Gonca'dan...
"Gonca habu oğlan ne yaveledi?"
İki denizin ortasında sıkışıp kalmış gibiydim. Hangi tarafa gidersem gideyim, suyun akışına kapılacağım kesindi. Oysaki ben sevdiğimle beraber açılacaktım bu denize. Şimdi ise tek başıma yelkenleri açmış, kayık çekiyordum. Yüzme biliyor olmam, denizde boğulmayacağım anlamına da gelmiyordu. Ben boğulacağımı bile bile kendimi Ömer'in de bulunduğu denize attım.
"Anne hiç sırası değil."
"Ne oliy burda hanum?" Babama yakalanmamın sırası mıydı şimdi? "Onu kızına sor Arif!"
Hani sen anlatacaktın bakışı attım anneme. "İçeride konuşalım baba."
"Yine bir şeyler olmiş belli oldi."
İçeri girip oturduğumuzda abim hayatında bir ilke imza atarak erkenden, yani onun için erken sayılan saatte aşağıya indi. Bir sen eksiktin zaten Doruk Altun! "Ne oluyor burda ya! Sabah sabah tıkırtılarınızdan uyuyamadım."
"İyi salla bari!" diye atıfta bulundum. "Herif bizim kız evleniy, bu gün istemeye geliylermuş!" diye annem konuya hızlı bir giriş yaptı. "Ne evlenmesu, daha yeni tanuştuk uşaklan?"
"Onla değul zati, başka uşaktur bu!"
Eğer dünya bir magazin olsaydı, bunun başkenti annem olurdu. Her yeri birbirine katma kapasitesine sahipti kadın.
"Anan ne diy Gonca? Doğru mu duyiyrım!" Babam öfkeyle soluduğunda ondan ilk kez korktuğumu hissettim.
"Baba sizi tanıştırdığım gün Yağız beni aldattı." dememle abim oturduğu yerden ayağa kalktı. Yanındaki telefonu bile önemli bir şey varmış gibi bana bağırarak isteyen abimin hızlıca ayağa kalkması gözlerimi yaşarttı. "Ne demek aldattı kızım? Hani çok seviyordunuz?"
"Ben ne bileyim abi? Gitte ona sor!"
"Mantıklı, ben gidiyorum."
Ağzımdan çıkanı kulağım duymazsa, böyle bir taraflarım tutuşur işte. "Dur abi, ben onu lafın gelişi dedim. Pislik zaten bugün evleniyor, gidipte ağzına laf verme!"
Annem kendini koltuğa bıraktı, pardon yazın sıcağında eriyen dondurma gibi kendini saldı. "Bizim başumuza gelenler! Nerelere gideyum, ne edeyum ben!"
"Az dur hanum! Gonca ne demek aldatti? Kafasina mi sikayum onun, ne diysın sen?"
Babam normal hayatta çok sakin bir adamdı ama şu anda sanki yıllardır içinde gizlice sakladığı canavarını ortaya çıkarıyordu. Bu durumda bana düşen, kendimi masum göstererek babamı zaafından yani kendimden vurmaktı.
"Baba ben bu süreçte bir adamla tanıştım." diyerek gözlerimi doldurdum.
Magazin Güllü Altun araya girdi. "İlk görüşte aşuk olmuşlar!" Sen az önce bayılmamış mıydın demek istiyordum ama sustum. Yine hiçbir şey dememiş gibi aynı şekilde koltuğa yayıldı. "Anne izin verirsen anlatayım!"
"Anasuna bağuriy göriysın dimi herif?"
Yok yok annem başkent falan olmazdı! Annem direk kendisi olurdu o dünyanın! Göz devirerek babama geri döndüm. "Kimdu bu adam?" diye sordu dalgın şekilde. Sonunda sakinleşmiş halini görmek benim de üstümden koca bir yük aldı. "Ömer Karanlık." dememle kafasını diktiği yerden kaldırdı. "Omer Karanluk mu? Sen o adami nerden taniysın?"
"Bence ben sana sormalıyım baba, sen de tanıyorsun sanırım."
