8. ÇİFT KARAKTER...

2434 Words
Yazardan... Yıldız, isteme olayında kararlıyken, abisi Çınar hâlâ ikna olmamıştı. O da kendi katında haklıydı çünkü evlenecek olan kişi kız kardeşiydi ve evleneceği adamın kalbinde başka kadın olduğunu biliyordu. Kendisi de eşiyle mantık evliliği yaparak evlenmişti ama mutluydu. Eşi Ela, ona sevdasını unutturmuştu, ya da unuttuğunu sanıyordu. Yıldız ise günlerdir abisini ikna etmenin peşindeydi. Ne dediyse, ne söylediyse Çınar inadından bir adım geri atmamıştı. Bu hikâyede yanan kişinin biricik kız kardeşi olmasını istemiyordu. Gözünden bile sakındığı Yıldız'ının üzülmesine kalbi dayanamazdı. En önemlisi o bir abiydi ve abilik bunu gerektirirdi. Sabahlara kadar sigara içerek konu üzerinde düşünmüş ama evlilik işini yine de kabullenememişti. "Bırak işte Çınar. Kız da razıysa izin ver." dedi Çınar'ın eşi Ela. Çünkü biliyordu... Biliyordu ki aksi hâlde Çınar ölecekti. Oysa ki kaçanlar vurulurdu ama onlar bilerek Çınar'ı seçmişlerdi. Hiç kimse 2 evlat sahibi bir babanın ölümünü istemezdi de o yüzden... Ela hamilelikte 6. ayını da bitirmiş, 7'den gidiyordu. O da Çınar'ın kalbinin başkasında olduğunu biliyordu. Çınar bile bilmezken, o biliyordu işte... Sigarasını söndürüp yenisini yakarken cevabını verdi Çınar. "Demesi kolay dimi? Adam başkasını seviyor Ela." demesiyle güldü içi dertli kadın. Aynısını kendisine yaptığındandı bu stresi. "Belki de öyle insanlar zaten vardır." dediğinde Çınar, yere diktiği yüzünü korkuyla karısına çevirdi. Zaten bir kaç aydır şüphe duyuyordu, bu da tuzu biberi olmuştu. Ela yavaşça yerine otururken Çınar'ın bakışları hâlâ ondaydı. Konuyu dağıtmak için "Hamilelik nasıl gidiyor? Var mı canının çektiği bir şeyler." dedi. "Yok, sağol hayatım ama biraz hava almak istiyorum sadece. Evde çok bunaldım." Çınar yerinden kalktı ve "Şu olaylar çözülsün, seninle 1 aylık tatile çıkacağız tamam mı benim güzel karım?" diyerek Ela'yı dudaklarından öptü. "Sen yine ne sürdün şu dudaklarına? Her öptüğümde tiryakisi oluyorum." diyip öpüşünü uzattı Çınar. Kalbi başkası için atarken ona her dokunduğunda kalbinin titremesine anlam veremiyordu Çınar. İkisi birlikte odalarına çıkarken, Ela her şeyi göze alıyordu. O kadının buralarda olduğunu bile bile göze alıyordu... Çocuklarının babasını kaybetmek gibi bir niyeti asla yoktu! *** Çınar duşunu aldıktan sonra evden çıkarak hızla Yıldız'ı kontrole gitmişti. Her an bir delilik yaparak kaçabileceğini düşünüyordu. "Evde misin Yıldız?" "Of abi evdeyim evde! Merak etme kaçmadım!" "Kaçamazsın da zaten. 