7.Bölüm

1634 Words
Yaprak sert rüzgarlara dayanamıyordu. Bedeni savruluyor, tüm gücünü hayata tutunmaya adarken rengi gittikçe soluyor, eski canlılığını kaybediyordu.                                                  Rüzgarın Aşkı   Bu kadına defalarca söylemişti kendisini aramamasını. Gergince telefonu açtı.   "Ne var Filiz? Sana bin defa beni aramaman gerektiğini söylemedim mi ben?" Filiz sinirle kemirdiği dudaklarını umursamadan, neşeli bir sesle konuşmaya çalıştı. Poyraz'ın tavırlarından nefret ediyordu. "Seni merak ettim, gelmiyor musun? Banyo bile hazır." Poyraz seslice bir küfür savurdu. Ayakta olan sinirleri çatmaya yer arar gibi anında hedefini bulmuştu. "Seni baş belası! Derdim uçkur mu benim? Salak mısın be kadın? Bir yıldır beni aramaman gerektiğini öğrenemedin tamam anladık da, bana hesap sormaman gerektiğini de mi öğrenemedin? Kapat şu lanet telefonu! Arama bir daha beni. Ben istediğim zaman gelirim. İşine gelmiyorsa s*ktir git!" dedi öfkeyle ve hırsla telefonu kapattı.   Lanet olsun! Bütün antikalar kendisini buluyordu. Nereden bela etmişti bu kadını başına? Böyle olacağını bilseydi kesinlikle sokmazdı hayatına. Bir an önce Filiz’den kurtulmalıydı. Ahh! Annesini nasıl vazgeçirecekti bu işten? Delirmek üzereydi gerçekten!   **** Poyraz sabaha kadar bir dakika olsun uyumamıştı. Arada oğluna bakmak için içeriye gidiyor, Özgür'ü kontrol ettikten sonra yine dışarıya çıkıyordu. Bir kaç defa Hazan'a da perde aralığından göz gezdirmişti. Annesi de Özgür'ün baş ucuna başını koyup uyuya kalmıştı. Eve göndermek istemiş ama Zeynep Hanım kabul etmemişti. Hoş. Neden gitmediğini iyi biliyordu Poyraz. Hazan Hanımı kaçırmak istemiyordu annesi büyük ihtimal. Çünkü Poyraz'a kalırsa oğlunu güneş doğduğu gibi hastaneden çıkaracak ve Hazan'la bir daha karşılaşma imkanları olmayacaktı.   Doğan güneşle birlikte yüzünü yıkamak için lavaboya gitti. Bugün önemli bir işi yoktu en azından. Eve gidip öğlene kadar uyuyabilir, öğleden sonra da bir kaç saatliğine şirkete uğrayabilirdi. Odaya girdiği anda Hazan'ı Özgür'ün baş ucunda bulmak sinirlerini zıplatmıştı. Genç kadını kolundan tuttuğu gibi koridora sürüklemeye başladı. Dolaşan hemşire ve hasta yakınlarını görünce, hiç beklemeden hastane çıkışına yürümeye başladı.   "Ne yapıyorsun be? Manyak mısın nesin bırak kolumu!" diyerek sinirle bağırdı Hazan. Küçük çocuğun üstünün açıldığını fark etmiş, örtmek için baş ucuna gitmişti. Üstünü örtüp geri çekileceği zaman Özgür'ün uyuyan masum yüzüne öpücük kondurmak istemiş, eğildiği an kolundan tutan adamla ne olduğunu anlayamadan sürüklenmeye başlamıştı. Düşmemek için mecburen adım atmak zorunda kalmış, en sonunda sinirlerine hakim olamayıp bağırmıştı.   