Aisy'nin doğum gününde gittiği uçuruma gitmeyi planlıyordum. Belki deniz, belki gökyüzü, belki rüzgar onu sakinleştirirdi. Onunla öyle güzel bir yerde konuşmak istemiştim. Ama yolda gördüğüm papatyalar buna izin vermedi. Aisy'i yavaşça omzumdan alıp papatyaların arasına bıraktım. Midesi gerçekten bulanmış olacak ki kendini papatyaların içine bıraktı. Saçları papatyalar arasında dağılmış, papatyalar ahenkle saçlarını süslemişti. Üzerinde yattığı papatyalardan daha güzel olduğunun farkında olmadan mızmızlanıp karnını tuttu.
"Midem bulanıyor senin yüzünden."
Yanına oturup bağdaş kurdum. Gözlerine vuran güneş ışıkları yüzünden gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Biraz daha yaklaşıp gölgemi kullandım. Gözlerini açıp karşısında olduğumu görünce yumruğunu sıkıp omzuma vurdu.
"Pisliksin." deyip doğruldu. Ayağa kalkmasına fırsat vermeden elini tuttum.
"Böyle mi devam edecek? Konuşmayacak mıyız?" Seninle ne kadar konuşmak istiyorum bir bilsen... Sana yaptığım hatanın bedelini ödemek için can atıyordum.
"Seninle konuşacak tek bir şeyimiz var. Onu da evde bıraktık." Naya ile ilgili olan konuşmadan bahsediyordu. Şu an burada olmasak evde neler yapacağımızı konuşuyor olurduk. İkimizin de buraya gelme amacı belliydi. Ama şu an her şeyi unutup sadece onunla konuşmak istiyordum. O ise yüzüme bile bakmıyordu.
"Aisy... Lütfen bana bak. Benden gözlerini kaçırma." İçimde nedenini bilmediğim hisler yüzünden bu durum beni öldürecek gibi hissediyordum. Benden kaçındığı her an ölecek gibi hissediyordum.
"Seni görmek bile istemiyorum Eris. Seninle konuşmak dahi istemiyorum Eris. Seninle şu an burada olmak bile istemiyorum Eris. Bırak artık beni."
"Farkındayım. Bak.. Ne desen haklısın biliyorum. Aptallık ettim. Büyük bir aptallık ettim. Senden beni affetmeni isteyecek yüzüm bile yok..." durdum. Ne söylesem umrunda olmadığımı biliyordum. "Ama n'olur bana böyle davranma. Benden gözlerini kaçırma." O gözleri görmeyi özledim.
"Neden özür dilemek için çabalıyorsun ki..? Sen haklıydın sonuçta. Yüzüme vurduğun için sana kırılacak değilim."
Kırıldın ama. "Aisy... Seni özlüyorum."
"Bu senin duygun ve senin başa çıkman gerekiyor. Benden bir şey yapmamı bekleme."
"Beni affetmen için ne yapabilirim?"
Etrafına bakındı. Papatyalara baktı. Denizin sesinin geldiği yöne baktı. Buruk bir gülümseme yerleşti yüzüne. Gözlerini yüzüme dikti uzun zaman sonra...
"Gerçekten seni öptüğüm yere mi getirdin beni?" Beni öptüğünü hiç unutmamışken tekrar anımsadım. Tekrar tazelendi belleğim. Tekrar hissettim ürkekçe beni öpmesini. Tekrar ve tekrar kalbim yine o hızla çarpmaya başladı. Tekrar istedim beni öpmesini... "Üstelik hala o kızın dudaklarının izi dudaklarındayken."
Hera'yı öpmek zorunda olduğum an geldi aklıma. O da unutmamıştı. Belki de benden daha çok nefret etmeye başlamıştı. Aptal Eris 2-0 geriden geliyordun işte.
"Biliyor musun? Artık sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Kırgın değilim. Ya da senden hoşlanıyor da değilim. Hepsinin birer çocukluk olduğunu fark ettim." durdu. Kafasını gökyüzüne kaldırıp gülümsedi yine. "Pardon.. Çocukluğunu yaşamamış biri çocukluk hakkında ne bilebilir ki?" Ayağa kalkmak için hamle yaptığında elini tutabilmek için hiçbir neden bulamadım kendimde. O eli tutmayı hak etmiyordum.
"Bu günden sonra sadece işimize odaklanalım. Ben ailemi bulacağım. Sende kendin hakkında öğrenmek istediğin her şeyi. Biz bir ekibiz. Ekip gibi davranıp bir an önce bitirelim bu işi."
Arkasını dönüp yürümeye başladığında yerimden kalkamadım. Aisy'imi kaybetmiştim. Benim olan tek güzel şeyi kaybetmiştim. Gözlerimi kapatıp akan iki damlaya izin verdim. Kalbim neden bu kadar acıyordu ki...
***
Geceye kadar o papatyaların arasında oturup durmuştum. Düşünecek çok fazla zamanım da olmuştu. Aisy'nin dediklerini düşündüm. Buraya ailesini bulmak için geldi. Amacımız oydu. O halde bu amaçtan sapmamalıydık. Duygularımızı belki de arka plana atmalıydık.
Artık onun beni affetmesini beklemeyecektim. Sadece işimizi yapıp bu şehirden gidecektim. O da ailesiyle beraber mutlu olacaktı. Ben de o mutlu olduğu müddetçe mutlu kalacaktım.
Evin önüne geldiğimde ışıklar yanmıyordu. Naya ve Lewis beklemeyi bırakıp gitmiş olmalıydı. Aisy de odasında uyuyordu muhtemelen. Bu yüzden sessizce kapıyı açtım. Kapının gıcırdamasına izin vermeden yavaşça kapattım.
"Sonunda geldin."
Naya'nın yorgun sesini duyduğumda salona baktım. Aisy benim koltuğuma uzanmıştı. Lewis ise tekli koltukta sinirli bir şekilde bana bakıyordu. Sebebini tahmin etmek zor değildi. Naya ise ben girdiğimde ayağa kalkmış olacak ki ışığı yakmıştı.
"Neden gelmen bu kadar uzun sürdü?"
Bana sinirli Lewis ve benden nefret eden Aisy benimle konuşmadığı için şu an tek muhatabım Naya'ydı.
"Başına bir şey geldi sandık."
"Gelse buna üzülecek tek kişi sen olurdun sanırım." deyip gülümsediğimde Lewis kafama yastık fırlatmıştı.
"Aptalsın dostum sen." Bunu çok iyi biliyordum.
Mutfaktan sandalye getirip Lewis'in koltuğunun yanına yerleştim. Naya derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
"Aranızdaki meselenin hallolduğu ya da hallolmadığı umrumda değil. Bir daha ben konuşurken gitmeyin."
"Emredersiniz efendim."
Naya ciddi ifadesine devam ederken beni dövmemek için kendini tuttuğuna emindim. Başıma bir şey gelse üzülecek kişiler listesinden Naya'nın da adını silmiştim.
"Senin bir gökyüzü büyücüsü olduğuna gelelim."
Lafını kestim. "Bu önemsiz. Aisy'nin ailesini konuşalım." Aisy kafasını çevirip bana bakmıştı. İşime odaklanıyordum, tıpkı onun dediği gibi.
"Neden gökyüzü büyücüsü olduğun halde insan şehrinde doğup büyüdüğünü merak etmiyor musun?"
Fazlaca merak ediyordum. Ama şu an kendimi düşünmek istemiyordum. Aisy'nin bir an önce mutlu olmasını istiyordum. "Hayır." dedim düz bir sesle. İkna olmuş olacak ki Aisy'e döndü. Aisy yavaşça yerinden doğrulup oturdu.
"Aisy'nin ailesi ve diğer büyücüler... Kralın bedenine hapsettiği ruhlar..."