10 dakikaya ordayım, aşağıda ol." "10-10 dakika mı? Niye geliyorsun ki?" "Ne demek niye geliyorsun? Babamın evine geliyorum kızım. Aşağı in, seni kendi gözlerimle göreceğim." Telefonlar kapandıktan sonra Yıldız karşında duran Baran'a baktı. Çünkü Yıldız yine yapacağını yapmış, küçük bir törenle söz yüzüğü takmıştı. Babasını zorla da olsa ikna ederek kendi aralarında kimseye haber vermeden yapmışlardı. "Abim geliyor!" diyerek saçlarını çekiştirmeye başladı. "Of ne yapacağım ben? Burayı birbirine katar, rahat durmaz o." Baran arkasına yaslanarak "Benim için sıkıntı yok. Ne diyordunuz siz?" dedi ve biraz düşündü. "Heh! Horona giren oynardı dimi? Oynayın bakalım." Yıldız gevşek gevşek oturan adama ters ters baktı. "Dayak yerken de böyle rahat oturabilecek misin bakalım?" "Sıkıntı yok, onu da yeriz." diyen adam göz kırpmayı da ihmal etmedi. Az sonra evde kıyamet kopacaktı ama Baran çok rahattı çünkü bu olay ona seyir zevki veriyordu. O mutlu değilse kimsenin mutlu olmasını istemiyordu. Gözünden sakındığı yarini Mardin'de gözü yaşlı bırakıp geldiğindendi bu gaddarlığı. Parmağındaki yüzüğü evden çıktığı an çıkartacaktı, sanki Yıldız takmaya çok meraklıymış gibi... "Kalkın hadi gidin! Hadi gidin artık yeter bence." "Sen bizi mi kovuyorsun? Aşk olsun karıcığım." diyince, Yıldız çıldırdı. "Ne karısı lan ne karısı? Kafa mı buluyorsun benimle? Hadi çık!" Yıldız, Baran'ı kolundan tutarak ayağa kaldırıp eve geri soktu. "Az sonra abim gelecek, hemen gitmeniz lazım." demesiyle insanlar doğal olarak şaşırdılar ama olay çıkacağını bildiklerinden kalkıp gittiler. *** Yıldız'dan... Gözüm parmağımdaki yüzüğe kayıp kayıp duruyordu. Abimin arabasını gördüğüm gibi yüzüğü çıkarıp arka cebime koydum ve kollarımı iki yana açarak "Oo Çınar bey, hoşgeldiniz!" dedim. Arabayı gelişi güzel park edip aşağı inerek "Oo Yıldız hanım, hoşbuldum. Fazla kalmayacağım, sana bakmaya geldim. Babamlar ne yapıyor?" "İçerdeler abi." "Tamamdır, selam söylersin. Hadi ben kaçtım." diyerek hızla arabasına binip, geldiği gibi geri döndü. Adam resmen beni kontrole geliyordu. Bir gün öğrenecekti ama şimdi olsun istemiyordum. Eve geri dönerek etrafı toplamasında anneme yardımcı oldum. Her şey çok hızlı gelişmişti. Bir anda sözlü olmuştum ama idrak etmekte zorlanıyordum. Hava almak maksadıyla dışarı çıkıp sahil kenarına indim. Dalgaların kıyıya vurma sesiyle rüzgar birleşmişti. Gözlerimi kapatarak ayaklarımı sallarken duyduğum ses ile irkildim. "Rahatlatıyor dimi?" Döndüğüm yönde o kız vardı, Berfu... Burda olmasına mı şaşırsaydım yoksa Trabzon'da olmasına mı? Hemen ayağa kalkıp yüzüne baktım. "Sen..." dediğimde gülerek lafımı kesti. "Benden korkmana gerek yok Yıldız. Lütfen otur." dediğinde banka oturup beni de yanına davet etti. Çekinerekte olsa oturduğumda ilk baş parmaklarıma baktı. "Yüzüğünü evde mi unuttun?" diye sorduğunda gözlerim doldu. Yaşadıklarının hiçte kolay olmadığını biliyordum ama başka çarem kalmamıştı. "Ben istemedim. Ben asla istemedim Berfu! Beni de mecbur bıraktılar..." "Ne farkeder ki?" Çok dalgın konuşuyordu. Yüzünü denize çevirerek cümlelerine devam etti. "Hep hayal etmiştim, Baran ile evlenip, ondan çocuğum olacağını... O işten gelecek, çocuklarımız babasını kapıda karşılayacak... Hep bu anların hayaliyle yaşamıştım. Zaten bir kaç aya söz yüzüğü takıp, ardından hemen evlenmeyi düşünüyorduk." O anlattıkça sessiz gözyaşı döküyordum. Hiçbir kadının hayalini elinden almak istemezdim ama beni buna tâbi ettiler. "Her şey güzel gidiyordu, ta ki abin Berivan ile kaçana kadar. İşte o gün herkesin hayatı tepetaklak oldu. Aşkım, sevdam dediğim adamın seninle evleneceğini öğrendim ben." Yüzünü denizden alıp bana çevirdiğinde gözlerindeki öfkeyi gördüm. Kafasını iki yana sallayarak "Boşuna ağlama Yıldız! Bu hikâyede tek yanan ben oldum, boşuna ağlama. Bu gün sözlendiniz, yarın evleneceksiniz, diğer güne de çocuk yaparsınız!" dediğinde şaşkınlıkla baktım yüzüne. "He Yıldız! Sonuçta aynı çatı altında kalacaksınız! Elbet bir gün aynı yatağa da girersiniz!" "Böyle bir şey asla olmayacak! Evliliği kısa tutacağım zaten." dememle kahkaha atarak güldü. "Kısa mı? Boşanacağını mı sanıyorsun sen? Bana bak!" dediğinde yanıma kayarak üzerime doğru eğildi. "Evlenecek olmanız Baran'ın bana karşı olan duygularını asla değiştirmeyecek! Onun kalbi sadece Berfu diye atacak. Sen her gün evde onu beklerken, o bulduğu ilk fırsatta benim yanıma gelecek!" Sözler öldürür müydü? Kurşun gibi sözler öldürürmüş işte... Öldürmese bile ağır yaralı bırakırmış. "Kendini sakın bu masalın kahramanı falan sanma! Ne sen Leyla'sın ne de Baran sana Mecnun!" "Benim kimseye Leyla olma amacım yok. Seni anladığım için kalbini kırmak istemiyorum ama benim de bir sabrım var Berfu." İşte tam da o anda arkada bir ses belirdi. "Senin sabrın bizim aşkımıza hiçbir şey yapamaz!" Baran tam arkamızda duruyordu. "Hatta sen kendin bile aşkımıza hiçbir şey yapamazsın!" Yaşlar gözümden süzerken, elimin tersiyle silerek ayağa kalktım. Karşılarında ağlayacak halim yoktu. "Siz beni ne sanıyorsunuz he? Ben de bir adama aşığım, onu seviyorum. Bu evliliğe bayılıyor falan mıyım ben sanki?" "Bayılmasan iyi olur çünkü benim tek sevdam; Berfu?" Baran adımlarını yanımıza doğru atarken, kalbim küt küt atmaya başlamıştı. Berfu'yu kendine çekip elini tuttu ve kibirli bakış attı. Ardından ellerini havaya kaldırıp "Bu elleri kimse ayıramaz! Ne sen ne de başka birisi!" "Ehh yeter be!" diyerek çığlığı bastım en sonunda. "Aşkunuza da size da başlarım ula! S.ktirin gidin la memleketimden! Yürüyün hayde!" Birden bastıran yağmurun altında ıslanmaya başladık. Bizim buraların bardaktan boşalırcasına yağan yağmuru meşhurdur ve herkes alışkın değildir. Baran üstündekini çıkararak Berfu'nun başını örtüp bana dönerek "Elbet gideceğiz, burda duracak halimiz yok." diyerek tek kelam daha etmeden arkasını dönüp yürümeye başladı. Beni burda böylece bırakıyordu. Arabayla gelmişti ve beni de eve bırakabilirdi. Bayılarak evlenmiyordum ama bu kadarı da gururuma dokunuyordu. İkisini izlerken, Baranlar'ın yanından geçen Furkan'ı gördüm. Bana doğru hızlı adımlarla geliyordu. Baran bir anlık ardını dönüp bana baktığında Furkan çoktan yanıma gelip, beni kolunun altına almıştı. "Yav kızım haburda nediysın? Hasta olacaksın Yıldız hadi gel." İtiraz etmeden onunla beraber yürümeye başladım. Ne Baran Furkan'ı tanıyordu ne de Furkan Baran'ı... Furkan'ın kolunun altında arabasına bindiğimde kemeri takarak donmuş gibi öylece dışarıyı izliyordum. Furkan derin bir nefes alarak "Evlenelim Yıldız." dediğinde şaşkın hâlde onun tarafına döndüm. "Ne!" "Duydun işte. Çok seviyorum Yıldız, evlenelim. Düşündüm taşındım, evlenelim işte." Otursam ve günlerce, aylarca ağlasam kendime gelir miydim acaba? Zamanında olması gerekeni şimdiye bırakan sevdiğim geç kalmıştı. Artık istesem de dönemezdim bu yoldan çünkü bunun ucu direk abilerimin canına giderdi. "Yapamam!" dediğimde Furkan arabayı kenara çekip "Anlamadım? Ne demek yapamam?" dedi. "Yapamam işte yapamam Furkan!" "Niye kızım niye?" Sesimiz yükselmeye başlayınca arka cebimdeki yüzüğü çıkarıp "Bu yüzden aptal!" diyip gözünün içine soktum. "Bu ne lan? Bu ne Yıldız? Yüzük mü taktınız? Şaka dimi, eşek şakası dimi?" Kafamı iki yana sallayıp "Keşke şaka olsaydı... Keşke koca bir şaka olsaydı bu yüzük ama değil! Sen beni kaybettin Furkan! Ölmüş çiçeğe dökülen suyun önemi yoktur. Artık beni rahatsız etme, sözlüyüm ben." diyip kapıyı açtığımda kolumdan tutarak beni kendine çevirip dudağımdan öptü. İlk öpücüğümdü, onunla olan ilk öpücüğümdü... Çok kısa sürmüştü ama etkisi ömürlük gibiydi. Benden ayrıldığında "Ölürüm de evlenmene izin vermem Yıldız." dedi. Hâlâ olayın şokunda, salak gibi yüzüne bakıyordum. "Bitti Furkan! Biz bittik, bizi sen bitirdin..." Sesim o kadar kısık çıkıyordu ki, tonundan bile kırgınlık akıyordu. "Bitmedi!" "Bitti işte bitti! O gün dediğimde kabul edecektin! Şimdi hiç bir önemi yok! Bu yüzden beni rahat bırak artık!" Hızla arabadan inip yağan yağmurun altında koşmaya başladım. Hem ağlıyordum hem de koşuyordum... Bir ay ya... Sadece bir ay önce bu cümleyi bana kursaydı her şey farklı olacaktı. Arkadan çalan araba kornasına dönüp bakamıyordum çünkü Furkan olduğunu biliyordum. "Git Furkan! Bitti diyorum git artık!" "Furkan değil, müstakbel kocan güzelim." Bu ses... Duyduğum ses beni duraksattı. Berfu ile gidiyordu, o nerdeydi? "Furkan yok ama benimle idare edeceksin. Hadi bin arabaya da eve bırakayım seni." "Defol git! Ben tek başıma giderim." Ben yürüdükçe o da yavaş yavaş peşimden geliyordu. "Yıldız inadın sırası mı? Çok yağmur yağıyor hadi..." Sahiden de fazla yağıyordu ve eve uzak mesafedeydim. Gözyaşlarımı silerek çaresizce arabaya bindim. "Kimdi o yanına gelen adam? Sevgilin o muydu?" diye sorduğunda nefes almayı dahi unuttum. "Sana ne bundan!" "Ne demek sana ne? Sözlüyüz biz biliyorsun dimi?" diyerek elimi eline alıp incelemeye başladı. "Nerde yüzüğün? Diğerine mi taktın?" Yüzük mü? Furkan'a gösterirken arabasında düşürdüm sanırım. "Yoo, takmadım." dedim gayet rahat ses tonuyla. "Ne demek takmadım?" "Sen bu işi niye ciddiye alıyorsun? Daha bir kaç dakika önce 'Bu elleri kimse ayıramaz!' demiyor muydun sen? Çift karakterli misin Baran?" *** Durdu ve düşündü. Kimi insan da böyle değil midir zaten? Kendi yaptıklarını arkasına alır, başkasının yaptıklarını ön yüzüne koyar. Kimi sevgisiz büyür, kimi de sevgi havuzu içinde yüzer. Ben her zaman aile sevgisi aldığımdan ötürü hiçbir erkekte boşluğumu doldurmaya çalışmadım. Bu yüzden Furkan'dan vazgeçebilmiştim çünkü kimse vazgeçilmez değildir. Geri döneceğini tahmin edemesem de sevdası yüreğine ağır geleni kalbimden söküp atmasını iyi bilirdim. Hiçbir erkek güvenilir değildir benim gözümde. Bir tek Çınar abime güvenirdim, o da hayal kırıklığı etkisi oluşturdu bende. Kalbi başkasına aitken, yatağına giren kişi farklıydı. Kalp a diye atarken, beden b ile berabermiş... Acaba yengem biliyor muydu bunu? Erkekler neden kadınları yatak malzemesi olarak görüyor ki? Oysa ki biz sevmek için türlü bahaneler bulurken, karşı cinsimiz ise terk etmek için saçma nedenler üretiyor... *** "Takmazsan takma!" diyebildi sadece. Yaptığı hareketin yanlış olduğunu anlayarak konuyu kapatmak istedi. Eve gidene kadar sessizlik ortama hâkim olmuştu. Kapının önüne geldiğimiz de "Teşekkür ederim." diyerek kapıyı açtığımda kolumdan tuttu. "Yarın gidip altın alacağız." "Altın istemiyorum." "Adetler böyle Yıldız." "Siz kendi kafanıza göre alın o zaman." "İtiraz kabul etmiyorum, geleceksin. Annem böyle söyledi." Son cümlesine cevap vermeden aşağı inip eve geçtim. Her şey çok olağandışı gelişiyordu. Kafam da tonlarca soru ve olay gezinip dururken, ben hangi birisiyle başa çıkacağımı bilemiyordum. Bu yaşıma kadar fındık topladım, çay biçtim, sayısız sefere çıktım ama hiç erkek çatışması yaşamadım. Sanki dünya dönüyordu ama ben yerimde sabit kalıyordum. *** Sabahın erken saatlerinde Baran beni evden almıştı. Neyse ki Çınar abim işi gereği Giresun'a geçmiş, biz de rahat nefes almıştık. Aile de herkes biliyordu, Çınar abim hariç... Kuyumcuya geçtiğimizde en gösterişli olanları seçerek üstümde denemek istedi. "Gülayşe hanım, bunlara gerek yok. Şunlardan bir tane olsa yeter bana." diyerek en sade ve küçük olanını gösterdim. "Onlar olmaz! 'Koskoca Şahoğlular'ı gelinlerine şuncacık altın taktı' dedirtmem ben!" Gözlerimi devirerek seçtiklerini almalarına izin verdim. O kadar büyük altınlar aldılar ki bunları nasıl taşıyacağımı düşünüyordum. "Vış! Sizin yüzükleriniz nerde oğlum?" İkimizde ilk önce parmağımıza ardından yüzümüze baktık. Baran iç cebinden çıkarırken, ben g.t gibi kalmıştım. "Senin ki nerde kızım?" "Onun ki lavaboya düşmüş anne. Burdan alalım bir tane." dedi ve sitemkâr bakışlarını bana yöneltti. Yüzük kutusundan en büyük olanını seçerek bana uzattı. Bilerek yaptığını anlıyordum ama sorun çıkmasın diye sessiz kalıyordum. "Daha zarif olanından, şunu istiyorum." diyerek kutudaki gösterdiğim yüzüğü istedim. Aldığımda parmağıma takarak "En saçma bulduğum şey de şu yüzük. Sahibim var der gibi." diye mırıldandım. "Sahibin var tabii. Senin sahibin benim." "Köpek miyim lan ben?" "Şş! Sessiz olun, ayıptır. Yıldız gel şunu boynunda deneyelim." diyen Gülayşe hanımı kırmayarak saçlarımı topladım. Çok zarif pırlanta kolyeydi, işte bunu beğenmiştim. Kolyeyi takıp yüzüme baktı. "Maşallah pek güzelsin, ay parçası gibisin. Ben en iyisi bizim Dürdane'ye diyeyim de, sana bi kurşun döktürelim." "Gerek yok Gülayşe hanım." "Hanım değil kızım, anne de artık bana." Kaçamak şekilde Baran'a baktığımda elleri cebinde bana tebessüm ettiğini gördüm. Sanki dalmış gibiydi. Kafamı sallayarak 'Ne bakıyon?' dercesine baktığımda kendisini silkeyeleyip annesine döndü. "Bitti mi anne? Çok sıkıldım." "Bitti bitti ama bizi bizim otele bırak. Mardin'de olmaz, biz hemen şimdi döktürelim kurşunu." "Ne kurşunu anne?" "Sözlüne kurşun döktürelim diyorum oğlum. Pek güzel kızdır. Gözleri, ağzı, burnu... Sana o kadar kız baktım, bu kadar güzeline rastlamadım." "Berfu'yu da beğenmiştin anne." diyen Baran, Gülayşe hanımdan şaplak yedi. "Ne Berfu'su? Bitti o mesele. Benim gelinim en güzelleridir." Gülmemek için kendimi tutarken "Ah anne, ne vuruyorsun ya? Ayıp değil mi kızın yanında?" Dalga geçtiğini ses tonundan anlasam da, gülmekten alıkoyamadım kendimi. Neden oldu, niye oldu bilmiyorum ama Baran'ın eli bir an da yanağıma değdi. İşaret parmağını yanağıma sokuyordu sanki. "Senin gamzen mi vardı Karadenizli?" dediğinde yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Gülayşe hanıma baktım hemen. "Tövbe tövbe! Oğlum rahat dur az, ayıp oluyor." Baran parmağını yanağımdan çekince ödemeyi yaparak kuyumcudan ayrıldık. Yemek yemek için lokantaya girdiğimizde daha kahvaltı bile yapmadığım aklıma geldi. Acilinden kuymak yiyerek kendime gelmem lazımdı. Yemek anlayışları çok değişikti. Kahvaltıda bile etli yemeği tercih ediyorlarmış. Çayımızı yudumlarken, Baran'ın bana olan bakışlarını farkettim. Sanki önündeki yemeği değil de her an beni yiyecekmiş gibi bakıyordu. Ortamdaki ambiyansı dağıtmak için "Beğendiniz mi Trabzon'u?" dedim Gülayşe hanıma. "Beğendim kızım. Memleketin yerini tutmuyor ama güzel yermiş." "Güzeldir, siz bir de yazın görün buraları. Yemyeşil oluyor her yer." "Gözlerin gibi mi?" diyen adama döndük ikimizde. Niye sürekli beni utandırıyordu? Artık bilerek yaptığını düşünüyordum. "Ee şey... Geç oldu artık eve gideyim ben." Konuyu değiştirmek için gitmeyi uygun bulmuştum. "Kurşun döktürecektik." "Başka zamana." "Otur, ben bırakırım seni evine." "Gerek..." yok diyecektim ki, çalan telefon lafımı böldü. Çınar abim yazısını görünce yutkunarak açtım. "Efe..." "Nerdesin sen Yıldız?" Abim bağırmamış, resmen kükremişti. "E-evdeyim abi." "Evdesin he! O zaman ben başka eve geldim çünkü benim geldiğim evde sen yoksun da!" "A-rkadaşlarımla..." "Kes sesini! Babam her şeyi anlattı, çabuk eve dön!" Ben bittim! Abim Baran'ı öğrenmiş ben cidden bittim! Abimin öfkesi beni uzaktan bile korkuturken, kim bilir yakınındayken neler yapacaktı? Umuyorum ki Toprak abim olayın ortasına bomba gibi düşmez!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD