Naya'yı arkamda bırakıp yavaşça yürüdüm Lewis'e doğru.. Bir adım attım. Onu ilk gördüğüm anı hatırladım. Muhafızlardan kaçıyordu. Onu çocuk sandığım için bana kızmıştı. Bir adım daha attım korkarak.. Sinirlendirdiğim gün delicesine koştuğumu hatırladım. Minik ama iri olan o adam kocaman bir şeye dönüşünce nasıl da paniklediğimi hatırladım. Bir adım daha attım. Korktum. Beni kan emicinin elinden kurtardığı o anı hatırladım. Şimdi tam önümde yerde kanlar içinde yatarken benim onu kurtaramadığımı fark ettim.
Dizlerimin üstüne çöktüm. Gözleri açıktı. Göz bebekleri büyümüş ve gözleri kızarmıştı. Donuk bir şekilde gökyüzünü izliyordu. Dudakları hafif aralık kalmış ve çenesine doğru kan akıyordu.
Vücuduna baktım. Göğsünde çarpaz bir şekilde uzunca bir yara izi vardı. Sanki oldukça büyük bir hayvan ona pençelerini savurmuş gibiydi. Ellerimi uzatıp yarasına bastırdım. Ellerim yarayı kapatmaya yetmedi. "Lewis... Uyan. Bana yardım etmen gerekiyor... Uyan hadi."
Kıpırdamadı. Ellerimi daha çok bastırdım. Daha çok... Kan durmadı. "Lewis bu şaka hiç komik değil. Bak.. Bak gülmüyorum ben hadi." Ağladım. Ellerimi açıp şifa büyüsünü yaptım. İyileş Lewis. Sen çok güçlü bir adamsın.
"İşe yaramaz. Bir Bloodie saldırmış ona." Aisy konuştuğunda ona döndüm. Ayağa kalktım. Yanına gidip kolundan tutup çektim onu.
"Dene hadi. Sen daha güçlüsün sen dene. Hadi." Umutsuzca Lewis'e baktı. Yere eğilip eliyle gözlerini kapattı. Arkadaşının alnına bir öpücük bırakıp bir adım geriye gitti.
"Ne yapıyorsun sen?! Denesene!" Kolunu çekiştirip onu Lewis'in yanına oturttum. "Dene hadi. Dene."
"Eris onu kurtaramayız. O gitti!"
Kafamı iki yana salladım. Gitmedi. Gidemez. Hem o ölümsüz olduğunu söylemişti. Ölemezdi ki. Ölemezdi. Naya'ya döndüm. Hala olduğu yerde ağlıyordu. Yanına yaklaştım. Kollarından tutup sarstım onu. "Naya bana bak! Sen gökyüzünden geldin. Orada bunun bir çaresi olduğunu duymuş olmalısındır. Duydun değil mi? Var değil mi? Söyle!"
Gözlerini Lewis'ten ayırıp bana baktı. Korkmuştu ve hala ağlıyordu. Titreyen sesiyle cevapladı. "V-var. Evet var."
"Ne olduğunu söyle. Hemen yapacağım."
Hızlıca Lewis'in yanına gitti. Üstündeki ceketi çıkarıp Lewis'in yaralarına bastırdı. "Onun bedenini koruyacağım." Arkasını dönüp bize baktı. "Ona saldıran bloodie'yi bulup öldürmeniz gerekiyor." Tekrar Lewis'e döndü. Elini kaldırıp avucunu Lewis'in başına koyup büyü yaptı. "Vücudu..." Derin bir nefes verdi. "Vücudu çürümeden halledin. Başka şansımız yok."
Kafamı salladım. Bunu yapabilirdim. Ama bloodieleri nasıl bulacaktık. Ona saldıran kimdi nasıl anlayacaktık?
"Hadi gidelim."
"Bulamayız." Aisy'e baktım. Geldiğinden beri Lewis için ne üzülmüş ne de bir şey yapmak için çabalamıştı. Üstelik belki de aramızda Lewis'i en çok o seviyordu.
"Senin neyin var Aisy?! Hiç denemeden onu ölüme mi terk edeceksin?!" Bu kadar kaygısız olması sinirlerimi bozmuştu.
"Bloodieleri bulman çok zor. Ona eziyet etmeyin. Gereğini yapıp onu uğurlamalıyız."
"O ölümsüz Aisy." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bağırmak ya da ağlamak istemiyordum. "O ölümsüz. Onun hala bir şansı var."
"Bloodie'yi bulamayız Eris. Neden anlamak istemiyorsun? Ona daha fazla acı çektirme."
Yanına yaklaştım. Umursamaz bakışlarını kaçırmadan bana bakıyordu. "Sen istersen burada kal. Ama ben onu kurtaracağım Aisy!"
Arkamı dönüp ormanlık alana doğru yürüdüm. Lewis'in ölmesine izin veremezdim.
"Ona iyi bak."
Aisy arkamdan gelmeye başladığında sonunda doğru olanı yapmıştı. Güneş doğmadan o bloodie'yi bulacaktık. Bulmalıydık.
***
İki saattir ormanın içinde dolanıyordık. Ama bir hayvan bile görmemiştik. "Yok! Yok hiçbir yerde yok!" Nerede bu kan emiciler..?
"Sen onları bulamazsın. Onlar seni bulur." Haklıydı. Ama ne yapacaktık ki başka?
"Zamanımız azalıyor." Durdum. Ellerimi belime koyup nefeslendim. "Ne yapacağız?"
"Aptal olmayıp lafımı dinlemeliydin."
"Lafını dinleyip onun ölmesine izin vereceğimi mi sandın?!" Kafamı çevirdim. Sinirlerimi bozuyordu. Bu kadar umursamaz olmak zorunda mıydı? "Ne oldu sana? O şatoda sana bir şey mi yaptılar da bu kadar umursamaz birine dönüştün?!"
"Ben hep böyleydim. Umursadığım tek şey ailem." Sen hep böyle değildin.
"Her şey bir rol müydü?"
"Hayır. Sadece sen aptalsın. Anlayamadın." Gözlerimi kapattım. Bugün nesi vardı bunun?! Yanına yaklaşıp kollarından tutup kendime çektim.
"Sana inanamıyorum! Sen gerçekten bu kadar kötü müsün?!"
Gülümsedi. Bu içten sıcak bir gülümseme değildi. "Belki de şüphelerinde haklıydın Eris. Belki de kötü bir geçmişe sahip olduğum için uyutuldum."
"Sen ne diyorsun?!" Bu gerçek değildi. O iyi biriydi ve bunu hepimiz biliyorduk. Şimdi neden böyle söylüyordu.
"Yanıldın Eris. Çok fena yanıldın." Onu ittim. Sendeledi. Yalan söylüyordu. Yalan...
"Senden nefret ediyorum Eris." Elini açıp avucunda bir hançer oluşmasını sağladı. Hançeri sıkıca tuttu elinde. Beni öldürecek kadar nefret mi ediyordu? Bu zamana kadar yaşadığımız her şey roldü demek? Neden ama? Neden?
"Dur Aisy." Ellerimi açtım. "Dur yoksa ben de durmayacağım." Dur artık.
Sesli bir şekilde gülmeye başladı. Delirmişti. "Ne o Eris bey, sinirlendin mi?" Evet. Sinirlendim. Hayal kırıklığına uğradım.
"Güzel. Seni sinirlendirdim sonunda." Elindeki hançerle bana doğru yaklaştı. "Adil bir dövüş olacak o halde."
Elini kaldırıp hançeri kalbime saplamak üzereyken elini tuttum. Durmadı. Saplayıp beni öldürmek için kendini zorladı. Diğer elimle yumruğunu tutup hançeri ona doğru çevirdim.
"Beni buna zorlama Aisy. Dur artık!"
Durmadı. Elini havaya kaldırıp rüzgara sertçe vurdu. Savrulup yere düştüm. Üzerime doğru geldi. Ona karşı hiçbir şey yapamıyordum. Onun kadar pervasızca saldıramıyordum. Üzerime doğru gelip yere çöktü.
"Öl artık!" Hançeri bir kez daha kaldırdı. Bir kez daha indirdi hedefine. Ölemezdim. Lewis'i kurtarmam lazımdı. Ölürsem bunu yapamazdım. Gücümü kullandım. Ellerini dondurdum. Hançerle beraber eli donmuştu. Durmadı. Bağırarak elini çözmeye çalıştı. Büyü yapmadı. Fiziksel gücüyle elini açmaya çalıştığında bir çatırdı duyuldu. Elini kırmıştı. Parmaklarını kırmıştı. Durmayacaktı.
Elindeki hançeri elime aldım. Onu yere yatırdım. Beni buna zorlama demiştim Aisy. Ellerini tutarken güldü. "Korkaksın sen!" Korkak değildim. Sana kıyamıyordum sadece. Sana kıyamıyordum.
"Öldür beni hadi!" Hançeri elimde sertçe tuttum. Durman gerekiyor Aisy. Sapladım. Dur Aisy.
Kalbinin biraz üstü kırmızıya boyanırken gözünden bir damla yaş aktı. "Beni öldürmedin." Sesi titremişti.
Gözümden bir damla yaş geldi. "Seni öldüremem."
Gülümsedi. "Kan kokusunu almış olmalı. Birazdan burada olur."
"Ne diyorsun sen?"
"Bloodieler... Kan kokusuna karşı koyamazlar. Nefretle akan bir kana asla karşı koyamazlar."
Ayağa kalktım. "Hepsi birer rol müydü?"
"Seni sinirlendirmem gerekiyordu. Başardım."
Sen delisin. "Başardın. Başardığın için sana çok kızgınım."
"Uzaklaş. Seni görmesinler."
"Seni burada yem olarak bırakamam."
Gülümsedi. "Kurtarırsın o halde beni. Git hadi."
Kafamı salladım. Ağaçların arasında kendimi kaybettirdim. Uzaklaşıp yerde yatan Aisy'i izledim. Kırık elleriyle kanayan yere bastırdı. Gözlerini kapattı. Canı yanmıştı.
Hışırtı sesleriyle etrafı taradım. Karanlıkta hiçbir şey görünmüyordu. Ses giderek yaklaştı. Aisy bloodielerin her görünümde olduğunu söylemişti. Çığlıklarıyla hipnotize edip senden yardım isterler demişti. Fakat karşımızda çığlık atan bir bloodie yoktu. Bu bir hayvandı. Yarı hayvan yarı insandı.
Ağaçların arasından dört ayak üstünde yaklaştı Aisy'e doğru. Yüzü tüylüydü. Kaplana benziyordu ama insansı bir yüze sahipti. Yeşil gözleri hedefine dönüp tısladı. Kükrediğinde ağzından mavi bir duman yayıldı.
"Bir büyücü kızı ha? Neden kanamanı durdurmuyorsun oyunbaz küçük?"
Aisy kıkırdadı. "Belki de ölmek istiyorumdur artık."
Kaplan ona doğru biraz daha yaklaştı. Ön patisini Aisy'nin kanayan yerine bastırdı. Aisy'nin canının yanmasıyla küçük bir çığlık döküldü dudaklarından.
"Yalancısın büyücü."
"Sen de çok çirkinsin." Kaplanın yüzü gerildi. Dişlerini çıkarıp kükredi. Pençelerini çıkardığında yanındaki ağacı ateşe verdim. Ateşi görünce etrafına bakıp kaçmak istedi. Aisy'nin üstünden kalkıp geldiği yöne doğru koştuğunda orayı yaktım. Arkasını döndüğünde saklandığım yerden çıktım. Kaplanla kendimi bir ateşten çemberin ortasında bıraktım.
"Oyun olduğunu anlamalıydım."
"Lewis'e sen mi saldırdın?!"
"Lewis kim büyücü? Bugün kanının tadına baktığım yakışıklı büyücüden mi bahsediyorsun?
"Seni pislik... Seni öldüreceğim."
"Bence öldürmeyeceksin büyücü. Arkadaşının kanı ve gücü bedenimdeyken beni öldüremezsin. Ben kan kaybedersem o da kaybeder."
Naya onu öldürmem gerektiğini söylemişti. Ama bu hayvan şimdi neler söylüyordu böyle?
"Bana inanmıyor musun? Yap o halde. Yap da arkadaşının ölümünü seyret."
Kafam karışmıştı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Onu alıp Naya'nın yanına mı götürmeliydim? Naya ne yapacağımı söylerdi bana.
"Seni hipnoz etmesine izin verme Eris."
Zihnimde Aisy'nin sesini duydum. Bu kaplan müsveddesi beni hipnoz etmeye çalışıyordu. Ve neredeyse ona kanmak üzereydim.
Sıcaklığından kavrulduğumuz ateşi kendime doğru çekmeye başladım. Ateşi bedenime hapsettim. Onu yakmak istiyordum. Kafamın içindeki bir ses beni durduruyordu. "Onu öldürme Eris. Lewis ölecek."
"Yapmayacaksın." Kaplan kendinden emin bir şekilde konuşup bir adım geriye gitti. Yapamıyordum. Zihnimi ele geçirmesine izin vermiştim.
"Onu dinleme Eris!!"
Kaplan tıslayarak Aisy'e döndü. Aisy hala kanlar içinde yerde yatarken kaplan ona doğru zıplayıp üstüne atladı. Pençesine kaldırdığında içimdeki ateş hem beni hem onu yakmaya başladı. Güçlü bir ateş dalgasını üstüne gönderip onu havaya fırlattım. Ellerim hala ateşi kontrol ederken kaplanın içindeki ateşi bir dinamit gibi patlattım.
Kaplan havada parçalara ayrıldığında Aisy'nin yanına gittim. Kaplanın parçaları yere düşerken onu kucağıma alıp su kalkanının içinde ikimizi de korudum.
"Bu gördüğüm en iğrenç şeydi."
Havaya baktım. Patlayan bedenden çıkan et parçaları yere düşerken gökyüzü kırmızıya boyanmıştı adeta. Havada kan tanecikleri asılı dururken mavi bir duman bulutu hızla bulunulduğumuz yerden uzaklaşmıştı.
"Yanıyorsun."
Aisy'e döndüğümde onu yavaşça yere bıraktım. Gerçekten de sıcaktım.
Ellerimi havaya kaldırıp onu iyileştirmek istediğimde elimin üstüne elini koydu. Kırıkları yüzünden elimi sıkamıyordu bile. "Boşuna uğraşma. Nefretle açılan yaralar büyüyle iyileşmez."
Gülümseyip cebinden çıkardığı mendili yarasının üstüne bastırdı. "Evde tedavi olurum. Küçük bir kesik hem zaten."
Gitmek üzereyken canını yakmamaya çalışarak elini ellerimin arasına aldım. "Nefretle açılan yaralar büyüyle olmasa da sevgiyle iyileşebilir." Gözlerimi kapattım. Kalbimden geçen tüm hisler bedenime yayıldı. Ellerimin arasındaki ellerine tüm gücümü verdim. İyileşmesini istedim. Gözlerimi açtım.
Ellerimden kırmızı dumanlar yükseliyordu. Avuçlarımın arasındaki elinin üstünde gezdirdim elimi. İşe yarıyordu. Şaşkınca bana bakan Aisy'e döndüm. Bu sefer elimi yarasının üstüne bastırdım. İyileş benim küçük Aisy'im...
Gözlerini kapatıp bedenindeki güç dalgasına alışmaya çalıştı. Tekrar gözlerini açtığında irisleri bir anlığına kırmızı olmuştu.
"Bana az önce güçlerinden verdin farkında mısın?"
"Sana her şeyimi verebilirim Aisy."
Elini ellerimden çekti. "İstemez. Kendine dikkat et. Kimseye gücünü verme bir daha."
Yanımdan geçip giderken bir kez daha inadını kıramadığımı fark ettim. Affetme sen beni Aisy. Asla affetme zaten.