14. HÜKÜM!

1573 Words
Baran'dan... Berfu'yu ve ablasını oraya bilerek götürmüştüm. Ne yaptıysam Yıldız bir türlü yılmıyordu, yılmak bilmiyordu. Berfu'yu gözünün önüne diktim, olmadı. Bir daha diktim, yine olmadı. Rest çektim, sadece onu seveceğimi söyledim, o da olmadı... Kız resmen aile fedakarlığı tuşuna basmıştı. En son gittiğimde büyük darbe vurmayı planlasam da, ortalık zaten çorba olmuştu. Geldiğimiz gibi geri dönerken, Berfu'nun ablası ayrı geleceğini söylemişti. Ayrı memlekette olduğumuzdan ötürü böyle rahattık, yoksa Mardin'de şimdiye haberimiz kuşlara dahi ulaşmıştı. "Berfu şimdi ne yapacağız?" dememle omuzlarını yukarı kaldırıp "Bilmem!" dedi. Ekranı yanan telefonuma baktım. Sessizde kalmıştı ve babam arıyordu. Hoparlöre vererek açtım. "Buyur baba." "Baran, oğlum... Biz bittik! Berivan'ın nişanlısı geldi, biz bittik oğlum! 'Karım nerde?' diyip diyip esti gürledi adam. Berivan o şerefsizle kaçtı, şimdiye karı koca olmuşlardır oğlum. Şimdi ne yapacağız Baran? Bu konu hepimize sıçrar." İşte bu tahmin ettiğim olaydı. Adamın elini kolunu bağlayacak hâli yoktu ya! Elbet bir gün kafası dank edecekti. "Ben şimdi hemen oraya geliyorum." dememle babam "Sakın! Orda kalacaksın Baran! Diyar muhtemelen oraya gelecek, kardeşini koru oğlum." dedi. Seviyordu işte... Ne olursa olsun babam hâlâ Berivan'ı seviyor, onu düşünüyordu. "Tamam baba; ama siz de dikkatli olun." diyerek telefonu kapattık. Berfu'yu ablasının evine bıraktığım gibi Berivan'ın kaldığı evin etrafına gizliden adam yerleştirdim. Diyar diyince akan sular durulurdu bizde. Cesur, mert, gözü kara bir adamdı. Yakışıklıydı da... Berivan'da gitsin Karadenizli adamı sevsin! Senin memleketinde, seninle aynı şartlara sahip Ağa oğlu varken, sen gidiyorsun Trabzonlu'ya sevdalanıyorsun... Olacak iş değil cidden... *** Yazardan... Baran adamları yerleştirmiş, kaldığı otele geri dönmüştü. Eli telefonda gözü kapıdaydı. O bile tehlikedeydi şu an. Oysa Diyar Koroğlu durur mu? O adamları teker teker yakalayarak depoya götürmüştü. Şanı, adı, soyadı... Hepsine leke değmişti bir kere... Köyde dedikodular almış başını gitmişti. 'Diyar'ın nişanlısı, Trabzonlu adama kaçmış!' diyorlardı. Diyar bunu duyunca yerinde kalır mıydı hiç? İlk önce Şahoğlu konağını basmış, nişanlısını göremeyince de dedikoduların doğruluğunu anlamıştı. İlk uçakla Trabzon'a uçarken, öfkeden yerinde dahi duramıyordu. O ikisini bulduğu yerde öldüreceğine ant içmişti, hem de kendine verdiği yeminini unutarak; ama plan dışında gelişen olaylardan bir haberdi bu öfkesi... Gecenin 11'i demeden dayandı bizim genç çiftlerin kapısına. Korkutmamak amaçlı yavaşça vurmuştu; ama içindeki yangınlar hepsini teker teker yakacak boyuttaydı. Oysa bilmiyordu... O kapının ardındaki kıza ilk görüşte vurulacağını... "Kim o?" sesinin ardından, yumuşak bir tonla "Ben!" dedi Diyar. O bile kendine hayret etmişken, bir de ben