Aşağılık adamın gülerek söylediği şeyler geldi aklıma. Kalbini göstermişti. Hepsi içimde demişti. Aisy'nin ailesi de oradaydı. Bu yüzden kralı öldüremiyorduk.
"Önce onların bedenine ulaşmalıyız. Bedenleri bir yerlerde saklanıyor olmalı."
"Nerede peki?"
Naya soruyu soran Lewis'e küçümseyerek baktı. Biz gittikten sonra hiç iyi şeyler olmadığı kesindi.
"Sence bunu biliyor olsaydık şu an burada oturuyor olur muyduk?"
Lewis sinirle oturduğu yerde kıpırdandı. "İşe yaramaz gökyüzü elçisi!"
"Ne dedin sen?" Şu an ikisinin tartışmasını çekecek durumda değildim. Ayağa kalktım.
"Yarın konuşuruz. Şu an hiçbir şeyi algılayamıyorum." Aisy'e baktım son kez. Gözlerimiz buluştuğu an kaçırdı gözlerini.
"Pekala gidin uyuyun."
Naya'ya döndüm. "Odam yukarıda sağda. Orada kal bu gece. Yarın boşaltırım." Lewis'e döndüm. "Sen de koltukta idare et işte."
Aisy de ayağa kalktığında kapıya doğru yürüdüm.
"Sen nereye gidiyorsun?"
Lewis arkamdan gelmişti. "İşim var. Yatın siz."
"Ne işi?"
Lewis'i cevaplamadan açtım kapıyı. "İyi geceler." Kapıyı arkamdan kapatıp ormanlık alana doğru yürüdüm.
Uçurumun kenarına gidip denizin sesini dinlemek istiyordum. Şu an kafamdaki düşünceleri silecek tek gürültü dalgaların kayaya vurup çıkardığı sesti.
Ay ışığının altında yürürken bir gölge ilişti gözüme. Hiç kıpırdamadan öylece duruyordu ağaçların arasında. Yavaşça ona doğru yaklaştım. Küçük bir kız çocuğuydu. Üzerinde beyaz bir elbise vardı ayak uçlarına kadar uzanan. Saçları iki yanından örülmüştü. Bakışları donuktu ve gözlerini de hiç kırpmıyordu. Sadece beni izliyordu.
"Bu saatte burada ne arıyorsun çocuk?"
Konuşmadı. Elini açıp avuçlarından beyaz bir ışık süzülmesini sağladı. Işık giderek büyüdü ve etrafımızı sardı. Yer ayaklarımın altından çekildi. Havalanmıştım ama hareket bile edemiyordum. Karşımdaki kız çocuğu ellerini birleştirip ışığın kaynağını avuçlarının arasında sakladığında artık yerdeydik. Fakat artık ormanda değildik.
Dar bir sokak arasındaydık. Burası benim şehrimdi. Ve bu sokak Yura'nın beni öldürmeye çalıştığı ilk yerdi. Hafızamızın silindiği o yerdi.
Küçük kız çocuğu yürümeye başladığında peşinden gittim. Harabe bir evin önünde durduğunda kafamı kaldırıp oraya baktım. Oldukça yıkık dökük bu evde ne arıyorduk şimdi?
Kafamı tekrar aşağıya indirdiğimde küçük kız tam dibimde durup gözlerini büyüterek bana bakıyordu. Elini havaya kaldırdığında büyük bir güçle itilip dizlerimin üstüne çöktüm. Kızla şu an aynı seviyedeydik. Avucunu alnıma bastırdı. Başım şiddetli bir şekilde ağrımaya başladı. Zihnim karmaşık görüntüler sundu önüme. Hiçbirine bakmak istemedim. Başım patlayacak gibi ağrıyordu ve ben bana sunulan hiçbir görüntüye bakmak istemedim. Ellerimle kafama baskı uygulayıp bunun geçmesini bekledim. Yumruk yaptığım ellerimle kafama sertçe vurmaya başlayıp bu acıdan kurtulmak istedim. Acı giderek tüm vücudumu hapsettiğinde yere yığıldım.
