Aisy yavaş yavaş uyanmaya başladığında çoktan sabah olmuştu bile. Gözlerini aralayıp tavanı seyretti bir süre. Uzanıp elinin üstüne elimi koyduğumda gözlerini bana çevirdi. Bakışlarında bir şeyler saklıydı ve anlayamıyordum. Korkuyor musun Aisy?
"Daha iyi misin?" doğrulmaya çalışırken sordum. Gerçekten şu an iyi miydi?
"Git başımdan." al yine dün ki asabilik, gerginlik. Gerçi yaşadığı şeyden dolayı onu anlayabiliyordum da.
"Hayır. Ve neden yani? Neden gitmem gerekiyor? Başını bir beladan kurtardım ve sen bana git mi diyorsun?"
Yaptığım iyiliği yüzüne vurmak istemiyordum. Niyetim bu değildi ama uyanır uyanmaz gitmemi istemesi de nedendi?
"Eris başım ağrıyor. Git lütfen."
Elimi çekip ayağa kalktım. Gitmek istemiyordum. Onu bu halde bırakmak istemiyordum ama ona saygı duymalıydım. Madem gitmemi istiyordu öyle olsun bakalım.
"Pekala. Ama itiraz istemiyorum. İyi olduğun zaman her şeyi anlatacaksın. Söz ver."
Yatağa uzanıp sağa döndü. Battaniyeyi kafasına kadar çekip mırıldandı.
"Güzel bir yemek eşliğinde anlatabilirim."
Gülümsedim. Neyse ki yemek yemeyi çok seviyordu. Canı sıkkın olsa da yemeğe karşı koyamaması güzel bir detaydı. Yemek yerken konuşurduk.
***
"Şatoya girdim."
"Eee sonra..."
Her lokmadan sonra bir kaç kelimeyle olayı anlatmaya çalışıyordu. Yemeye başlayalı yirmi dakika olmuştu ve ancak şatoya girdiği kısma gelebilmişti.
"Muhafızlar durdurdu tabi."
İştahla yediği tavuğun kemiklerini masaya bırakıp parmaklarını da yalamayı ihmal etmedi. Obur cadı.
"Onları büyüledim. Güzelliğimle.."
"Güzel değilsin." bakışlarını sertleştirip yüzüme baktığında gülümseyip devam etmesi için elimle işaret verdim.
"Büyücüler için kullanılan kütüphaneye gittim işte. Baş muhafız benim yeni olduğumu anladı. Kral'a götürmek istedi."
Elleriyle masada ritim tutmaya başladı. Sanırım zorlanıyordu. Ne oldu ki bu kadar anlatmaktan kaçınıyordu?
"Sonra ne oldu Aisy? Biz arkadaşız. Rahat ol."
"Baş muhafız haber vermek için gittiğinde kaçmaya çalıştım. Sonra önüme o çıktı."
Yine bir sessizlik. Aisy çok korkmuş olmalıydı.
"Nasıl anladı?"
"Bilmiyorum. Güvende oluruz sanmıştım ama bilmiyorum. Nasıl tanıdı bilmiyorum."
Eliyle yüzünü kapatıp ağlamaya başladı. Ayağa kalkıp sandalyemi yanına çektim. Omzuna elimi koyup güven vermek istercesine okşadım.
"Hiçbir şey bilmiyorum. Bizi bu bilinmezlikten nasıl kurtacağım? Ailemi nasıl bulacağım?"
Yavaşça onu kendime çekip göğsüme yasladım. Ağlaması durana kadar verebildiğim tüm desteği verdim.
"Ben yanındayım. Ne yapacaksak beraber yapacağız. Sen değil. Biz. Yalnız değilsin, unutma."
Geri çekildi. Az önce şapur şupur et yediği elleriyle gözlerini sildi. Pasaklı cadı..
"Bedenime girip eve getirdi işte beni. Sonrasını zaten biliyorsun."
"Tılsım mı kurtardı seni?"
"Sanırım. Güçlü bir büyü var içinde. Beni her şeyden koruyabilir. Ailem beni korumak için çok çalışmış olmalı."
"Senin peşindeler. Ama benim değil. Bana her şeyi öğret. Aralarına karışacağım."
"Pekala. Öğreteceğim. Çok çalışacaksın ama. Kaytarırsan yakarım seni."
"Tamam üstad. Ne dersen o olacak? Hemen başlayalım. Kaybedecek vaktimiz yok."
***
"Bak Eris. Büyü yapmak bir sanattır. Sadece beceri yetmez. Sadece ellerinle değil tüm vücudunla büyüyü yönetmen gerekiyor. Onu kabul etmelisin. Her zerrenle büyüyü içinde hissetmelisin. Önce his sonra büyü."
İyice dinleyip kafamı salladım. Odaklanmakta iyiydim. Her zaman iyiydim.
Derin bir nefes alıp karşımdaki şişelere baktım. Aisy devirmemi istiyordu. Ben de yapacaktım şimdi. Ne olursa olsun yapacaktım.
Gözlerimi kapatıp elimi havaya kaldırdım. Başımdan ayak ucuma kadar bir titreme sardı vücudumu. Ne yapmak istediğimi düşündüm. Her zerremle sadece ona odaklandım. Damarlarımda bir şeyler akmaya başladı. Bedenimi bir ateş sardı. Kendimi bir boşlukta hissederken elimi sertçe savurdum o boşlukta. Yavaşça gözlerimi açtım.
Tüm şişeler devrilmişti. Başarmıştım.
Aisy'e döndüğümde bana gururla bakıyordu. Bir şeyleri sandığımızdan erken halledeceğimizi o da biliyordu. Ona bunu göstermiştim.
"Bravo. Sandığımdan daha güçlüsün. Tek seferde bunu kimse yapamazdı."
Gururla gülümsedim.
"Üstadım sağ olsun. Sırada ne var?"
"Güçlerini kontrol etmen için bir kaç alıştırma daha... Ama sanıyorum ki çok uzun sürmeyecek."
1 ay sonra
Artık kendimi daha güçlü hissediyordum. Büyü yapmakta epeyce ustalaşmıştım. Bu esnada burayı keşfetmek için de çok fazla zamanım olmuştu. Her gece Aisy de bana bu şehirle ilgili bilgiler vermeye devam etmişti. Yapmam ve yapmamam gereken her şey belleğimdeydi.
Bugün büyük gündü. Şatoyu ziyaret edecektim. Aisy tehlikeli olur dese de bunu yapmak istiyordum. Ne olursa olsun deneyeceğimi o da iyi bildiği için izin vermişti.
İşte şimdi o karanlık şatonun tam önündeydim.
Bilinmezliklerin son bulacağı şatonun tam önündeydim.
Aisy ve benim her şeyi öğreneceğimiz o şatonun tam önündeydim.
Hadi Eris. Hadi Deniz. Hallet bu işi.
İçeri girerken muhafızlar sorun çıkarmamıştı. Aisy onların büyücüleri ayırt edebildiğini söylemişti. Bu yüzden sıkıntı yaşamadan girebilmiştim şatoya.
Kütüphanenin kapısında baş muhafız bekliyordu. Muhtemelen yeni olduğumu anlayacaktı. Duruma göre ne yapacağıma o an karar verecektim.
"Hey sen!"
Sesiyle durdum. Her şey yolunda gitse şaşırırdım.
"Buyrun baş muhafız."
"Baş muhafız olduğumu nereden biliyorsun?"
Çok iyi bir yalancıymışım gibi rahat bir şekilde gülümsedim.
"Buraya ilk gelişim değil. Biliyorsunuz."
"Nedense hiç geldiğini hatırlamıyorum."
Bir adım yaklaşıp baş muhafızı kandırabilir miyim diye düşündüm. Aisy güçlüsün demişti. Ama ne kadar?
"Hatırlıyorsun baş muhafız. Hatırla."
Büyü yapıp daha önce buraya geldiğimi düşünmesini sağlamaya çalıştım. Baş muhafız bir kaç saniye yüzüme baktı. Hadi işe yara. Başımı belaya sokmadan gitmem lazım buradan. Lütfen işe yara.
"Ahh efendim lütfen kusuruma bakmayın. Lütfen girin içeri."
Büyük bir gülümsemeyle içeri girdim. Bugün şanslı günümdeydim sanırım.
Duvarlar boydan boya kitaplıklarla doluydu. Bu kadar kitap arasında hangisine bakmam gerektiğini nasıl bulacaktım?
Yavaşça gezindim. Göz gezdirmeye başlarken kafama bir kitap düştü. Ağır bir kitap olduğu için kafam epey acımıştı. Yerden alıp kapağını okudum.
*"Uyananlar ve Uyandırılanlar"*
Bu kasabayı gezerken gördüğüm kitaptı. Kadının tekinin "tehlikeli yaratıklar" diye bizden bahsettiği kitap. Gerçekten de tehlikeli miydik?
Kitabın sayfalarına hızlıca göz gezdirirken bir sayfa dikkatimi çekti ve okumaya başladım.
*Kral Timus yüzyıllar önce yaşamış yaşlı bir rahipti. Gözünü hırs bürümüş bu kral tüm şehirlere hükmetmek istedi. Tüm büyücüleri şatosuna topladı. Elde etmek istediği hayat uğruna seksen sekiz büyücünün ruhunu bedenlerinden ayırdı. Kanlarından bir nehir aktı, şatodan kasabaya kadar... Kral Timus ruhların hepsini bedenine hapsetti. Şehrini, halkını büyük bir tehlikeye attığından habersizdi. Tanrı onu cezalandırdı. Şehri ve halkı bu cezadan nasibini alıp yok olmaya başladı. Kral Timus yaşar ve acı çeker. Tüm şehirlere hakim olmak isterken tek bir şehirde hapsolup acı çekmeye mahkum bırakılır. Halkın duaları gökyüzüne ulaşır. Gökyüzü büyücüleri yeryüzüne indi. Kral Timus'u derin bir uykuya hapsedip gittiler. Halk artık refah içindeydi. Kral Timus bir daha uyandırılmaz. Ve efsaneye göre uyutulan her varlık şehrinin sonunu getirmeyi amaçlayan ve bunu başaran varlıklardır."*
Aisy bunu başardı mı yani? İyi de o bebekken uyutulmuştu. Bu mümkün olamazdı. Başka bir açıklaması olmalıydı.
Biraz daha sayfaları çevirdim.
*Milyonda bir de olsa görülen bir başka olay ise uyuyan bir varlığı bir insan soylunun uyandırmasıdır. Bu insan soylu geçmiş hayatında gökyüzü büyücüsü olmakla birlikte büyük bir günah işleyip yeryüzüne atılır. Bir ana rahminde büyür ve gelişir. Doğar ve onu uyandırır. Kendinin farkında değildir. Uyandırdığı kişinin niyetine göre yaşar ve gelişir. Kötülüğü seçen birini uyandırırsa eğer bu kötülük insan şehrini de bizim şehrimizi de kötü etkiler. İşte bu yüzdendir kovulmuş gökyüzü büyücüsünün her adımı izlenir. İnsan şehrinde de bizim şehrimizde de. Gökyüzü onu bırakmaz. Ve düşmanları da...*
Ben bir gökyüzü büyücüsü müydüm yani? Bu da kesinlikle mümkün değildi. Her şey kulağa çok saçma geliyordu.
Bu kitaptan kendimle ve Aisy ile ilgili bir kaç çıkarımda bulunabilirdim. Ama Aisy asla kötü olduğu için uyutulmamıştı. Biri onun peşindeydi. Ailesi bu yüzden onu korumak istemişti. O kötü değildi.
Öte yandan ben belki de kovulmuş bir gökyüzü büyücüsüydüm. Bu neden güçlerim olduğunu açıklıyordu. Ama neden kovulduğumu bilmemek beni şüphelendiriyordu. Nasıl bir günah işlemiş olabilirdim ki?
Tüm bu bilgilerle çıkmıştım şatodan. Bizi ne bekliyordu bilmiyorum ama önümüzdeki kaderin bizi şekillendirmesine izin vermeyecektim. Kötü bir son yazılı olmasına izin vermeyecektim. Biz iyiliğin peşinden gitmeliydik. Aisy bile olsa karşımda, kötülüğün bizi ve bu şehirleri yenmesine izin vermeyecektim.