cevabının saçmalığına sinirlenmişti. "Sen kimsin?" sesi geldi kapının ardından. Diyar ise sesini düzeltip "Yemek siparişinizi getirdim." dedi. "Toprak abi, senin siparişin var mıydı?" diye bağırdı içerideki kadın. Açmamakta direttikçe diretiyordu ve Diyar sinirden köpürüyordu. "Evet Mihriban. Yemek siparişi vermiştim." cümlesinin ardından kilitler peş peşe açılmış, kapı sonunda aralanmıştı. O aralıktan kafasını uzatan buğday tenli, kehribar gözlü kızı gören bizim oğlan, diyeceği kelimeleri dahi unutmuştu... "Siparişiniz nerde, göremiyorum da?" dedi güzel yüzlü kız; ama bizim oğlan dalmıştı. "Beyefendi size diyorum! Siparişi alabilir miyim?" Diyar kendini silkeleyerek "Çekil şurdan!" diyip kapıyı itiklemeye başladı. "Ula! Ula bas git!" "Aç kapıyı fena olacak!" Diyar istese tek hamlede kapıyı açardı ama kızın canını acıtmak istemiyordu. "Toprak abi! Hırsız var imdat!" diye bağıran kadının ağzına elini uzattı Diyar. "Sus be kadın! Ben, benim olanı almaya geldim sus!" "Kimmiş senin olan? Ay hayır! İmdat! Dağ ayısı beni kaçırıyor imdat! Yardım edin! Ben onunmuşum yardım edin!" dedi ve durup Diyar'ın yüzüne baktı. "Ben senin miyim? Babam mı verdi beni sağa? Uu habunu da mi edecektu bağa? Altı üstü 22 yaşındayım, sanki 30 olmuşum!" diyerek yakınmasına devam etti. "Ne oldi Mihriban? Nedu sesun tutmuş buralari?" Ve ilk kurban ufukta gözükmüştü... "Abi habu adam bi şeyler yaveley. Ben onunmuşum falan filan..." Ailenin rahatlığı, olayı şakaya vurması Diyar'ın tuhafına gitmişti. Bu kadar tantana yetmişti bizim Doğulu oğlana. Belindeki silahı çıkararak Toprak'a doğrulttu. "Nerde lan Berivan?" diye bağırdığında Mihriban "Ha... Ben değilmişim ya..." dedi. Toprak, Mihriban'ı içeri sokarken, karşısındaki kişinin kim olduğunu az buz tahmin edebiliyordu. "İndir silahını, öyle konuşalım koçum!" dedi Toprak. "Nişanlımı ver, ben de gideyim!" Toprak bu, durur mu hiç? Bizim bir diğer oğlanın damarlarında Karadeniz kanı deli akıyordu anlaşılan... "Ağır ol lan! Berivan benim karım, kimsenin nişanlısı falan değil!" demesiyle Diyar kapıyı sert tekmeyle sonuna kadar açıp içeri girdi. Toprak tutmaya çalışsa da salona çoktan geçmişti. Gözü ilk olarak Berivan'ı gördü. Berivan mışıl mışıl uyurken, köşede duran kıza takıldı bakışları. İğrenerek bakıyordu kendisine. Bakışlarını o kızdan alıp, Berivan'ın yanına doğru gidiyordu ki, Toprak durdurdu. "Geri bas lan! Uzak dur karımdan!" İkisi de kafa kafayaydı. Berivan sonunda güzellik uykusundan uyanıp, karşısında hiçbir açıklama yapmadan bırakıp gittiği adamı görünce gözlerini ovuşturdu. Hızla yerinden kalkıp, geri geri kaçmaya çalıştı. "Oo uyandın mı Berivan hanım? Düğününüze nişanlınızı çağırmayı unutmuşsunuz!" "Bak hâlâ nişanlı diyor! Karım lan o benim!" "Karısı onun!" diyerek kafa sallayan kadına baktı Diyar. Ne kadar rahat bir kadındı bu! Diyar, kadının olduğu yerde kan akıtmayı sevmediği için Toprak'tan ayrılarak "Yarın atacağım konuma gel ama tek gelme! Cenazeni taşıyacak bir kaç kişi daha getir!" diyerek yan tarafta bulunan kehribar gözlü kıza kaçamak bakışla bakıp kapıya doğru ilerledi. Ne olacaksa olacak, Toprak bunun cezasını ödeyecekti. Diyar'ın kitabında kadına el sürülmezdi. Bu yüzden işini Toprak ile görecekti. *** Attığı konuma ailesi ile gelen Toprak, babasını zor ikna etmişti. Abisi ve Kuzey her ne olursa olsun, kardeşlerine arka çıkmıştı. Yıldız'da gelmek istese de, Çınar'ın tek bakışıyla durmuştu yerinde... Koroğlular'dan tek Diyar vardı. Aşiretinin başı, ailenin tek varisiydi bizim Mardinli oğlan. Kararları tek başına aldığı için, diğerlerine ihtiyaç duymamıştı. Kurtlar'dan ise İdris baba, Çınar, Toprak, Kuzey ve amcaları Yakup vardı. Şahoğlular'dan da Baran, Mehmet Ağa ve Baran'ın en büyük abisi Süleyman vardı. İdris bu erkek meclisinden sıkılmıştı artık! Bu yaşına kadar ne meclis görmüştü ne de berdel töresi... Yerinde otururken, öfke ile ortanca oğluna bakıyordu. Onu soktuğu bu rezil durumdan hoşnut değildi ama neticede oğluydu, kanını taşıyordu... Ve Diyar söze başladı... "Siz bizim töreleri bilmezsiniz İdris Ağa!" diyen Diyar'a "Biz de Ağa yok! Abi desan yeterlu genç adam!" dedi İdris. "Bizim töreleri bilmezsin İdris abi! Aslında bunun töreyle alakası yoktur! Hangi ilde görülmüş, nişanlı kızın kaçırıldığı he?" diye bağırdığında Çınar tam ayağa kalkıyordu ki, amcası durdurdu. "Haklisun oğlum!" dedi İdris, mahcubiyetle... "Haklıysam oğlunun canını almama razısın demektir değil mi İdris abi?" cümlesiyle ortam buz kesti. Abisinin canı bağışlansın diye kendi hayatını dahi feda eden Yıldız, gizlendiği yerden duyduğu cümle ile şoka uğradı. Evet... Siz belki abartı bulacaksınız; ama biz Karadeniz kadınları aklımıza koyduğumuzu yapar, kural tanımayız. Yıldız kural tanımayarak, Mihriban'ı da yanına alarak Çınar abisini gizliden takip etmişti. Etrafta koruma yoktu, çünkü burası Mardin değildi. "Bırak Mihriban!" dedi Yıldız. "Az dur Yıldız! Zaten aldın getirdin bizi buraya!" "Ya ne edecektum? Evde kalsaydım çatlardım meraktan... Hem baksana ne diyor? Toprak abimin canını alacakmış! Ben habu pos biyuklu için mi kendumu feda ettum? O yüzden bırak beni!" dediğinde Yıldız saklandığı yerden çıkmış, Mihriban'da el mecbur peşine takılmıştı. Yıldız kural tanır mıydı? Hayır! Yıldız'ı ilk gören Çınar olmuştu ve doğal olarak öfkeden köpürmüştü. Ortamdaki herkes Çınar'ın baktığı yöne baktığında şok olmuştu zaten... Baran ise hepsinden fazla sinirli gibiydi. Diyar'ın bakışlar, arkaya saklanan kıza kaymıştı. Buraya kan akıtmaya gelmemişti ama kızı görünce aklına gelen planla işi lehine çevirecekti. Gözlerini korkutup, memlekete geri dönecekti. Mardin'dekilere 'Namusumu temizledim!' dese de, bunu asla yapmayacaktı. Diyar, babasının törelere kurban gittiği günden beri yeminliydi kimseyi vurmamaya... Herkes Toprak ve Berivan'ı öldü bilecek, ikisi de bir daha Mardin'e ayak basmayacaktı. Zaten memleketlerde ayrı olduğu için, çoğu buna inanacaktı; ama onun kalbi her şeyi değiştirmişti. Buzlar kralı Diyar Koroğlu, Karadenizli bir kıza ilk görüşte vurulmuştu. "Asla asla asla!" diyerek bağırdı Yıldız. "Kendi hayatımı feda etmişken, abimi senin kör kurşununa asla kurban edemem!" Diyar alayla baktı karşısında dikilen 1.65 kadına. Boy küçük, dil pabuç kadar! Çınar ayağa kalkıp Yıldız'ı çıkarmak için çabalarken, Diyar ayağa kalkarak "Madem kan aksın istemezsiniz, o zaman o kızı alacağım!" diyerek Yıldız'ın tarafını gösterdi. Bunu gören Baran öfke ile yerinden fırlayıp Yıldız ile Diyar'ın görüş açısını kapattı. "Yıldız benimdir Diyar! O benim sözlümdür!" dedi. İçi saman alevi gibi yanarken, bulunduğu ortamın ciddiyetinden ötürü kendini dizginlemeye çalışıyordu. Diyar bir kaç santim yana kayarak kafasıyla Mihriban'ı gösterip "Onu isteyen kim? Ben bu kızı istiyorum." dedi ve tüm bakışlar kedi yavrusu gibi duran küçük kıza kaydı... Mihriban'ın babası Yakup ve İdris hışımla ayağa kalkarken, Kurt ailesi bir kurban daha vermek istemiyordu. "Sen ne diysın uşak? Törene de sağa da başlarum ula!" Hadi tutun bakalım Yakup amcayı, tabii tutabilirseniz... Direk Diyar'ın yakasına yapışmış, tüm gücüyle silkeliyordu. Mehmet Ağa ise şaşkındı. Böyle töre yoktu, böyle kural hiç yoktu. Diyar'ın amacını anladığından sustu ve bilmemezliğe vurdu. Aşık adamın hâlini anlayarak, kan akmasındansa böyle olmasını tercih edip sustu... "Bırak yakamı be adam!" diye bağırarak sertçe ileri itti Yakup amcayı, Diyar. "Size seçenek sundum! Ya kızı verirsiniz ya da Toprak'ı... Kız bana gelirse Toprak yaşar; ama kız bana gelmezse Toprak, toprağa girer!" dedi, çok normal cümle kuruyormuş gibi. Hepsi donup kalmıştı. Diller lal olmuştu sanki. Her geçen gün törelere kurban giden, o yaşamdan uzak Karadenizliler vardı bu ortamda! Mihriban olayı kavramaya çalışırken, karşısındaki adamın ona aşık olduğunu idrak edememişti. Herkes susmuş, sadece gözler konuşuyordu. Baran kendi nişanlısına, Diyar ilk görüşteki aşkına bakıyordu. Kuzey ise kalbinde ki Doğulu'yu düşünüyordu. Çınar... Ah zavallı üzümlü kekim... O ise sabah kapısına boşanma tebligatı yollayan inatçı karısıyla meşgul ediyordu zihnini... Yıldız, Mihriban'ı; Mihriban ise olayları tartıyordu. O her şeyi şakaya vuran bir kız olduğu için, komiklik dahi barındırmayan bu olay onu bile korkutmuştu. İşte hikâye şimdi başlıyordu! Bu hikayede, birbirine uzak olan, birbirinden kız alıp kız vermeye pek sıcak bakmayan iki yörenin hikâyesi! Onlar; bu kuralları aşarak sevda denizine düşmüş, kurtulmak için de gözünün ilk gördüğüne tutunmuştu. Belki geç olacaktı aşkları... Belki yarım kalacaktı bazı sevdaları... Kim bilir, belki de mutsuz sonla bitecekti bir kaçının hikâyesi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD