KARŞILAŞMA

2003 Words
adam odanın dışındaki eşikten claraya bakıyordu. heybetli bir görüntüsü vardı. uzun boylu ve irice duruyordu. boyu o kadar uzun boyluydu ki trende rahatça gezebilmekicin başını hafifçe de olsa eğmek zorunda kaliyordu. üstünde siyah kadifeden bir palto vardı. ( yaz ayı olmasına rağmen İngiltere'de paltoyla gezmek hava şartları nedeni ile son derece normal karşılanan bır durumdu). basında zaten karanlık bakan gözlerini gölgede bırakacak gri şık bir şapka vardı. aslında dışarıdan bakınca son derece yakışıklı ve talep edilecek niteleikte duruyordu fakat Clara bu adamda ürkütücü ve gizemli bir şeyler olduğunun da farkındaydı. adam en sonunda Clara ile bakismayi kesip kompartimana girdi. Clara zaten stres altındaydı şimdi ne yapacaktı bilemiyordu. evet belki kaçak binmiş olabilirdi trene fakat gene de bu kompartuman onun kompartimaniydi. ilk önce kendisi bulmuş ve geçmişti buraya ayrıca herkes babasını da tanıyordu ve bu kaçak olma durumunu kimse dert etmiyordu. neden özellikle kendi bulunduğu odaya gelmişti ki sanki? başka boş yer mi yoktu? acaba o da clarayi tanimis miydi? nasıl taniycakti sanki. adamı o bile balkonda doğru düzgün gorememisti. sadece duruşu ve o ruhundaki urkutuculuk sayesinde o kadar insan arasında dikkati ona kaymisti. acaba trene kaçak bindigimi o da diğer herkes gibi biliyor mu? bunun için beni öldürüp trenden dışarı atabilir mi? bunu yapmak için yeterince gücü kuvveti vardı. Clara bütün bunları düşünürken adam şapkasını başından alıp masaya koydu. ardından kendine de bir fincan çay koyup macarondan yemeye başladı. Clara'nin bütün korkusu birden geçmişti. kendi kendine "şuna bak hem katil ruhlu hem görgüsüz. önce odamı işgal etti izin dahi almadı girmek için sonra bı de önümdeki yiyecek içeceğe göz koydu ve gram utanma ibaresi yok" dedi. ardından meydan okumak istercesine o da macarondan aldı ve sinirli sinirli adama bakarak yedi. fakat adam onun tarafına bile bakmıyordu hatta varlığını hatırladığını bile göstermiyordu. masanın altındaki dolaptan gazete çıkarıp bir de bacak bacak üstüne atıp bir yandan onu okuyordu bir yandan da çayını yudumluyordu utanmaz herif. adam bir macaron aldıkça clarada 2 taneyi birden ağzına atıyordu ve sesli sesli cigniyordu. Clara gözlerini adamın suratından çekmiyordu adam da hala yalnizmis gibi gazetesine bakiniyordu. bu böyle bir süre daha devam etti. takı son macaron kalmıştı adam almak için uzandı ve son macaron olduğunu görünce sonunda gözleri claraya kaydı. Clara adamın bakışlarını üzerinde gorunce son 15 dakikadır takındığı o sınırlı suratı birden gevşedi. adam tabağı tuttu ve claraya uzattı. şimdi canına tak etmişti iste claranin. ahlaksız herif hem yerini babasının çiftliği gibi işgal ediyor hem de yemeğini yiyor bir de çok iyiymiş gibi son kalan macaronu da ona ikram ediyor. Clara elindeki çay fincanini sert bir şekilde masaya çarptı ayağa kalkıp : - sen tam olarak kendini ne zanlediyordun be adam! adam claradan hiç böyle bir tepki beklemediği anlaşılıyordu ki claranin onu her gördüğünde adamın yüzünde gördüğü o korkuncluk yerini şaşkınlığa bıraktı. sanki bana mı diyorsun der gibi baktı ve sonunda dayanamayip ekledi; - bana mı diyorsunuz matmazel? Clara adamın ilk defa sesini duymuştu. birden ilkildi. o gözünde canlandırdığı Haşim yakışıklı ve bütün vücudunun heybetindeki korkutuculuk birden gitmişti. adamın son derece nazik ve derinden kadife gibi bir sesi vardı. fakat Clara bu duruma ilkilse dahi şuan duyduğu öfkeyi yine de bastiramadi. - evet sana diyorum bay ukala! - ? - hem önce izin istemeden kompartimanimi işgal edersin sanki babanın yeri gibi hem sonra önümdeki ikramliklari sapirdata sapirdata afiyetle yer içersin hem de son kalan lokmayı yüzsüz gibi bana uzatirsin. hem sen kim oluyosun be? - izniniz olursa tanıtiyim matmazel. burası tıpkı az önce sizin de bahsettiğiniz gibi evet benim babamın yeri. adam hemen siyah kadife paltosunu cebinden bir kartvizit çıkarttı ve claraya uzattı. Clara yüzünde küçümseyen bir ifade ile adamın elinden kartı aldı. bu elinde tuttuğu kart üzerinde bezeli harflerle paddigton staion yazili şatafatlı bir şahsiyete ait kartti. kartın hemen sol altın da William Hilton genel yonetici yazıyordu ki bu da demek oluyordu ki adamın adı williamdi ve kuvvet ile muhtemel bu tren istasyonunun en az yarısı ona ait diğer yarısı da babasına aitti. Clara fena halde pişman olmuştu. az önce sırf kaçak şekilde buldugu peronuna adım atti diye suratına suratına cemkirdigi adam meğerse yalnızca peronun deil trenin de sahibiymis. az önce yemek dağıtan tren personeli için düşündüğü şeyi şimdi mösyö William için de düşünüyordu. acaba trene kaçak bindigini biliyor muydu? tüm bunlara rağmen claranin yaradilisinda var olan inatçılık yine baş gösterdi. trenin sahibi ise ne yapıyım ne olmuş sanki gene de giremez benim olduğum perona izinsiz bir şekilde diye düşündü ve lafa başladı: - mösyö eğer burada babalarımızın ismine göre hareket edebiliyorsak bana sürücü kompartimaninin yerini gösterin canım treni sürmek istedi. adam uzun ve neşeli bir kahkaha attı. Clara bu uzun kahkahanın altında hiç de iyi bir niyet görmedi. adam bildiğin ciddiye almıyordu kendisini. ardından adam bu durumun farkına varıp eliyle ağzını hafifce kapattı ve ekledi: - afedersiniz madam fakat lafım yarım kaldı. elbette sırf ben bu trenin sahibiyim diye istediğim kompartimana gecemem. haklısınız. bu laflar üzerine Clara tek kaşı ile beraber başını da kaldırıp adama baktı. şuan tıpkı annesi Victoria'ya benziyordu. - fakat bu kompartuman benim kompartimanim. clara'nin birden bütün sevki indi. ne demek benim kompartimanim der gibi baktı adamın suratına. bu sefer iki elini bağlayıp bakıyordu. adam gülerek devam etti. - yani sizden önce ben gelmiştim buraya zaten hatta bakın, dedi ve ayağa kalktı. oturduğu koltuğun hemen yukarısında olan yolcuların bavullarını koymaları için kullandıkları dalabin kapağı i açtı ve evrak çantasını, kıyafet çantasını ve de kostebekli saatini gösterdi. Clara gene de ikna olmamıştı. daha da doğrusu ikna olmak istemiyordu. adama öyle bir cikismistiki adamın ne olursa olsun haklı çıkmaması gerekiyordu. - beni ikna edemediniz mösyö. neden eşyalarınızın hepsini dolaba koydunuz da düşünmediniz buraya gelen insan burayı boş sanar. en iyisi ben bir eşyamı açıkta bırakıyim da gelen geçen insanlar dolu olduğunu anlasın. adam ağzı açık kaldı. Clara adamın bu halinden pek memnun gözüküyordu. tekrardan o tek kas ve baş yüksekte haline geri döndü. sonunda adamın ağzına lafı yıkmıştı. adam birazdan utanmadan ağlaya ağlaya bu kompartimandan çıkmazsa çok uzulurdu diye geçirdi içinden. ardından adam gülmesini tutmak istercesine: - matmazel - buyurun mösyö - oturduğunuz koltuğun sağındaki 3 koca bavulu muessesemizin ikramı mi sandınız? clara'nin başından assagi kaynar sular dokuldugunu hissetti. birden suratı bembeyaz gözüktü ve yavaş yavaş korka korka sağına doğru kafasını çevirdi. adam maalesef ki haliydi. 3 koca bavul o kadar bariz görünüyordu ki aslında Clara bavullar yüzünden rahat oturamadigini şimdi anladı. Allah kahretsin diye geçirdi içinden.adam hem trenin hem bavulun hem peronun sahibiydi. kendisin de aptal gibi deminden beri sanki hepsi kendisininmis gibi adama cemkiriyordu. hayır bare trene kaçak girmemiş olsaydı bı nebze daha normal olabilirdi durum. ama bir de kacakti. adam şimdi kendisinden bilet istese ona yalvarmasi gerekiyordu kendisini affettirebilmek için. şu david savsagi yüzünden ne hallere gelmisti.yerin dibine girmisti Clara. şimdi yukardan bakma sırası adamdaydi. adamın hali tavrı birden kibarliktan haklı olarak kibirlige dönüşü vermisti. mösyö William bir elini cam korkuluguna bir elini koltuğun üzerine atıp ekledi; - yani anlayacağınız matmazel az önce siz benim çayından içip macaronlarimdan yediniz. ve ben kibarlık edip son lokmayı size uzattigimda da bir hanımefendiye hiç yakışmayacak sekilde tukurukler saçarak suratıma suratıma haykirdiniz. - ... Clara utançtan ne diyeceğini ne yapacağını bilemiyordu. birden başı düştü ve eteğinin pileleriyle uğraşmaya başladı. şu son 1 saat içinde başına neler gelmişti böyle. ardından adam devam etti. daha ağır ağır konuşuyordu şimdi ve sanki bu durumdan çok daha fazla keyif alıyordu. - soylesenize matmazel. bütün kadınlar bu kadar dik başlı midir? yoksa sadece trene kaçak yolcu olarak binen kadınlarda mi görünür bu şımarıkca durum? clara'nin başı iyice içine gömülmüştü artik. şimdi adam ile göz göze gelmeyi bırak aynı havayı soludugu için kendini şanslı hissediyordu. Allah kahretsin diye düşündü clara. adam her şeyi biliyor Allah kahretsin! ne icin adama bu kadar kaba davranıp bagirmisti sanki? ortalıkta derin bir sessizlik olmuştu. sanki şu an zaman durmuş ve öylece kalmıştı. belli ki şuan mösyö William claranin konuşmasını bekliyordu ki ancak o konuştuğunda bu sessizlik bozulacakti. Clara bu durumu fark etti ve şöyle söyleyerek cümleye başladı; - size ne diyeceğimi bilemiyorum mösyö. adam anlaşılan hala istediği cevabı claranin kendisinden alamamıştı ki hala sessizce ve de bilmisce onun suratına bakiyordu. sadece claranin onun ağzından çıkmasını istediği kelimeyi alana kadar devam edeceğini anlasın diye şunu söyledi; - evet? Clara anlamıştı ki adam onu rahat birakmiyacakti. şu an için en iyi senaryo şimdi kibarca bir hanım efendi gibi özür dileyip sessizce ve başı önünde kompartimandan çıkacak ardindan tren ilk durağa gelene kadar koridorda öylece dikilecek ve durağa gelindiğinde ise güvenlik görevlileri tarafından trenden cikarilacak. sonrasında da ne yapacağı kendisi hariç başka kimseyi ilgilendirmeyencek. Tanrı aşkına daha trenin nereye gittiğini bile bilmiyordu. belki tren yurtdışına dahi gidiyor olabilirdi.kime nasıl haber vericekti nerede olduğunu? ailesinin illaki bir şekil haberi olurdu ama ne zaman sonra? ayrıca bir de bunun sonraki safasi var. annesi matmazel Victoria ona ne oldu biz gittikten sonra diye sorduğunda ona ne diyecek neyi nerden anlatmaya başlayacak? clara'nin birden bu çaresizlik bulutunun üzerine kapanması üzerine gözleri dolmaya başladı. hemen saçlarını yüzünün üstüne dusecekmis gibi yapıp yüzünü saklamaya çalıştı. şu karsidaki kibir topu adama kendini daha fazla ezdirmek istemiyordu. şu an yapması gereken en iyi ve doğru şey özür dilemek ve sessizce kompartimandan dışarıya en uzak yere hatta mümkünse