8 yıl sonra
Yüzüme dökülen su yüzünden uyanmıştım. Bunu kimin yaptığını çok iyi biliyordum ve elimden kurtulamayacaktı.
"CAN!! BEN SANA BENİ BİR DAHA BÖYLE UYANDIRMA DEMEDİM Mİ?"
"Çok önemli, çok önemli kalk oğlum kalk!"
Başımda deli danalar gibi dönerken tişörtüme uzanıp başımdan geçirdim.
"Eğer önemli değilse seni pişman ederim." Uykumdan ettiğine değerdi umarım. Yoksa gerçekten çok kötü olacaktı.
Dibime yaklaşıp sesini olabildiğince kıstı. O kadar kısık sesle söyledi ki cidden duymamıştım.
"Ne diyorsun Can? Ne bu gizemli havalar?"
"Bana bak sessiz ol biri duyacak."
"Kimse duymaz. Seni ben bile duyamıyorum, kim duyacak sanki! Düzgünce anlat hadi."
Etrafı kontrol etti bakışlarıyla. Benim evimdeydik ve benden başka kimse yoktu. Karısıyla kavga ettiği için dün gece bana gelmişti Can da. Üniversite arkadaşımdı. Tam bir baş belasıydı.
"Zengin olduk."
"Ne zengini?"
"Gömü bulduk gömü. Öğleden sonra gidip alacağız."
"Gelmiyorum ben. Parayla işim yok. Ve ayrıca o gömüyse devlet bakar o işlere. Almanız yasal değil. En iyi sen bilirsin."
Evet en iyi biz bilirdik. Çünkü çok güzel bir sonuç almama rağmen kendimi arkeoloji okurken bulmuştum. O zamanlar buna bir anlam vermek zordu ama yaşadığım o geceden sonra vücudumun bazı dönemlerde beni dışarı attığını fark ettim. Ne yaptığımı bilmiyordum. O günü hiç yaşamamış gibi oluyordum. Ama bedenim etrafta dolanıyor ve bir şeyler yapıyordu. Sınav tercihlerimi değiştirmek gibi...
Neyse ki alışmıştım bu duruma. Mesleğimi seviyordum. Toprağı seviyordum. Bilimi seviyordum. Ama aklı bir karış havada olan arkadaşım için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Onun tek hayali kazı çalışmaları sırasında altın dolu bir küp bulmaktı. Bu gerçek olsa bile devlet o küpe sahip çıkardı ama hala anlamıyordu.
"Ya sen de gel. Bak zengin olacağız diyorum anlasana. Hem kimse bilmezse hiçbir şey olmaz."
"Olmaz Can. Umrumda değil. Sen kendin git."
"İyi tamam. Zengin olursam seni tanımam etmem ama haberin olsun."
"Tanıma kardeşim tanıma hadi."
Odamdan postalamıştım nihayet. Gitsin bulsun bakalım hazinesini.
"Başın derde girer. Unutma!"
Uyarılarımı dikkate almayacağından emindim ama yine de söylemiş bulundum. Gerisi ona kalmıştı.
Uykumu kaçırdığı için yataktan kalkıp hızlıca bir duş alıp kahvaltımı hazırlamıştım.
Kahvaltımı edip çayımı yudumlarken bir yandan da haberlere bakıyordum. Astroloji gezegen hareketlerinde bir tuhaflık olduğunu söyleyip insanları uyarıyordu. Fiziksel yorgunluk, halüsinasyon görme, baygınlık gibi şeylere sebep olacakmış.
Allah aşkına ne dertlerle uğraşıyor bu insanlar zaten. Bunlar hiçbir şeydi. Baş dönmesiymiş... İnsanlar ölüyordu bir yerlerde. Bunlar mı tehlikeydi?
Ayağa kalkıp ceketimi giydim. Özel bir şirketin arkeolog'uydum. Değerli taşlar arayan bir şirket.. Taşları incelemek için de beni seçmişlerdi. Fazla bir iş yüküm olmaması iyiydi. Müsait olduğum zamanlarda araştırma yapıp geçmişte ne yaşadığımı öğrenmeye çalışıyordum.
Gri saçlı kızlar benimle beraber büyüdü. Şimdilerde 25 yaşındaki kızları aynı yüze sahip görmeye başlamıştım. Fakat bu duruma artık alışmıştım da. Hatta onlara bir isim bile takmıştım. Gri saçlı kız da neydi? Hep böyle seslenemezdim ya. "Balın" bunu sevmiştim. Onlara Balın demeyi sevmiştim.
***
Telefonumun üçüncü kez çalışından sonra pes edip açmıştım. Can beni bugün rahat bırakmayacaktı.
"Hayır Can, gelmeyeceğim."
"Deniz çok kötü bir şey oldu."
Sesi oldukça korkmuş olarak geliyordu. Pervasızca gülüp eğlenen Can'ı ilk defa korkmuş bir sesle duyuyordum.
"Ne oldu? Sen iyi misin, sesin bir tuhaf?"
"Deniz burada bir ceset var. Hala taze. Hiç çürümemiş."
"Konum at, geleceğim."
"Atıyorum" ... "Attım."
"Tamam sen uzak dur dokunma tamam mı?"
"Tamam dokunmayız."
"Dokunmayız derken? Tek başına değil misin?"
"Hayır bir grup insan daha burada. Araştırma yapıyorlar. Oh bekle, amca ona dokunmamalısın."
Beni unutup arkada adamın biriyle konuşmaya başladı. Amca dediği adam sanırım cesete dokunmak üzereydi.
"Ah hayır amca dokunma işte. Neden bu kadar çok merak..."
Patlama sesiyle sesleri kesilmişti.
"Can? Can iyi misin? Can cevap ver."... "Can!"
Telefonun diğer tarafından ses gelmiyordu. Kahretsin. Deli de olsa ona bir şey olmasına dayanamazdım. Ona gitmem lazımdı.
Arabaya atlayıp navigasyonu açtım. Çok uzak değildim ama kaybettiğim her dakika beni çok endişelendiriyordu. Ne patlamış olabilirdi ki öyle güçlü bir şekilde..
Attığı konuma geldiğimde arabadan inmeden daha onları görebiliyordum. Yerde yatıyordu hepsi. Lütfen bir şey olmasın lütfen...
"Can!"
Koşarak yanına çöktüm. Nabzı vardı. İyi görünüyordu. Uyanması için sarsmaya başladım. Korku dolu bir ifadeyle gözlerini açtı.
"Can iyi misin?"
Etrafına bakındı büyüttüğü gözlerle. Amca dedi sayıklayarak. Adam biraz ötesinde baygın şekilde yatıyordu.
"Kontrol edeceğim şimdi hepsini tamam mı? Bana ne olduğunu anlat."
"Kıza dokundu. Işık. Işık saçıldı. Bizi savurdu."
"Ne ışığı? Emin misin?"
"Evet. Orada. Çukurun içinde yatıyor."
Gösterdiği yere baktım. Çok da derin olmayan bir çukur vardı. Ayağa kalkıp yanına doğru gittim. Açık mavi, güzel ve temiz bir elbisenin içinde tüm masumluğuyla uyuyan bu kız Balın'lardan biriydi. Demek ki yaşıttık. Yavaşça yaklaştım. Sanki diğerlerinden farklıydı. Daha güzeldi...
Odak noktamın kaybolduğunu fark edince bakışlarımı kaçırdım. Işık patlaması. Neden olabilirdi ki?
Kolyesine takıldı gözlerim. Parlak ışığıyla göz kamaştıran bir dolunay.. Zarif bir şekilde duruyordu boynunda. Yavaşça elimi uzattım dolunaya.
"Dokunma!"
Can'ın sesiyle duraksadım. Endişeli bir şekilde bana bakıyordu.
"Amca da kolyesine dokunmuştu."
Saçma da gelse onu dinledim. Kolyeye dokundu diye olamazdı bu. Mantıklı bir açıklaması yoktu. Ama son sekiz yıldır öyle şeyler yaşamıştım ki artık bir mantık da arayamıyordum.
Yine de içimdeki ses o kolyeye dokunmak konusunda ısrarcıydı. Bu hisse güveniyordum. Yapmalıydım. Ve yaptım da...
Çok parlak bir ışık gözlerimi kör edercesine saçıldı önce. Sonra yavaşça azaldı ve bitti. Biter bitmez elimin altındaki bu beden gözlerini açtı. Şaşkınlıktan elimi hızlıca çekip ayağa kalkmıştım. Yüzüme baktı. Sadece bir kaç saniye sonra tekrar kapadı gözlerini.
Can'a döndüm. O da korkuyla izlemişti olan biteni. Ama bu korku ikimizi de heyecanlandırmış olmalıydı.
"Bir kez daha yapsana. Ne olacağını merak ediyorum."
Can'a hak verdim. Çünkü ben de çok merak ediyordum. Bu yüzden bir kez daha eğilip kolyesine dokundum.
Bu sefer ne bir ışık yayıldı ne de gözlerini açtı. Sessizce mırıldandı.
"Yorgunum."
"Kimsin sen?" Neden çukurun içinde yatıyordu?
"Sizi kurtaramam, gidin buradan."
"Kimden kurtaracaksın?" Bu gizemli tavırlar da neydi?
Gözlerini araladı. Yüzüme baktı. Onu neden tanıyormuşum gibi hissediyordum...
"Sen küçük çocuk... Yura'yı unutmuşa benziyorsun."
Yura.. Aisy.. O gece yaşadığım ama kısmen hatırladığım olay geldi aklıma. Unutmadığım kısımları her gün defalarca yaşamıştım. Her an kulağımda Yura'nın o ürpertici ses tonunu hissetmiştim.
"Sen kimsin?"
"O gelmeden gidin. Onu yine yenemeyeceğim."
"Aisy..."
"Git."
Çukurun içine tamamen girdim. Kızı kucağıma aldım. Onu burada bırakamazdım. Her şeyi bilen oydu. O bana lazımdı.
"Can arabayı aç. Sonra da bu insanlarla ilgilen. Benim gitmem lazım."
Kucağımdaki kıza baktım. Neden adım attıkça bana yük oluyordu.
"Deniz!!"
Can'ın korku yüklü sesiyle bir kez daha ona baktım. Önünde siyah pelerinli bir adam duruyordu. Korkudan kaskatı kesilmiş hareket edemiyordu. Tıpkı benim gibi.
Yıllar önceki gibi. Bacaklarımı hareket ettiremiyordum.
"Tekrar karşılaştık çocuk. Büyümüşsün."
"Ne istiyorsun benden?"
Pelerinin altından yüzü görünmese de dudakları net bir şekilde görünüyordu. Kıvrıldı. Sinsi gülüşü beni korkutmaya yetmişti.
"Kanını..."
Titreyen vücuduma hakim olamazken kucağımdaki kız konuştu.
"Çok korkaksın."
"Korkuyorum çünkü böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyorum. Basit sıradan bir hayatım vardı sizle tanışana kadar."
"Yen onu."
Sesi gittikçe azalıyordu. Bayılmanın hiç sırası değildi. Bana yardım etmesi lazımdı. Onu nasıl yenebilirdim ki.. Söylemesi kolaydı tabii.
"Ondan güçlüsün. Yen onu."
"Hareket bile edemiyorum. Nasıl?"
Elini kaldırıp kalbimin üstüne koydu. Ne olduğunu bilmiyordum ama değişik bir his damarlarımda gezinmeye başlamıştı.
"Bugün sana bir kez daha yardım edeceğim. Bana çok borçlandın."
İşte o an gözleri tamamen kapandı. Baygın değil de ölü gibi yatarken yavaşça yere bıraktım onu. Yura'ya baktım.
"Hazır mısın küçük adam?"
"Ya sen? Sen hazır mısın?"
"Bin yıldır hazırım bu an için."
Gülüşü daha da büyürken yanıma doğru yaklaşmaya başladı. Elini kaldırdığında hançerini fark ettim. Siyah dumanlar yükseliyordu elinden. Hançer yavaşça havalandı. Hedefine yani bana doğru onu fırlatmadan önce tekrar konuştu.
"Umarım hayatta kalmayı başarırsın."
Hançer kalbime doğru isabet etmek üzere gelirken onu tuttum. Tıpkı onun gibi... Hançer kalbime girmeden önce elimi kaldırdım ve durdu. Havada öylece asılı bir şekilde dururken Yura'nın gülüşü kesilmişti.
"Neler oluyor?!!!"
Sinirle bir kaç kez daha denedi. Hiçbiri işe yaramadı. Çünkü ondan daha güçlüydüm.
Bir adım attığımda hareket ettiğim için de şaşırmıştı. Büyülerin buraya kadardı.
"Ne oldu Yura? Bunu beklemiyordun değil mi?"
"çok güçsüzüm bedeninde daha fazla kalamam. İşini çabuk bitir."
Zihnime işleyen sesin sahibi Aisy'di. Mesajı alıp bir adımda Yura'nın yanına ulaştım.
"Artık ölmen gerek."
Elimi boynuna sardım. Sıktım. Elimin altında güçsüz birine dönmüştü. Yura'yı yenecek kadar güçlüymüşüm demek ki...
Siyah dumanlar vücudunun etrafından süzülürken yapma diye fısıldadı. Bundan kurtuluşun yoktu Yura. Sonun geldi.
"Öl artık."
Siyah dumanlara karışıp gidene kadar bedeni elimin altında kalmaya devam etti. Ölmüştü. Toz olup gitmişti buradan. Bu şehirden...
Arkamı dönüp Aisy'e baktım. Hala baygınken darbe yemişçesine afalladım. Dizlerimin üstüne çöktüm. Ağzımdan akan kanın toprağa düşüşünü izledim bir süre. Nefesim kesildi.. Derin bir nefes almak için tüm gücümü topladım ama alamadan yere yığıldım. Gözlerim yarı açık Aisy'in ayağa kalktığını gördüm. Yanıma yaklaşıp eğildi. Elini yanağıma koyup gülümsedi.
"İyi uykular benim kurtarıcım."
Sonrası karanlıktı...