Gece yarısı olduğunda yatağımdan çıktım. Aisy uyumuş olmalıydı. Gücümü test etmek için iyi bir zamandı. Gece yarısı kimse etrafta dolanmazdı.
Evin arkasındaki ormanlık alana geçtim. Bir büyücünün neler yapabildiğini düşündüm. Nesneleri hareket ettirmek, zihin okumak, algı değiştirmek, istediği şeyi düşündürtmek, herhangi bir şeyi oluşturmak... Neredeyse her şeyi yapabiliyorduk. Gökyüzü büyücüleri bunlar hariç ne yapıyor olabilirdi ki...
Ağaca bakmayı ve deli gibi ortalıkta dönmeyi bırakıp parmaklarımı şıklattım. Buldum.
"Eğer ben bir gökyüzü büyücüsüysem şimşek çaktırabilirim. Bunu normal bir büyücü yapamaz."
Evet bunu şimdi denemem lazımdı. Nasıl yapacağımı bilmiyordum. Aklıma Aisy'nin söyledikleri geldi. "Her zerrenle büyüyü içinde hissetmelisin. Önce his sonra büyü."
O halde önce odaklanmalıyım.
Bacaklarımı omuzlarımın hizasında açtım. Ellerimi önce havaya kaldırıp daha sonra rahat bir şekilde salık bıraktım. Derin bir nefes alıp damarlarımda o garip hissin gezinmesine izin verdim. Tüm vücudum büyüye alışmışken ellerimi göğsümün hizasında kaldırdım. Bir kaç küçük şimşek. Sadece bu kadar.
"Hey yabancı!"
Gelen sesle gözlerimi açtığımda kendimi havada bulmuştum. Çok sürmeden yaptığım büyüden kurtulup yere düştüğümde belim fena acıyordu. Elimle belimi tutarak ayağa kalktım. Kim benim yanlış yaptığım büyüyü bozmaya kalktı ki?!
Arkamı döndüğümde karşımda sarı saçlı gülümseyen bir kız gördüm. Üzerinde deri bir elbise vardı. Dizinin hemen üzerinde bitiyor ve gümüş bir zırh ile kuşanmıştı. Bileklerinde gümüş bileklikler vardı. Savaşçı mıydı?
Sızlanarak konuştum. Belim hala acıyordu. "Sen kimsin?"
Bir kaç adım atıp tam karşıma gelip gülümsedi. Kabul etmeliydim ki oldukça çekici bir kadındı.
"Asıl bu soruyu benim sormam gerekiyor. Sen kimsin ve burada ne yapıyorsun?"
"Eğer bir cevap istiyorsan önce benim soruma cevap vermelisin. Aksi takdirde gideceğim."
"Hera. Adım Hera, yabancı. Ya senin adın ne?"
"Eris."
"Güzel isim. Peki az önce ne yapıyordun?"
"Bilmem gözlerim kapalıydı. Görmedim."
Gülüp gözlerini kıstı. Kesinlikle güzel ve bunun farkında olan bir kadındı.
"Ben söyleyeyim o halde. Uçuyordun. Gökyüzüne doğru gidiyordun."
"Ohh.." elimi saçlarımın arkasından geçirip şaşırmış gibi yaptım.
Amacım şimşek çaktırmaktı ama ben havalanmıştım bu yüzden ne diyeceğimi bilmiyordum. İşi dalgaya almaktan başka şansım yoktu.
"Merak etme. Kimseye söylemeyeceğim."
Ellerimi cebime koyup boyuna yetişmek adına kafamı biraz eğdim.
"Birine duyurmandan korkmuyorum zaten, Hera."
Yalanını sevsinler Eris. Kral iki gün sonra buraya gelecekti ve o gelmeden önce kimsenin görmesini ya da duymasını istemiyordum. Yine de onun karşısında zayıf durmak istemiyordum. Biraz rol yapmanın kimseye zararı olmazdı.
"Pekala. Seninle daha sonra görüşürüz."
Göz kırpıp arkasına dönüp yürümeye başladı. Bu kadının derdi neydi acaba?
"Tekrar görüşeceğimizi sanmıyorum."
Bir kez daha dönüp bana baktı. Utanmasa öpücük atıp elleriyle kalp yapacaktı. Beni mi etkilemeye çalışıyordu? Ve ben neden ona doğru çekiliyordum?
Kafamı sallayıp eve doğru gitmeye başladım. Bu gece bu kadar yeterdi. Başka birinin beni görme riskini alamazdım.
İçeri girip merdivenleri parmak uçlarımda çıktım. Aisy uyansın istemiyordum.
Odamın kapısına geldiğimde Aisy'nin odasından sesler duydum. Acaba yine... Kafamı salladım, o iyiydi. Yine de onu kontrol etmeden uyuyamayacaktım.
Kapısını yavaşça araladım. Yatağının üstünde dizlerini kendine çekmişti. Kafasını sağa yatırmış pencereyi seyrediyordu. Yaklaştıkça hıçkırık seslerini daha net duyuyordum. Ağlıyor muydu?
Pencereden içeri giren ay ışığı yüzüne vuruyordu. Bembeyaz teni gözlerinin kızarıklığını apaçık belli ediyordu. Süzülen göz yaşları çenesinden akıp ellerine düşüyordu. Gök mavisi elbisesi içinde bir peri gibi görünüyordu. Kalbi kırık bir peri gibi...
"Aisy..."
Ne seslenmeme ne de yanına oturmama tepki göstermemişti. Sadece göz yaşlarını akıtıyor arada bir de hıçkırık sesleri duyuluyordu. Belki de onu yalnız bırakmalıydım. Ama içimdeki ses onu yalnız bırakmayıp yanında kalmamı söylüyordu.
Sustum. Onunla beraber susup sadece onu dinledim. Gözlerini kapattı. Göz yaşları durmadı, yanaklarından süzülmeye devam ettiler. Kesik kesik nefes alışları düzene girene kadar onu izledim. Ağlayarak uykuya dalmıştı.
Benim küçük Aisy'im. Daha bir bebekken hayatı dondurulmuştu. Derin bir uykudaydı. Ailesinden uzakta. Çocukluğunu bile yaşayamadan geçti yılları. Bir anda uyandı ve tüm bu karmaşanın içinde tek başına kaldı. Ailesi yok. Yaşam hakkında bir tecrübesi yok. Hiçbir şeyi yokken bu yoklukta tek başına kalmıştı işte.
Ama Aisy ben senin her zaman yanında olacağım. İstersen bu yoklukta ben de senin yokluğun olurdum. Her zaman seninle olacaktım yine de.
Yavaşça ayağa kalkıp elimi ensesine yerleştirip başını kaldırdım. Diğer elimi dizlerinin altından geçirip onu kaldırıp düzgün bir şekilde yatağına yerleştirdim. Üzerini örtüp elimi saçlarına götürdüm. Güzelce uyu Aisy.
* * *
Sabah Aisy daha iyi görünüyordu. Geceyi hiç sormamıştım. Belki de konuşmak onu daha çok üzer diye düşünüp onun anlatmasını bekledim.
"Hey Aisy, büyücüler uçabilir mi?"
"Hayır. Daha önce uçan bir büyücü görmedim. Yani daha doğrusu duymadım." yıllarca uyuduğu için bu sözleri sarf ederken yine hüzünlenmişti. Derin bir iç çekti.
Yine de uçmak oldukça basit bir şey gibi geliyordu gözüme. Kralın karşısına geçip bekle de uçayım deyip ilgisini çekemezdim. Başka bir şey yapmam lazımdı.
"Yarın Kral kasabaya gelecek, biliyor muydun?"
"Evet, haberim var. Sakın bir delilik yapma."
"Asla."
Aisy'den neden bir şeyleri sakladığımı bilmiyordum. Ona güveniyordum. Ama onun belki de kötülüğü seçtiği için uyutulmuş olma ihtimali olması içimde bir kuşku uyandırıyordu. Ya gerçekten kötü biriyse... Bu düşünce beni mahvediyordu.
"Bugün ne yapacaksın?"
"Biraz gezineceğim." bana dönmeden cevabını verip dışarı çıkmıştı.
Geceden beri çok halsiz görünüyordu. Doğru dürüst bir şey de yememişti. Bu yüzden onun adına endişeleniyordum. Onu takip etmekten başka bir şey geçmiyordu aklımdan.
Kapıdan çıkıp onun arkasından ormanlık alana girdim. Sessizce ve olabildiğince arkasından gidiyordum. Mavi elbisesi hafif esen rüzgarda dalgalanıyor sanki yürümüyor da uçuyor gibi geziniyordu. Doğa üstü bir varlık gibiydi. Doğa üstü bir güzellik... Evet, Aisy gerçekten çok güzel bir kızdı. Doğal bir güzelliğe sahipti. Ve insan ona baktıkça huzur dolardı. Bu gerçekti.
Durduğunda bir ağacın arkasına gizlendim. Eğilip papatyaları topladı. Elinde epeyce papatya biriktiğinde ayağa kalkıp tekrar yürümeye başladı. Belki de gerçekten gezintiye gelmişti.
Yine de onu izlemeye devam ettim. Ormanlık alanın sonunda bir uçurum kenarına gelmiştik. Burada deniz olduğunu bilmiyordum bu yüzden şaşırmıştım. Uçuruma doğru iyice yaklaştı. Elindeki papatyaları denize doğru fırlattı. Bir adım geriye gidip yere oturdu.
Ona yaklaştığımda arkasını döndü. Beni görmeyi beklemediği için şaşırmıştı.
"Sen nasıl geldin buraya?"
Yanına oturup iç çektim.
"Seni takip ettim."
"Neden?"
"İyi görünmüyordun. Şimdi iyi misin?"
Önüne dönüp eliyle oynamaya başladı. İyi değildi işte.
"Biliyor musun bugün benim doğum günüm. Doğduğum, aileme kavuştuğum, uyutulmak zorunda olduğum, ailemi kaybettiğim gün."
Şimdi anlamıştım neden ağladığını. Neden bu denli üzgün olduğunu... Zor bir zaman geçiriyor olmalıydı.
Kolumu omzuna atıp onu kendime çektim.
"Bugün senin doğum günün. Ailene kavuşmak için bir umudun yeşerdiği yeni bir gün. Sana söz veriyorum aileni bulacağım."
Kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Bana inanıyordu. Bakışlarından bunu hissetmiştim. Gülümsedim. Yan tarafa dönüp bir papatya kopardım. Tekrar ona dönüp saçlarının arasına taktım o papatyayı.
"Bu da benim minik hediyem."
Gülümsedi. Kafasını eğip elleriyle oynadı.
"Başka bir hediye daha alabilir miyim?"
Ne isteyeceğini o kadar çok merak etmiştim ki...
"Ne gibi?"
"Bunun gibi."
Kafasını kaldırıp dudaklarıma küçük bir öpücük bırakıp kollarımdan sıyrıldı. Ben ne yaşadığımı anlamaya çalışırken o çoktan koşup uzaklaşmaya başlamıştı bile. O beni öpmüştü? Beni? Ahhh bu kız... Bu kız beni deli ediyordu.