Gözlerim kapanmadan önce sokağın başını dönen bir çocuk gördüm. Oldukça genç bu çocuk önüne aldığı taşı ayağıyla vurarak bu tarafa doğru geliyordu. Yanımdaki kız ona doğru yürümeye başladı. Elimi uzatıp kızı durdurmak, o çocuğa da zarar vermesini engellemek istedim. Çocuk iyice yaklaştı kıza. Durdu. Durdu ve çocuğu tanıdım. O çocuk bendim.
***
8 yıl önce - olay gecesi -
Ayağımdaki taşı kovalamaktan sıkılıp bıraktığımda karşımda bir kız çocuğu vardı. Bu saatte sokakta ne işi olabilirdi ki acaba? Üstelik bu sokaklar çok tehlikeliydi. Ona doğru yaklaşıp biraz önünde durdum.
"Yolunu mu kaybettin küçük kız?"
Bakışları oldukça hissizdi. Donuk bir ifadeyle yüzüme bakıyordu.
"Sen iyi misin?"
Bir şey demedi. Arkasını dönüp yürümeye başladı. Yıkık binanın demir, paslanmış kapısını aralayıp içine girdi. O evde yaşıyor olamazdı herhalde.
Eve gitmek için tekrar hareketlendim. Eve geç gidersem babam beni yine bir dolu sorguya çekerdi ve bunu hiç istemiyordum. Bu yüzden o küçük kızın o harabe eve neden girdiğini düşünmeyi bırakıp yürümeye devam ettim.
Çöp konteynerına elimdeki meyvesuyu kutusunu basket attığımda büyük bir çığlık duyuldu. Bu o küçük kızın sesiydi. Hızla arkamı döndüm. Kapının girişinde gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Bu artık korkutucu gelmeye başlamıştı.
Eve gitmeyi çok istediğim halde ayaklarım beni kıza doğru çekiyordu. Bahçe kapısını açıp harabe evin kapısının önünde onunla karşı karşıya durdum. Elini kaldırıp kapının arkasını işaret etti. İçeri girmemi istiyordu.
"Sonunda buradasın."
Beni mi bekliyordu? Beni neden bekliyordu ki? Yanından geçip içeri ilk adımımı attığımda minicik elleriyle kolumu tuttu. Gözlerindeki saflık kaybolmuş yerini simsiyah bakışlar almıştı. Bu durumda korkup bağırarak kaçmam gerekirken yerimden bile kıpırdayamıyordum.
"Ona dikkat et. Onlara dikkat et. Yura seni bulursa kaç."
Yura kimdi ve neden ondan kaçmak zorundaydım? Aklımı kurcalayan bu soruyla beraber içeri girdim.
Sokak lambalarının ve ay ışığının aydınlattığı bu harabe evde yavaşça yürüyordum. Kaç yıldır bu şekildeydi acaba bu ev?
Parlak bir ışık kaynağı gördüğümde o odaya yöneldim. Bir masa vardı bu boş odada. En ortada duruyordu. Yaklaştım. Üzerinde dolunay şeklinde bir kolye parıldıyordu. Işığı oldukça kuvvetliydi. Ellerimi uzatıp kolyeye dokundum.
Ani bir patlama ile duvara çarptım. Zaten harabe olan ev daha çok zarar görmüştü ve şu an yıkılmak üzereydi. Ayağa kalkıp kolyeyi alıp çıkışa doğru koştuğumda tiz kahkahalar duyuldu. Önümde siyah bir pelerinle yüzünü saklayan biri belirdi.
"Nereye gidiyorsun çocuk?"
Ellerini kaldırıp pelerini yavaşça açtığında korkudan arkaya doğru gidip yere düştüm. Gözlerimi sımsıkı kapatıp bir küfür savurdum. Bu hayatımda gördüğüm en korkunç şey olabilirdi.
