Gül'den...
Ağızdan girip burundan çıkarak taktırmıştım bu gün o yüzükleri. Üstüne bir de yemeğe göndermiştim, yani yemek adı altında Yağız'ın nikahına... Arkama yaslanıp düğün anlaşmalarını dinliyordum.
"Biz düğünün Mardin'de olmasını istiyoruz." diye diretince babam, Gonca'nın abisi biraz ters tepti. "Sizin aileniz ordaysa bizimki de Trabzon'da. O yüzden ortak nokta olarak burda olsun düğün. Mardin çok uzak kalıyor."
Doğru söylüyordu bir bakımdan. Tek taraflı düşünmemek lazımdı ama babamda aşiret büyüğü olarak Mardin'in daha uygun olacağını düşünüyordu.
"Düğün erkek tarafına ait değil mi? Biz size nişanı şurda yapın, burda yapın diyor muyuz?" diye sert çıkış yapan abime babam dirsek vurarak uyarıda bulunmaya çalıştı.
Zor olacağını biliyordum. Törelerin aralara ufak çaplı kavgalar ve engeller çıkaracağı belliydi. Gonca'nın babası en doğru kararı vererek düğün mevzusunu kapattı. "Gençler aralarunda en iyi kararu vereceklerdur." Bu lafın üstüne bir şey diyilmezdi zaten.
"Altın işini de halledelim bir an önce. Nişanı böyle evde istemeyiz, memleketten bir sürü kişi çağıracağız."
Bir an durup kararımı sorguladım. Acaba bu iki aile ezele kadar hep böyle gergin mi olacaktı?
"Nişan mekanda olacak merak etmeyun." diyerek kızışmayı önledi Gonca'nın annesi. Kafam bir o tarafa dönüyordu bir bu tarafa.
"Kızınıza başlık istiyor musun?" diye ağzını yamultarak soru soran Ömer'in teyzesi Havin ablanın yüzünü de ben yamultmak istedim.
"O nedu oyle? Benum kızım satuluk mudur? Ağzunuzdan çikanu kulağunuz duysun hanum!"
Yerli bir serzeniş oldu. Artık bizde bile böyle şeyler yoktu ki, kaldı bunu başka yörenin insanına soruyor. "Belirttiğimiz miktarda altın takacağız kızınıza. Pekiyi sizde ister misiniz bir kaç bir şey takılmasını?"
Bu kadın bu işi bozmaya gelmiş, belli oldu. "Bağa mu?" diye şaşırdı kadın doğal olarak. "Evet size. Kolunuzda hiçbir şekilde altın göremeyince sizde istersiniz diye düşündüm."
"Ben misafura takmayi sevmem. Benumkuler yukaruda." Kadın cidden iyi idare ediyor. Benim bile içimde yolma isteği oluştu. Artık annemin olaya el atması lazımdı. Gözlerimle Havin'i işaret edip sinyali yolladım.
"Evet, bunlar halledilmeyecek sorunlar değil. Bizim çocuklarımız mutlu olsunlar da, gerisi pek mühim değil."
"Ağzundan bal damlay! Zehur akutupta yilan gibi sokmaysun ya bacum, senu sevdum."
Sabırda bir yere kadardı zaten. Havin abla bu lafı dibine kadar haketmişti. Tam ağzını açmış bir laf diyecekti ki, babam eliyle durdurdu. "Altındır çeyizdir kadın işidir. Onu daha uygun bir zamanda baş başa konuşursunuz." diyerek tartışmaya son düğümü koydu.
O düğüm elbet açılacaktı fakat en azından bugün değildi. Yemekler yiyilip çaylar da içildikten sonra müsade isteyerek kalktık. Yiğit abim ve Gonca'nın abisinin birbirine bakışları karşı karşıya gelen iki kovboy gibiydi. Sanki az sonra silahlar doğrultacaklardı birbirlerine. Gerçi bakışları silahtan bile daha keskindi ya...
Neyse bugün keyfimi hiçbir şey bozamazdı. Sonunda istediğimi elde etmiş, bizim iki yaralıyı birbirine yüzükle de olsa bağlamıştım.
Gerisi onların azim ve direyetine kalmıştı. Ben üstüme düşeni yaparak ilk adımlarında büyük katkı sahibi olmuştum. Bakalım onlarda adım atmaktan beri duracaklar mı?
***
Gonca'dan...
Düğüne vardığımızda Ömer arabadan indiği zaman yanıma gelerek elimi tuttu. İlk baş yadırgasamda, sözlü olduğumuz için bunu yaptığını iyi biliyordum. "Sözümden dışarı çıkma ve fazla konuşma. İçeri girdiğimiz an tüm gözler bizde olacak." demesiyle heyecan yapmıştım.
Zaten bugün aldığı yüzüğün taşı da kafamdan büyüktü. Neymiş, insanlar göremeyebilirmiş!
Ellerimiz gibi kalplerimizde birleşir miydi acaba bir gün?
İçeri girdiğimizde bir sürü sosyetik insan peşi sıra masalara dizilmişti. Yağızlar'ın zengin olduğunu biliyordum ama bu kadar bilindik bir aile olduklarını bilmiyordum.
Ömer öyle sıkı tutuyordu ki elimi, bıraksalar kaçıracaklarmış gibi hissediyordum. Bakışları hep etraftaydı. Telefonu çantamdan almak istiyordum ama elimi kurtaramıyordum. Ben çektikçe o daha sıkı tutuyordu.
"Ömer elim!" diye biraz dert yandım. "He... Ne oldu?..."
Gözlerimle elimi gösterdim. "Telefonu almam için elime ihtiyacım var." Kafasını sallayıp bırakınca yine etrafı süzmeye devam etti.
"Oo Ömer Karanlık!" sesiyle kafamı kaldırdım. Bir tane genç adam tam da önümüzde durmuştu. "Seni görmek ne büyük onur böyle! Bayağıdır saklambaç oynuyordun, görebilene aşk olsun yani!"
Gözleri bana kayınca Ömer önüme geçerek bakış açısını kapattı. "Saklambaç oynamayı severim Sezer biliyorsun. Sende saklananı izlemeyi seversin he!" diyerek çenesini sıktı.
Burda saklanan ben, izleyen o adam mı oluyordu? Ay niye şifreli konuşuyor ki? Hafif şekilde kenara geçip tekrardan bana baktı. "Tanıştırmayacak mısın?" diye sorunca Ömer sinirle yanıtladı. "Sözlüm, yani müstakbel karım."
Karım lafıyla yerimde çivi gibi kaldım. Öyle pat diye diyilir mi be adam, yüreğime inecekti. "Memnun oldum." diye uzanan eli tutunca Ömer'in açılan gözlerini gördüm. Ömer bir yere gitmeyi bahane ederek kolumdan tutup peşinden sürükledi.
"Ne oluyor Ömer?"
"Adamın elini niye tutuyorsun sen?" diyerek diğer masada durup bana baktı. "Tanışmak için elini uzattı. Ne yapmamı bekliyorsun?"
"Tanışma sen! Kimseyle falan tanışma!" diyip öfkeyle ellerini yukarı kaldırdı. "Tamam!" diyerek önümdeki içecekten bir yudum aldım. Gözlerim radar gibi her yeri tarıyordu. Yağız merdivenlerden inerken, gözlerim sadece onlara baktı.
Artık gözlerimde aşktan çok nefret vardı. Kendimi toplayıp Ömer'e döndüğümde pür dikkat beni izlediğini gördüm. "Ne!" dedim kafamı sallayıp.
"Hiçbir şey!" diyerek güldü. "Ömer Ağa'm gülmeyi de mi biliyorsun sen?" diyip bende güldüm.
***
Yanımıza gelip giden insanların haddi hesabı yoktu. Sanırım sözlüm herkes tarafından saygı duyulan bir kişi. Vakit ilerlemiş, nikah kıyılmıştı. Yağız resmi olarak evlenmişti. Gelinin babası sahneye çıkıp konuşmaya başladığında herkes ona dikkat kesildi. Konuştukça konuştu... Hatta bir ara dinlemeyi bıraktım. Ta ki Ömer'den bahsedene kadar.
"Ve bize destek olarak, zor günümde yanımda olan ortağıma da teşekkür ediyorum. O da bugün sözlenmiş, bir hayırlı olsun demek için buraya çağırıyorum. Ömer Karanlık, lütfen!" diyince alkış koptu. Ya amca bu düğün düğün! Niye ödül töreniymiş gibi birilerine teşekkür edip sahneye çağırıyorsun ki?
Ömer elimi tutunca gözlerine baktım. Hadi dercesine o da aynı şekilde gözlerime baktı. Binlerce kişinin önüne mi çıkacağım ben şimdi?
Yüzlerce kişiyi arkamızda bırakarak Yağız'ın yan tarafındaki açık alana geçtik. Şu an bizi açık hava sahası gibi yapmıştı Ömer. Eline mikrofonu alarak konuşmaya başladı.
"Bende yakın zamanda yuva kuracak birisi olarak Yağız'ı tüm içtenliğimle tebrik ediyorum."
Önümüzde patlayan kamera ışıklarıyla gözlerimi kapattım. "Ne zamandır sevgilisiniz Ömer Bey?" diyince Ömer ellerimizi kaldırdı.
"Daha bugün sözlendik, bir aya da düğünümüz var kısmetse."
"Nerde tanıştınız Ömer Bey? Hanımefendiyi daha önceden yanınızda hiç görmedik."
"Birileri vesile oldu diyelim. Şimdi izninizle, bugün başka bir çiftimizin özel günü." diyerek kulağıma eğilip bir şey dedi. "Kendinden emin yürü yoksa manşetler yarın seni pısırık gelin olarak yazar."
Bu uyarıyla elim ayağım birbirine dolaştı. Omuzlarımı dikleştirip, Ömer'in elini daha sıkı tuttum. Kendimi podyum mankeni gibi hissediyordum. Ne kamera ışıklarına alışıktım ne de magazin sorularına... Benim bildiğim tek magazin; annemdi. Bence annem daha güzel yapıyordu bu işi...
Tekrar masaya geçtiğimizde Yağız'a baktım. Öfkeden kudurmuş köpek gibi bize bakıyordu. Ben intikamımı almış, onunda aynı duyguları yaşamasını sağlamıştım. Pekte aynı duygu olmasa da, ucundan yakalayabilmiştim.
***
Çalan dans müziği ile bakışlarımı Ömer'e çevirdim. "Hadi ilk dansımızı edelim." diyince aval aval yüzüme baktı. "Hadi Ömer!" diyip peşimden sürükledim.
"Elini belime ben mi koyacağım?"
Dans etmesini mi bilmiyordu diye düşündüm bir an. Kendini toplayıp belimi kavrayınca içimden aferin dedim.
İlk kez ona böyle bakıyordum. Siyah gözleri, siyah gözlerini süsleyen ince, uzun ve sık kirpikleri... Bakışları çok derindi. İçinde bir sürü mana taşıyor gibiydi. O ise sadece dudaklarıma bakıyordu. Hatta öyle bir bakıyordu ki, bir an bir şey mi var acaba diye düşündüm.
Sanki düğün bitmişte sadece biz vardık burda. Ömer'in tutuşu, bedenime uyum sağlaması, gözlerini benden ayırmaması... Çok farklı bir duyguydu şu an yaşadığım. Çölde devesini bulmuş adam gibi hissediyordum kendimi. Hani sanki Ömer'i zamanında kaybetmişim de şimdi bulmuşum gibi...
"Gözlerinin rengi ne kadar güzelmiş." dediğinde afalladım. "Benim mi?" diye sordum, sanki başkası varmış gibi...
"Yeşil göz, en sevdiğim..." diyince yutkundum. Elleri dudaklarıma değince kalbim pır pır etmeye başladı. "Ve bu zarif dudaklar... Bir kere öpsem!" sorusu karşısında sadece gözlerine baktım. Cevapsız kaldığımda yavaşça yaklaştı.
Dudaklarıma değen dudakları ile kendimi kaybettim. Etrafımızda hiç kimse yokmuş gibi öpüşüyor, birbir açlığımızı doyuruyorduk. Ömer'in belimden aşağı inen eli kalçama tutunduğunda dudaklarımı daha sert bastırdım. Aramızdaki uyum şahaneydi ve ben bu uyumu harcamak istemiyordum.
Dudaklarımdan ayrılıp kulağıma fısıldadı. "Çok ateşlisin yavrum." Tekrardan öpmeye başladığında yavrum mu diye sorguladım kendimi. Ömer yavrum demez ki, onun kişiliği buna izin vermez.
***
"Gonca, Gonca kime diyorum!" sesiyle irkildiğim zaman masada uyuya kaldığımı anladım. Kafamı kaldırdığım gibi, "Yavrum mu?" diye sordum rüyanın etkisinden dolayı. "Ne yavrusu kızım? Uykun varsa söylesene bana, götüreyim seni."
"Of ben böyle işin!" Sesli düşünmüştüm sanırım. Niye böyle bir rüya görmüştüm ki? Dudaklarının tadı sanki hâlâ vardı.
"Ne oldu yine? Sen kafayı yedin iyice, en iyisi gidelim." dediğinde bulunduğum mekanı idrak ettim. Senelerce sevdiğim adamın düğününe gelin olarak değilde misafir olarak gelmiştim. Dolan gözlerim artık sevdamdan değildi. Yarım kalmışlığımdan, öfkemden, hırsımdan...
***
Son bir kez Yağız'a bakmak istedim, gözlerine son bir kez bakmak istedim. Hiç mi sevmemişti beni?... Hiç mi kalbinde yer edinmemiştim?...
"𝙎𝙚𝙫𝙢𝙚 𝙗𝙚𝙣𝙞, 𝙨𝙚𝙣𝙞𝙣 𝙨𝙚𝙫𝙢𝙚𝙡𝙚𝙧𝙞𝙣𝙚 𝙠𝙖𝙡𝙢𝙖𝙙𝙞𝙢" diyordu içimden Buray...
Ya da
"𝘽𝙚𝙣 𝙨𝙚𝙫𝙙𝙞𝙢 𝙚𝙡𝙡𝙚𝙧𝙞 𝙖𝙡𝙙𝙞 𝙙𝙖 𝙞𝙘𝙞𝙢𝙙𝙚 𝙖𝙘𝙞 𝙠𝙖𝙡𝙙𝙞." diyordu Coşkun Direk...
Ben bir sevdiğimi bilirim, bir de kalleşçe aldatıldığımı... Şimdi burda bugün sevdamı içimden söküp atarak buraya gömecektim. Eğer içime gömseydim olmazdı... Olmazdı çünkü hâlâ içimde bir yerlerde olurdu. Bu yüzden söküp atmayı, atıp gömmeyi tercih ettim...
***
"Artık gidelim mi?" sorusunun üstüne kafamı salladım. Ömer tekrardan elimi tuttuğunda gözüm ilerideki masaya takıldı. Gül, Ozan'ın resmini sosyal medyadan bana göstermişti bu yüzdende tanıyordum. Yerimde durup öylece baktım. "Şu Ozan mı?" diye sorduğumda Ömer şaşırdı. "Hangisi?"
Başımla işaret ettiğim yere baktı. "Evet Ozan'da sen onu nerden tanıyorsun?"
"Yanındaki kim?"
"Sevgilisi." İçimden bildiğim tüm küfürleri sıraladım. Bizim kaderimizde mi vardı bu çarpık ilişki? "Sana ne elin adamından." diyen Ömer'e gözlerimi devirerek yürümeye başladım.
Ben böyle işin... Ne ben sevdiğime kavuştum ne de Gül kavuşacak... Şimdi ben bunu Gül'e nasıl söyleyeceğim? Daha doğrusu böyle bir şey nasıl söylenir ki? Aynı yolları yürümüş, aynı engelleri aşmış biri olarak bu olayı kabullenmenin ağırlığını iyi bilirim. Boğazına oturan yumru ordan kalkmayı bırak, yerini bile terk etmiyor!
***
Yazardan...
Ozan ve Gül'ün hikâyesi de bu olayla başlamış bulunmaktadır. Asıl acı ve öfkenin başlangıcıydı bugün olanlar... Ne seven sevdiğine kavuşuyordu ne de sevilen sevildiğinin farkına varabiliyordu...
Bu sevda ateşi dört genci öyle bir yakacaktı ki, küllerini bile kimse bulamayacaktı...