Poyraz Hazan'ı çekiştirmeye devam ederken, "Kes sesini!" diye mırıldandı. Bahçeye çıktığı gibi genç kadının kolunu savurdu ve öfkeyle yüzüne baktı. Hazan acıyan kolunu ovarken, bir yandan da söylenmeyi ihmal etmiyordu. "Sen ne yaptığını sanıyorsun çam yarması? Karşında köpeğin mi var be adam! Ne diye sürüklüyorsun?" Hazan hala söylenmeye devam ederken Poyraz sinirle sözünü kesti. "Bi sus be kadın! Asıl sen ne yapıyordun oğluma? Cevap ver? Ne arıyordun onun başında?" Poyraz'ın niyeti aslında hesap sormak değil, annesi uyurken bu kadını başından def etmekti ama Hazan'ın sorgulayıcı halleri yüzünden kendisine engel olamamıştı. İnsanlara hesap vermekten nefret ederdi. Nalan sağ olsun, hesap verme kotasını doldurmuştu. Hazan gözlerini devirmesine engel olamadı. Bütün mesele bu muydu yani? "Sen nasıl bir öküzsün Allah aşkına? Cinsin ne senin? Üstü açılmıştı, üstünü örttüm. Bütün karın ağrın bu muydu?"   Selçuk Poyraz'ın genç kadını sürüklediğini görünce soluğu Zeynep Hanımın yanında almıştı. Yaşlı kadını uyandırıp, olanları bir çırpıda anlattı. Zeynep Hanım telaşla hastane çıkışına yönelirken, içinden geç kalmamış olmak için dualar ediyordu.   Poyraz duyduğu hakaretlerle birlikte Hazan'ın üstüne yürümeye başladı. "Benimle düzgün konuş taşra faresi. Kadın falan demem alırım ayağımın altına. Her neyse konumuz bu değil! Seni evimde istemiyorum. Senin gibi bir kadına emanet edecek değilim oğlumu. Şu haline bak. Daha kendini temizlemeyen kadın, oğlumla mı ilgilenecek? Annemin teklifini kabul etmeyeceksin. Anlaştığımıza göre sorun yok," dedi ve arkasını döndü.   Hazan sinirle üstünü kontrol ederken yüzünü buruşturdu. "Bana baksana sen! Sen kendini ne sanıyorsun? Taşra faresiymiş. Muhallebi çocuğu ne olacak. Kendini beğenmiş züppe! Senin gibi anamızın karnından altınların içine düşmedik. Sen kendi haline bak önce züppe herif!"   Poyraz sıktığı dişlerinin arasından "Kes sesini!" diye bağırdı. Kendini bir an sokak dalaşında hissetmişti. Bu kadın çok film izliyordu herhalde? Hazan duyduğu hakaretlerden sonra susmaya hiç niyetli değildi. "Ne susacağım be! Boy var ama zeka yok, beyin var ama sende kullanacak kapasite yok. Ayağının altına alırmışmış. Paşama bak sen! Yediği tekmeyi çok çabuk unutmuş. Zeka geriliği de var herhalde sende? Neyse yaşlı bunak. İnan bana seninle muhabbet etmek isterdim ama vaktim yok. Ayrıca senin vereceğin üç kuruşa muhtaç değilim. Evin senin olsun," dedi ve hastaneye doğru yürümeye başladı. Poyraz'ın yanında geçmek istememiş, ağaçların olduğu tarafa yönelmişti.   Kolunda hissettiği elle birlikte sinirle arkasını döndü. "Bu sende alışkanlık oldu. Bırak artık kolumu." Poyraz yediği hakaretleri hayretle dinlemişti. Nasıl bir çene vardı bu kadında? Terbiyeden eser yoktu resmen ve o lafları yemeğe hiç niyetli değildi. "Anan, baban terbiye vermemiş ama inşallah özür dilemeyi öğretmiştir. Çabuk özür dile!" diye inledi. Hazan'ın gözlerindeki öfke yok olmuş, gözleri yine bir ölünün gözlerine dönüşmüştü. Poyraz tuttuğu kolu şaşkınlıkla bıraktı ve bir iki adım geriledi. Hazan'ın gözlerine ilk baktığı anda anlamıştı dün geceden farklı olduklarını.   Öfkesini, kızgınlığı, bütün geçen duyguları görmüştü. Ama şimdi o gözler yine boşalmış, donuk ve ölü hallerine hızla geçiş yapmıştı. "Ne oluyor burada?" diyen sesle ikisi de Zeynep Hanıma döndü. Yaşlı kadın nefes nefese kalmıştı. Dakikalardır bu ikiliyi arıyordu.   Hazan güzel bir dayak çekmek isterdi bu öküze. Söylediği son cümle içinden birçok şey koparmıştı sanki. Umursamaması gerekiyordu ama elinde değildi işte! Dün gece Zeynep Hanımın gerçekleri bilmesine rağmen iş teklif etmesi mutlu etmişti kendisini. O küçük çocuğu gerçekten sevmişti. Bütün gece düşünmüş, işi kabul etme kararı almıştı ama Poyraz'ın sözlerinden sonra vazgeçmişti.   "Oğlunuzla iş hakkında konuştuk. Bende kendisine bu işi kabul edemeyeceğimi anlatmaya çalışıyordum. Kusura bakmayın. Bu sabah beklediğim bir şirketten haber geldi."   Zeynep Hanım kaşlarını çatarak oğluna döndü. Hazan'ın yalan söylediğini adı gibi biliyordu. "Bak kızım o küçük çocuğa ben tek başıma bakamam. Hem seni sevdi! O yürüyemiyor ve ben onu taşımak için oldukça yaşlıyım. Sorumsuz bakıcı yüzünden az daha yanıyordu. Beni kıracak mısın? İçin el verecek mi o çocuğu bırakmaya? Ayrıca şirket yerine, bir çocukla ilgilenmek daha iyi olmaz mı?"   Elbette iyi olurdu. Zaten ortada bir şirket yoktu ki! Ama o kadar laftan sonra bu işi kabul etmesi mümkün değildi. Poyraz'da hissetmişti genç kadının yalan söylediğini. Kendini ele vermemesi hoşuna gitse de, yediği laflardan sonra hala kızgındı. Zeynep Hanım ateş saçan gözlerini Poyraz'a dikti. Bakışları ne halt yediğini biliyorum, çabuk bu işi düzelt der gibi bakıyordu adeta. "Oğlum sen de bir şeyler söylesene. Bostan korkuluğu gibi dikiliyorsun sadece!"   Poyraz çaresizlikle omuzlarını düşürdü. Kahretsin! Atışmak yerine çekip gitse kurtulmuş olacaktı ne güzel. Kendine bir küfür savurup, Hazan'ın yüzüne baktı. "Annem haklı. Lütfen teklifini kabul edin. Ayrıca şirkette çalışmaktan daha zevkli olacaktır eminim." Nasıl olsa oğlu her bakıcıya yaptığı gibi Hazan'ı da kaçırmayı başarırdı. Annesini üzmek istemiyordu. Bu kadına muhtaçtı. Tabi şimdilik!   Hazan alayla tek kaşını yukarı kaldırdı. İçinden "Dönek herif!" diye bağırdı. "Emin misiniz  Poyraz Bey?" dedi keyifle. Genç adamın düştüğü durum hoşuna gitmiş gibiydi. Poyraz yanağının iç tarafını ısırdı sinirle. Alev topu bakışlarını Hazan'ın gözlerinin içine dikti. Annesi burada olmasaydı sorardı kadın alay etmeyi! "Eminim Hazan Hanım," dedi sakin olmaya çalışarak. "Hem de hiç olmadığım kadar!"   Hazan işin ciddiyetinin farkına yeni varmış gibi, ikilinin üstünde gözlerini dolaştırdı. Poyraz'ın annesinden dolayı kabul ettiğinin elbette farkındaydı. Kabul etmeli miydi? Lanet olsun! Bu işe ihtiyacı vardı. Başka çaresi yoktu ki. Özgür gerçekten çok zeki ve olgun bir çocuktu. İçi minik çocuğa ısınmıştı. Poyraz'la mı baş edemeyecekti? "Denemeye değer," diye düşündü. Gözlerini Poyraz'ın gözlerine çevirdi. Savaşa hazır gibiydi. "Peki. Tamam kabul ediyorum," dediği anda savaşın başladığına emindi.   Kabul edilen işin ardından üçü birlikte hastane odasına geri dönmüştü. Poyraz istediği gibi bu işe engel olamamış, yeni yollar aramaya başlamıştı. Önceliği bu kadını araştırmak olacaktı ama annesi buna da taş koymuştu niyeyse. İki hafta deneme süresi nereden çıktıysa? Neyse ki hastane kayıtlarında soyadı vardı. Selçuk'tan öğrenirdi nasıl olsa. Hazan'ın kim olduğunu, nereden geldiğini, bu zamana kadar neler yaptığını öğrenmek için iki hafta bekleyecek değildi.   Hazan'ın da kafası karışmıştı Zeynep hanımın söyledikleriyle. Odaya girdiklerinde Özgür'ün uyandığını ilk fark eden Hazan oldu. Zeynep Hanım uyanan torununun yanağına bir öpücük kondurdu ve Hazan'ı işaret etti. "Bundan sonra seninle ben ve bu abla ilgilenecek. Adı Hazan. Bende artık sizinle beraber kalacağım. Beni de kaçırmak için uğraşmayacaksın değil mi?"   Özgür bir süre babasının yüzünü inceledi. Babaannesini kendileriyle kalmaya ikna ettiğine göre, o kadınla daha çok görüşmek istiyordu. Babasına kırgın bir bakış atıp, adını yeni öğrendiği Hazan'a baktı. Suratında ufak bir gülümseme oluştu. Yorulmuştu artık. Ne yaparsa yapsın babasının kendisiyle ilgilenmesini sağlayamamıştı. Babası araya babaannesini bile sokmayı başardıysa, uğraşmanın anlamı yoktu. Hem Hazan kendisine diğer bakıcılar gibi acıyarak bakmıyordu. Dün akşam onunla sohbet ederken eğlenmişti de. Babasıyla kurduğu bütün hayallerine o anda nokta koydu küçük çocuk. Küçücük dünyası babası tarafından bir kez daha yıkılmıştı.   Uzaktan kendisine bakarken bile gözlerinde ki kızgınlığının farkındaydı. Her zaman olduğu gibi ağladığı anda ilgilenmiş sonra yine ilgilenmez olmuştu. "Hazan abla sana bir şey sorabilir miyim?" dedi odadan çıkıp giden babasının ardından.   Hazan yatağa yaklaşıp ayak ucuna oturdu ve tebessüm etmeye çalışarak "Elbette" diye yanıtladı küçük çocuğu. İçinden Poyraz'a küfürler ediyordu. Pislik herif daha kendi oğlunun, özlemle kendisine baktığının farkında bile değildi. Özgür kaşlarını yukarı kaldırarak, "Yalan yok ama," dedi bilmiş tavırla. Hazan başını sallayarak onayladı küçük çocuğu. Özgür sesinin yüksek çıkmamasına dikkat ederek, Hazan'ın yüzüne yaklaştı.   "Senin baban da böyle miydi? Yani babalar böyle uzak mı olurlar? Yoksa babam yürüyemediğim için mi böyle davranıyor? Ne yaptıysam olmadı biliyor musun?" Hazan bildiği tüm küfürleri yolluyordu Poyraz'a. Özgür'ün saflıkla sorduğu soru canını yakmıştı. Poyraz oğlunun davranışlarının farkında değil miydi Allah aşkına?   "Sana bir sır vereyim mi?" dedi Özgür'ün kulağına yaklaşarak. İçinden babasından özürler dilerken, Özgür'ün onayı ile sessizce kulağına fısıldadı. "Benim babam da böyleydi Özgür. Babalar biraz soğuk oluyorlar. Seviyorlar ama söylemesini bilmiyorlar. Sakın bunları düşünme. Baban bence seni çok seviyor. Hem sevmese bütün gece uyumadan, başında beklemezdi değil mi?" Özgür kocaman olmuş gözleriyle kendisine bakarken, keyifli olmaya çalışarak göz kırptı.   Özgür uzun zamandan sonra ilk defa gerçekten tebessüm etmişti. Demek ki bütün babalar böyleydi. Kendisinde bir sorun yoktu. Odaya giren Poyraz şaşkınlıkla oğlunun yüzünde ki tebessüme bakakaldı. Hazan her ne söylediyse oğlunu güldürmeyi başarmıştı. Belki de bu kez annesini dinlemeliydi. En azından oğlunun yüzündeki tebessüm denemeye değer olduğunu haykırıyordu.  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD