Yol boyunca binbir türlü şey düşünüp öpücük olayını unutmaya çalışmıştım. Aisy muhtemelen anın verdiği heyecanla yapmıştı bunu. Başka açıklaması da olamazdı. Kafa yormaya ve bu olayı iyice deşmeye gerek yoktu. Yaşanmamış varsayacaktım. Birbirimizi seven iki arkadaştık sadece. Arkadaş.
Eve girmeyip kasabaya indim. Halk kendi halinde işleriyle ilgileniyordu. Yine o kitapçı kadının tezgahına yaklaştım.
"Ulu kitapçı kadın bugün neler anlatmak ister acaba?"
Sinsi bir gülümseme takındı. Bu kadın hem bilge hem ürkütücü hem de içten pazarlıklı birine benziyordu.
"Ne duymak istersin?"
"Kovulmuş gökyüzü büyücüleri hakkında ne biliyorsun?"
Ellerini ovuşturup gözlerini tezgahta gezindirdi. Bir kitabı eline alıp sayfaları çevirdi.
"Gökyüzü büyücüleri.. Onlar şehrimizin koruyucuları. Tanrının bizleri korumak için gönderdiği varlıklar onlar. Buradaki herkesten daha üstünlerdir."
Bunları defalarca kez duymuştum. Evet oldukça üstünlerdi. Peki neden kovulurlardı? Bana bu bilgi lazımdı.
"Kovulmuş gökyüzü büyücüleri hakkında bilgi istedim."
"Bu sorunun cevabını bileceğimizi mi sanıyorsun? Gökte olan gökte kalır."
İşler neden her zaman şarampole yuvarlanmak zorunda kalıyordu ki... Ve neden bu şehirde hiçbir sorunun cevabı yoktu.
"Bu sorunun cevabını sadece yaşayan bilir. Yani kovulmuş bir gökyüzü büyücüsü."
"Ahh anladım tamam senden bir şey çıkmayacak."
Tam arkamı dönüp gitmek üzereyken konuştu.
"Yalnız... Ulu gökyüzü büyücülerinin işine akıl sır ermez. Bize ak gösterdikleri aslında kara olabilir. Ya da tam tersi... Bunu bilemeyiz."
"Yani... Hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir."
Kafasını sallamakla yetindi. Bu bilgi şu an için işe yaramaz gibi görünse de ileride işime yarayabilirdi. Hilekar gökyüzü büyücüleri haa? İşte bu ilginçti. Zaten istese kazanacakları bir savaşta neden hile yapsınlardı ki?
Yaşlı kadının yanından ayrılıp sakin bir yer bulmak için ormanlık alana gittim. Kral yarın akşam burada olacaktı. Kendimi geliştirmem gerekiyordu. Onu gerçekten etkilemem ve gücümle onu korkutmam lazımdı.
***
Eve geldiğimde Aisy etrafta görünmüyordu. Odasında olmalı diye düşünüp bende odama çıktım onu görmeden. Bugün konuşabileceğimizi sanmıyordum. Ama yarın ona aklımdaki her şeyi anlatacaktım. Ondan bir şey saklamak istemiyordum.
Yatağıma uzanıp tavanı izlemeye başladığımda aklıma yine o an gelmişti. Neden beni öptüğünü unutamıyorum ki.. Aptalım tam bir aptalım. Bu onun için belki de sadece meraktı. Ben neden bu kadar önemsiyordum ki...
Kafamdan o anın görüntülerini silip sağa döndüm. Biraz uyusam daha iyi olacaktı. Yarın için dinç olmalıydım.
***
Sabah Aisy'i göremeyince kasabaya gittiğini düşünüp bende kasabaya doğru yol aldım. Bugün büyük gündü. Heyecanlı olsam da hazırdım.
Kasaba festival için bir dolu hazırlık yapmıştı. Her yerde renkli ışıklar vardı ve bu karanlık şehri ilk defa bu kadar renkli görüyordum.
Anma törenine kadar herkes eğleniyordu. Kral gelene kadar herkes gerçekten de yapmak istediğini yapıyordu ve gerçekten mutlulardı.
Gözlerim Aisy'i ararken Lewis'i buldu. Bir köşede oturup hazırlanan yemeklerden yiyordu. Yanına doğru gidip elinden böreği alıp yemeye başladım.
"Sen gerçekten sinirli halimi görmek istiyorsun."
"Hayır ben sadece..." lokmamı yutmaya çalışırken bana suyu uzatması için elimi ona doğru uzattım. Anlayınca sertçe elime suyu verdi.
"Boğulduğunu görmek heyecan verici olurdu doğrusu."
Homurdanıp onun taklidini yaptım. Kaba adam. Yüzüme karşı söylüyordu bir de.
"Sen var ya çok kabasın Lewis. Seni sevmiyorum."
"Senden beni sevmeni isteyen yok aptal."
"Kalbimi kırıyorsun."
Lafı uzatmayıp yemeye devam ederken ayağa kalkıp ellerimi belime koydum.
"Aisy yok. Nerede bu kız?"
"O kim?"
"Arkadaşım. Dünden beri görmedim onu. Merak ediyorum."
"Kral gelene kadar onu bulman için zamanın var."
Doğru onu arayıp bulabilirdim. Ama ona ne diyeceğimi bilmiyordum. Onunla konuşmaya hazır değildim sanırım. İyi olmalıydı şu an. O yüzden onu daha sonra bulacaktım.
Kral Dias'ın geldiğini belli eden sahte sevinç çığlıkları ile o tarafa döndüm. Atlı muhafızlar önden gidiyordu. Arkada beyaz bir atın üzerinde heybetli bir adam vardı. Sanırım kral oydu.
Sarı saçları omzuna kadar geliyordu. Vücudu oldukça yapılıydı. Elini sallasa iki kişiyi rahatça devirebilirdi. Gözleri uzaktan yeşile benziyordu. Yüzünde gururlu ve kibirli bir gülümseme vardı. Halkın onun için dua edişiyle yüzündeki gülümseme daha büyüyordu.
Atını durdurdu. Muhafızlardan biri önünde eğildi. Kral Dias siyah çizmelerini muhafızın sırtında temizleyip aşağı indi. Onun için hazırlanmış tahta oturdu. Elini havaya kaldırıp parmaklarını şıklattığında herkes susmuştu.
"Halkım! Bu özel günde bana dualarınızı bahşettiniz. Bende sizlere daha güzel bir hayat için söz veriyorum. Daha uzun daha güzel bir hayat yaşayacaksınız."
Herkes bunun bir yalan olduğunu bilir gibiydi. Yüzlerinde büyük bir hüzün ve umutsuzluk vardı.
"Tören başlasın! Festival devam etsin! Herkes doyasıya eğlensin!"
Komutuyla beraber tekrar çığlıklar yükselmiş herkes eğlenmeye devam etmişti. Eğlenmeyen tek kişiler ben ve Lewis'ti. Lewis homurdanarak tekrar yerine çöküp yemek yemeye devam etti. Bense asıl gösteri için uzaklaştım herkesten.
Kral tam karşımda tahtında keyifle otururken son kez baktım ona. Gözlerimi kapatıp büyük eğlence için çok çalıştığım o büyüyü yapacaktım. Tam bu esnada biri kolunu omzuma atınca tekrar açtım gözlerimi. Yanımdaki kişi Hera'ydı.
"Selam."
Elinden kurtulup ona sinirle baktım. Ne yapışkan kızdı bu ya.
"Sen beni rahatsız etmekten keyif falan mı alıyorsun?"
Gülümseyip kollarını bağladı.
"Hayır aslında sadece senden etkileniyorum."
"Buna iki günde mi karar verdin?"
"İlk gördüğüm an karar verdim."
Bu kız... Neyin peşindesin?
"Ama ne var biliyor musun? Sen çok yanlış adamsın."
"Ne diyorsun sen?"
Elini omzumun üstüne yerleştirip biraz daha yaklaştı. Elleri yavaşça enseme yerleştiğinde kafasını bana doğru yaklaştırdı. Kulağıma doğru mırıldandı.
"Çok yanlış bir adamdan hoşlanıyorum. Bu hikayedeki kötü çocuk sensin."
Uzaklaşıp beni arkaya doğru itekledi. Ne zaman geldiklerini bilmediğim iki muhafız koluma girdi.
"Onu Krala götürün."
"Ne diyorsun sen?!"
İki muhafız kolumu sertçe tutup beni çekiştirmeye başladı. Onlardan kurtulabilirdim ama bunu yapmadım. Madem Krala gidiyordum gidelim bakalım.
Kralın önüne kadar geldiğimde sertçe yere fırlatıp diz çökmemi sağladılar. Hera da tam arkamdaydı. Kral gözlerini üstümde gezdirip Hera'ya döndü. Hera reverans yapıp doğruldu.
"Bu adam kim Hera?"
"Yüce Kralım bu adam bu şehre yabancı bir adam. Bundan eminim. Onda şehrimizi tehdit eden bir şeyler olduğundan eminim."
Hani bu kız benden hoşlanıyordu? Şimdi neden beni tehlikeye atıyordu. Gerçekten kadınları anlamak sandığımdan daha zor.
"Ne gibi bir tehlike?"
"Onu uçarken gördüm. Böyle bir güce sıradan bir büyücü sahip olamaz. Onda başka bir şey var."
"Bu savunmasız adam mı uçuyordu?"
Savunmasız dediği anda kendimi göstermenin zamanıydı. Tek bir düşünceyle yanımdaki iki adam yere serildi. Ayağa kalkmak istediğimde üzerime üç adam daha yaklaştı. Onların da yeri boylaması uzun sürmedi. Kafamı eğip krala baktım.
"Savunmasız mı?"
Kral ellerini şıklatıp bayılan adamlarını tekrar ayılttı. İkinci bir şıklatma ile tekrar üstüme geldiler. Beş kişi bu sefer büyüyü değil de fiziksel güçlerini kullanıyordu. Biri yumruğunu yüzüme geçirmek istediğinde elini tutup karnına yumruğumu geçirdim. Arkamdan kollarımı tutan birine tersten kafa atıp yere düşmesini sağladım.
Kralla göz göze geldiğimizde ellerini birleştirip büyük bir esinti yarattı. Bütün muhafızlar yere serildiğinde ayakta sadece ben ve Hera kalmıştı.
"Sen tam olarak nesin?"
"Ben sadece sıradan bir büyücüyüm."
Kral gülümsedi.
"Bunun yalan olduğunu ikimiz de biliyoruz evlat."
Sensin evlat. Onun gibi gülümsedim.
"Sıradan bir büyücüyüm."
"Öyle misin gerçekten?"
Sesin sahibi Kral değildi. Ses Aisy'e aitti. Görüş alanıma girene kadar bekledim. Güzel gözleri yine simsiyah bakıyordu bana. Bir adım atıp ona yaklaştığımda elini havaya kaldırdı.
"Aisy sen...?"
Güçlü bir akım bedenime doğru hücum edip beni yere fırlattı. Göğsüm acıyordu. Doğrulmaya çalıştım. Bu Aisy değildi.
"Eris neden benden sakladın?"
Yüzünde anlamlandıramadığım bir bakış vardı. Bana kızgın mıydı?
"Sana ne oldu Aisy? Anlatsana."
"O artık seni duyamaz."
Hera konuştuğunda ona döndüm. Gözleri Aisy ile ben arasında gidip geldi.
"Dün ormanda onu çok mutlu görmüştüm. Ama bir de şu haline bak. Oldukça çaresiz, üzgün..."
Ayağa kalkıp Aisy'nin yanına yaklaştım. Ellerim tılsımına gitti. Geri gel Aisy.
Kıpırdamadı bile. Bomboş siyah bakışlarını gözlerimden ayırmadı. Bana gel Aisy..
"Bana yalan söyledin. Benden gerçekleri sakladın."
"Hayır Aisy ben doğru zamanı bekledim sadece. Sana bugün her şeyi anlatacaktım."
"Artık seni duyamaz. Ona ne desen boşuna. Kafasında kurduğu şeyleri öldüremeyeceksin."
Öfkeyle Hera'ya yaklaşıp ittim onu.
"Ona ne yaptın sen?!"
"Ben bir şey yapmadım. Sen yaptın. Onun güvenini yıktın. Kendini kaybetti."
Tekrar Aisy'e döndüm. Bakışları sertleşti. Elini tekrar havaya kaldırdı. Yapma Aisy. Kendine de bana da yapma bunu.
"Onun gücünü de alt üst edebilecek misin bakalım yabancı."
Kralın sözleri Aisy ile buluştu. Aisy'e karşı güç kullanamazdım. Ona zarar veremezdim.
"Hayır..."
Aisy siyah alevler içinde yanmaya başladı. Bunu ilk kez gördüğüm için korkmuştum. Yavaşça havalandı. Ateş iyice karardı. Gökyüzü ateşle beraber yandı. Aisy ellerini birleştirip ateşi yönetti. Ateş şehrin üzerine yağmaya başladı. Halkın çığlığı kulaklarımda uğuldadı. Dur Aisy. Dur lütfen.
Gücü damarlarımda hissettim. Halk için bunu yapmak zorundaydım. Özür dilerim Aisy.
Yumruğumu sertçe yere vurduğumda su taştı. Su etrafımızı sarıp ateşle buluştu. Ateşe sarıldı. Ateş küle dönüşürken Aisy artık yerdeydi. Durmak gibi bir niyeti yoktu. Ona yaklaştım. Ateşini üzerime yolladı. Ateşine sarıldım. Aisy'e sarıldım. Ona sıkıca sarıldım. Benim güzel kızım... Bugün ateşinin beni yakmasına izin veriyorum. Umarım sen yaşamayı başarabilirsin.. Umarım sen aileni bulabilirsin.
Gözümden yaş aktığında ellerimi saçlarına götürüp okşadım.
"Ö-özür dilerim" boğazımdan bir hıçkırık kaçtı. Canım yanıyordu. Canımı Aisy yakıyordu. Ateşi sönmüyordu. Siniri dinmiyordu.
"Özür dilerim, sözümü tutamadığım için..."
Kollarımı yavaşça çektim üzerinden. Yere düşüp ateşli gökyüzüne baktım. Aisy'nin ateşi dinmişti. Beni yakmıştı ama halkı da o da kurtulmuştu. Gözlerimi bu kez kapattım. Derin bir uykunun zamanıydı...