Clara ciglik atarak karyoladan zıplayarak uyandı. Çok gerçekçi bir kabus görmüştü. O kadar etkilenmiştim şuan da uyuyor muydu yoksa uyanmış miydi ondan bile emin değildi. Şu an korkarak çevresindeki eşyalara bakıyor arkalarında bir gölge ariyordu. Çünkü kesinlikle oda da biri vardı ve onun çenesine dokunup onu uyandırdı. Ardından cesaret edip hızlı adımlarla kapıya kadar ilerledi ve kendini odanın dışına Hole attı. Lakin yüreği hala güm güm atıyordu. Zira koridor da kimse yoktu ve her an koridorun uzun diğer ucunda o adamın gölgesini gorebilirdi. Her şey tıpkı rüyasınin basinda olduğu gibi o kadar sessizdiki Clara bir an otelin terk edilmiş olabileceğini düşündü. Hızlı adımlarla assagiya doğru indi. Assagi kattaki lobideki insanların sesleri yavaş yavaş gelmeye başlamıştı ki sonunda içi rahatladı. Adımlarını yavaşlattı ve kendine sanki az önce deli gibi hızla assagi inen kız o değilmiş gibi bir çeki düzen verdi. Fakat nafile. Darma duman sarı bukle bukle saçları arasinda gizlenen masum suratindaki o urkek ifade hala suratindaydi. Gözleri hala az önceki kabustan kocaman kocaman açılmış kibarca yutkunup dudaklarını yaladı ve elleriyle bozulmuş saçını mümkün olabildigince normal haline getirmeye çalıştı. Çevresine bakındı. Anlaşılan o ki otel sakinleri daha yeni yeni uyanmaya ve odalarından dışarıya çıkmaya başlamıştı. Clara'nin şu an biriyle konuşmaya ihtiyacı vardı. Bu nedenle otelin ana kapısına açılan görkemli merdivenden inerek danışmaya doğru yürüdü. Otelin çalışanlarına otel ile ilgili bir kaç bir şey sorsa gördüğü kabustan gerçek hayata geçiş yapabilecekti. Danışma kürsüsüne doğru yürüdü. Ondan önce gelen bir kaç tane otel sakini de danışma da işlemlerini yaptırıyordu. Clara iki elini arkadan birleştirmiş utanır gibi bir gülümsemeyle bir çalışanla göz göze gelmeyi bekliyordu ki danismada işini halleden müşterilerden birine takıldı gözü. Adamı arkadan görmüştü fakat kim olduğunu sarı kıvırcık saçları ve kırmızı ensesi ile hemen tanıdı. Bu adam annesi victoria'nin yerlere göklere sigdiramadigi david'ti. Clara bir an ne yapacağını bilemeden öylece yere zipkinlanmis halde kaldı ve tuhaf bir panik sesi çıkardı. Bu ses çevredeki insanların ve davidin dikkatini çekmiş olmalı ki herkes claranin olduğu yere dikkat kesildi bir an. Fakat görenlerin yalnızca claranin arkasını gorebilmisti çünkü ivedilikle dönüp arkasını otel kapısından çıkmıştı. Orada bulunan kimse anlam veremedi duruma fakat David clarayi tanımıştı. Yüzündeki çapkın gülümsemeyle önüne döndü ve odasının anahtarını alır almaz oda aceleci davranmayan otelden dışarı çıktı. Sanki nereye kaçarsan kaç ben seni bulurum der gibi rahatca gözleriyle çevreye bakındı. Sonunda mavi gözleri hareket halinde ceylan gibi seken bir cisme takıldı. Bu cisimin Clara olduğunu anladı ve durumdan son derece zevk alır gibi kısa bir kahkaha attı ve hemen peşine takıldı. Clara'nin çiçek bezeli tüllü zarif beyaz elbisesinin etekleri o koştukca bacaklarına dolanıyordu. Kendisi bu dolanmayi önlemek için iki eli ile de kenardan tutup o şekilde telaşla koşuyordu. O an davidi danismada gördüğünde öyle telaşa kapılmıştı ki hiç arkasına bakmak aklına bile gelmemisti. Epey koştuğu u ve uzaklaştığını düşündüğümde hafifçe yavaslayip arkasına baktı. Ve o iğrenç mavi gözleri güneşte parlayan sarı saçları gordu. Adeta bir hayvan gibi kosturuyordu arkasından. Az daha böyle devam ederse ya yakalanacak ya da nefesi kesilip bayılıp gidecekti sokağın ortasında. Clara o halde hızını daha da artırıp ilk gördüğü açık kapıdan içeri ne olduğuna bile bakmadan girdi. Bir kaç kere kalabalık insan grubunu yarmak zorunda kalmıştı. Fazlasıyla geniş ve aydınlık bir yere girmişti. Güvenlikler de vardı ve hatta claranin bu halini gördükten sonra bir kaç kez kızı durdurmak için dudukte çaldılar. Fakat o durmadı. Durmadan karşısına assagi ve yukarı çıkan merdivenler ters yönde ilerleyen insan grupları çıkıyordu fakat halen daha nerede olduğunu kestiremiyordu. Tek bir şeyi umuyordu ki o da davidi'i atlatmış olmaktı. Arkasına bakmaya cesaret edemiyordu. Çünkü sanki o şehvet dolu iğrenç nefesini ensesinde hissediyordu Clara. Hal böyleyken Clara halen daha nereye gittiğini sonunun nereye vardığını bilmeyen merdivenlerden yarınlar yokmuşcasina koşar adım inmeye devam ediyordu ki sonunda düz zemine vardığında güçlü bir zil sesi ısıttı yakınında. Karşısında kalkmak üzere olan bir uzun yolculuk treni vardı. Şuan davidden kaçış planı için trenden daha iyi bir şey olamazdı. Atladı gitti trene. Arkasından bazı bagirismalar oldu nitekim trene kaçak bir şekilde biletsiz binmişti fakat hiç biri hiç bir şey yapamadılar çünkü Clara trene biner binmez kapılar kapanmıştı. Hatta o kadar ramak kalmıştı ki az kalsın elbisesinin eteği de kapının arasına sikisiyordu. Camın önünde ona inmesini söyleyen 2 tane güvenlik görevlisinin arkasından sanki az önce cüzdanını caldirmis ve hırsızı kovalamış gibi olan davidi de gördü. Göz göze geldiler fakat Clara davidin sonraki tepkisini ne yazık ki göremedi çünkü tren çoktan harekete geçmişti.
Clara derin bir nefes aldı ve sırtını arka cama yasladı. Perona yerleşmiş olan yolcular camdan az evvel yaşanan karmaşık olayı çözmek ister gibi merakla ve şaşkınlıkla Claraya doğru bakıyordu. Clara lokomotifteki tüm gözleri üzerinde bulunca kendini toparladı ve boş bir kompartuman aramak için dar tahta koridor da gezmeye başladı.
Tren İngiltere ve Fransa arasında yapılan yolculuklar için kullanılıyordu. Toplam 10 peronu vardı ki bunlardan birinin tavanı tamamen camdan yapilmaydi. Son lokomotif olan bu peron trenin bar kismiydi. Özellikle gece seyahatlerinde soylu zengin kimseler tarafından tercih edilen son derece estetik bir tren istasyonuydu.
Clara uzun ve düz koridor boyunca yürüyerek sonunda kendine boş bir odacık bulabildi. hemen sürmeli kapıyı açıp içeri girerek meraklı gözlerin kafesinden çıktı. burası siradan bir tren odasından daha genisti, iki yanda da karşılıklı kadife kumaşından bezeli son derece rahat koltuklar vardı. her iki koltuğun üstünde de yolcuların bavullarını ve gerekli malzemelerini koymak için oyma kapaklı dolaplar vardı. geri kalan duvarlar adeta bir tablo esintisi veren duvar kağıtlarıyla kaplıydı. pencerenin önünde bütün alanı kaplamayacak büyüklükte olabildiğince geniş gotik bir masa ve üstünde de gece yolculuklarinda yolculara Los bir aydınlık sağlayacak tatlı bir abajur duruyordu. trende bütün bu şatafatlı eşyaların arasında hiç bir şey penceredeki manzarayı golgeleyemezdi. trenin kalkmasından bu yana henüz 1 saat geçmemiş olmasına rağmen İngiltere'nin o uçsuz bucaksız yeşil ovalarinin manzarası pencereden gözükmeye başlamıştı. Clara tren yolculuklarini diğer bütün yolculuklardan daha fazla seviyordu. ne araba kadar bogucu ne gemi kadar gerilimli ne de yürüme kadar insanlarla içli dişli olma gereksinimi yoktu tren yolculuklarında. tren hızla akıp giderken sanki sürekli değişen ve farklı manzaralar şekline giren bir tabloyu bir sanat eserini izliyorsun diye dusunurdu hep. trende yapılan yolculuğun tadı her mevsim de farklıdır. yazın masmavi açık gökyüzünü, kışın ağaçların uzerine sanki pudra şekeri serpilmiş ve kremayla süslenmiş kek görüntüsünü, baharda tüm bu cıvıl renklerin yavaş yavaş koyu turuncu renge dönüşünü seyredebilirdiniz tren yolculuklarında. Clara bütün bunları düşünürken birden bir endişe duydu. buraya nasıl geldiğini hatırlamaya calisti ve birden paniğe kapıldı. üstündeki kıyafet dışında hiçbir meteligi yoktu, ailesi ile nasıl iletişime gecebilecegi hiç bir kanal yoktu, trene adeta bir soyguncu gibi girmişti ve de her şeyden daha fenası trenin nereye gittiğini bile bilmiyordu. resmen kendi kendini kaybetmişti. ah ne olurdu sanki annesinin David de David diye usandirici ısrarı olmasaydı. o zaman hiç bir şey yaşanmamış olurdu. hem şimdi onlara neyi nasıl haber verecekti. ailesi onu nasıl bulacaktı. tren de sanki aklından geçen bu düşünceleri okumus da daha fazla strese sokmak için daha da hizlaniyordu. ne yapar ne eder ailesi onu bulurdu babası mösyö Thomas biricik kızını bulmak için tüm şehri seferber ederdi. fakat bulduklarında bu en az gördüğü rüyalar kadar saçma durumu nasıl izah edecekti. özellikle annesine. bunu dusunecegi hiç aklına gelmezdi ama neyse ki David kendisinin nerede olduğunu biliyordu. yani tam olarak bilmese de güzergahı birine sorup ogrenebilirdi. aman. sonra ne olucak sanki, diye düşündü hircinca. David kendisini bulacak ardından gene kendisini onun eline düşmüş olarak bulamayacak miydi sanki? o zaman şu an burada olmasının o kadar koşturmaca in anlamı neydi ki?
Clara kendi kendine bunları düşünürken birden uyandığında beri hiç bir şey yememis olduğunu fark etti. özellikle gördüğü kabus ve az önce ki maraton onu baya bir yormuş ve aciktirdigini şu an midesinin dibine kadar anlıyordu. trenlerde illaki yolculara yemek verilirdi. fakat claranin kendisi trene kaçak olarak girmişti. acaba trendeki herkes bunu farkında olabilir miydi ki? eğer herkes biliyorsa birazdan beni sonraki durakta veya mola yerinde hiç bilmedigim daha önce gitmedigim bı yerde bırakıp giderler miydi? diye düşünürken yemek sevisi yapan tren görevlisi ağzı kulaklarinda odacigin yarı cam ve perdeleri ardına kadar açık kapısına kibarca tıklayarak sürükleyip açtı. bu adamın suratına baktığınızda simetrik olarak rahatsız olmanız mumkun. çünkü gözleri dukdaklari burnu ve kulakları gereksiz yere büyüktu. adamın kepce kulakları taktiği mavi sapkanin yanlarından siritiyordu.ardından yüzünde kocaman bir gulumseme ile ekledi;
- çay servisi ister miydiniz matmazel?
Adamın hiç de sasirilmiycak şekilde peltek olması claraya bir sempati kazandirdi. Clara adamın nazik ve hitap şeklinden son derece utanmış ama sanki trene kaçak yolla bindigini de belli etmek istemezmiscesine bir surat ifadesine bürünerek:
- biraz alabilirim, dedi.
adam sanki bu lafın ağzından çıkması için her şeyi yaparmış gibi büyük bir keyif ve mutlulukla kapıyı sonuna kadar çarparak açtı, (anlaşılan o ki adamın elleri de büyüktü ve elinin kuvvetini kontrol etmekte zorlanıyordu) yemek arabasını kendisine yaklaştırarak üzerinde porselen bir demlik ve renkli leziz makaronlar olan tepsiyi odanın içindeki masaya koydu ve ellerini birleştirip sanki dilek tutar gibi bir heyecan ile:
- sizin ile tanıştığımız cok memnunun matmazel, babanız pek saygın bir iş adamıdır, kendilerine hürmetler, dedi ve eğilerek selam verdi. adamın bu kaba ve kalas görüntüsünün ardında yatan her şeye heyecanlanan saf bir çocuk vardı sanki. adam tam geldiğinde ki gibi ağzı kulaklarinda gidiyordu ki Clara adama narin küçük elleri ile mani oldu ve;
- babamı taniyor musunuz mösyö? dedi
adam bir an şaşırmisti ve heyecandan kekeler şekilde;
- tabi taniyoruz matmazel. mösyö thomasi herkes tanır. kim tanımaz ki, dedi gene gereksiz bir neşeli coşku ile. ardından ekledi;
- tabi yalnizca kendileri değil. siz de oylesiniz matmazel.
Clara bir an trene ilk girdiğinde neden herkesin ona meraklı gozler ile baktığını şimdi anlar gibiydi. ama şuan mevzu bahis o konu değildi. babasını herkes tabi ki tanıyordu bunu sorması bile aptalcaydi ama trene kaçak yolla bindigi gerçeği yüzüne adeta bir tokat gibi yapıştı tekrar. acaba bu adam bunun farkında mıydı diye meraklandi Clara. adama bunu direk lap diye soramazdi. ağzından lafı almaliydi diye düşünürken birden gereksiz yüksek bir ses ile agzindan su kelimeler döküldü;
- ben biletimi kayıp ettim.
aslında soruyu sorduğu an ne kadar aptalca ve çocukça geldiğini fark etti hatta bu bir soru bile degildi sitem eder gibi yaramazlık yapıp ardından biri bunu fark edince korkup saçma sapan yalanlar uyduran çocuklar gibi .ama laf ağzından cikmisti bir kere. adam da dediği şeyi anlamış olacak ki birden o komik yüzünde bir merhamet ifadesi belirdi ve şöyle söyledi;
- sizin memleketimize giderken bilet almanıza dahi gerek yok madam Clara.
memleket mi? nasıl yani İngiltere'nin tam olarak neresine gidiyordu bu lanet olası tren, diye düşündü. bu esnada personel olan adam gitmek için;
- yüksek musadeleriniz ile. eğer başka bir arzunuz yoksa ben görevimin basina geciyim, dedi aynı mahcubiyet ve kibarlikla. clara'nin müsade etmesine gerek kalmadan arkadan hayatında daha önce hiç duymadığı ama lüzumsuz yere çok tanıdık gelen soğuk bir ses;
- müsade senin, dedi.
tren personeli olan adamın suratından o mahcubiyet yavaş yavaş silinip yerini irkilmeye bıraktı. Clara adama hak verdi çünkü verilmeyecek bir ses değildi. adam başı önde eğilerek selam verip geri geri paytak paytak adımlar atarak kompartimandan çıktı ve gözden kayboldu. tren personeli adamın başını egdigi andan itibaren arkasındaki gölgeli sesin sahibini Gören Clara ağzında ki macaronu yutkunamadi. sanki bir kabusu tekrar yaşıyormus gibi geldi ona. öyle olmasını diledi ama ne zaman yattığını hatırlamıyordu. bu adam sabah balkonda göz göze geldiği gizemli adamdı. ayrıca sabah kabusuna giren ve nereden bakarsak şuan trende olmasının en büyük sebebi olan adam karşında gene aynı ifadesizlik ve anlamsız bir korkutuculuk ile claranin karşısında ayakta duruyordu. Clara sanki kabusun tekrarını yaşıyor gibiydi. rüyalarında oldukları boş ova, tren, kendisi ve o adam buradaydı. tek fark yalnızca bu sefer trenin dışında değil içindeydiler. Clara sanki adamın gözlerine bakan kişinin taslastigina inanmaya başlamıştı. şuan tam olarak kendi küçük mavi boncuk gözleri adamın keskin ve simsiyah gözleri ile buluşmuştu ve bir türlü ayrilamiyordular. Clara oturduğu yerde zıpkın gibi hareketsiz kaldığını hissettim sanki bütün kanı çekilmiş bütün iç organları iflas etmiştir yalnızca kalbi hepsinin yerine deli gibi çalışıp atıyordu. bırak konuşmayı hareket dahi edemiyordu. sanki en ufak parmağını şöyle bı kaldırma adam direk üstüne vahşi bir hayvanmis gibi cullanip onu parcaliycakmis hissini yenemiyordu Clara. bütün bu olanların anlamı neydi? ilk gördüğüm anda adamın benim dikkatimi çekmedi, rüyalarımda görmem, saçma bir senaryonun sonunda trende karşılaşmamız... kader denen şey tam olarak bu mu oluyordu?