Kafama harabenin yıkılan duvarından bir taş düştüğünde canım yanmıştı. Bu harabe ev yıkılmak üzereydi ve benim buradan kaçmam gerekiyordu.
Hızla ayağa kalktım. O varlığa bakmamaya çalıştım.
"Ne istiyorsun benden?!"
"Sadece küçük bir kesik. Gökyüzü büyücüsünün kanını istiyorum."
Ne gökyüzüsü... Ne büyücüsü..? Bu adam neler saçmalıyordu böyle.
"Kralımız senin gibi birini ne kadar uzun zamandır bekliyor biliyor musun? Bir gün bir gökyüzü büyücüsünün yere indirileceğini iyi biliyordu."
"Ne saçmalıyorsun sen?! Dediğin şeyleri anlamıyorum."
Adamın tiz ve ürkütücü kahkahası bir kez daha duyulduğunda ayağımdaki zemin daha çok sallandı. Onun gülüşünden faydalanıp pelerininden tutup onu odaya çekip yere itekledim. Yere düştüğünde kaçmak için sadece bir fırsatım vardı.
"Onu yakalayın! Canlı olsun!"
Arkamdan koşan iki adam daha gördüğümde harabe yıkılmadan dışarıya çıkmıştım. Olabildiğince hızlı koşup onlardan kurtulabilir miyim diye düşünsem de bunun mümkün olmayacağını biliyordum.
Elimdeki kolyeye baktım. Her şey onun yüzünden başıma gelmişti. Kapının girişindeki çöpe o kolyeyi atıp koşmaya devam etmiştim.
Köşeyi döndüğümde nefes nefese kalmıştım. Sırtımı duvara yaslayıp nefesimi kontrol altına almaya çalıştım. Bir yolunu bulmam lazımdı. Bu yaşadığım... Yaşadığım şeyin ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu ve korkuyordum. İlk defa bu kadar çok korkuyordum.
Bir kaç adım attım. Alnımdan süzülen kana dokundum. Kahretsin!! Bu halde eve nasıl gidecektim? Annemin soru yağmuru şimdiden gözümü korkutmuştu. Hayır her şeyi geçtim başımdan geçen bu olayı ona nasıl anlatabilirdim ki.. Rüya gibi hayır hayır. Kabus, tam bir kabustu. Sadece yürüyordum sadece yürüyordum...
Arkamdaki takırtıyla durdum. Hay aksi. Kaçmalı mıydım? O halde aptal bacaklarım neden hareket etmiyordu? Sakin ol Deniz ve vücudunu hemen hareket ettir.
Olmuyor işe yaramıyordu. Hareket sistemim dinlenecek zamanı bulmuştu sanki ama bunun benimle ilgili olmadığından emindim. O adam ne yapmıştı bana böyle..?
Arkamdaki adım sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Gözlerimi kapattım. Görmek istemiyordum onları.
"Merak etme. Seninle işimiz bittiğinde tekrar hareket edebileceksin."
Bu ürpertici sesin sahibinin yüzü geldi aklıma. En az sesi kadar yüzü de korkunçtu. Onu gördüğüm ilk an küçük dilimi yutacaktım neredeyse.
"Küçük bir kesik sadece. Korkma."
Ne kesiğinden bahsediyordu bilmiyorum ama avazım çıktığı kadar bağırarak koşmak istiyordum, buradan kaçmak istiyordum.
"Yura!!!"
Bu sesi ilk defa duymuştum ve bir kadın sesiydi. Kadın yanıma doğru yaklaşırken vücudum öne düştü. Dizlerimin üstüne çökmüş bir vaziyette onları dinlemeye başladım.
"Demek hayata döndün ha Aisy?"
"Evet, döndüm. Onun sayesinde senin canını alma fırsatını yakaladım. Şansım yaver gidiyor."
