Tören başlamak üzereyken Lewis de yanıma gelmişti. Bir yandan tedirgin bakışlarla beni izliyor bir yandan da olası bir tehlike durumuna karşılık gözleriyle etrafı tarıyordu. İçtiğim üçüncü bardağın ardından elimden bardağı aldığında biraz hayranlık biraz da kırgınlıkla baktığım Aisy'den gözlerimi ayırıp Lewis'e döndüm.
"Versene bardağımı ya!"
"Yeter Eris. Sarhoş olacaksın."
"Ben ve sarhoş olmak mı hah? Bünyem kuvvetli benim. Ver bardağımı."
"Hani senin Aisy'i kurtarma işine ne oldu? Böyle mi kurtaracaksın onu? Kör kütük sarhoş olarak mı kurtaracaksın? Kendine gel artık!"
"İstemiyor. Onu kurtarmamı istemiyor. Evlenecek o adamla."
"Kurtarırken izin mi istedin sen gerçekten?"
"Sanırım evet. Gelmedi benimle."
"Gözün üstünde olsun Eris. Şu an bu evlilik olsa bile daha sonra onu kurtarabilirsin. Şu an tehlikede değil."
"Tehlikeye girmesini mi bekleyeceğim burada?!"
Elinden bardağımı aldım. Oturup Aisy'nin başı tehlikeye girsin diye mi bekleyecektim.. Saçmalık bu.
"Hey!! Sarı saçlı kadın! Bana bir bardak daha getir!"
"Hizmetkârlarla düzgün konuş."
"Ne dedim Lewis! Sarı saçlı kadın dedim ben ne dedim sanki? Erkek mi deseydim!" Sarhoş değildim. Ama şu an aşırı sinirliydim. Etrafımda olup biten her şeye müsibet olmak istiyordum.
"Eris çok gerginsin sen.."
"Gergin falan değilim ben!"
"O halde neden böyle davranıyorsun? Aisy bana kralımın emaneti. Başına bir şey gelirse senden önce ben onu korurum. Şu an her şey yolunda. Sakin ol artık."
Hizmetkarın tepsisinden aldığım bardağı kafaya diktiğimde neden böyle yaptığımı düşündüm. Haklıydı. Ona bir şey olacağı takdirde Lewis de pek âlâ onu kurtarmak adına kendini feda ederdi. Ben de. Ama sanırım hissettiğim sorumluluk duygusu ve şu an Aisy'nin bu şehrin en büyük düşmanı ile evleniyor olması beni aşırı sinirlendiriyordu.
Sonunda tören müziği duyulup nikah başladığında gözlerim tekrar Aisy'le buluştu. Yanındaki pis krala bakıp gülümsemişti. Gülümseme öyle.
Acaba siz kardeşsiniz diyerek bu nikahı engellesem işe yarar mıydı? Ya da ortaya atılıp durun ben hamileyim mi deseydim... Birincisi bir ihtimal olsa bile ikincisi tamamen saçmalıktı. Eris sen erkeksin unuttun mu? Peki başka? Başka ne yapabilirdim ki...
Nikah törenindeyken bile krala övgüler sunuluyordu. Korkan halkı ona her cümlelerinde övgüler sunuyordu. Aisy'nin adı bile geçmemişti. Asıl övülmesi gereken oyken üstelik.
"Ulu Kralımız Dias... Şehrimizin güven veren asil lideri Dias... Kraliyetimizin yeni kraliçesi olacak öksüz ve yetim Aisy kızını eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"
Öksüz ve yetim...? Bir soyadı bile yoktu onun gözünde. Öksüz ve yetim Aisy. Birinin gözünde hiçbir değeriniz yoksa işte böyle her türlü aşağılanmaya maruz kalıyordu insan. Ailesinin katili olduğunu bile bile bunları nasıl söyletebilirdi üstelik. Pislik adam. Aklı sıra ona ailesini hatırlatıp hayır deme riskini ortadan kaldırıyordu.
Aisy'e baktığımda gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Canını bile bile yakan bu adamla birazdan evlenecekti. Bu işi durdurmanın yolu yok muydu?
"Kabul ediyorum."
Kralın sözleriyle salonda alkış tufanı koptu. Aptal büyücüler onun ne kadar kötü biri olduğundan haberdar mıydı? Ne de olsa kasaba halkı yokluk içinde yaşarken onlar lüks evlerinde bir parmak şıklatması ile her şeye ulaşıyordu.
"Sen Aisy... Sen ulu Kralımız Dias ile evlenmeyi kabul ediyor musun?"
Yakında kraliçe olacak birine sen diye hitap ediyordu bir de... Bütün bunlar neden sadece benim sinirimi bozuyordu ki.. Nikahı kıyan adamdan da hesap soracaktım günü geldiğinde..
"Kabul ediyorum."
Ellerimi açıp hiç durmadan alkışladım. "BRAVO!" Bravo Aisy bravo. "TEBRİKLER!" O pis adamın kadını oldun sonunda. Tebrikler Aisy.
"Durun!"
Sonunda yapmak istediğim şeyi biri yaptığında o tarafa döndüm. Kızıl saçlı güzel bir kadın devasa kapının girişinde duruyordu. Üzerinde siyah bir elbise vardı. Korkutucu görünmüyordu ama o kadar ciddi bir görüntüsü vardı ki tırsmamak elde değildi. Ve merak bütün salonu kaplayan ortak duyguydu. Salonun ortasında durana kadar yürüdü asilliğiyle.
"Bu evlilik gerçekleşemez!"
Yoksa bu kız mı hamileydi? Evet Eris, evet uçtun sen iyice...
"Bu kız kim?"
"Ne bileyim Lewis. Senin daha iyi bilmen gerekir."
"Hoş kız."
"Hamile değilse işime yaramaz."
"Ne? Ne hamilesi?"
"Boşver sen beni."
"Sana o kadar içme demiştim işte."
Kral sinirle karşısındaki kıza bakıyordu. Kim onun düğününü bozmaya cüret edebilirdi ki? Hadi be kızıl kız. Boz şu nikahı. Hiçbir şey için geç değil.
"Sen kimsin?"
"Ulu gökyüzü büyücülerinin elçisi olarak buradayım. Adım Naya."
Gökyüzü büyücüleri mi? Soyum bu evliliğe engel mi olacaktı? İşte benim kanım be.
"Ne istediklerini söyle."
"Onlar bu evliliğin olmasını istemiyor Kral Dias. Ve olmayacak."
Büyücüler kendi aralarında konuşmaya başlamıştı bile. Hepsi kraldan korkuyor olabilirdi ama hepsinin daha çok korktuğu kişiler kesinlikle gökyüzü büyücüleriydi.
"Olmaz. Onlara bunu kabul etmediğimi söyle."
"Seçme şansınız yok Kral Dias."
Kral da bunun farkında olduğu için kızarıp bozardı. Bedeninde hapsettiğin onlarca büyücü ruhuna rağmen o da korkuyordu gökyüzü büyücülerinden.
Naya arkasını dönüp yanıma doğru yaklaştığında şaşırdım. Bana mı geliyordu o?
"Eris bey... Sizinle daha sonra görüşmeye geleceğim. Hazır olun." Kafasını çevirip Lewis'e baktı. Daha sonra kapıya doğru dönüp gözden kayboldu.
Gözlerim Aisy'i aradı. Tahttan inmiş kapıya doğru ilerliyordu. Elimdeki bardağı bırakıp Lewis'e döndüm.
"Ben de gidiyorum."
Aisy'nin peşinden gittim kasabaya inen patika boyunca hızını hiç kesmeden yürüdü. Ben de hiç seslenmedim. Durursa kavga ederdik çünkü. Evde konuşmak daha iyiydi.
Eve girdiğinde odasına gitmeden yakaladım onu.
"Aisy biraz konuşabilir miyiz?"
Merdivenlere ulaşmıştı bile çoktan. Kolundan tutup kendime çevirdim onu. Gözlerini kaldırmadı bile. Bana bakmak bile istemiyordu demek.
"Konuşalım."
"Alkol kokuyorsun. Bu beni rahatsız ediyor."
Kolunu bırakmadan yavaşça uzaklaştım ondan. Üç gün boyunca o pis zindanda kalmıştım ve o alkol kokusuna takılmıştı.
"Konuşalım, lütfen."
"Yorgunum."
Sesi yorgun ve kırgın geliyordu. Kalbi kırılmıştı. Kolay mı? Ailesine kavuşma umudu yanmıştı.
"Ben de biraz pis kokuyorum gerçi. Üstüm de kirli." Yüzüme bak Aisy. Bana küsme. "Yine de sana sarılamaz mıyım?" Sarılabilir miyim?
Kafasını çevirip kolunu elimden kurtardı. "Yorgunum dedim." Merdivenleri çıkıp gittiğinde arkasından bakakalmıştım.
Babasının sıcaklığını hissettiğini söylediği bana sarılmayı bile reddetmişti. Babasını bulsa bile bana sarılmak istediğini söyleyen kız bugün o sarılmayı reddetmişti. Beni affedemiyordu. Ben bile kendimi affedememişken o nasıl affetsin ki zaten...
Gönlünü alacağım Aisy. Sana söz veriyorum seni tekrar mutlu edeceğim.
***
Duştan çıktıktan sonra yemek de yemiştim. Üç günlük halsizlik bir anda uçup gitmişti. Bundan sonra daha dikkatli davranacaktım. Böyle bir duruma bir daha düşmek istemiyordum.
Kapı tıklatıldığında mutfaktan çıktım. "Geliyorum." diye seslenip kapıyı açtım. Karşımda Lewis ve Naya vardı.
"Siz? Konuşmak için mi geldiniz?"
"İçeri girelim." Naya ben daha hiçbir şey demeden yanımdan sıyrılıp içeri girdi. Lewis ve ben o koltuğa kurulurken onu izliyorduk.
"Gelene kadar beni mahvetti. Kız çok fena Eris. Korktum resmen."
Kapıyı kapatırken sessizce konuştum.
"Neyi var ki?"
"Çok bilge. Lafları ağzıma tıkıyor. Üstelik çok güzel. Ona baktığımı gördüğü her an beni öldürmekle tehdit ediyor."
Evet gerçekten de güzel bir kızdı. Eee gökyüzünden inmiş, gökyüzünün güzelliklerini almıştır tabiki de.
"Siz ikiniz kapıyla mı konuşacaksınız benimle mi?"
Naya'nın dediği doğruydu. Biraz daha burada durmaya devam edersek kapı her an bizimle sohbet etmeye başlayabilirdi.
Salona geçip her zamanki koltuğuma oturdum. Lewis de Aisy'nin oturduğu yere oturmuştu.
"Lewis kalk oradan." Gözlerimin önünden Aisy'nin silueti hiç gitmiyordu zaten. Ona ait bir yerde başkasını görmekse şu an beni çok rahatsız ediyordu.
"Neden?"
"Orası Aisy'nin yeri. Kalk oradan."
"Dostum Aisy burada bile değil. Oturayım ne var?"
"Oturma kalksana ya." Mızmız bir çocuk gibi davrandığımın farkındaydım. Ama şu an tek isteğim şey Aisy'i görmekti.
Lewis'i zorla kaldırdıktan sonra nihayet konuşmak için hazırdık.
"O gelmeyecek mi?"
"Kim?"
"Aisy?"
"O da mı gelecek?"
"Evet çağır lütfen."
Gidip onu çağırmak bile beni heyecanlandırmıştı. Ama ben çağırırsam gelmezdi ki. Beni dinlemezdi bile. Bana hala kızgındı. Bu yüzden Lewis'e döndüm.
"Sen çağırır mısın Lewis?"
"Gerek yok. Geliyor işte."
Merdivenlere baktığımda gerçekten de geliyordu. Yüzü daha iyi görünüyordu. Uyumadığından emindim ama daha dinç görünüyordu. Belki de güçlü görünmek zorunda olduğu için rol yapıyordu.
Az önce Lewis'i zorla kaldırdığım yere gelip oturdu. Tam karşıma.
"Ekip tamamsa... İlk olarak Eris sen.."
Naya'ya odaklandım.
"Gökyüzü büyücüleri beni buraya barışı sağlamak için yolladı. Bu onların ilk ve son yardımı olacak. Zaten beni kullanmaları bile doğal dengeyi bozuyor. O yüzden gerisini beraber halletmek zorundayız."
"Bize neden güveniyorlar?"
"Hepinizi iyi tanıyorlar çünkü."
"Pekala. Bir de sen söyle bakalım. Biz kimmişiz?"
"Sen Eris... Kovulmuş bir gökyüzü büyücüsü değilsin."
İşte bunu hiç beklemiyordum. O kütüphaneden çıktığımdan beri bir kovulmuş gökyüzü büyücüsü olduğuma aşırı emindim. Kovulmuş bir gökyüzü büyücüsü değilsem neydim o halde ben?
"Onun bir gökyüzü büyücüsü olduğu her halinden belli."
Aisy bana bakmadan konuşmuştu. Kalbimi kırıyordu bu durum artık. Onun kalbinin ne kadar kırık olduğunu tahmin edebiliyordum ama bana buz gibi davranması beni paramparça ediyordu. Aisy benim kısa sürede hayatımın merkezi haline gelmişti. Gereksiz kıskançlığım yüzünden bense onu çok üzmüştüm. Şimdi bütün bunları hak etsem de onunla bu şekilde olmak istemiyordum.
"Evet. Aisy haklı."
Bakışlarımı Aisy'den çekip Naya'ya döndüm. "Gerçekten gökyüzü büyücüsü müyüm ben?"
Aisy ayak ayak üstüne atıp ellerini dizinde birleştirip soruma cevap vermedi. Bu umursamazlığa bir son vermem gerekiyordu artık.
"Evet aslında..."
Naya'nın sözünü duymazdan gelip ayağa kalktım. Aisy'nin elini tutup onu ayağa kaldırdım.
"Ne yapıyorsun sen?" hırçın bir şekilde elimden kurtulmaya çalıştı.
"Benimle geliyorsun."
"Gelmiyorum."
"Hey daha konuşacağımız şeyler var." Naya kavga ediyor oluşumuza hiç aldırış etmeden konuşmaya çalışıyordu. Şu an dünyanın en önemli şeyini söyleyecek olması bile umrumda değildi.
"Daha sonra Naya. Önce şu küçük hanımla bir işimiz var."
"Sana gelmiyorum dedim Eris."
"Öyle mi?"
Kafasını salladığında eğilip diz kapaklarının arkasından tutup onu omzuma attım. Çığlıkları kulağımın dibinde beni sağır etmeye yetecek kadar güçlü olsa da onu da alıp kapıya doğru yürüdüm.
"Artık geliyorsun Aisy."
"Seni uzun zibidi! İndir beni aşağıya!"
Sırtıma yumruklarını geçirse de canımı acıtmıyordu.
"Yol boyunca uslu dursan iyi olur."
"Nereye gidiyorsunuz?! Konuşmamız gerek!" Naya'nın otoriter sesiyle durup Lewis'e baktım. Üzgünüm Lewis ama biraz başını yakacağım.
"Konuşmak istiyorsan geldiğinden beri bacaklarına bakan Lewis'le konuş."
"Hey ne?!" Zavallı Lewis'e göz ucuyla bakıp kapıyı açtım.
"Sen benim bacaklarıma mı baktın??"
"Hayır yalan söylüyor. Gerçekten bakmadım. Eris gel buraya!"
Kapının arkasında bir kaos bırakıp dışarı çıktım. Eminim biz gelene kadar Naya ona türlü eziyetler çektirirdi. Ve geldiğimizde ise o eziyetleri Lewis tarafından ben çekecektim ama buna değerdi.
"Eris midem bulanıyor bırak beni."
"Biraz sabret."
"Üstüne kusarım bak."
"Yap."
Sırtımı yumruklarken hızını ve gücünü arttırmıştı.
"Kızım tamam yeter vurma."
"Vuracağım. Beni bırakmazsan daha sert vuracağım."
"Bırakmıyorum. Yak canımı o halde. Zaten hak ettim."
Yumruk atmayı bırakıp pes etti. Belki de canımı acıtmak istemediği içindi.
"Beni deli ediyorsun Eris."
Gülümsedim. "Buna memnun oldum Aisy."