Gonca'dan...
"Bırak beni Ahmet abi! Bırakta göstereyim şunlara bedeli, saygısızlığı! Siz kim oluyorsunuz be! Kim oluyorsunuz da benimle böyle saygısızca konuşuyorsunuz?" Ahmet abi benim gibi bir kızı şu anda tam olarak zor zaptediyordu. Fındık dallarını boşuna eğmedik biz ya da çayları boşuna kesmedik...
"Kardeşim artık dur ya! Valla yoruldum bir dur! Görüyorsun uzaklaştık ordan artık bi soluk ver!"
"Duymadın mı neler dediklerini? Ömer araya girmese beni dövmeye kalkacaktı. B.k döverdi. Ayağumun dabaniyla bi vurdum mu munzurlaruna görürdü." dememle Ahmet abi anlamaz ifadeyle aynadan bana baktı.
"Neymiş bunun bedeli Ahmet abi?" dediğim gibi derin bir nefes aldı. "Bedel değil kardeşim; berdel."
"Tamam işte ben başka bir şey mi diyorum? Bedel işte daa!"
"Bedel değil berdel. E ile d arasına r harfini sok." Bu akşam uçup giden beynimin çalışması için tüm hücrelerimi zorluyordum. "Be-del! Araya r sok! Of doğru düzgün anlat şunu."
"Yiğit, Ozan'ın kardeşini kaçırdığı için ya kan akacak ya da Gül'ü Cihan'la evlendirecekler."
"Cihan?" dedim anlamadığım için. "Ozan'ın babasının başka kadından olan erkek çocuğu."
"Hiçbir şey anlamadım abi. Valla hiçbir şey anlamadım."
Anlamamak en büyük hakkım değil miydi? Böyle değişik bir olayı beynim nasıl kavrasın? Ahmet abi en sonunda mala anlatır gibi anlattığında anladım.
"Uy anani s.ki..." küfrümü tamamlamadan sustum. "Çok afedersiniz." Sustum ve daha fazla bir şey demedim. Ağzım sussa da beynim susmuyordu ki!
Beyin hücrelerim sürekli çalışıyor ve kendi aralarında plan kurmak için çaba sarf ediyorlardı. 'Beni de araya katın' dememe rağmen kapıyı üstüme kapattılar. Neymiş, ben mantıklı düşünemiyormuşum! "Ulan ben sizin gibi beyin hücrelerinin!" dememle Ahmet abi "Anlamadım?" dedi.
"He... Yok bir şey abi. Beni eve götürüyorsun dimi?" dedim.
"Yok bacım, Ömer Ağa'mın evine götüreceğim."
"Ne evi bu saatte? Saçmalama istersen."
"Ben verilen emirleri yerine getiririm. Lütfen zorluk çıkartma bacım. Şu geceki olay değilde, senin çıkarttığın zorluk ve susmak bilmeyen çenen terletti beni. Valla sucuk gibi oldum ya!"
Kafamı cama çevirerek bırakacağı yere kadar ağzımı bıçak açmadım. Tabii içim öyle değildi. İçimi bıçak bile susturamadı.
Eve vardığımızda gösterilen odaya çıkarak volta atmaya başladım. Bacımın geleceği söz konusuydu ve benim bunu halletmem lazımdı.
***
Düşüncelerimin arasında Karadeniz'e doğru giderken, kırılırmışçasına açılan kapı ile korkuyla çığlık attım. "Gonca!" Aslan gibi kükremesiyle canım, çok sevdiğim, en sevdiğim nişanlımın geldiğini anlamıştım. Sesi çok öfkeli çıkıyordu. Buyrun ateş hattına!
"Aşağı in Gonca!" diye tekrardan bağırınca mecburen indim. Çünkü inmemek gibi lüksüm olduğunu düşünmüyordum. Merdivenlerden indiğimi görünce üstüme doğru yürümeye başladı. Ben geri kalır mıyım? Ben de aynı şekilde yürümeye başladım.
"Sen gelsene az benimle!" diyerek kolumdan tutup dışarı çıkarttı. Çok sinirliydi ve bu sinirinin Gül'ün kaçırılmasından ötürü olduğunu biliyordum. "Tamam Ömer sakin ol!" dediğim gibi beni yere doğru savurdu ve dengemi kaybederek düştüm. Yere düşmemle ağzımdan hafif şekilde bir bağırış çıktı.
Ömer hemen yanıma geldi. "Özür dilerim, bilerek yapmadım Gonca." Elini bana uzattığı zaman 'sakın' dercesine işaret yaptım. "Gonca valla bilerek yapmadım. Ben... Ben..." dediği gibi hüngür hüngür ağlamaya başladı. Arkasını döndü, gözyaşlarını görmeyeyim diye arkasını döndü.
Canım yanmıştı ama bilerek yapmadığını tüm kalbimle biliyordum. Ömer dışarıdan çok sert bir adam gibi gözükse de, içinde her an kırılacak bir kalbi vardı. Hassastı... Sadece sevdikleri konusunda çok hassastı.
Ayağa kalkarak yanına gittim ve önüne geçtim. "Anlatmak ister misin?" dediğim gibi bana sıkıca sarıldı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan kokusu burnuma doldu. "Gonca her şey birbirine girdi." diyerek afallamış şekilde benden ayrıldı.
"Bir taraftan amcam, bir taraftan Zelal, bir taraftan Yiğit, bir taraftan Gül." diyerek elleriyle saçlarını çekiştirmeye başladı. "Her şey... Her şey üst üste gelmeye başladı! Kafayı yicem artık! Tuttuğum her dal elimde kalıyor! Keşke gelmeseydim... Keşke amcam beni çağırdığında gelmeseydim!"
Yanına gidip ellerini tuttum. "Dur yapma! Yapma Ömer, çekme saçlarını."
"Bırak! Ben hiçbir b.ka yaramayan herifin tekiyim!" Gözlerini bir anda gözlerimin içine dikti. "Biliyor musun bazen düşünüyorum." dedi ve yutkundu. Gözleri dolu dolu, sesi titrekti. "Keşke annemle babam yaşasaydı Gonca. Onlar yaşasaydı belki de bunların hiçbiri olmayacaktı." der demez eliyle yüzünü kapatıp yere çömeldi.
Ben de ağlamama engel olamıyordum. Anne ve babasızlık ne demek bilirdim ama sadece bilirdim... Ne olduğunu, nasıl duygu olduğunu asla anlayamazdım. Ellerini yüzünden çekip, sakallarını okşamaya başladım ve kafamı kafasına yasladım. "Sen çok güçlü bir adamsın Ömer."
Kafasını sağa sola salladı. "Değilim. Olsaydım eğer kardeş bildiğim kıza sahip çıkardım. Baksana şimdi kim bilir o pislik neler yapıyordur ona." Tekrar ağlamaya başlayınca yüzünü avuçlarımın arasına aldım.
"Ağlamak yok Ömer Karanlık! Ağlamak yok! Ayağa kalkacağız ve her şeyi birlikte aşacağız!" Elimle gözyaşlarını sildim. "Seni de pisliğime sürüklemek istemiyorum." Gözleri konuşurken sürekli dudaklarıma kayıyordu ve ben de boşluğuma denk gelerek ansızın, hiç beklenmeyen bir anda dudaklarına yapıştım.
Öyle bir yapıştım ki, ikimizde öpüşmeye hasret kalan iki insan gibiydik. Ömer ufak bir anlık şaşkınlık yaşasa da, karşılık vererek eliyle saçlarımdan kavradı. Artık ben ayrılmak istesem de Ömer bırakmıyordu.
Vay arkadaş! Dudağımı adamdan kurtaramıyorum! Çekilmek istiyordum ama Ömer beni bırakmıyordu. Gözleri kapalı, sanki bu dünyada değil gibiydi. Evet evet... Ömer asla şu an da değildi. Geçmişte yaşıyor gibiydi. Gerçekten bu kadar mı çok öpmeyi seviyordu beni? Artık sadece gülümseyerek ona bakıyordum.
Bir an benden ayrılıp bir şey fısıldadı. "Çok özledim Alev!" dediği anda gülüşüm soldu, yüzünü tutan ellerim aşağı kaydı ve hissizleştim. Ben yine ve yeniden yarıyolda kalan arabalar gibiydim.
***
Dünya bir mutluluk yeri olsaydı, ben gökyüzünden yağan bahtsızlık olurdum. Elimi nereye atsam kuruyordu. Yağız'ı sevdim, başkasıyla evlendi. Ömer'i sevmesem de hoşlanmaya başlamıştım, o da başka kadının adını sayıklıyordu. Sevda niye bu derece bana küsmüştü? Bana niye sevmek haram olmuştu?
Ağlamak istiyordum ama sevilmemeye değil, sürekli yüzüstü bırakılmaya... İdam sehpasına çıkıp, ayağımın altındaki sandalyeyi de kendim itmiştim. Her seferinde nasıl oluyorda kendime beni sevmeyen adamları buluyordum bilmiyorum...
***
Sakince geri çekilmek istediğim sırada Ömer dediği şeyin farkına vararak gözlerini fal taşı gibi açtı ve benden yavaşça uzaklaştı. Gözlerinden akan yaşları silerek, tepkimi ölçmek için yüzüme baktı. Tepkim yoktu ki... Tepkisiz bir ifadeyle yalnızca ona bakıyordum. Boş bir bakış... Hayal kırıklığına uğramış gözler... Ve kırılmaktan parçaları kaybolmaya başlamış bir kalp...
Yüreğinde ve zihninde başkası olan bir adamla nasıl evlenecektim ben? Düşünsenize... Seninle aynı yatağa giriyor, bedenine sahip oluyor ama başkasının hayalini kurarak... Böyle bir şeyi kalbim kaldırmazdı ki benim...
Ruha dokunan insan ararken, kalbime bile ulaşamayacak olanını bulmuştum yine.
***
"Gonca ben...". dediği zaman yanından kalktım ve kapıya doğru ilerledim. Bu kaçıncı sessiz gidişimdi? Bu kaçıncı kez vazgeçişimdi? "Nereye gidiyorsun? Ben öyle bir şey demek istemedim."
Saçma sapan cümlelerini peşi sıra söylüyordu. 'Ben öyle bir şey demek istemedim.' Külahıma anlat sen bu yalan cümleleri!
"Gonca lütfen dur!" Önümü kestiğinde dolmuş gözlerimle gözlerine baktım. "Gitmek istiyorum Ömer çekilir misin?"
"Valla bilerek yapmadım ya! Az bi dur da dinle beni." Dinlemem gereken yeri dinlemiş, almam gereken dersimi çok iyi bir şekilde almıştım. "Çekil önümden." Tekrardan önümü kesti. Bir kaç adımda yanıma varıp ellerimi tuttu ve kedi yavrusunu andıran bakışlarını devreye soktu.
"Bir kere dinle beni." demesiyle ellerimi sert şekilde çekip, göğsünden geri ittim. "Yaklaşma bana! Git ne halin varsa da gör!" Arkamı dönmüş giderken hızlı şekilde kolumdan tutup kendine çevirdi ve dudaklarımı dudaklarına hapsetti.
Bu benim öpüşüm gibi değildi! Bu dudaklar kirlenmiş, bu dudaklardan başka kadının ismi dökülmüştü. Tüm gücümü bileklerim de toplayarak geri ittim ve yüzüne ağır bir tokat indirdim. "Bir daha sakın... Sakın bunu yapmaya cüret etme! Ben senin arzularını karşılayacak birisi değilim! Birisine olan özlemini bende tamamlayamazsın! Ben senin yarım bıraktığın elmanın diğer yarısı değilim Ömer!"
Öfkemi kusarken sessizce durup sadece beni dinlemesi tuhafıma gitti. Normalde şimdiye kadar kedi köpek gibi birbirimize girmemiz lazımdı ama yalnızca ben konuşuyordum, o dinliyordu. "Kimse ama kimse... Benim gururumu ayaklar altına alamaz! Şimdi ben defolup gideceğim ve en kısa zamanda ailelerle konuşulup bu yüzük atılacak!"
"Hayır! Hayır Gonca! Bu asla olmaz, olamaz! Biz bir yola girdik ve bu yolu tamamlayacağız! Ben... Ben Helin diyecektim, ağzımdan Alev kaçtı." demesiyle sinirle kahkaha attım. "Helin diyecektin öyle mi? Hmm... Bir düşüneyim... Helin ve Alev isimleri de birbirine çok benzer isimler ya... Bana bak lan!" diyip yakasına yapıştım.
"Senin karşında salak mı var Ömer? En zıt olduğum şeylerden birisi salak yerine koyulmaktır."
Tartışma alevlenirken çıkan çıtırtı sesi ikimizin de dikkatini dağıttı. Biri vardı ve sessiz şekilde kaçıyor gibiydi. Çıkan kamera sesi ile Ömer yerinden hareket etti. "Sen burda dur, ben geliyorum." diyip belindeki silahı çıkarttı ve eline aldı. Ben de peşinden gidiyordum.
"Kim var lan orda?" demesiyle kahkaha ile gülesim geldi. "Sen manyak mısın oğlum? Adam çıkıp ben burdayım der mi?" dememle arkasına döndü. "Sen benim peşimden niye geliyorsun Gonca? Sana dur demedim mi? Lütfen ya, rica ediyorum bir kere de laf dinle!"
Tam ağzımı açtım, bir şey diyecektim ki, çok yakından gelen kamera çekme sesi ile sustum. "Ömer birisi bizi çekiyor!" dememle ikimizde sesin olduğu yere doğru koştuk. Kimse yoktu fakat benim gözüm yerde bırakılmış fotoğrafa kaydı.
"Kaçmış şerefsiz! Sen eve geç ben o iti bulacağım."
"Ömer dur!" dememle bana baktı. "Ne oldu Gonca?"
Yerden aldığım fotoğrafı ayağa kalkarak ona da gösterdim. "Ömer birisi bizi öpüşürken çekmiş." Bir hızla fotoğrafı eline alıp baktı. "Vay or*spu çocuğu! Kim lan bunu yapan?" diye bağırdığında ellerim titremeye başladı.
"Ömer! Ömer bu fotoğrafları babam görürse..." dedim ve yutkundum. "Ömer babam görürse ağzıma eder Ömer. Yüzüme bakmaz Ömer."
Duraksadı... Konunun ciddiyetine yeni varırcasına yüzüme baktı. "Babanın göreceğine nasıl bu kadar eminsin?"
"Ömer gidip senin amcana mı gösterecekler? Niye çektiler bunu? Birisi beni zor durumda bırakmaya çalışıyor."
"Kim yaptı bunu Gonca? Aklımı yitireceğim artık ya! S.ktiğimin her şeyi üst üste geliyor!"
***
Öfke soyut bir şey olsa da, somut hâle dönüşerek insanlara zarar verebilecek boyuta dönüşebilir. Hani derler ya 'keskin sirke küpüne zarardır' diye... Tam da o durumdaydık. Biz iki sinirli insan, öfkesinin kendimizi bıçak gibi kesmesinden başka hiçbir şey beceremiyorduk. Eşler birbirini tamamlarken, biz tamamlamayı bırakın, yan yana bile gelemiyorduk. Mıknatısın aynı kutupları gibiydik. Yaklaştığımız zaman, birbirimizi itmekten başka hiçbir kalıba girmiyorduk.
Ben bunu yapan kişinin Yağız olduğunu düşünürken, bu kişi hiç kimsenin tahmin etmeyeceği birisi çıkacaktı. Sakin giden hayat rutinimiz rayından çıkarak derin sulara gömülecek ve o sulardan çıkmak için her birimiz ayrı şekilde çırpınacaktık...