"Sen beni öldüremezsin Aisy. Bunu hiçbir evrende, hiçbir halinle başaramazsın. Şimdi de yapamayacaksın."
Kadının tiz kahkahası beni korkuturken gözlerim kararmaya başladı. Kafam dönüyordu ve büyük bir baskı vardı sanki. Çarpmadan dolayı olduğuna emindim. Etraf iyice karardığında yığılmadan önce son duyduğum sözler şunlar olmuştu.
"Unutma Yura. Bu sefer tek başıma değilim."
***
Nefesim kesiliyordu. Yüzeye çıkmak için çabaladıkça bir kuvvet beni en dibe itmeye devam ediyordu. Boğuluyordum.
Ellerimi açıp sudan bir yol yarattım kendime. Su etrafımı sarıp bir kalkan oluşturdu. Bu kalkanın altında nefes alabiliyordum nihayet.
Yüzeye çıkmak için yüzmeye başladım. Kafam sudan çıktığında derin bir nefes aldım. Aisy ile beraber geldiğimiz uçurumun kenarındaki denizin ortasındaydım. Çoktan sabah olmuştu bile. Ne kadar süredir uyuyordum bilmiyorum ama unuttuğum ne varsa hatırlamıştım. O geceyi hatırlamıştım sonunda.
Kıyıya doğru yüzerken yaşadığım şeyleri bir kez daha yaşadım zihnimde. Her detayı düşündüm. Aisy'nin kolyesini bulmuştum. O kolyeye dokunduğum an değişmişti her şey. Yura, Aisy'e benzeyen siluetler, Lara, bedenimin ele geçirilmesi, bu şehir, Kral Dias, gökyüzü büyücülüğü...
Gerçekten bir gökyüzü büyücüsüydüm. Ama neden buradaydım? Bu sorunun cevabı Naya'da saklıydı ama ben dün öğrenmeyi reddetmiştim. Eve gidip her şeyi Aisy'e anlatıp Naya'dan bu sorunun cevabını alacaktım.
Nihayet denizden çıkıp ormanlık alana doğru girdim. Ağaçların arasından geçerken dün ki kız çocuğunu hatırladım. Acaba ona ne olmuştu? O kimdi? Bu şehirde her şey gizemliydi.
Evin kapısını açtığımda mutfaktan sesler geliyordu. Sanırım kahvaltı ediyorlardı. Bensiz hem de... Ölüp kalsam arayacaklar mıydı beni bilmiyorum..
Mutfağın önünden geçerken Lewis beni görüp ayağa kalkmıştı. "Hey bu halin ne senin?" Lewis'in sesiyle Aisy ve Naya da bana doğru dönmüştü. Naya endişeli bir şekilde yanıma yaklaşırken Aisy'nin kıpırdamıyor oluşu bile canımı yakmıştı. Hiç mi merak etmiyorsun Aisy?
"Bilmiyorum. Bir kız..."
Bir gecedir denizde mi olduğumu düşündüm o an. Suyun altında ne kadar kalmıştım. Hep mi suyun altındaydım ya da? O olayları tekrar yaşarken bedenim neredeydi? Ruhum bedenimden çıktığında bedenim suyun altında mıydı?
"Eris iyi misin?"
Kafamı salladım. "Üzerimi değiştirip geleceğim."
"Neden büyüyle kurulanmıyorsun? Hasta olacaksın."
Aisy'nin sesini duyunca durdum. Hasta olmamdan endişeleniyordu demek.. Bunu duyunca gülmek isteme dürtüme neden engel olamıyordum?
"Hemen dönerim." Merdivenleri çıkıp odama girdim. Üzerimi değiştirdikten sonra eşyalarımı da topladım. Naya burada kaldığı sürece benim odamda daha rahat ederdi.
Tekrar aşağıya indiğimde hepsi masadaydı. Aisy'nin yanındaki sandalyeye oturup konuştum.
"Sanırım ruhların çalındığı bedenlerin nerede olduğunu biliyorum."