişileri kalbimizden söküp atabilsek. Sevmek insanın gözünü kör etmemeli. Kör sevda, kör kurşuna sürükler. Kör kurşun da acıya, ölüme...
Gözümün önünde başkasını severken, benimle oyun oynadığını nasıl göremedim, nasıl farkına varamadım hiç bilmiyorum.
Hayal gibi geçen 3 sene... 3 senemi verdim ben ona... 3 senemi heba ettim... 3 senemi çöpe attım...
Keşke çöpe giden senelerim değilde sevdiğim adam olsaydı. Onu tanıdığım günü herkese bir rüyaymış gibi anlatırken, artık koca bir kâbustan ibaretti benim için...
Sevda kuşu kanadından vuruldu da, bir ben yere çakıldım...
3 AY ÖNCE
"Gül, Yağız'la bugün dışarı çıkacaktık ya! Size başka gün gelsem olmaz mı?"
"Olmaz Gonca. Bak annem sen geleceksin diye sabahtan beridir hazırlık yapıyor, ayıp olur. Hem Yağız'a söyle, seni burdan alsın."
En yakın arkadaşım Gül'ün yoğun ısrarlarına karşılık bugün gitmek için söz vermiştim. Yağız arayıp sinemaya gideceğimizi söyleyince başka gün gelsem olmaz mı desem de Gül asla kabul etmedi. Biz iki farklı yörenin insanlarıydık. Bu yüzden çok çekiniyordum.
Ben serbest bir şekilde büyümüş insandım ve Güller'e gidince patapatsızlık yaparım diye korkuyordum.
Yağız'ı arayıp haber verdim. "Hayatım beni Güller'den alsan olur mu?" diye sorunca nefes alış verişinden gerildiğini anladım. "Senin ne işin var orda Gonca?"
Yağız'ın kıskançlıkları bazen beni beyaz bayrak açmak derecesine getiriyordu. "Arkadaşım o benim Yağız, annesi beni çok görmek istemiş. Ben de gideceğim."
"İyi tamam geçerken alırım seni." diyip suratıma kapattı telefonu. Sinirlerim tepeme çıktığında onları alt seviyeye indirmek epeyce zor oluyordu. Tekrardan geri arayarak açmasını bekledim ama aksine meşgule attı.
~Aslında bazı şeylerin farkına varmak için illa ki terk edilmeme gerek yokmuş. Yerli ve yersiz şekilde kıskanılmak ve kısıtlanmak, o ilişkinin hiçte sağlıklı olmadığının kanıtıymış.~
Yağız alacağı için kendi arabamla değilde, bir taksi ile Güller'in evine geçmiştim. İstanbul gibi bir yerde, şehirden uzak çok otantik bir ev yaptırmışlardı. Bir bakışla bile buram buram tarih ve töre kokuyordu.
Ne güzel bir şey... Memleketlerini de bu şehre taşımışlar. Keşke ben de bizim oraların yeşil dağlarını buralara taşıyabilsem...
Hayatımda ilk kez böyle bir ev görüyordum ve tam tamına 10 dakika boyunca kapı şifresi nerden girilecek onu aradım.
"Allah Allah! Nerde bu kapı şifresi?" diye ararken, sol tarafımdan gelen heybetli sesle yönümü değiştirdim. "Kime bakmıştınız?" Baktığım yönde uzun boylu, esmer ve 26'lı yaşlarda genç bir adam gözümün tam içine bakıyordu.
"Kapı şifresine bakmıştım ama bulamadım."
Derin bir içten nefesle kapının önüne gelip, üstündeki tokmağı kapıya vurdu. Gözlerimi kapatıp alt dudağımı ısırdım. Rezil olmuştum iyi mi? Tarihi bir evde kapı şifresi mi olurdu?
20 saniyenin ardından açılan kapı ile yöresel şekilde giyinmiş bir kadın açtı kapıyı. Ben önümdeki adamın sırık boyundan gözükmüyor olsa gerektim. Kadın adamı gördüğü gibi sevinçten çığlık attı.
"Ömer! Senin burda ne işin var oğlum?" diyerek anlamadığım şekilde bir kaç cümle daha sıralayıp boynuna atladı. "Dur yenge, zaten yol yorgunuyum içeri geçelim de orda hasret giderelim."
Önümden çekilen adam ile kadın sonunda beni gördü. "Ömer! Yoksa nikahlandın mı? Bu kadın kim oğlum?" diyerek dizlerini dövmeye başladı.
Şu an tam da hiç olmamam gereken bir konunun ortasında kalmıştım. "Yenge ne saçmalıyorsun sen? Sizin misafiriniz değil mi kadın?"
Kadın dizlerini dövmeyi bırakıp baştan aşağı süzdü beni. "Vıy sen Gül'ün arkadaşı Gonca mısın yoksa?"
Sonunda doğru anlaşılmanın da verdiği rahatlık ile kasılan vücudumu serbest bıraktım. Tam ağzımı açmış cevap verecektim ki, Gül'ün arkadan sesini işittim. "Kim geldi? Ömer abi! Gonca!" İkimize de şaşırmıştı ama Ömer denilen adama herkes çok fazlaca şaşırmıştı. "Gonca'm sonunda geldin demek he?" diyerek boynuma atladı.
"Hadi içeri geçin, hayde!" Kadının sözüyle beraber nihayet kapı önü konuşmamız bitmişti. Her girdiği mekânda fırtına estiren Gonca, kapıdan içeri girer girmez süt dökmüş kediye dönmüştü.
İçeri girmemle yüzüme çarpan et yemekleri kokusu mideme açlık sinyallerini gönderdi. Aslında etle pek aram olduğu söylenemezdi. Olsa yerdim, olmasa aramazdım.
"Gül hayde kızım, hemen sofrayı kuralım. Ömer sen de amcanın yanına geç, orda yersin oğlum."
Ömer denilen kişi gider gitmez Gül annesinin yanına koştu. "Ana hayrolsun, Ömer abim niye geldi acaba?" Aile meselesi olduğu için pek karışmak istemiyordum ama konuyu bende merak etmiştim.
"Bilmiyorum kızım. Babandan öğrenirim ben akşama. Hayde sofrayı kuralım."
Sessizce mutfağa gidip, hazırlıklara yardım ettim. Evin içi o kadar değişikti ki... Bizim şehir evlerine asla benzemiyordu. İstanbul'un içinde, şehirden uzak kalmış bir yaşam gibiydi. Bunca kalabalığın arasında huzur bulmak gibi bir şeydi.
"Ana yemek olmadı mı daha?" Sesin geldiği yöne döndüm. Fotoğraflardan tanıdığım kadarıyla Gül'ün abisi tam karşımda duruyordu. "Misafirimiz vardır oğlum. Bir hoş geldin desene!" dedi Gül'ün annesi, sitemkâr ses tonuyla.
"Aa bacım, görmemişim. Hoşgeldin!"
Demeseymişte olurmuş bence. Sözleri beni hedef alırken, gözleri tencerelerdeydi. Tam elini bir tanesinin içine sokmuştu ki, Gül yapıştırdı. "Abi çek elini ya! Ayıp oluyor bak!"
Gözleriyle beni işaret etti. Abisi arkasına dönüp bana baktı. "Bacım ayıp oluyor mu?"
İlk baş afallasam da kendimi toplayıp cevap verdim. "Aa... Yok... Benim için hiçbir ayıbı yok."
"Yiğit hayde git Ömer'in yanına."
Ağzının içindeki lokmayı çiğnemeyi bıraktı. "Ömer mi gelmiş? Hadi canım, hayatta inanmam!"
"Valla geldi abi. Babamın yanına çıktı hatta."
"O zaman ben kaçar..." diyerek tencerenin içinden bir sarma daha aldı. "Bak şu eşeğe!" diye arkasından terlik fırlatan Gül'ün annesine usulca güldüm.
Kadının bakışları bana kayınca kendimi toparlayıp, bardaklara içecek doldurmaya başladım.
"Sen bekar mısın kızım?"
Ve işte meşhur sorumuz gelmişti...
"Evet abla bekarım."
"Anne hiç boşuna çeneni yorma, onun konuştuğu var."
Pat diye söylenen bu cümle kızarmama neden oldu. "Ailen biliyor mu kızım?"
"Bilmiyorlar ama söyleyeceğim efendim."
Yine anlamadığım dilde bir kaç şey söyleyip Gül ile güldüler. Kadın gittiği zaman Gül'ün yanına koştum. "Annen ne dedi?"
"Seni çok beğenmiş, abime almak istiyormuş dedi."
Yutkundum. "Tövbe kızım ya!"
"Sen boşver annemi de Yağız'la nasıl gidiyor onu anlat?"
Aklıma kavga ettiğimiz gelince yüzüm istemeden de olsa düştü. "Biraz tartıştık onunla Gül." diyerek son koyduğum içeceği kafama diktim. Yanan içimi söndürür diye belki...
"Ay yine niye?"
Gül'ün sitemi gayet yerindeydi. Biz Yağız'la her zaman kavga edecek bir konu mutlaka bulurduk. "Saçma sapan konular işte boşver."
Tam arkamı dönmüş diğer bardakları da alacaktım ki, birisine çarptım. "Ayy Bismillah!" diyip durmam bir oldu.
"Ömer abi, bir şey mi istemiştin?"
Bu adam niye hiç ses çıkartmadan gelip arkamızda beliriyor ki? Bir özür bile dilemeden dolaba yönelmesi ayrı sinirlerimi bozdu. "Ağrı kesici falan yok mu Gül? Başım çatlıyor."
"Şurda olacaktı abi." Gül çekmeceden çıkarttığı ilacı Ömer'e uzattı.
Ben neden salak gibi adamın hareketlerini izliyordum bilmiyorum. En son tek kaşını kaldırarak sinirli şekilde bana bakınca sarsaklayarak önüme döndüm. Ekranıma düşen arama ile yüzüm nihayet güldü.
"Efendim hayatım."
"Ne zaman alayım seni güzelim?"
"Daha yeni geldim sayılır Yağız. Ben sana haber veririm tamam mı aşkım?"
"Tamam Gonca'm. Hadi görüşürüz."
Tam kapanırken arkadan bir kadın sesi geldi ama pekte umursamadım. Keşke umursasaydım...
"Bana servis açma Gül. Yemek yemeyeceğim."
Cevabını bile beklemeden öylece çıkıp gitti. Fırtına gibi bir adam. Soğuk gulyabani! Gül bakışlarımdan bazı şeyleri anlamış olacak ki, konuşmaya başladı.
"Bakma onun böyle olmasına. Aslında özünde çok iyi biridir. Anne ve babasını erken yaşta kaybettiği için içine kapanıktır biraz. Yıllardır yurtdışında yaşıyordu, bir anda gelmesine o yüzden şaşırdık."
Yorum yapmadan omuzlarımı yukarı kaldırdım. Herkesin kaderi farklıdır işte. Hayat kiminin önüne çiçekler sererken, kimini de diken bahçesine atıyordu. Ben kendimi çiçek tarlasında görüyordum ama bahçeden çıkar çıkmaz ayağıma batacak dikenlerden haberim bile yoktu...
Telefonuma gelen bildirim sesi ile düşüncelerimi toplayıp beynime geri koydum.
•Hayatım: 1 Yeni Mesaj
"Konum at, 1 saate ordayım."
Konumu atarak telefonu cebime attım.
Sofra o kadar muazzamdı ki... Binbir çeşit yemek ve içecek vardı. Tıka basa yedikten sonra Yağız'ın araması ile son cümlemi yarıda bıraktım.
"Efendim Yağız?"
"Ben geldim kapıdayım."
"Tamam, tamam geliyorum şimdi." diyerek telefonu kapattım. "Ben artık müsadenizi isteyeyim. Erkek arkadaşım kapıda beni bekliyor. Her şey için çok sağolun. Ellerinize sağlık, hepsi fazlaca güzel olmuştu. Bu evde bir kaç ay kalsam, 10 kilo alırım herhalde."
"Belki o günlerde gelir kızım." diyerek işaret yollayan kadına içimden sinirlensemde, dışımdan gülümsedim. "Aa Yağız kornaya basıyor, tekrardan görüşürüz. Bize de bekleriz efendim." diyerek kadının elini öpüp kapıya doğru ilerledim.
Yağız'da sanki gelin almaya gelmiş! Ard arda kornaya basıyor, rezil etti beni.
"Ne oluyor burda!" Sinirli sesin sahibi Ömer'e döndüm. Kim bu kornaya basan şerefsiz!"
Sakin gözüken adamın içinden canavar çıkmıştı bir anda. "Bir şey yok Ömer abi. Arkadaşımın tanıdığı gelmiş."
"O kornayı g*tüne sokmadan kaybolsun kapıdan!"
Ağzımı açtım bir şey diyecektim ki, Gül kolumdan tutup susmamı belirtti. Ters bir bakışla kapıdan çıkıp, Gül ile vedalaştım. Yağız zaten beni görür görmez aşağı indi.
"Dağ başında ne işin var senin güzelim?" diyerek yanağımdan buse aldı. Ömer'in, "Tövbe estağfurullah!" sesinden sonra Yağız kafasını oraya çevirdi. Bu kim dercesine göz kırpıp kafasını salladı.
"Hadi gidelim artık Yağız." Kolundan tutup arabaya sürükledim. Bakışları hâlâ evin içindeki adamdaydı.
Geçmişim geleceğime merhaba derken, ben her şeyden bir haber yanımdaki adama odaklanmıştım. Oysa o bir hiçti! Benim hayatımda bir hiç kadar değeri olmayacak şerefsizin tekiydi!