Sonbahar gelip çatmış, yaprak günbegün canlılığını yitirmeye başlamıştı. Rüzgar estikçe artık dans edemiyor, düşmemek için canıyla cebelleşiyordu.
Rüzgarın Aşkı
Oturduğu yerden kalkıp, annesinin önünde diz çöktü. Pamuk ellerini avuçlarının arasına alırken, yalvaran gözlerini annesinin gözlerine dikti.
"Anne ne olur? Görüyorsun bakıcılarla olmuyor bu iş. Özgür onları istemiyor ve istemediği için akıl almaz seçenekler buluyor. Ne olur yanımıza gel. Bir bakıcı olur yanında. Ağır iş yap demiyorum sana. Sadece torununun yanında ol lütfen. Her gün bir şey olacak korkusuyla baş başa bırakma artık beni."
Hazan zorlukla gözlerini kırpıştırarak açmaya çalıştı. Boğazı adeta yanıyor gibiydi. Bembeyaz tavanı fark etti önce, nerede olduğunu anlamak için etrafını taramaya başladı. Kolunda fark ettiği serumla yüzünü buruşturup, gözlerini yumdu acıyla.
"Ölmeyi bile beceremedin gerizekalı! Her şeyi yüzüme gözüme bulaştırmakta üstüme yok," dedi kendi kendine. Çatlak çıkan sesiyle su bulma umuduyla etrafını taradı.
"Kızım Hazan ağlanacak haldesin. Bir su uzatanın yok.”
Duyduğu erkek sesiyle kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Tanıdık gelen ses tonunun kime ait olacağını düşündü ama bulamadı. Yanan boğazını sakinleştirmek için zorlukla yataktan kalkmaya çalıştı. Kimseden fayda gelmeyeceğini anlamış, su bulmak için hareketlenmişti. Böyle anlarda yalnızlığı daha bir koyuyordu insana. Ailesini kaybetmişti evet ama bir su uzatacak, yanında olacak bir dostu bile yoktu. Dost bildiği birkaç kişi, onlarda cezaevindeydi.
Zeynep Hanım olayı öğrendiği anda torununa bakmaya karar vermişti zaten. Şimdi karşısında acıyla kendine yalvaran oğluna nasıl hayır diyebilirdi ki? Özgür'ü tek başına kaldırıp indirmek yaşlı vücudu için mümkün değildi. Poyraz'ın dediği gibi bir yardımcı alırsa, torununa beraber bakabilirlerdi. Cevabını bekleyen oğluna döndüğü anda duyduğu kısık sesle bakışlarını arkasına çevirdi.
"Bir bardak su bulabilir misiniz lütfen?" diyen kızla gözleri parladı. Poyraz bir kaç gün önce mezarlıkta gördüğü kadını karşısında görünce şaşırmıştı. Perişan halini merakla süzerken, annesinin sesiyle kendine geldi.
"Tamam kabul ediyorum. Yardımcı aramana gerek yok onu da buldum." diyerek yerinden kalktı ve Hazan'ı kolundan tutup sandalyeye oturmasını sağladı. Özgür'ün baş ucunda duran şişeden su doldurup genç kıza uzatırken, heyecanla konuştu.
"Yardımcımız bu hanım olacak."
Olaylar mükemmel bir düzen içinde kaderlerini bir araya getirmiş, Hazan hiç beklemediği bir anda iş sahibi, Poyraz ise tanımadığı bir kadına iş veren olmuştu. Zeynep Hanım ikiliyi süzerken ileride planlarının çok farklı yerlere gideceğinden şimdilik habersizdi.
Yalnız bir kadın ve yalnız bir adam. Hayatın çemberinden geçip birbirlerini buldukları anda başlarına gelecek olaylar örgüsü hayatlarında nelere gebe olacaktı acaba? Zeynep Hanım hayatlarına nasıl birini dahil ettiğinin henüz farkında değildi.
Poyraz şaşkınlıkla annesine bakarken, bir yandan da genç kadını incelemeyi ihmal etmiyordu. Parçalanan kıyafetleri, göz altındaki derin morluklar ve sapsarı yüzü… Allah aşkına bu kadına ne olmuştu böyle? Saldırıya falan uğramış olabilir miydi? Geçen seferki gibi mezarlıkta uyuduysa bu muhtemeldi elbette. Annesinin ilgiyle genç kadınla ilgilenmesi yüzünü buruşturmasına sebep oldu. Emrivakilerden oldum olası nefret ederdi. Hele ki bu işe alacağı elemanlarla ilgili olduğunda daha da huysuz olurdu. İşlerine karışılmasından, sözünün üstüne söz söylemesinden ve en çok da annesine karşı gelemeyecek olduğunu bilmekten nefret ediyordu. Annesi tek kaşını kaldırıp, tehdit dolu bakışlarını üstüne çevirdiği anda memnuniyetsizce bakışlarını yeniden oldukça şaşkın olan kadına çevirdi. Aldığı eleman evine değil de, şirkete aldığı biri olsa bu kadar üstünde durup düşünmezdi ama evinin kapısını hiç tanımadığı bir yabancıya açmak işine gelmiyordu. Ve kesinlikle bu işe razı olmaya niyeti yoktu.
Özgür babaannesinin söyledikleriyle birlikte zeka dolu bakışlarını korkutucu görünen kadına çevirdi. Kadının kendisini incelediğinin farkındaydı mavi gözleri. Aldığı minik ama derin nefese engel olamadı. Boğazına bir şeyler düğümleniyor, itiraz etmek istiyor ama edemiyordu. Bu kadın neden bu kadar acıyla bakıyordu kendine? Bakışlarında, o gözlerde anlayamadığı, anlam veremediği çok şey vardı. İçi üşümüştü küçük çocuğun. Babasından sonra ilk defa böyle ölü bakan gözler görmüştü. En azından babası kendine bakarken yumuşuyordu o bakışlar ama bu kadının gözlerinde yumuşama belirtisi bile yoktu. Ürktüğünü hissetti küçücük yüreği…Yatağa biraz daha gömülürken, gözlerini başka yere çevirmek istese de yapamadı.
Hüzün yaşlı kadının sözlerinden sonra ağzını açıp tek bir kelime etmemişti. Şaşkındı hem de çok. Ama şaşkınlığının sebebi duyduğu iş teklifi değil, iki üç adım ötesinde yatakta yatan küçük çocuğun kızarmış ayakları ve hiçbir şey hissetmiyor gibi bakan olgun gözleriydi. Gördüğü kızarıklıkların ateşten olduğuna yemin edebilirdi o an. Yer yer soyulan derisine rağmen bu çocuk nasıl olur da bu kadar sakin olabilirdi? Yüreği dehşete düşmüştü ama gözlerinde hissettiği duygulara dair hiçbir belirti yoktu. Usulca kendini süzen bakışların farkında olmadan, oturduğu sandalyeden destek alarak ayağa kalktı ve yatakta yatan çocuğa yaklaştı. Gözlerini bir saniye olsun üstünden ayırmamış, bakışları gözleri ve ayakları arasında dolaşmıştı.
Poyraz anlamsızca genç kadının hareketlerini izliyor, meraklı bakışları anlamak ister gibi üstünde dolaşıyordu. Allah aşkına bu kadından neden korktuğunu hissediyordu? Nefesini tutup ne yapacağını beklerken, oğluna yapacağı en ufak yanlış bir harekette boynunu bile koparabilirdi.
Hazan yatağın ucuna kadar gelip usulca, canını yakmamaya dikkat ederek küçük çocuğun kızarmış ayağına dokundu. Gözleri dakikalardır ilk defa yaşam belirtisi göstermiş, gözyaşları yağmur gibi yanaklarını ıslatmaya başlamıştı. Özgür kadına bağırmaya hazırlandığı anda gördüğü gözyaşlarıyla susmuş, dudaklarının büzerek onu incelemeye başlamıştı. Neden bilmiyordu ama kalbi ağlama isteğiyle dolmuştu. Niye ağlıyordu ki şimdi?
Hazan yatağın önünde dizleri üstüne çöktü ve yaşlarla parlayan kahve gözlerini yanıklardan bir an olsun ayırmadı.
"Acıyor mu küçüğüm?" diye merakla sordu. Gerçekten merak ediyordu. Yangınlar arasında can veren abisi aklına geldikçe merakı artıyor, "Acıyor mu?" diye bağırmak istiyordu. Belki. Çocuğun gözlerinde acı belirtisi görmeyince belki abisinin de canı yanmamış olabilirdi. Gözlerinin önünden dakikalardır sekiz yaşında şahit olduğu sahne gezip duruyordu. Derisi tamamen soyulmuş, bütün vücudu kırmızı lekelerle dolmuş abisinin cesedi. Yüzünü kaplayan kan…
Başını salladı şiddetle genç kadın. Küçük çocuk ağlamadığına göre canı yanmamıştı. O zaman Yunus'un da canı yanmamış olabilirdi değil mi?
Özgür'ün mavi gözleri bulutlarla kaplanmıştı şimdi. Yağacak yağmurun habercisi gibiydi adeta.
"Yok," dedi minik burnunu çekerek. "Acımıyor gerçekten. Ağlama. Hem ben onları hiç hissetmiyorum ki. Oynatmak istiyorum ama olmuyor. O yüzden acımıyor akıllım."
Poyraz dakikalardır dikildiği yerden adım bile atmamış, gözleri önünde gerçekleşen olağan dışı sahneyi izliyordu. Zeynep Hanım da ondan farksız değildi aslında.
Oğlunun dolan gözlerini fark ettiği anda bedeni hiç düşünmeden harekete geçmişti. Hazan daha küçük çocuğun sözlerini kavrayamadan, kolunda hissettiği acıyla iki büklüm oldu. Kolunu kurtarma isteğiyle çekmeye çalıştığı anda dizleri üstünden kaldırılmış, öfkeyle yanan lacivertle göz göze gelmişti.
"Oğlumu ağlattın," diye tısladı genç adam dişlerinin arasından. Boğazındaki damarlar belirginleşmiş, yüz kasları sertleşmişti. Lacivert gözlerini çevreleyen gür kaşları öfkeyle çatılmıştı. Kavradığı kola ne kadar güç uyguladığının farkında bile değildi.
"Bırak onu baba," diyen ses kulağına ulaştığı anda kendine gelip gözlerini oğlunun yüzüne çevirdi. Dolu gözlerden şimdi boncuk gibi yaşlar süzülüyordu.
"Onun canını yakıyorsun." diyerek inatla babasının yüzünü bakmaya devam etti Özgür. Poyraz'ın çatık kaşları, şaşkınlıkla havaya kalkmıştı. Ağzını açtı ama ne söyleyeceğini bilemeyerek geri kapattı. Özgür ilk defa kendisine karşı birini koruyordu. Araları oğluyla iyi olmasa da asla kendisine karşı başkasının tarafını tutmamış, hiçbir zaman gözlerine kızgınlıkla bakmamıştı.
Öfkeyle kavradığı kolu geri bırakırken, "Ama seni ağlattı," diyerek küçük bir çocuk gibi isyan etti.
Özgür büyük bir adam gibi başını dikleştirmiş, minik burnunu gururla havaya kaldırmıştı.
"Ben ağlamadım. Hem erkekler ağlamaz akıllım. Kadınlar ağlar, tıpkı onun gibi," diyerek işaret parmağını hala yanakları ıslak olan kadına çevirdi.
Hazan ağlamak ve gülmek arasında bir ses çıkarıp, küçük çocuğa baktı. Bir süre sonra gözleri sinirle kendine bakan lacivertlere döndü. Kolunu ovma isteğini zorlukla bastırdı. Parmaklarıyla ıslak yüzünü kuruladı. Özgür'e doğru usulca eğilip, alnına ufak bir buse kondurdu ve tebessüm etmeye çalıştı.
"Tanıştığıma memnun oldum küçüğüm. Sen çok zeki bir erkeksin."
Arkasını dönüp yatağına ilerlemek istediği sırada kulağına çalınan sesle tekrar Özgür'e döndü.
"Hem küçüğüm diyorsun, hem erkeksin diyorsun. Erkeklere küçük denmez akıllım."
Hazan başını sağ omzuna yatırıp, üzgünce Özgür'ün yüzüne baktı.
"Ağabeyimde bana böyle seslenirdi. O bana küçüğüm deyince bende kızardım. Ama bir gün bana insan sevdiğine böyle seslenirmiş dedi. Çünkü küçüğüm deyince, o kişinin küçülüp kalbine girmesini istermiş," diye mırıldandı. Yunus'un tatlı, çok bilmiş sesi kulaklarına dolunca kocaman gülümsedi.
Özgür merakla odayı tarayıp "O nerede peki?" diye sordu. Kendisi hastanede yatarken babaannesi ve babası başında olduğuna göre, onun da abisi burada olmalıydı.
Hazan'ın yüzünde ki gülümseme cam parçaları gibi tuzla buz olurken, "Cennette küçüğüm cennette." diye fısıldadı ve kalktığı yatağına doğru ilerledi. Özgür'ün "Annem gibi yani" diyen sesini duymuş ama geri dönüp bakmamıştı. Usulca yatağından içeriye süzülürken hala kulağında Özgür'ün "Ben ayaklarımı hiç hissetmiyorum ki." sözleri çınlıyordu.
Yatakta sağ dönüp, başını yastığına gömerken, "Ama o daha çok küçük." diye fısıldadı. Yeni bir ağlama nöbetinin eşiğindeyken aklında ne aldığı iş teklifi vardı, ne de yarın ne yapacağı. Tek düşündüğü ileride yatan ve yürüyemeyen küçük çocuktu.
Poyraz bahçeye çıkmış temiz havayı ciğerlerine çekiyordu. Aldığı kahvesinden bir yudum alıp karanlık gökyüzüne çevirdi bakışlarını. Aptal kadın aldığı iş teklifini bile umursamamış, yatağına gömülüp keyifle uykuya dalmıştı.
"Küstah!" diye mırıldandı sinirle. Sorumsuz insanlardan nefret ediyordu. Ne çok nefret ettiği şey vardı Allah aşkına? Anlamsız olduğunu bile bile kendisine de sinirlendi. Olumsuz özelliğinin fazla olduğunun farkındaydı ama buna engel olamıyordu. Nalan olumlu yan bırakmamıştı kendisinde. Olumlu düşüncelere, umutlara dair ne varsa silip süpürmüştü eski karısı.
Annesi neden tanımadığı kadını hayatlarına sokmak istiyordu, öğrenmek için can acıtıyordu ama öncelikle biraz sakinleşmeliydi.
Zeynep Hanım Poyraz'ın yokluğunu fırsat bilerek uyuyan torununa bir göz attı ve genç kadının yattığı yatağa doğru hareketlendi. Yataklar arasında olan küçük perdeyi usulca açıp genç kadının yüzüne doğru yaklaştı. Kıpırdanan göz kapaklarını görünce, yatağın yanında eğreti gibi duran sandalyeye oturdu.
Hazan bir türlü uykuya dalamamış, çok sonra aklına gelen iş teklifini düşünmeye başlamıştı. Yaşamak için çalışmaya ihtiyacı vardı ama hem küçük çocuğa, hem de hayatını kurtaran kadına yalan söylemek istemiyordu. İntihara kalkışmış olsa bile yaşlı kadının yaptığı yine de hayatını kurtarmaktı. Her ne kadar ölmek istese de.
"Uyumadığının farkındayım," diyen sesle pes ederek gözlerini açtı ve yaşlı kadına baktı. Ayak seslerini duymuş ama gözlerini açmayı reddetmişti. Kurtuluşunun olmadığını anlayınca, yastığı düzeltti ve sırtını yastığa dayadı.
"Bakın Hanımefendi!" diye söze girdi kararlı ses tonuyla.
"Size teşekkür ederim. Ne kadar ölmeyi istemiş olsam da, yaşamayı size borçluyum. Ama bu kadar. Evet işe hatta kalacak yere ihtiyacım olduğu doğru ama emin olun benim hayatımı öğrendiğiniz anda beni kapının önüne koymaktan çekinmeyeceksiniz. Bu yüzden lütfen beni rahat bırakın."