"Onun emicesiyle iş yapacaktuk, öylece askuda kaldi."
Sakın düşündüğüm şeyi babam da düşünmesin! İşleri uğruna bu evliliğe razı geleceğini sakın demesin!"
"Bak kızım, sen benum göz bebeğumsun."
"Ya ben baba?" diye araya atlayan abimi dışarı atsam, bu evlatlık diye devlet kapısına bıraksam acaba alırlar mı?"
"Sus ula Doruk." diyip yine bana döndü. "Omer'i tanurum, o beni tanumaz ama ben onu iyi bilirum. Çok saygulu, beyefendi bir uşak ama..."
Bu amalar canımı yeterince sıkıyordu. "Ama bugün gelmeleri fazla hizli değul mi?"
Aklıma gelen ilk yalanı yine dilime döktüm. "Onlarda uzatma yokmuş baba, bu yüzden aceleye geliyor."
Annem tekrardan dirildi. "Nereli habu uşak?"
"Mardinli." dememle yine bayıldı. "Doruk ilacumu getur oğlum! Kızım sen olarda yapamazsun." diyerek ellerini dizine koyup öne doğru eğildi. "Gel sağa köyden uşak bulalum."
"Güllü sus artuk ya!" Babamın ikazıyla anam yine bayıldı. "Ama anan bir konu da hakli kızım. Sen edebilur musun olarlan?"
"Niye yapamayayım ki baba? Sonuçta insan yemiyorlar."
"Madem kararlusun, madem bu gün gelecekler, o zaman ben de baban olarak senden ilk kez bir şey isteyeceğum."
"Buyur baba." dedim tereddütle. Çünkü gelecek isteği tahmin edebiliyordum. "İşlerumuz bu aralar çok kes at. Bu iş olursa eğer, uşakla konuşup bizum ortak projeyi yeniden gündeme getur!"
"Bu nasıl istek baba!" diyerek biraz sesimi yükselttim. "Bu ne böyle para karşılığı satılan kadınlar gibi!"
Babam koltuktan ayağa kalktı. "Ne biçim konuşiysın sen? Ben kızımı mı satayrum? İşlerimiz çok bozuk kızım, az babanu anla daa! Ben senu herufe zorla vermeyrım. Olursa olur, olmazsa olmaz. He eğer demem dersen, yine ısrar etmem."
Babamın bu cümleleri birazda olsa içime su serpmişti. Babam yaşadığım üzüntünün farkına vararak Yağız konusunu hiç sorgulamamıştı ama ilerleyen vakitlerde soracağını iyi biliyordum.
"Ne demek bu gün gelecekler ya? Ben kardeşimi kimselere vermem baba!"
Ağlayasım gelmişti çünkü ben ciddi şekilde evliliğe ilk adımımı atacaktım ve bu kişi Yağız değildi. Huyunu suyunu bilmediğim bir adamla aynı çatı altına girip, aynı yastığa mı baş koyacaktım? Ya benden ilk gece o şeyi isterse?
Sıklaşan nefesimle acaba vaz mı geçsem diye düşünürken babamı hayal kırıklığına uğratamam gerçeği suratıma sert bir cisim gibi çarptı. "Sen evde kaldun diye kızda mi kalsun? Hiç kimse benum kadar uzulemez. Benum prenses kızım."
"Baba ya!" diyerek yamacına sokuldum. "Prensesim dimi ben? Herkes bana cadı diyor, başta da bu oğlun!" Sanki söz işini halletmişiz gibi babama abimi şikayet ediyordum. "Cadı olduğun için cadı diyor olabilir miyim?"
"Uğraşma kızumlan!"
Çatla da patla işaretiyle kıskandırdım. "Ana babam kızını tutuyor yine."
Annem hâlâ ayılıp bayılıyordu. "Oy! Oy! Bir kaç saate misafurlar gelecek ben daha hiçbir şey etmedum!"
Şimdi ayılma zamanı gelmişti. "Ben ne diye oturiyrım? Fadimelere haber vereyum, dört koldan hazurluklar başlasun?"
Hani şu dokuz köyü birbirine verme olayı varya, bence o söz annemden esinlenerek yazılmış. Dokuz köyü birbirine katar, onuncusundan da hiçbir şey yapmamış gibi gider izlerdi. Tamam biraz yaygaracıdır, abartmayı da sever ama özünde çok iyi kadındır. Bizim bütün köy annemin ekmeğini yemiştir, o derece merhametli.
Babamdan da izin alarak Ömer'in yanına gidecektim ki, abim köşede sıkıştırdı. Babam anlamasın diye ağzını yamultarak konuşması bu ciddi ortamı bile bozdu. "Ben yemedim bu numarayı haberin olsun."
"Ne o yana bu yana yayaysun ağzuni! Ne demem gerekiyorsa içeride zaten anlattım Doruk, şimdi izin verirsen gideceğim."
"Bunu sonra konuşacağız Gonca hanım."
Sahte gülümseme ile dışarıya doğru yol aldım.
***
Alışverişi yapıp eve geri dönmüştüm. Her ne kadar evlenmek için can atmasam da, güzel olmam benimde hakkımdı.
Açık ten rengime uygun, mürdüm moru, hafif dizlerimin üstüne çıkan, hafif göğüs dekolteli bir elbise almıştım. Ömer'in görmesine ne gerek var diyerek kabinde giyinip, üstüme oturuyor mu diye kontrol ettim. Tam da bedenimi almıştım zaten.
Eve geçtiğimde annemin bir kaç komşuyla evin içinde koşuşturduğunu gördüm.
"Börekler piştu mi? Uu dibune almasunlar! Gonca geldun mi? Gel yardum et."
"Anne ben hazırlanacağım saçmalama istersen."
Bu kadının panik atak halleri bende bazen son raddeye dayanıyordu. Kısa ve güzel bir duşun ardından Gül'ü de arayarak hazırlanmaya başladım. Hani bir şeyi kırk kere dersen olur derler ya, bizimkisi de o hesaptı.
Evlenin diye başımın etini yedi, sonunda bize yüzük takmayı başardı. Yüzükler daha takılmamıştı gerçi ama takmış kadar oldu.
İnsanoğlu ne garip bir varlık. Bundan aylar önce gözüm Yağız'dan başkasını görmezken bir kaç saat sonra hiç tanımadığım birisiyle evliliğe ilk adımımı atacaktım.
Hayat önüne çiçekler sersin derdiler hep bana. Ben sanki çiçeklerin olduğu yerleri es geçip dikenleri tercih ediyor gibiydim. Bile bile, göz göre göre ayaklarımı kanatırcasına yürüdüğüm yoldan sapmadan devam ediyordum.
Yağız'ı hâlâ seviyor musun diye soracaksanız eğer, Allah kahretmesin ki seviyorum. Öyle bir çırpıda silinecek şeyler yaşamadık biz. O kadar iyi kandırıldım ki, 3 sene boyunca hiçbir b.k anlamadım.
Nasıl beni aldattıysa o kızı da aldatacaktı. Adım kadar eminim ki, Ömer'le sözlendiğimi öğrendiği zaman peşimde köpek olacaktı. Adamın huyu bu! Kim ondan vazgeçerse ona yöneliyor.
Seviyor olmam onu affedeceğim, başka kadını benimle aldatmasına izin vereceğim manasına asla gelmiyor! Ona olan sevdam içimde yavaş yavaş küçülürken, belki de yeni bir sevda fidanı yeşerir kalbimde.
***
Hazırlanıp aşağı indiğimde herkes büyülenmişçesine bana baktı. Abim tabii hemen cıvıklık yaptı. Islık çalıp, "Analar neler doğuruyor be!" diyip etrafımda bir tur döndü.
"Gösterin bittiyse gitte elbiseni giyin, az sonra gelecekler."
"Ben zaten elbisemi giymişim abi!" diyerek gözlerimi çevirdim. "Ben elbise falan göremiyorum canım kardeşim!"
Yanıma yaklaştı ve sinirle bir şeyler söyledi. "Abicim bak cidden çok açık bu kıyafet. Hadi söz dinle de git başka bir tane giyin."
Çalan zil cevaplamak için can attığım canım abimin sorusunu balla kesti. Kaçar adımlarla kapıya geçip, herkesin gelmesini bekledim.
Ailemin de arkamda durmasının ardından kapıyı yavaşça açıp, "Hoşgeldi...nizzz..."
Kapının dışındaki orduya bakınca yutkundum. Yaklaşık 50 kişi vardı. Ömer'in adet yerini bulsun diye zorla uzattığı, pardon kafama çaldığı çiçekleri alıp misafirlerin önüne terlik koydum. Pardon ilk önce salaklık edip Ömer'in önüne terlik koydum, sonra çiçekleri aldım. Bunca kalabalığı bir anda karşımda görünce doğal olarak devrelerim yanmıştı. Sanki damat terlikle içeri girecekmiş gibi koyduğum terlikleri Gül'ün abisi ayağına geçirdi. Ardından diğer terlikleri koymaya başladım
"Kalk Gonca!" diyen Gül'ün suratına baktığımda kaşı gözü ayrı oynuyordu. "Ben koyayım en iyisi, gelin hanımda içeri geçsin." diyerek ayağa kaldırdı. Bu hareketi niye yaptığına anlam verememiştim. Ayrıca Ömer'in suratıma fırlattığı çiçeklerin hesabını çok pis soracaktım.
Herkes içeri geçip oturduğunda hiç üşenmeden saydım, 46 kişi vardı. İyi ki annem her şeyden bol bol yapmıştı.
İki farklı aile ve iki farklı şehir. Ortamda sessizlik hakimken, babam ilk lafı atarak muhabbeti kurmaya çalıştı. "Efendum tekrardan hoşgeldunuz!"
"Hoşbulduk hoşbulduk!" diye aynı samimiyetle cevap verdi Ömer'in amcası. Annem bana kaş göz yaparak kahveleri getirmemi belirtti. Her işe karışmak bunların soyunda vardı. Sanki ben bilmiyorum!
Bu gece kaş göz gecesiydi galiba. Hepimiz birilerine mutlaka kaşımızla gözümüzle bir şeyler anlatmaya çalışıyorduk. Gül'e mutfağı işaret edip usulca sıvıştım. Kapanan kapının ardından derin bir oh çekip tezgaha yaslandım.
"Ay sen sakın evlenme Gül. Ne stresli işmiş ya!"
"Kızım sen aptal mısın?" diyince modum düştü. "Noldu ki?"
"Elbisenin önüne bakarsan anlarsın." demesiyle hemen baktım ama bir şey göremedim. "Kötü mü olmuşum?"
"Kötü olmamışsın, dekolteli olmuşsun. Ömer abinin arkasında koca bir aşiret bekliyor ve sen önüne terlik koyarken önünü kapatmadan eğiliyorsun."
"Açıkta bir yerim mi var ki önümü kapatayım?" demekten kendimi alıkoyamadım. "Yere eğilip bir şey alıyormuş gibi yapsana."
Yüzüne bön bön baktım. Normalde kafam zehir gibidir ama bu akşam zehir gitmiş yerine salaklığı kalmıştı. "Hadi kızım dediğimi yap."
Yere eğildim ve kafamı kaldırıp Gül'e baktım. "Biz şu an ne saçmalıyoruz Gül?"
"Dediklerimi yap. Şimdi ayağa kalkmadan önüne doğru bak."
"Ne varmış önüm... Oha... Ana... Lan..." diyip ayağa doğruldum. "O yüzden mi çiçekleri suratıma çaldı öküz?"
Kafasını sallayıp tezgahtaki cezveyi eline aldı. "Abim bile tövbe çekti kızım. Abime de gösterdin yani! Benim kendi abime he! Ömer abinin suratı kıpkırmızı zaten farketmedin mi? Bir de keşke daha üstüruplu giyinseydin. Malûm içeride bir yığın insan var ve muhtemelen elbisenin dedikodusu çoktan yayılmıştır."
