Mihriban'dan...
Sarf ettiğim son cümlelerim, Diyar'da şok etkisi bırakmıştı. Dalga geçecek durumda değildim ve ciddiyet belki de ilk kez bedenime böylesine nüfuz etmişti.
Bu konuşma aramızdaki son konuşmamız olmuştu. Ertesi günü haber dahi vermeden kaldığım otelden çıkarak memletime uçmuştum. Diyar başlarda tavır koymuş, çok kızmıştı ama sonradan yumuşayarak hizaya gelmişti.
Ailemle beraber Mardin'e geldiğimizde düğün günümdü. Evden çıkma, vedalaşma işini Trabzon'da duygusal yollarla gerçekleştirmiştik.
Gösterişli, daha doğrusu şaşalı bir düğün salonunun gelin odasında bekliyordum. Evleniyordum ama pekte umursuyor sayılmazdım. Gelinliğim üstüme yapışmış, saçlarım ise tel tel omuzlarıma dökülmüştü.
"Öf be Mihri! Anan taş doğurmuş taş!" diyerek odadaki aynadan kendime sulanıyordum. Kehribar gözlerim, dolgun dudaklarımla adeta kendime aşık olmuştum. Gelinliği kendim seçsem de, bilerek fazla dekolteli almamıştım.
Kenarda duran telefonumu alarak kendimi gaza getirmek amaçlı şarkı açmıştım.
***
'Sizin o abartı makyajınız suratınızdan taşmış
Beni görenler diyor, "Öf, abla harbiden taşmış"
Bütün ortaklarım taşmış sinirden, öfkeden
Beni yenemezsiniz ta ki ben ölmeden
Taş gibiyim, taş gibiyim
Çıtır gibiyim, kaymak gibiyim
Tüm ortaklarımın dilindeyim
Ben her zaman yerimdeyim...'
***
Kapanan şarkı ile son kıvrak hareketlerimle yerimde durmuştum. "Ne oluyor Mihriban? Biri gelse, seni bu halinle görse ne olacak? Beni deli ediyorsun, cidden deli ediyorsun!"
Gören de sanacak ki, g.tümü başımı açmış, milletin içinde dans ediyorum! Erkeklerin abartı tavırlarına anlam verememeyi geçmiştim artık. Bunların ki ileri derece boyutundaydı.
"Kıskanıyorsan sen de oynayabilirsin Diyar." diyip aynanın karşısına geri geçtim. Taş gibiydim harbiden. "Sence de mükemmel değil miyim?" diye sordum, etrafımda dolanan adama.
Büyülendiği her bakışından belli oluyordu. İşaret parmağını omzumun üstüne koyup yavaş yavaş etrafımda gezindirmeye başladı. "Güzelsin elbette Mihriban. O kadar güzelsin ki..." dediğinde nefesini boynumda hissettim.
"Güzel olduğun için aldım ya seni..." Son cümlesiyle kahkaha tufanımı durduramadım. Beğenmiş beni şehzademiz...
"Boşuna gülme Mihriban. Dışarıda benim karım olmak için can atan kızlar var. Hatta bırak karım olmayı, kuma dahi gelmeye razı olacak... Koskoca Diyar Koroğlu'nun karısısın sen! Aşiretin başı, gözde bir Ağa'nın gelini!"
Vay be! Ben neymişim de haberim yokmuş! Acaba Ağa gelini olunca ne oluyordu ki? Afedersiniz ama altın mı s.çıyorduk? Ya da dokunduklarımız altına mı dönüşüyordu? O da insan, ben de insanım neticesinde.
Yere çökerek ayaklarına kapandım. "Etme Ağa'm! Kızların canını yakma, kendine harem kur! Ben başlarında olurum, hepsine yol yordam öğretirim, yeter ki sen beni bırakma Ağa'm!"
Yerinde debelenerek ayağını kurtarmaya çalışıyordu çünkü dalga geçtiğimi bariz şekilde biliyordu. Böyle saçma olayı ciddiye alacak hâlim de yoktu ya...
"Büyü artık Mihri! Ağırlığının farkına var ve büyü!" Benden kurtardığı ayağını silkeleyerek düzeltti. Düşüncelerimin çoğu olgunluk taşırdı da, hareketlerime yansıyan tam tersi olurdu. Takmıyormuş gibi gözükmeyi seviyordum.
"Boyum küçük kaldı Ağam, büyüyemiyorum."
"Halamın da dediği gibi, dilinden keste boyuna ekle." dediği an anladım ki, bana laf sokmuştu ya da sokmaya çalışmıştı.
"Verdiği tavsiyeyi ilk önce kendisi mi denese acaba? Çünkü boyu fazlasıyla kısa da..." diyip gelinliğimi yukarı doğru toplayarak küçük pufun üstüne oturdum. Diyar'ın ailesiyle anlaşamayacağım daha ilk dakikadan belli olmuştu zaten.
"Hele Diyar! Kızıl Aşiretinin böyük kızı sana aşıkmış Diyar!" cümleleriyle kapı ardına kadar açıldı. İyi insan lafının üstüne mi gelirdi yoksa iti an, çomağı hazırla mıydı?
Ters bakışlarıyla beni ezdikten sonra sanki orada yokmuşum gibi konuşmasına devam ettim. "Kızıl Aşiretinin en gözel kızı seni severmiş Diyar. Herkesin gıpta ile baktığı, elinin lezzetinden misafirlerin parmaklarını dahi yediği..." dediği an araya girme durumunda hissettim.
"Ay ne diyorsunuz siz? Yerine yenisi çıkmış mı bari?"
Bu sefer ki esprimden Diyar'da anlamış olacak ki, dudaklarını birbirine bastırarak gülmüştü. Rezalet durumun ortasında kalmaktansa, işi yine şakaya vurarak lafımı sokmayı planlıyordum.
"Bu kızdan olmaz oğlum." diyerek bir pislikmişim gibi kafasıyla beni işaret etti. Neden olmazdı acaba? Bence boyun eğmediğim içindi.
"Sizden olduysa benden hayli hayli olur." dedim kendimi tutamayarak. "Edepsizlik yapma Mihriban!"
"Asıl edepsizliği siz yapıyorsunuz! Benim önümde, evleneceğim gün kocamı başkasına yamamaya çalışıyorsunuz!"
"Sevmediğin kocan!" dedi gülerek. "Sanki çok mu seviyorsun Diyar'ı?"
Susturmuştu beni. Susmaktan başka çarem yoktu da, az sonra yapacağım hareketle en büyük cevabını verecektim bunamış halaya!
"Kocam! Tabii ki de seviyorum." dememle yine güldü. "Pekte öyle durmuyorsun. Senin karşında çocuk yoktur gelin! Diyar'ı sevmeyen..." diyerek konuşmasına devam ederken, ben çoktan kocamın dudaklarına yapışıp, bir kaç saniye öperek geri çekilmiştim.
"Kocam bu!" dedim elinden tutup havaya kaldırarak. "Karısı da bu!" dedim kendimi göstererek. "İster severim, ister sevmem, ister yanağından öperim, ister dudağından, ister eline yastık veririm istersem de çocuk yaparım! Sizin baskın sandığınız o karakteriniz bana sökmez!"
"Edepsiz! Edepsiz gelin!" Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. "Gözümün önünde öpüşüyor edepsiz! Utanmasa o işi de yapacak!"
"He yok! Ben gözünüzün önünde yapmam da, siz merakınızdan gizli gizli izleyebilirsiniz. Ayrıca edepsizlik evlendiğimiz günün ertesi sabahı çarşaf isteyecek kadınlara denir tamam mı?" Ortam kuzey kutbu misali oldu. Terbiye diye diye terbiyesizliğin alasını yapıyordu kadın. Mihri'yle başa çıkamayacağını o da öğrenecekti yavaştan.
"Biz gelin almamışız... Biz yılan almışız yılan! Ahtım olsun ki seni konaktan kendi ayaklarınla göndereceğim gelin! Bundan sonra benden kork!"
Dalga geçercesine kafamı sallıyordum. Söylene söylene odadan çıktıktan sonra sesi dahi çıkmayan Diyar'a döndüm. Normalde aramıza girerek bana 'doğru konuş' azarlamasını yüklemesi lazımdı.
"Sen... Sen iyi misin?" dedim işi şakaya vurmadan. Adamı bir öpücükle sarhoş etmiştim. Yutkunarak yüzüme baktı. Umuyorum ki bana aşık olmak gibi bir delilik yapmazsın Diyar...
Kolundan tutarak silkelediğimde kendini toparladı. "He... Gitti mi halam?"
"Gitmedi, usulünce kovdum diyelim." dedim. Kızmak yerine aynadan üstünü başını düzeltip çıkma saatimiz geldiğini söyleyerek koluma girdi. Ne yaparsan yap Mihri, bu heyecan işini bir türlü aşamıyorsun...
"Ay ben çok heyecanlıyım." dedim kolumdaki adama. Henüz odadan çıkmamıştık. O da heyecanlıydı ama neyden kaynaklı olduğunu kestiremiyordum. Ne de olsa bulunduğu konum gereği toplum içine çıkmaya alışkındır.
"Az önce halamın önünde öpüşürken çok cesurdun." Ben de bu mevzu ne zaman açılacak diye düşünüyordum. Hadi topla bakalım kanı deli akan Mihri!
"Ama halan kaşınmıştı Diyar." Öyleydi de zaten. Ne olursa olsun, ikimiz de bu evliliğe razı gelerek karı koca olmayı kabul etmiştik. Şimdi gelipte, benim gözümün önünde başka kadının varlığından bahsetmekte neydi? Diyar sahiden haklıydı. Bunlar benim üstüme kuma değil kumalar getirirdi.
"Büyüğümüz o bizim Mihriban."
"Büyükse büyüklüğünü bilsin. Neden çocuklar gibi benimle zıtlaşmaya çalışıyor ki? Oysa ben, bana iyi gelene aynı niyetle giderim. Anlaşılması zor insan da değilim."
"Of Mihriban. Konuşmam için beyin bile bırakmadın bende." dediği an, aklının hâlâ öpücükte olduğunu anladım. Benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu ama onun için aynısı geçerli değildi sanırım.
"Bir daha öpeyim, tamamen himayem altına alayım seni o zaman." dememle kolumdan çıkarak ilgi odağını yüzüme verdi. "Fena olmazdı aslında. Gecesini iple çektirtme bugünün bana." Şok olma sırası bendeydi. Gecesi mi? Diyar onunla o işi yapacağımı mı düşünüyordu?
"Bana elini süremezsin!" dedim. İzin vermezdim zaten. Sevmediğim bir adama ilkimi veremezdim elbette. Zaman ne gösterirdi bilmiyorum ama şu anın zamanı böyle yakın pozisyonları göstermiyordu.
"Süremezsin derken?" dedi öfkeyle karışık gülerek. Öfkeyle dahi olsa gülecek durumda değildik bence. "Karı koca oluyoruz, farkındasındır umuyorum ki?"
"Severek evlenmiyoruz, farkındasındır umuyorum ki!" dedim aynı yerden onu vurarak. Bi kere benim midem kaldırmazdı aynı yatağı paylaşmayı.
"Ama..."
"Aması yok Diyar. İkimizin de hangi koşullar için evlendiği belli değil mi? He... Belki bir gün kalplerimiz birbirimiz için atar, işte o zaman seninle 2-3 tane çocuk bile yaparım. Kocamsın, bunu inkâr etmiyorum zaten. Kocam olmayanı öpmezdim de, yani ilk öpücüğümü vermezdim. Beni..." Konuşmama devam ederken, Diyar'ın sıcak dudaklarını dudaklarımda buldum.
Öpen ben olmuştum, sesini çıkartmamıştı. Şimdi öpen o oldu, ses çıkarmaya hakkım yoktu. En iyisi kendini anın büyüsüne bırakmaktı. Hem ayrı yataklarda nereye kadar sürerdi ki bu evlilik? Bir yerlerden başlayarak, birbir tenlerimize alışmamız lazımdı.
"Büyülü gibisin..." dedi Diyar. "Beni isteyeceğin günü sabırsızlıkla bekleyeceğim Mihri. Ama o gün... O gün seni sabaha kadar bırakmam haberin olsun." dediği an yanaklarımın kızardığını hissetmiştim. İlk gece konusunu konuşarak halletmemiz lazımdı ve neyse ki o streste böylelikle üstümden kalkmıştı.
"O gün elbet gelir." dedim açık kapı bırakarak. "Umuyorum ki fazla gecikmez çünkü bizim töreleri biliyorsun..." dedi çaresizce. Ona da hak veriyordum ama kızıyordum da!
"O zaman gider Kızıllar'ın büyük kızını alırsın he Diyar!" Bence bizim konuşma ilerledikçe kavga boyutuna ulaşmaya başlamıştı.
"Gözüm senden başkasına..." dedi ve yanlış zamanlama olduğunu anlayarak sustu. Devamı neydi şimdi? Bakar mı olacaktı yoksa bakmaz mı olacaktı?
***
Konu uzamadan aşağı indiğimizde insanlar tebrik etmeye yanımıza geliyorlardı. Çoğu da beni beğenerek geri dönüyordu. İşte o son gelen kişi... Hala ve yanında güzeller güzeli kız! Kızıl soyu kesin buydu!
"Suna... Gel hele Suna!" diyen hala, sözde çekinmiş numarası yapan kızı burnumuzun dibine kadar soktu. Diyar öfkeyle solurken anladım ki bu kesinlikle o kızdı.
"Tebrik ederim Diyar." dedi bana surat ekşiterek. Şimdi senin o suratını yolmayı bilirdim de...
"Sağol canım." diyerek lafa ben atladım. "Bizi tebrik etmeye gelmişsin, ettin. Şimdi de gidebilirsin!" dememle ortamı her zaman ki gibi buz kestirdim. Yanımda oturan kocama yavşayan kıza iyi niyetle yaklaşacak hâlim yoktu.
Diyar'a dönerek "Diyar... Acaba biraz odamıza mı çıksak? Sana söyleyecek önemli konularım var da..." dedim ima ile. Bu kadar da uzun boylu değil yani!
"Edepsiz! Sana dedim değil kızım, bu gelin pek edepsizdir! Ailemize, Diyar'ıma yaraşır değildir."
"Belli oluyor Hatun teyze."
"Ne belli oluyormuş pardon? Demeyeceğim demeyeceğim diyorum ama gelmişsin burda, kocamın ağzının içine düşeceksin, ben de hiçbir şey yok gibi yüzüne mi güleceğim? Burdan sana ekmek çıkmaz güzel kız. Diyar benim kocam, benim olarakta kalacak!"
Huyum kurusun... Benim olanı anında sahiplenme tabiatım vardı. İster seveyim ister sevmeyeyim... "Koskoca aşiretin ağası, diline sahip çıkamayan kızla ne kadar evli kalabilir ki?"
Ağzımı açmış konuşacakken "Yeter Suna!" diyerek bağırdı Diyar. "Kadın muhabbetine girmek istemiyorum ama yeter yani! Sen kimsin ki benim karımı ezikliyorsun? Kendi mekanına çekil ve artık benden uzak dur! Geçmişi günümüze taşıyamazsın!"
Geçmiş mi? Geçmişi güne taşımak mı? Bunların geçmişi mi vardı? Bu kızın cesareti burdan mı geliyordu?