Ozan'dan...
Öylece odada bırakıp gittim onu. Odadan çıktığım gibi yükselen ağlama sesi dikkatimi çekti. Elimi sağ tarafımda bulunan duvara geçirerek bağırdım. Tam evlendiğim gün yapılacak iş miydi bu?
Madem seviyorlardı, madem evlenmek istiyorlardı niye kaçtılar? Niye kaçarak beni zor duruma düşürdüler?
Az önce içeride yaptığım pislik, şerefsizlikten başka hiçbir şey değildi. Ona olan öfkem, bugün beni sevdiğini öğrendiğimdendi. Evli bir adamı niye seviyordu? Başkasına aşık bir adamı neden seviyordu? Aklımı yitirmek üzereydim.
Hele benim kardeşim! Benim kardeşimin Zelal'in sözlüsü ile ne işi olabilirdi? Dayıma ne diyecektim ben? Ortalık iyice karışacaktı şimdi. Gül'ü kimsenin bilmediği kendi evime getirmiştim ve bulmaları çok zordu.
Normal şartlarda benim bu kapıdan çıktığım gibi karımın yanına gitmem gerekiyordu ama yapamadım... Öylece kapının ardına çöküp, ellerimi dizlerimin üstüne koyarak sessizce ağlamaya başladım. Gül içeride ben burada ayrı gözyaşı döküyorduk. Kim demiş erkekler ağlamaz diye?
Ortam yatışsın diye sabaha kadar bekledim. Bekledim ama gün açtığı gibi hesap sormaya gidecektim. Bu yaptıkları ikinci yanlıştı ve sabır kotamı doldurmuşlardı.
Odadan ses kesildikçe kulağımı dayayıp kontrol ediyordum. Kendine bir şey yapmasından, zarar vermesinden korkuyordum. Herhalde bazen ağlamaktan yorulup ara veriyordu.
Kardeşim geri gelmezse kimse kan aksın istemeyecekti ve bu yüzden Gül benim ikinci eşim yapılacaktı. Ben böyle bir şeyi karıma yapamazdım. Hamile haliyle bunu kaldıramazdı hem de evlendiğimiz ilk günden...
Düşüncelerimin arasında uyuya kaldığımı bile anlamamışım. Uyandığımda güneşin doğduğunu gördüm ve hemen kilidi açıp içeri girdim. Gül yatağın köşesinde küçük bir kız çocuğu gibi kıvrılmış uyuyordu. Camın kenarındaki koltuğa oturup dışarıyı izleyerek uyanmasını bekledim.
Zaten fazla da beklemedim. 10-15 dakikanın ardından uyanarak direk ayağa dikildi. Ben ise rahatımdan taviz vermedim. Elleri önünde bağlı, kafası yerdeydi. Bir şey demek istiyordu ama ne? "Ne diyeceksen de Gül." diyerek önünü açtım.
"Ben..." dedi ve durdu. Ayağa kalkarak ellerimi cebime koydum ve üstüne yürümeye başladım. "Ben ne?"
"Ben... Ben Cihan'la evlenmem." diyince başta idrak edemedim. "Ne Cihan'ı, ne saçmalıyorsun sen?"
"Kardeşin Cihan'la evlenmem ben." demesiyle kafamda şimşekler çaktı. Has.kt.r! Kızı Cihan'la evlendirecek bizimkiler muhtemelen! Benimle evlenmeyecek lan! Ben bunu nasıl düşünemem?
Kendimi toplayarak niye Cihan'ı istemediğini sormak istedim. "Niye, neyi var Cihan'ın? Ağa oğlu işte." dediğimde mavi gözlerini bana çevirdi. Keşke çevirmeseydi. Gözlerini bana dikmesiyle dengem şaştı. Gözleri fazlaca güzeldi...
"Ağa'lığınız batsın sizin! Ben kimseyle evlenmeyeceğim. Hele Cihan'la asla evlenmem!" dediğinde durduğum yerden tekrar üstüne yürümeye başladım.
"Benimle mi evlenmek istersin yoksa?" dememle o da geri geri gitmeye başladı. "Ben kimseyle evlenmeyeceğim."
"Beni istiyorsun yani!" dedim ısrarla. Kafasını sağa sola salladı. "Kimseyi istemiyorum. Evime geri dönmek istiyorum." dediği gibi kahkaha attım. "Abin o haltları yemeden önce düşünecektin. Hem bir bakmışsın benim karım olmuşsun he küçüklük." dememle beti benzi attı.
"Cihan'ı mı istersin yoksa beni mi?" diyerek odada dolaşmaya başladım. "Avında hangimiz varız?" Yerimde durdum ve bakışlarımı sertleştirdim. "He Gül!" dememle önümdeki saçma sapan süs eşyasını duvara fırlatarak parçalara ayırdım. "Cevap versene! Bu sefer kime kahve taşıyacaksın he?"
O sessiz kalıp cevap vermedikçe ben daha da deliriyordum. "Başından beri gözün bende dimi? Belki de bu yüzden sen yaptın ikisinin arasını he! Onlar kaçsın, Ozan'da bana kalsın diye! Planın suya düştü dimi? Nikah kıyılmadan gelmedi haber, bu yüzden benim altıma giremediğin için üzgünsün dimi?" dememle kafasını tekrardan yerden kaldırdı.
Yanında bulunan cam bardağı aldığı gibi bana doğru fırlattı. Ani refleksle sola kaymasaydım beynimin pekmezi akacaktı. "Sen ne diyorsun pislik! Ağzından çıkanı kulağın duysun!" demesiyle sürahiyi de aynı şekilde fırlatması bir oldu. "Bir daha söylesene o son dediğini Ozan! Söyle ki bu sefer atacağım ıskalamadan direk kafana gelsin!"
Eline büyük vazoyu aldığı zaman pes ettim. "Dur! Tamam sakin ol, dur!" ellerimle sakinleştirmeye çalıştım. "O zaman laflarına dikkat et hayvan herif!" demesiyle vazoyu sakince yerine koyması bir oldu.
Yanıma doğru yürüdü ve kolumdan tuttu. "Çık git odadan! Madem beni serbest bırakmayacaksın o zaman çık git ve Cihan'ı çağır."
Durdum... Yerimde kazık yutmuş gibi durdum...
"Ne duruyorsun, sana Cihan'ı çağır dedim!" diye çığlık atarcasına konuşunca irkildim. "Madem bu evlilik olacak, o zaman evleneceğim adam gelsin yanıma." demesiyle beynimden vurulmuşa döndüm. Bu hamleyi beklemiyordum. Bana bunu diyecebileceğine ihtimal bile vermiyordum. Yumruk olan elimi aynaya geçirdiğim gibi bağırdım. "Kapa çeneni! Kapa çeneni!"
***
Paramparça olan ayna kadar dağılmış mıydı acaba onun da kalbi? Gözlerinden akan yaşlar bile dik duruşunu bozmasına taviz vermiyordu. Gül benim tanıdığım gibi değildi. Ben o eve her gittiğimde onun ezik tarafını görürken diğer tarafına kör bakıyormuşum. Öfkesi onu ele geçirdiği zaman kimsenin gözünün yaşına bakmadan önüne geçeni eziyor.
Gururu bana olan aşkının önüne çoktan perde çekmiş gibi duruyordu. Ben perdeyi açmak istesem de o güneşliği çekiyordu.
***
Gözüm kanayan elime kaydığında acıdığını farkettim. Gerçi acıyan elim miydi yoksa kalbim mi bilmiyorum. Bir tarafta karım ve çocuğum, diğer tarafta masum bir beden... Ne kadar masum sayılırdı tartışılırdı aslında. Belki de her şey onun planıydı.
Bana acımasız gözlerle bakıyordu. Ağlamasını durdurmuş, ellerini önünde bağlamaktan vazgeçip iki yana bırakmıştı. "İstersen bu odayı yakıp yık Ozan ama Cihan'ı getir." demesiyle birazcıkta olsa dinen öfkemin altına üfleyerek sönen ateşi canlandırdı.
"Cihan'ın altına mı yatmak istiyorsun he?" dememle hızlıca yanıma gelip tokat atması bir oldu. "Sana laflarına dikkat et dedim değil mi!"
Bir kadından yediğim ilk tokat olmasa da en ağırıydı. Öfkem bana hiç söylememem gereken sözleri söyletiyordu ama söylemekten de kendimi alıkoyamıyordum. Bileğini kavrayarak sıkmaya başladım. Elimdeki kanlar onun tenine değmeye başlamıştı.
"Bir daha bunu yapmaya kalkarsan sonuçlarına katlanırsın." Gözü sadece kanayan elimdeydi. Acıyla yutkunarak kanayan elime bakıyordu. "Git pansuman falan yap." demesiyle bir anda kendime çektim. "Niye, üzüldün mü? Seni kaçıran adama acımayacaksın herhalde dimi?" Gözlerim bir mavilerine gidiyordu birde dudaklarına. Dayanamıyordum artık... Niye böyle oluyordum hiç bilmiyorum ama bu kız dengemi şaşırttırıyordu.
"Elin kötü olmuş Ozan. Mikrop kapacak bak." demesiyle "Senden alâ mikrop mu var?" diyerek bileğini serbest bıraktım. Sözlerim birer hançer gibi kalbine saplanırken, içimden bunca şeyi yaptığım için kendime küfrediyordum.
"Mikropsam bir daha yaklaşma bana!" der demez kendini banyoya atıp kapıyı kilitledi. Tam kapıyı kırmaya gidiyordum ki, çalan telefon beni durdurdu. Gaye arıyordu... Anında açtım.
"Efendim karıcım." dedim bağırarak ve üstüne basa basa. "Bende seni özledim yavrum. En kısa zamanda hayatımdaki fazlalıklardan kurtulup yanına, yatağına geleceğim bebeğim. Sen o her zaman ki kırmızı geceliğini giy tamam mı?" dedikten sonra telefonu kapatıp kenara koydum.
Ve işime kaldığım yerden devam ettim. Kapıya tıklatarak bağırdım. "Aç şu kapıyı Gül!" Ses yoktu. "Gül kime diyorum ben?" Hâlâ ses yoktu. Korkmaya başlamıştım. "Bak açmazsan eğer, şimdi gider seninle birlikte olduğumu söyleyerek iki aşireti de birbirine kırdırırım." Biraz bekledim. Bir kaç saniye sonra kilit yavaşça çevrilince derin bir nefes aldım.
Kilidin açılmasıyla kapının kulbunu aşağı indirdiğim gibi açtım. Hemen vücudunu inceledim, bir zarar vermiş olmasın diye. "Boşuna bakma Ozan Ağa. O az önce bilerek dediğin cümleler benim hayatımdan daha önemli değil. Hele sen... Bu saatten sonra senin bende bir hiçten farkın yok. Ne de olsa kocam olacak adamın abisini sevemem değil mi?" demesiyle kalbimin tam orta yerinden vurulmuşa döndüm.
Bu sefer acıyla yutkunma sırası bendeydi. "Sen hele bir Cihan'la evlen... Ahtım olsun ki taş üstünde taş bırakmam! O pislikle bir evlen... O şerefsiz ile aynı yatağa..." dedim ve durdum. Düşüncesi bile içimdeki dinmek bilmeyen öfkemi harlıyordu. Gözlerimi kapattım ve yumruğumu sıktım.
"Açsana gözlerini! Cümlenin devamını getirsene Ozan Aslan!" Yanıma gelerek göğsüme sert şekilde vurmaya başladı. "Ne bekliyorsun? Beni kaçırdığın andan itibaren bu evliliğin olacağını bilmiyor muydun sanki? Ben de bir Ağa kızıyım ve töreleri iyi biliyorum. Hiçbiriniz kan akmasını istemediğiniz için beni kurban seçeceksiniz." Yine vurdu ve bu sefer sırtım duvara çarptı.
"Cevap versene Ozan! Şimdi s.ktir git bu odadan ve kiminle evleneceksem onu dik başıma."
Yere dönen bakışlarımı gözlerine çevirdim. "Kes sesini! Kardeşim geri gelecek ve kimse kimseyle evlenmeyecek!" dediğim gibi dudağını ukalaca kaldırarak güldü.
"Geri gelmeyeceğini ikimizde biliyoruz. Şimdi çık!" Parmağıyla kapıyı gösteriyordu. Seviyor muydu yoksa nefret mi ediyordu anlamıyorum. Herkesin sevgi anlayışı farklı derlerdi ama Gül'ün ki apayrıydı. Bu ne biçim sevmek böyle? Küfür eder gibi konuşuyordu benimle.
"Çık Ozan! Yürü git!"
"Sözde beni seviyordun. Senin için Aslan Aşiretinden birisi olsun da, kim olursa olsun önemli değil dimi? İşte bu kadarsın! İyi ki iyi ki..." dedim ve durdum çünkü devamını getirmek istemedim.
O da aynı şekilde durdu. "İyi ki ne?" diyerek gözlerini kıstı. "Kime diyorum iyi ki ne?"
***
Yazardan...
Unutursun için yana yana...
Gül unutmaya çalıştıkça Ozan tüm sınırları zorluyordu. Unutmak kolay olsaydı zaten kimse aşk acısı çekerek depresyona girmezdi. Bu hikâyede yanan kadın olurken yakmaktan da geri durmayacaktı. Şimdilik... Sadece şimdilik Ömer ve Gonca'nın ilişkisi güzel gidecekti. Onların da önüne çıkan engeller olacak, güvenleriyle sınanacaklardı.
Zaten her aşığın sınavı bu değil miydi? Güven ve üçüncü kişiler. Bir ilişkiye üçüncü kişi girdiğinde o ilişkinin tek çıkış kapısı yalnızca ayrılık olur...