"Kızım ben sadece sizin aile gelir sanmıştım."
"Babam Mardin'e haber uçurduğu gibi ilk uçakla atlayıp geldiler."
Benim sözümde kahveleri Gül'ün yapması kadar saçmaydı bu akşam takılacak olan yüzükler. Aklım hâlâ kabak gibi ortaya serdiğim dekoltemdeydi. Hiçte aklıma gelmedi böyle bir şey.
***
"Kahveler hazır gelin hanım. İstersen içeriye de ben götüreyim."
"O kadar da değil!" diyerek tepsiye doldurmaya başladım. Hatta cezve ile olmayacağını anladığımız anda tencereye dönmüştük. Ben bu kadar insanın geleceğini nerden bileyim? Ayrıca niye ilk önce kahveler gidiyordu? Onca yemek boşuna mı yapıldı? Niye tersinden yapıyorduk biz bu işi?
***
"Buyrun efendim kahveniz!" diyerek ilk önce Ömer'in amcasına uzattım tepsiyi. Ardından yengesine ve sonra kafamda oluşturduğum yaş sırasına göre gittim. Tabii ki de o kadar kahve bir seferde dağıtılamazdı. Yaklaşık 3-4 sefer gel git yaptım mutfağa.
Hepsini dağıtana kadar içeridekiler soğudu nerdeyse. En son sıra Ömer'e geldiğinde gergin şekilde aldı kahvesini.
"Tuz attun mi?" diye soran anneme gözlerimi büyütüpte baktım. Ne tuzu, ne atması? Biz iki aşık olarak evlenmiyorduk ki tuz atayım. Artı bir parantezle annemin kaba göre şeklini alması gerginliğimi arttırdı. Sanki kırk yıllık komşularmış gibi muhabbet ediyorlardı.
Ömer'de ilk dikişte bitirdi kahveyi. Zaten parmak kadar bir boyutu vardı, dev gibi adamın midesinin çeyreğinin çeyreğine denk gelmezdi. "Evet efendim, sebebi ziyaretimiz belli." Lafı diyilince gözüm bir anda sağ köşedeki kıza takıldı.
Sanki sınır hattında düşman görmüş gibi bana bakıyordu. Her an silah çıkarıp beni vurabilirdi.
"Ne!" dercesine kafamı sallayıp gözlerimi devirdim. Gül koluma vurarak beni uyardı. "Ay görmüyor musun ne biçim bakıyor?"
"Şimdi sırası değil kızım, bacağını düzelt! Ya siz bu elbiseyi beraber almadınız mı Ömer abiyle?"
"Evet." dedim Gül'e de göz devirerek. "Bu kadar açık olduğunu gördüğü hâlde nasıl izin verdi?"
"Görmedi ki versin. Ben beğendim ve aldım."
"Tamam Gonca tamam! Senin yine Karadeniz damarın tutmuş belli ama lütfen şu yırtmaçına dikkat et. G.tün gözükecek nerdeyse."
"Ne yırtmacı? Yırtmaç yok ki bu elbisede!" dememle elbisenin yırtık yerini görmem bir oldu. Ortamın ciddiyetinden bir haber sesli düşündüm. "Aa kim nazar ettu ula? Elbisem yirtilmuş."
Herkes susunca anladım sesli düşündüğümü. "Çok özür diliyorum, lütfen kusurumu maruz görün." diyerek merdivenlere yöneldim.
Söylene söylene odama girecektim ki, omzuma dokunan el ile geriye döndüm. Buraya şu anda ancak abim gelebilirdi. "Ne var lan Dorrruk!" dedim r harfini bastırarak. Arkamı dönmemle Ömer ile yüz yüze gelmem bir oldu.
Kaşlarını çatabildiği kadar çatmış, gözlerini öfke ile harmanlayabildiği kadar harmanlamıştı.
"Bir şey mi oldu?" dedim saf gibi görünüp masum rolüne girerek. Elbise için geldiği apaçık belliydi.
"Sen bu elbiseyi mi aldın bugün?" diye gözleriyle üstümü baştan aşağı taradı. "Evet!" dedim aynı şekilde baştan aşağıya tarayarak. Benim taramam uzun sürmüştü gerçi ama boyu uzun, ne yapabilirim?
"Millete göstermediğin yerin kaldıysa eğer inelim beraber gösterelim."
İlk günden kıskançlık yapamazdı değil mi? Bu başka bir şeydi.
"Gir odaya da değiştir şu üstünü!" derken ki küçümseyici bakışları kalbimi kırmıştı. "Değiştireceğim Ömer Ağa'm ama daha açığını giyeceğim merak etme!" dememle içeri hızlıca girip kapımı kilitledim.
***
Ömer'den...
Tam ayağımı kaldırmış kilitlenen kapıya tekme atacaktım ki, Gonca'nın abisiyle göz göze geldim. "Bir sorun mu var birader?" diyip göz kırptı.
Ardından adım adım yanıma kadar geldi. "Hayır bir sorun varsa eğer bize de söyle ki bizde bilelim." dediğinde tek kelime bile söyleyemedim.
Cevapsız kalınca kafasını salladı. "Bende öyle tahmin ediyordum zaten. Lavaboyu bulamadın sanırım!" diye atıfta bulundu. Evet aşağıdan lavaboya gideceğim diye yalan söyleyerek kaçmıştım.
Gonca elbisesiyle haddinden fazla iddialı olmuştu. Eğildiği zaman milletin önüne pazar malı gibi serdiği göğüslerini hatırlayınca bile sinir beynime vurdu.
Yoluma dönmüş giderken omzumdan tuttu. "Kardeşim uyarılması gerekiyorsa bunu ben yaparım Ömer!" diye fısıldadı. "Bu evlilik işine de pek içim ısınmadı. Tek hatanda yüzükleri atarım haberin olsun."
Bu adam kim oluyordu ki beni böyle tehdit ediyordu? Omzumun üstündeki eline diğer elimi sertçe koydum. "Senin kardeşinse benim de karım olacak." diyerek bu sefer ben fısıldadım. Karım! Vay be! Gonca sahiden de benim karım olacaktı. Elini, tuttuğum elimle omzumdan indirdim. Arkam dönük giderken son lafımı da söyledim.
"Bir daha beni sakın tehdit etmeye kalkma Doruk!"
İsmi Doruk'tur inşallah! Aşağıya indiğimde Gonca'nın annesinin sorusu neredeyse foyamı ortaya çıkartıyordu. "Buldun mi lavaboyu uşağum?"
"Ne lavabosu?" diye pot kırınca Gül'ün öksürmesiyle ve Yiğit'in ağzını tutarak gülmesiyle kendimi topladım. "He... Evet buldum... Doruk yardımcı oldu sağolsun!" dedim merdivenlerden aşağı indiğini görünce.
***
Gonca üstünü değiştirip geldiğinde en azından diğerinden daha iyi bir elbise giyindiğinin kanaatine vardım.
Daha burdan yetişmemiz gereken bir düğün vardı ama amcam hâlâ sebebi ziyarette kalmıştı.
Çok sevdiğim teyzem bir anda araya girerek konuyu değiştirdiği için... Ona kim haber vermişti ki?
Amcamla göz göze geldiğimiz an işaretlerimle içimdekini anlattım.
"Evet efendim sebebi ziyaretimiz belli. Gençler birbirlerini görmüş, beğenmişler."
Ben beğendim de acaba Gonca'da beni beğenmiş miydi?
"Allah'ın emri, Peygamber'in kavliyle kızınız Yonca'yı!" diyince Yiğit ağzından kahkahayı kaçırdı.
Amcam buna boşuna puşt demiyor. Kulağına doğru eğilip bir şeyler söyledi. Muhtemelen Yonca değil Gonca olduğunu demiştir.
"Kızınız Gonca'yı!" diyerek sinirle Yiğit'e baktı. "Oğlumuz Ömer'e istiyoruz."
Tüm bakışlar Gonca'nın babasına kaydı. Çok düşünceli ve duygulu duruyordu. Herkes ona bakarken o sadece Gonca'ya bakıyordu. Doruk ise kurtlu gibi oturduğu koltukta kırk takla atıyordu. Hiç istemediği davranışlarından belliydi zaten. Sanırım önümdeki ikinci taşta Doruk'tu...
"Kızım sen ne diysın? Sevey musun bu uşağu?" diye sorunca bizimkiler kendi aralarında fısırdaşmaya başladı. Bu kadar insanın buraya gelmesi bile öfkemi coştururken, kocakarılar gibi dedikodu malzemesi aramaları sabrımın çekip gitmesine yol açıyordu.
Gonca masumca kafasını aşağı eğip istediğini belli etti. Çok seviyor Arif amca! Sevdiği adamın inadına benimle evlenecek kadar seviyor ama beni değil! Bu cümle içimde tekrarlanırken ben bahtsız kaderime yanıyordum.
Düğüne de sırf Gonca benimle yüzük taktıktan sonra gitmek isteyecek mi diye gidecektim. Eğer giderse sevdasını içine gömmüş demek olurdu eğer gitmezse, hâlâ Yağız'dan medet umuyor olurdu...
***
"O zaman bende verdim gitti!" demesiyle herkes derin bir oh çekti. Hemen gelen yüzüklerle ikimizde yan yana geçtik. Kalbimin bu denli hızlı atması pek hayır değildi. Koluma değen omzu benden kısa olduğunu bas bas bağırıyordu. Bana her temas ettiğinde kalbim ağzımdan uçup onun kalbinin yanına gidecekmiş gibi hissediyordum.
Takılan yüzüklerin ardından ikimizde ufak çaplı birbir yüzümüze baktık. "Hadi hayırlı olsun!" lafıyla bakışlarımı zorda olsa Gonca'dan aldım.
Yarım saatlik oturmanın ardından, dışarıda yemek yiyeceğiz bahanesiyle kaçtık. Arabaya bindiğimizde Gonca'nın sürekli yüzüğüne bakması dikkatimi çekti. Hatta gözleri de dolu doluydu. "Ne o beğenmedin mi?" diyerek aradaki sessizliği kapatmaya çalıştım.
Sorduğum soruya şaşırmış olsa gerek ki, şapşal şekilde bana bakıyordu. "Ben mi?" dediğinde kafamı salladım. "Beğendim, normal bir yüzük işte."
Derdinin başka bir şey olduğu kesindi. Hatta onun derdi Yağız'dı. Arabayı durdurup kenara çektim. "Niye durduk?" demesiyle bedenimi ona döndürdüm.
"Bak Gonca!" Parmağımdaki yüzüğü ona gösterdim. "Farkında mısın bilmiyorum ama biz bir yola girdik. Artık Yağız'ı düşünmeni, onu hatırlamanı istemiyorum. En azından bunu senden sözlün olarak istemeye hakkım var diye düşünüyorum."
Sadece, "haklısın." diyerek önüne döndü. "Bu kadar mı vereceğin cevap?"
"Ne dememi bekliyorsun? Bak Ömer, sevdamı içimden hemen söküp atamam ama bize bir şans vereceğim." dediğinde midemdeki kelebekleri yerinde zorla tuttum. "Yağız meselesi kapandı. Bu akşamki düğünden sonra da bir daha açılmayacak ama hemen unutmamı bekleme."
Sağ gözünden akan yaşı elimle sildim ve arabayı tekrardan çalıştırdım.
Bu gece gözlerine bakacaktım. Gözler yalan söylemezdi, gözler gerçeklerden kaçmazdı.
Bu gece o gözlerin içinde birazcıkta olsa o ite karşı merhamet kırıntısı görürsem, her şeyi yerle bir edecektim! Her zaman diyorum, her zamanda diyeceğim... Oyun onun olabilirdi ama kurallar benim olacaktı!