Armin' in anlatımı...
Her şey bir anda alt üst oldu. Ama zaten hayatta her şey bir anda olmaz mu? Hayat sadece bir andır; diğer tüm zaman dilimleri bu anın çevresinde şekillenir. Geçmişin yükü ve geleceğin belirsizliği, çoğu zaman bizi meşgul eder, ancak gerçek şu ki, yaşamın özü yalnızca mevcut anı kapsar. Geçmiş, anılardan ibarettir; geleceğiyse hayallerden oluşur. Oysa yaşamın gerçek tadı, sadece bu anı yaşamakta saklıdır.
Her şey bir anlık bir farkındalıkla değişebilir. Bir bakış, bir gülüş veya bir dokunuş, hayatımızın seyrini değiştirebilir. Bu anlarda tüm dünya sanki durur, ve sadece o anın içinde kayboluruz. Geçmişin yüklerinden kurtulmak ve geleceğin belirsizliklerine kapılmadan, sadece bu anın değerini bilmek, yaşamın en gerçek halidir.
Hayatın sunduğu bu anlık deneyimler, bize anın kıymetini öğretir. Bir çiçeğin açması, bir çocuğun gülüşü veya bir arkadaşla geçirilen an, hayatın en değerli yönlerini oluşturur. Bu anların içinde kaybolmak, onları tüm duygularımızla yaşamak, gerçek yaşamın ta kendisidir.
Sonuç olarak, hayat sadece bir andır. Bu anı dolu dolu yaşamak, yaşamın gerçek anlamını keşfetmek için en önemli adımdır. Geçmişin ağırlığından ve geleceğin belirsizliğinden sıyrılarak, sadece bu anın tadını çıkararak, hayatın özünü bulabiliriz. Tabii bu hayata olumlu bakınca geçerlidir. Bir de bunun tersi vardır. Her şeyin alt üst olması da sadece bir andır. Gözünü kapatırsın, açarsın ve her şey alt üst olmuştur. İşte bizde öyle bir anın içindeyiz şu an.
" Bunu unut Ilgaz. Müdahale etmeyeceğiz. " diye bağırdım. Nerede mi bağırdım? Kazım' ın evinin çıkışını net gören bir evin terasında Ilgaz ile yanyana uzanmış bir şekilde.
" Buna dahil olmak istemiyorsan gitmeye ne dersin? "
Adam kesinlikle kafayı yemişti. Tamam şu an onun yapmaya çalıştığı şeyi bu konudan haberdar olan herkes yapmak istiyordu ama kimse kendini çatıya atmıyordu.
" Ilgaz saçmalıyorsun. "
" Git rapor et. Ne oldu? Altına yatmaktan hoşlanıyor musun da onu öldürmemi istemiyorsun?"
Yan yana durduğumuz için elimin tersiyle burnuna bir yumruk atacaktım ki yuvarlanarak kurtuldu. Bu yüzüstü pozisyonda çok hızlı olmam mümkün değildi zaten. İkidir aynı lafı söylüyordu. Kazım' dan ne kadar tiksindiğimi tahmin edemeyecek kadar salak mıydı? Gerçi çok zeki sayılmazdı. Kazım evden araba ile çıkacaktı. Camlar elbette kapalı olacaktı. Evet Kazım şüphe çekmemek için kurşun geçirmez cam falan kullanmıyordu ama bu mesafeden hareket eden bir arabanın içimdeki adamı vurmak için doğru saniyede tetiğe dokunmak gerekiyordu. Bu da herkesin yapabileceği bir şey değildi. Gerçi seçildiğine göre iyi bir askerdi ama bu kadarı onu aşardı bende. Ilgaz tekrar yuvarlanıp yerine geldi.
" İkinci kez vurabileceğini sanmıyordun umarım. "
" Sen bu gidişle çok dayak yersin. "
" Merhaba babaanne. Nasılsın? "
" Ne?"
" Babaannem seni askerde çok döverler derdi de sen diyince aklıma geldi. Şimdi usulca uza. Adam çıkmak üzere ve kalırsan suç ortağım sayılırsın. "
Bu konuda suç ortağı olmaktan ne kadar rahatsız olurdum bilmiyorum. Şu an onun yaptığını yapmak istemiyordum. Ben Kazım' ı boğmak istiyordum. Ellerini kesmek, gözlerini oymak falan.
15 yaşında bir çocuk getirdiler Kazım' a. Bıyıkları yeni terlemiş, temiz yüzlü bir çocuk. Büyük ihtimalle hayalleri var, umutları var ama yakında hepsi yok olacak. Üç gün sonra Kazım' ın getireceği özel ve çok etkili bir patlayıcı ile donatılmış bir şekilde en kalabalık zamanında İstiklal Caddesi' ne götürecekler çocuğu. Sonrası malum. İşte buna engel olmak için tek yol var. Çocuğu kalabalık bir yere gelmeden vurmak. Bunun hoş bir şey olmadığının bizde farkındayız. Hatta bu görevi alan kişi iki çocuk babası. Bilse ki bir yol var kendi kafasına sıkacak halde. Ama önünü kesip bomba imha ekibi göndererek çocukla bir gönderdiğimiz herkesin ölümünü izlemek diğer seçenek. Üçüncü bir yol yok. Ilgaz bunu öğrenince üçüncü yol olarak Kazım' ı öldürmek var dedi ve soluğu burada aldı. Bende peşinden tabii ki. Kazım' ı öldürünce başkası getirmeyecek sanki. Bu görevin baş amaçlarından biri bu kitle imha silahlarını üreten kişiyi de yakalamak. Kazım ona direkt ulaşan az sayıda insandan biri. Kazım' ı öldürmek yolu kapatmak köprüyü yıkmak demek.
" Babaannen akıllı kadınmış. Üstlerinin sözünü dinle de dedi mi?"
" Bilmem. Çocukken kafamı çok vurdum. Dediyse bile hatırlamıyorum. "
O sırada bir hareketlilik oldu. Kazım çıkacaktı.
" Vazgeç. " dedim.
" Asla. " dedi. Araç çıktı. Ben zıplayarak ayağa kalktım. Ilgaz tetiğe dokundu. Ben silaha tekme attım. Kurşun arabanın alakasız bir yerine saplandı. Araç durdu.
" Seni öldüreceğim. " dedi Ilgaz ve fırladı. Koşarak yan binaya atladı. Bende atladım. Kontrolü almam gerekiyordu. Sonuçta o dağ insanıydı bense şehir.
Ilgaz' ın önüne geçtim. Çatının kenarına yaklaşırken, tüm vücudumun adrenalinle dolduğunu hissettim. Arkada Ilgaz ’ın da benimle aynı tempoda olduğunu biliyordum. O an, her şeyin kritik olduğu bir anı işaret ediyordu. Geçiş noktamız burasıydı; başarılı olursak, kaçışın geri kalanını halledebilecektik.
‘Hazır mısın, Ilgaz?’ diye sordum, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak. Onun başını salladığını görmek beni rahatlattı. ‘Tamam, şimdi birlikte zıplayacağız. Dikkat et, burası kaygan olabilir ve aradaki mesafe geniş.’
" Çok bilmiş. " dedi ama önemsemedim.
Derin bir nefes alarak, gözlerimi karşıdaki çatıya odakladım. Bu an, her şeyin ne kadar hızlı değişebileceğini bize gösteriyordu. Kendimi hafifçe eğip, tüm gücümü topladım ve büyük bir sıçrama yaptım. Havada süzülürken, zaman adeta yavaşlamış gibi hissettirdi. Yalnızca, diğer çatının kenarına odaklandım.
Nihayet, ayaklarım diğer çatının zeminine bastığında, Ilgaz ’ın da arkamdan geldiğini görmek içimi rahatlatmıştı. Bu diğer çatı gibi yakın değildi çünkü.
" Başardık, ama işler burada bitmedi. Araç hala birkaç çatı ötede bizi bekliyor. Şimdi hızlanmalıyız. Hedefe ulaşmamız gerek,’ dedim.
Bunu düşünerek, hızla ilerlemeye devam ettim. Her adımda, bir adım daha yaklaşmanın heyecanını hissettim. Bu kaçışın son aşamasına odaklanarak, tüm gücümü ve cesaretimi topladım.
Çatıdan aşağıya bakarken, hızla ilerlemeye devam ettim. Peşimizdeki adamların yaklaştığını hissedebiliyordum. Her adımda, kaçışımızın daha da zorlaştığını düşündüm. Çatının kenarına vardığımızda, Ilgaz’ ın hızla yanımda olduğunu görmek içimi rahatlattı.
“Biraz daha hızlanmalıyız!” diye seslendim, Ilgaz’ a. “Araç hedefte, sadece iki çatı ötede. Eğer hızımızı kaybetmezsek, aradaki mesafeyi açabilir ve aşağı inecek zaman kazanabiliriz, ama adamlar da hemen arkamızda. Dikkatli olmalıyız.”
İlerlerken, peşimizdeki adamlardan gelen sesleri duymak beni daha da geriyordu. Çatılar arasında geçiş yaparken, tüm dikkatimi toplamaya çalıştım. Sonunda, bir çatıdan daha atlayarak araçın park ettiği köşeyi gördüm.
“Araç orada!” diye bağırdım, Ilgaz ’a. “Hızlanmalıyız, hemen oraya ulaşmalıyız. Köşede bizi bekliyor.”
Son bir sıçrayış yaparak, hızla aracın olduğu binaya geçtim. Hızla aşağıya inmeye başladık. Tabii ki aşağıda bizi bekleyenler de vardı. Bu yüzden birinci kata geldiğimizde kapılardan birini hızla açtım. İçeri girdik. Derin bir nefes aldım. Şansıma ev boştu. Adamların adım sesleri gelmeye başladığında Ilgaz bana bir kaç parça eşya uzattı.
" Şunları üzerine giy. "
" Neden?"
" Ben sana soru sormadım sende bana sorma. "
Hemen üzerime giydim. Pencereyi açtık ve apartmanın arkasına atladık. Ilgaz üzerindeki pardesüyü çıkarmıştı. Doğru mantıktı. Bu kadar kısa sürede ancak bu kadar kılık değiştirmek mümkün olurdu. Sanki atlayan biz değiliz gibi sakin bir tavırda yürümeye başladık. Ilgaz elini omzuna attı. Bir süre bağırmalar duyduk. Ilgaz beni aniden duvara yasları ve dudaklarımızı birleştirdi. Hayır bunu yapıyor olamazdı. Bu en bilinen numaraydı. Ben olsam öpüşen insanları direkt yakalardım. Kendimi kurtarmaya çalıştım ama boşunaydı. Ilgaz resmen dudaklarımı sömürüyordu.