İyi bir uykunun ardından kendimi oldukça dinç hissediyordum. Bugün belki de bizim için milattı. Bugünden öncesi ve sonrası vardı. Umarım sonrası öncesi kadar kötü olmazdı. Karanlığın sakladığı tüm gizem aydınlıkla beraber gün yüzüne çıkacaktı bugünden sonra.
Bahçeye çıktığımda Naya'yı ayakta, ellerini birleştirmiş bir vaziyette yakaladım. Gözlerini kapatmış, yoga yapıyordu sanırım..? Yanında durup onun gibi ellerimi birleştirip gözlerimi kapattım. Şimdi ne yapılacağına bakmak için tek gözümü açıp onu izlemeye başladım.
"Ne yapıyorsun?" Gözlerini açmadan konuşmaya başlamıştı.
"Senin yaptığın gibi yoga yapıyorum işte." Yanlış bir şey mi yapıyordum yoksa? Ellerini ayırıp gözlerini açtığında bende onun gibi yaptım.
"Bazen gerçekten bir gökyüzü büyücüsü olduğuna şaşırıyorum." Ne varmış bu kadar şaşıracak sanki hah... Sadece onu keyiflendirmek istemiştim ama yine aptal konumuna düşmüştüm.
"Hadi çalışalım biraz." Kafamı salladım. Bakalım bugün neler öğreneceğiz.
"Ben küçükken gökyüzü büyücülerini izlerdim her zaman. Onlara hayran olmamak mümkün değildi. Büyü değil de sanat yapıyorlardı sanki. Elleri rüzgarı delip geçerken bir ses duyardım hep. Rüzgarın narince ikiye ayrılırken çıkardığı hışırtı. Her zaman çok hoştu." Çocukluğuyla ilgili bir anıyı anlatırken gözlerinin içi gülüyordu adeta. Çocukken her şey güzeldi.
"His. Muhtemelen biliyorsun hissetmek çok önemli." Geldiğimden beri ne yaptıysam hepsi bu sayede olmuştu zaten. Aisy'nin bana ilk öğrettiği şey buydu. His.
"Dört elementi yönetmeyi başardın. Şimdi sırada Aisy gibi ışınlanma var."
"Herkes ışınlanamıyor mu?" Bunu Aisy yaptığı için tüm büyücülerin yapabildiğini düşünmüştüm.
"Hayır. Sadece Aisy yapabiliyor. Tılsımı sayesinde. Babası sayesinde."
"Babası oldukça güçlüydü anlaşılan."
"Kral Karan'ın soyu güçlüydü. Kral Karan bir gökyüzü büyücüsü ve insanın beraberliği sonucunda dünyaya gelmiş melez bir varlık. Gökyüzü büyücüsü kadar güçlü, bir insan kadar zeki... Kral Karan bambaşkaydı."
Bir gökyüzü büyücüsü ve insan nasıl beraber olmuş olabilir ki... Bu mümkün müydü? "Nasıl olur bu? Gökyüzü büyücüleri yeryüzüne inemez ki. Nasıl bir insana aşık oldu?"
Gülümsedi. "Gökyüzü büyücüleri istedikleri şeyleri yapabilir. Seni de dünyaya gönderen onlar değil mi zaten? Onlar her şeyi yapabilir."
Yine de doğal dengenin korunmasına bu kadar dikkat edip bir insan soyluyla beraber olması beni şaşırtmıştı. Konu aşk olduğunda kuralların pek bir önemi olmuyor demek ki. Konu aşk olduğunda hiçbir şeyin önemi kalmıyor.
"Aisy'nin annesi peki? Ondan hiç bahsetmedin? O normal bir büyücü müydü?"
Kaşlarını sorarcasına kaldırıp gülümsedi. "Sence? Kral Karan şehirler arası yolculuk yaparken sizin şehrinizde aşık olmuş eşine. Aisy'nin annesi bir insandı. Sıradan bir insan."
"Aisy biliyor mu bütün bunları?" Bana hiç bahsetmemişti. Tılsım ona bunları söylemiş miydi?
"Mutlaka biliyordur. Aisy'nin bilmediği çok az şey var."
"Her şeye rağmen oldukça güçlü biri."
Kafasını salladı. Artık işimize dönmemizi ister gibi bir hali vardı. "Devam edelim hadi."
***
Yorulduğumda kendimi çimlere bıraktım. Defalarca kez denemiştik. Kendi şehrime gitmiştim. Başka şehirlere gitmiştim ve bu oldukça korkutucuydu. Bu kadar şehir olduğunu bilmiyordum ve her şehrin farklı bir gizemi vardı. Sadece canavarlara ait bir şehir bile vardı. Nasıl kaçtığımı bile hatırlamıyordum. Fiziksel bir güç gerekmese bile bu yolculuk epey yormuştu beni.
Naya da hemen yanıma oturuvermişti. Kafamda dönüp dolaşan bir soru vardı. Belki de sormamam gerekiyordu. Belki de ona saygı duymam gerekiyordu ama içimdeki merak dürtüsüne engel olamıyordum. "Naya?"
"Efendim?"
"Dün dedin ya hani... Hayatını mahzende geçirmiş bir elçi... Ne oldu?"
Güldü. "Ne yaptım da o karanlık mahzeni hak ettiğimi mi soruyorsun?"
Doğruldum. Kafamı hayır anlamında salladım. Belki de evet bunu merak etmiştim ama bu şekilde söyleyemezdim.
"Sadece merak ettim. Bir elçi neden mahzene atılır ki..?"
"Elçi olmadan önce bende bir büyücüydüm. Burada." durdu. Derin bir nefes verdi. "Kral Dias'ın tahta geçtiği dönemlerde babamı yanına çağırmıştı. Babam bu şehrin önemli büyücülerindendi. Oldukça güçlü ve hırslı bir büyücüydü. Baya hırslıydı. Kızının bedenini ve ruhunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanacak kadar hırslıydı." O anı anlatıp tekrar yaşamak onu üzmüştü. Ağlamaya başladığında keşke sormasaydım diye düşündüm. "Babam Kral Dias'la anlaşmıştı. Ruhumu ona verdi. Bedenimiyse kendi aldı. Küçücük bir çocuktum daha. Çok küçük... Ama o bedenimi kara ruh avcılarının ele geçirmesine izin verirken tereddüt bile etmedi. Bütün büyücü çocuklarını öldürdüm. Hepsini. Tek tek öldürdüm. Acımadan. Daha sekiz yaşında bir çocuğun üstü başı kan olmuştu. Ellerim kan olmuştu. Kanı görmeyi sever olmuştum. Bundan zevk almaya bile başlamıştım."
"Baban bunu sana neden yaptırdı?"
"Kendisi yapamazdı çünkü. Kurban olarak beni seçti. Kralla bir olup büyücülerin ruhlarını çalarken ben de çocuklardan kurtuldum işte. Onların şimdi ne bedeni ne ruhu sağ. Onlar öldü." Boğazından bir hıçkırık koptu. Ellerini yüzüne kapatıp daha şiddetli bir şekilde ağlamaya başladığında yanına yaklaşıp sarıldım ona. Omzuna yavaşça vurup onu teselli etmek istedim. Ne kadar teselli olabilirse...
Beni uzaklaştırıp gözlerini sildi kazağının ucuyla. Az önce ağlayan kendisi değilmiş gibi güldü. "Nihayet ruhum bedenime tekrar kavuştuğunda babam ikinci kez kurban etti beni. Yapılan tüm günahların bedeli olarak gökyüzü büyücülerine adak olarak sundu beni. Yağmurlu bir gündü. Sönmeyecek bir ateş yakıldı. Ateşin tam ortasında küçük bir ağaç vardı. O ağaca bağlamıştı beni. Yanmamı istedi babam. Tüm günahları üzerime yıkıp beni ateşin ortasına attı." Hangi baba kızına bunları yapabilirdi? "Gökyüzü büyücüleri bu duruma kayıtsız kalmadı. Dengenin bozulacağını bile bile yeryüzüne indiler. Babamı cezalandırırken beni de yanlarına aldılar. Tabiki işler yolunda gitmedi. Konsey benim orada kalmama izin vermedi. Bir katilin gökyüzünde olması adil değildi çünkü." Derin bir nefes verdi. "Nihayet bir hizmetkar olmama karar verildi. Sabahları hizmet edip akşamları tekrar o mahzene kapatılırdım. Kurallar bazen çok katı oluyordu. Yine de o anlarda kendimi cennette gibi hissediyordum. Babamın yanımda olmadığı her an benim cennetimdi." Yutkundu. Yaşadığı şeyler hiç de kolay değildi. Hele de küçük bir çocuk için..
Ayağa kalkıp gülümsedi. "Aylaklık yaptığın aramızda kalacak." Konuştuklarımız aramızda kalsın der gibiydi. Peki, aramızda kalsın.
"Aisy ve Lewis ne zaman gelecek acaba?"
"Lewis geldi ki.. Sana söylemeyi unuttum. Sen ışınlanmaya çalışırken gelmişti. Biraz konuşup kasabaya gitti."
"Aisy? O gelmedi mi?"
"Hayır."
"Gidip baksam mı?"
"Saçmalama Eris. Kral senden nefret ediyor." Haklıydı. Ama Hera nefret etmiyordu. Onu görmeye gidebilirdim.
"Merak ediyorum ama... Kral ona zarar vermez değil mi?"
"Kralın Aisy'e ihtiyacı var. Ona zarar vermez."
"Yine de gideceğim."
Naya'yı arkamda bırakıp şatoya giden patikaya doğru yürümeye başladım. Ne vardı biraz etrafa bakınsam... Sadece bakınıp gelecektim.
"Eris gel buraya." Naya hala peşimden geliyordu. Durdum. Belki de aceleci davranıyordum. Biraz daha bekleyip öyle giderdim o halde.
"Tamam peki. Dediğin gibi olsun." Söz dinleyen uslu bir çocuk olacaktım. Naya ile beraber eve geçtik. Yarım saat geçti. Bir saat geçti. Aisy gelmedi. Hava kararmak üzereydi.
"Naya hala bekleyecek miyiz?"
"Çok geç oldu farkındayım ama gitmen tehlikeli olur."
"O halde sen git." Naya'nın gitmesi sorun olmazdı. Sonuçta o bir elçiydi.
Kafasını salladı. "Pekala. Ben gideceğim. Sen de burada kal. Sakın kıpırdama."
Dediğini yapmak zor olsa da onayladım. Ceketini giyip kapıyı açtı. "Kasabaya inip Lewis'e bak."
"Tamam birazdan çıkacağım."
Gülümseyip dışarı çıktı. Elimi saçlarımın arasından geçirip derin bir nefes verdim. Işıkları kapatmak için hareketlendiğimde Naya'nın çığlığını duydum. Hızla kapıya doğru koşup dışarı çıktım.
"Naya!"
Naya biraz ötemde ayakta dikiliyordu. Arkası dönüktü. Yüzünü göremiyordum. Bir kaç adımda yanına ulaştım. Sapasağlam duruyordu önümde. Ağlıyordu.
"Naya neyin var?!"
Cevap vermeyince omuzlarından tutup sarstım onu. "İyi misin?"
Elini havaya kaldırıp işaret parmağıyla arkamı işaret etti. Kafamı yavaşça çevirdim. Yerde biri yatıyordu. Yerde Lewis yatıyordu.