trenin dışına çıkması gerekiyordu. sesiz ama ciddi bir ses ile; - haksızlık ettim mösyö özür dilerim, dedi. fakat bunu söylerken başı önde değil dimdikti gözleri öyle küçük kız çocukları gibi yaşlı da değildi. halinde bir kibir bir gurur da yoktu sadece dimdik duruyordu. Clara ardından tek bir kelime daha etmeden kapıya yöneldi ve sürükleyerek açtı cam kapıyı. ardından adam claranin bu dik duruşundan etkilenmiş olmalıydı ki arkasından nazikçe talepkar bir ses ile seslendi; - rica ederim matmazel. benim de biletim yok nerden bakarsan ben de kaçak bindim trene sayılır. Clara bu beklenmedik iltifat karışımlı mizahi cümleye ne tepki vereceğini bilemedi. önce yalnızca kafasını adama çevirdi ve nazikçe tebessüm etti. ardından zaten en fazla ne kadar rezil olabilirim diye düşünerek çok merak ettiği bir şey hem adamın mizahina da iyi bir karşılık vermiş olurum düşüncesi ile sordu; - mösyö beni mazur görün fakat sadece merakımdan soruyorum. bu tren tam olarak nereye gidiyor? ikili birden gülmeye başladı Clara artık rezil olmaktan bitap düşmüş bir şekilde kafasını cam kapıya yaslayıp öyle yorgun yorgun gülmüştü. mösyö William eliyle koltuğu işaret ederek; - beni kırma ve lütfen otur. o zaman sana bu tren hakkında istemediğin kadar çok şey anlatırım. hem de kimsenin bilmediği ve bilemeyeceği. williami ilk gördüğünde gözlerinde gördüğü o insanın bütün ruhunu saran ve sarsan gizemin gölgesi tekrar siyah gözlerinde gozukmustu. bu gizem dedi şey ile yani tren hakkındaki gizlilikle alakası yoktu. adam bildiğin ruh gibi hava gibi birden bire insanın karşısında degisebiliyordu. bazen bir melek bazen bir şeytan bazen bir merhamet abidesi bazen de bir gazap. Clara williami daha yakından taniyabilmek için garip bir arzu oluşmuştu içinde. ona daha yakın olmak istiyordu. ciğerlerinden boşalan havayı ciğerlerine sokacak kadar yakın. . . bazi anlar vardır. insan kendine şaşar. niye böyle bir şey düşündüm niye böyle bir şey geldi aklima diye sorar kendine fakat bu düşündüğü şeyi dışarıya bir nebze olsun caktirmaz. dışarıdan kimse anlamaz o an insanın aklında ne olduğunu ne bittiğini. işte claranin aklından az önce geçen vahşice dürtüler böyle bir anın esiriydi. fakat şeytan ruhlu adam sanki claranin aklından geçen her şeyi oturduğu yerden gorebiliyordu. hatta bilmek değil bu. clara'nin zihnini kullanabiliyordu gibi. o an ne düşünsün istiyorsa onu dusundurebiliyordu gibi. zira bu düşünceler claraya ait olamazdı o öyle bir insan değildi fakat karşısındaki adamda böyle bir cevhen olduğu muhakkakti. adamın içindeki o garip ruhun marifetleriydi tüm bunlar. hal böyleyken Clara asla yapmam dediği bir şey yaptı. gözleri alev alev yaniyordu. adeta kapıya yonelmeden önceki gözler ile şimdi adama bakan gözler bir değildi. onun esiriydi şuan. adamın koltuğu işaret eden eli ona ne yapması gerektiğini söylüyordu zaten. tek yapması gereken şey ritme ayak uydurmakti. kulaklarinda bir uğultu başlamıştı. ve git gide yüksekliği artıyordu bu ugultunun. sanki uçurumdan atlamış ve gitgide hizlanirken rüzgarın kulaklarına söylediği gürültülü bir şarkı gibi. sadece ve sadece düşüyor düşüyor ve düşüyordu. fakat uzun ince damarlı elin işaret ettiği yere otursa yere carpicakti ve rüzgarın uğultusu bitecekti. bitmesi de gerekiyordu artık. tüm vucudu ile Clara geri döndü ve oturdu. sonunda yere çarpmıştı ve uğultu birden sağır edici sessizliğe gömülmüştü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD