Yaprak titriyor, dans etmiyordu artık. Rüzgar yaprağın dans etmemesine öfkeleniyor. Öfkelendikçe daha da sert esiyordu.
Rüzgarın Aşkı
Poyraz kafeteryaya inmeden önce Selçuk'un yanına uğramış, Hazan'ın neden hastanede olduğunu öğrenmişti. Boşta olan eli yumruk halini aldı. Selçuk'un sesi kulaklarında dönüp dururken, "Aptal!" diye sinirle soludu. Bugün uçurumda gördüğü kalabalık hanımefendinin marifetiydi demek. Annesine de kızgındı Poyraz. Nasıl olur da intihara meyilli bir kadını, yanlarına işçi olarak almak isterdi bir türlü anlamıyordu. Kadını kurtaran annesiyken neden kendisine söylememişti? Öğrenemeyeceğini düşünmüşse Zeynep Sultan fena halde yanılmıştı.
Oldukça yorgun bir gün geçirmiş ve olay üstüne olay yaşamıştı. Genç kadının küçüğüm kelimesini sevimli göstermek için söylediği sözler aklına gelince istemsizce dudakları yana kıvrıldı. Zekice bir cevap vermişti Hazan Hanım. Kırk yıl düşünse böyle bir benzetme aklına gelmezdi.
"Küçülüp kalbine girecekmişmiş," dedi alayla. Yanına gelen Selçuk'un farkında olmadan kendi kendine söylenmeye devam ediyordu.
"Sorunlu. Aptal."
"Ne söyleniyorsun kendi kendine?" diye soran Selçuk Poyraz'ın yanına oturdu. Liseden beri yakın arkadaşlardı Poyraz'la. Neler yaşadığını çok iyi biliyor, Poyraz için endişelenmekten kendini alamıyordu.
Poyraz Selçuk'a yandan bir bakış atıp, "Hiç," diye mırıldandı.
Selçuk tek kaşını kaldırıp, alayla kendisine bakınca sinirle soludu.
"İntihara meyilli, tanımadığım bir kadını annem bakıcı olarak evime almak istiyor. Bakıcılardan nefret eden oğlum bir anda o kadını bana karşı savunuyor. Gerçekten hiçbir şey yok."
Selçuk dudakları arasından kaçan kahkahaya engel olamadı. Poyraz delici bakışlarını üstüne çevirmese daha da gülebilirdi. Lakin arkadaşının bakışlarını görünce, ağzına fermuar çeker gibi bir hareket yaptı. Ölmek için daha çok gençti.
"Bunu neden dert ediyorsun ki? Bu zamana kadar yaptığın gibi beğenmezsen kovarsın olur biter."
Poyraz dalgınca başını iki yana salladı.
"Mesele bu değil. O kadın da beni rahatsız eden bir şeyler var," diye mırıldandı kendi kendine. Selçuk duysa da, duymamış gibi yaptı. Poyraz'ın transa geçtiğinin farkındaydı.
Gerçekten Poyraz tamamen dalgınlaşmış, gözleri önüne gelen her sahneyi analiz ederek, kendi kendine konuşmaya başlamıştı.
"Gözleri," dedi ve temiz havayı yeniden ciğerlerine çekti nefes alamıyormuş gibi. Gözlerinin önüne gelen bir çift kahve gözle yeniden konuşmasına devam etti.
"Gözleri ölülerden farksız. Buz gibi. Bomboş. Soğuk ve donuk. Sanki hiçbir duygu hissetmiyor, yaşamıyor gibi. Daha önce hiç böyle birini görmedim. Yaşayan ölü gibi. Tutuk adeta. Hani oyuncak bebeklere ses yüklerler, gözlerinin açılıp kapanmasından başka o gözlere duygu yükleyemezler ya aynen öyle. Ses var duygu yok. Gözlerini kapatıp açıyor ama yaşam belirtisi yok. Gözlerine bakınca içim üşüyor, " dedi ve bir süre sustu. Gözünün önünde canlanan yeni bir sahneyle yeniden konuşmaya başladı.
"Onu ilk gördüğümde biraz olsun yaşam vardı o gözlerde. Biraz korku, biraz umut ve çokça üzüntü. Sanki kafesten yeni çıkmış bir kuş gibi ürkekti o gece. Beni devirdiği anda korkusuz ve güçlü olduğunu düşünmüştüm ama gözlerine baktığım anda yanıldığımı anlamıştım. Sonra tebessümü. Yüzünde o kadar yapay duruyordu ki. O dudaklar gülümsediği anda ona ait değilmiş gibi geliyor. Emanet aldığı bir giysi gibi adeta. Yavan. Gözlerine hiç ulaşmayan gülüşleri var. Ve gözleri her zaman akmaya hazır bulutlarla kaplı. Bir tek ağladığı zaman gözlerinde yaşam gördüm. Acı, hüzün ve tükenmişlik. Dostum bu kız beni gerçekten korkutuyor. Taş çatlasın yirmi yaşların sonunda ama sanki bütün her şeyini kaybetmiş, ölüme bir nefeslik zamanı varmış gibi bitik."
Selçuk genç adamı şaşkınlıkla dinlerken, ağzını açıp tek bir kelime edemedi. Söyleyecek bir şey de bulamıyordu zaten. İlk karşılaşma derken ne demek istediğini anlamamıştı ama bu gecenin ilk karşılaşmaları olmadığını kavramıştı. Lakin yine de bu kadar detayı nasıl çözmüştü? Poyraz öyle bir konuşuyordu ki sanki kadını yıllardır tanıyor gibiydi. Korkutuyor dediği an yüzünde bir tebessüm oluştu. Poyraz korkmakta haksız da sayılmazdı hani. Derin bir nefes aldı Selçuk. Poyraz sanki kendini anlatıyordu da farkında değildi. Poyraz’ın gözleri de anlattığı gözlerden pek farklı değildi. Tek farkı Poyraz’ın gözlerinde yoğun öfke bulutları olmasıydı.
Zeynep Hanım düşünceli bir halde gözlerini kıstı ve bir süre sonra söze girdi.
"Anlat o zaman da buna ben karar vereyim." demesiyle Hazan derin bir nefes aldı ve boş bakışlarını yaşlı kadının yüzüne dikti. Sesi keskin, sözleri oldukça soğuktu. Yaşlı kadının ne düşüneceğini, nasıl bir dehşete düşeceğini bekleyerek gözlerinin içine baktı.
"Birini öldürdüm. Cezaevinden çıkalı sadece bir kaç gün oluyor."
Zeynep hanım dehşetle gözlerini kocaman açıp Hazan'ın soğuk yüz hatlarını incelerken, konuşmalara şahit olan diğer kişinin nefesi kesilmiş, kalbi hızla atmaya başlamıştı.
Poyraz gözlerini kapatıp, yaprakları hışırdatan rüzgarın sesini dinlerken, karanlık geceye fısıldadı.
"Kimsin sen? Nesin? İn misin, cin misin? Lanet olsun! Şu gözler artık çıksın aklımdan."
Zeynep Hanım sakin kalmaya çalışarak, "Peki niye öldürdün?" diye fısıldadı.
Bu soruyu beklemeyen Hazan şaşkınca kadına baktı.
"Bunu soran ilk kişisiniz. Ne komik. Herkes duyduğu anda köşe bucak kaçarken oldukça soğukkanlı davranıyorsunuz. Niye öldürdüm? Sebepler önemli değil bence. Sonuç olarak öldü. Öğrenmek istediğiniz pişman olup, olmadığımsa hayır olmadım. Tek bir gece bile." derin bir nefes aldı genç kadın ve gözlerini mat rengi, soğuk beyaz tavana dikti. Kendiyle konuşur gibi, ranzasında yaptığı hesaplaşmalara benzeyen bir ses tonuyla devam etti.
"Önce beni ben yapanı, namusumu almaya çalıştı sonra hayallerimi. Babamın küçük kızını kirli emellerine alet etmesine izin vermedim ama büyük hayallerimi de koruyamadım. Avukat olacaktım. Ağabeyim Yunus'u umursamadan, içkili kafayla evimizi ateşe veren gençlere hak ettikleri cezayı verecektim. Ama çıktığım üniversite yolunda yine bir kez daha içkili insanların kurbanı oldum. Önce ağabeyim gitti, sonra hayallerim. Ve ardı arkası kesilmedi gidenlerin. Önce annem sonra babam ve en sonunda ömrüm. Bir insan, insan demeye utandığım mahluk her şeyimi aldı benden. Pişman mı? Kesinlikle pişman değilim. Yine olsa, yine yapardım sanırım. On bir yıl değil bedeli müebbet olsa yine yapardım. Çarpık adalet sistemi Yunus'u öldürenleri saldı ama nefsi-müdafaadan karşılarına çıkan on dokuz yaşında birini kodese tıkmaktan geri kalmadı. Pişman mıyım. Kesinlikle hayır."
Hazan yine iç hesaplaşmasına başlamıştı bilinçsizce. Kendine yaşlı gözlerle bakan kadını farkettiğinde, zorlukla tebessüm etti düşüncelerinden sıyrılarak.
"Pişman değilim. Olmamalıyım,” diye mırıldandı zorlukla. Yaşlı kadının gözlerine çevirdi yalvaran bakışlarını. Onay bekler gibi.
"Pişman olmamalıyım değil mi?"
Genç adam merdivenleri zorlukla inerek yeniden bahçeye attı kendini. Biraz ileride, bıraktığı bankta oturan arkadaşına baktı.
Ona söylemek ve söylenmemek arasında bir yerde sıkışıp kalmıştı. Selçuk hangisinin doğru olacağından emin değildi. Poyraz gerçeği öğrenirse genç kadına iş vermezdi.
Zeynep Hanım akan gözyaşlarını kurulurken, "Olmamalısın," diye fısıldadı.
"Peki kızım senin kimsen de mi yok?" diyerek yeni bir konu açma telaşına girmişti. Tek niyeti genç kadını girdiği ikilemden kurtarmaktı. Hayat genç kadın için oldukça zor yollardan geçmişti. Yarasını deşmek istemedi.
"Yok," dedi can sıkıntısıyla Hazan. Daha ne diye soru soruyordu ki bu kadın? Yaptığı açıklamalar yetmemiş miydi? Kendisinden ayrıntı ister gibi bakan gözleri görünce derin bir nefes aldı.
"Yok işte. Ben de bu niyetle memleketime, doğup büyüdüğüm yere geldim. Bir dayım vardı, o da vefat etmiş. Anlayacağın kimsem yok." dedi tane tane. Yeni bir soru daha sormamasını diliyordu içinden.
Zeynep Hanım ömrünü bu memlekette geçirmişti. Merakla "Kimlerdesin?" diyerek bir soru daha sordu. Kızı sıktığının farkındaydı ama merakına engel olamıyordu işte. Hem belki kimlerden olduğunu öğrenirse onun bilmediği bir akrabasını tanıyor olabilirdi. Bu zamanda gençlerin çoğu akrabalarını tanımıyordu.
Hazan yaşlı kadını kovmamak, onu kıracak bir kelime söylememek için dişlerini sıktı. Muhtar falandı herhalde bu kadın? Birazdan kütüğünü isterse şaşırmazdı kesinlikle! Hazan farkında değildi ama gerçekten kafası dağılmıştı. Girdiği hesaplaşmayı ve vicdan sorgulamasını yine ve bir kez daha derinliklere hapsetmişti.
"Babam ve annem kaçarak evlenmişler. Kimse sahip çıkmamış onlara. Babam burada bir çok işte çalışmıştı. Ali Sancak adı. Tanıyor musunuz?" dedi alayla. Zeynep Hanımın beyaza dönen yüzünün, aldığı derin nefeslerin farkında değildi.
"Yok," dedi aceleyle Zeynep Hanım. "Mudanya kalabalık bir ilçe kızım. Bende ev hanımıyım, nereden tanıyayım? Neyse sen şimdi uyu. İşi yarın konuşuruz. Kabul etmek zorundasın. Yine de iyi düşün," diyerek oturduğu sandalyeden güçsüzce kalktı.
Buna inanamıyordu. Uyuyan torununa bir bakış atıp, usulca kapıdan süzüldü. Yaşlı kalbi daha ne kadar dayanabilecekti olanlara, bilmiyordu. Ali ölmüştü demek. Yıllarca evlerinde hizmet eden ve sonunda kocasının bir kıskançlık anında kapıya koyduğu adam. Duyduğu üzüntü büyüktü Zeynep Hanımın. Bahçelerinde koşan minik kız ne hallere gelmişti böyle? Usulca bahçeye doğru yürüdü. Temiz havayı içine çekerken, gözyaşları Hazan için akıyordu.
Hazan'ın torununa sorduğu soru aklına gelince bir hıçkırık döküldü dudaklarından. Duyduğu anda anlam veremediği sorular, yeni yeni cevaplarını buluyordu şimdi. Yangınlar arasında can veren küçük çocuk gelmişti aklına. Sorduğu zekice sorularla, yıllar önce kendisini hayretlere düşüren küçük Yunus.
Hazan'ın ağzından girip, burnundan çıkacak kendileriyle çalışmaya ikna edecekti. Bu saatten sonra Hazan'ı bırakmaya niyeti yoktu. Ali de böyle olmasını isterdi. Öpmelere doyamadığı kızının bu hallerini görseydi dayanamazdı yaşlı adam. Neler gelmişti başlarına böyle? Nasıl bir çaresizlik, nasıl bir sınavdı bu? Hazan’ı dizinin dibinden ayırmamalıydı. Yardıma ihtiyacı vardı. Başını sokacak bir eve ihtiyacı vardı. Yeni bir hayat kurmaya, geçmişin karanlık dehlizlerinden kurtulmaya ihtiyacı vardı ve Zeynep Hanım bunun gerçekleşmesi için elinden geleni yapacaktı.
Selçuk bir süre uzaktan izlediği Poyraz'ın yanına doğru yürüdü. Vermişti kararını. Hazan'ın hayatını anlatmaya hiç istekli değildi. Biliyordu ki Poyraz adam öldürdüğü öğrenirse hiç düşünmeden kapıya koyardı. Dinlemezdi bile. Bu yüzden susmayı yeğledi. Hayat genç kadının hayatıydı ve anlatacaksa o anlatmalıydı.
Keyifli olmaya çalıştığı sesiyle "Hala düşünüyor musun?" dedi alayla ve yanına oturdu. Poyraz, Selçuk'a bakma gereği duymadan başını salladı. Düşünüyordu ama hala bir çözüm yolu bulmuş değildi. Annesi neden o aptalı istiyordu ki? Acıdığı için mi? Annesini kırmadan bu işin olmayacağını anlatmalıydı. Kim olduğunu bilmediği, intihara meraklı bir kadını evine sokmayacaktı. Oğlunun yanında daha zeki, daha güvenilir insanlara ihtiyacı vardı.
"Sence annemi nasıl vazgeçirebilirim bu işten?" diye sordu. Selçuk oturduğu yerde gerildi. Vazgeçirmesini kesinlikle istemiyordu. Genç kadının işe ve başını sokacak bir eve ihtiyacı olduğunu kulaklarıyla duymuştu.
"Bence Zeynep anne vazgeçmez. Onu tanıyorsun. İnatçı kadının tekidir."
Poyraz çattığı kaşlarını arkadaşının yüzüne çevirdi.
"Annemi bana mı tanıtıyorsun mal herif? Bunu bende biliyorum."
Selçuk öten cihazla birlikte ayağa kalkarken, "Bence dene. Denemekten zarar gelmez. Hadi görüşürüz," diyerek hızla hastaneye yöneldi.
"Lanet olsun," dedi sinirle. Otuz beş yıllık hayatında karşı gelemediği iki insandan biriydi annesi. Birinci elbette babasıydı. Zaten babasına karşı gelemediği için düşmüştü bu hallere. Çalan telefonuyla düşünmeyi bırakıp, elini cebine attı. Ekranda gördüğü isimle yüzü gerildi.