MASKE

2003 Words
sabahın erken saatlerinde. etrafta yaşam belirtisi veren tek şey kuş civiltilariydi. onun dışında hiç bir şey hareket etmiyor ses çıkarmıyordu. sokağa baktığınızda sanki bir resime bakıyormuş gibi hissedebilirdiniz. akşam yağan yağmurun bıraktığı şu birikintileri ve o insanı canlandıran kokusu hala sokakta vardı. Claranin naif bedeni kocaman yatakta narin bir şekilde duruyordu. kendisi hala uyuyordu. bir ölüden tek farkı dışarıya verdiği sessiz sessiz soluk sesleriydi sadece. suratında çok huzurlu ve halinden memnun bir ifade belirdi birden. kim bilir rüyasında ne görüyordu şimdi. sonra kafasını pencere tarafından çevirip yan tarafa döndü. sağ elini de o tarafa doğru attı adeta sarılır aşina. fakat kolu boşlukta kaldı. bunu gördüğü rüyasında bile beklemiyor olmalıydı ki o şaşkınlık ile uyandı. yan tarafinda williami uyurken görmeyi beklerken o tarafın boş olması kafasını karıştırdı. hemen yataktan doğruldu. saten beyaz çarşaf beyaz kadife teninden sakince assagi kaydı ve claranin tüm vücudunu aşikar etti. fakat bu durum claranin umurunda değildi. William neredeydi. hemen karşı duvarda yerleştirilmiş olan duvar saatine baktı. saat daha 6 yeni olmuştu. bu saatte nereye gitmiş olabilirdi ki sanki? hem de onu bırakıp. belki de lavoboya gitmiştir diye seslenmeye başladı: - William!, sesi biraz endişeli geliyordu. fakat ona geri cevap veren olmadı. hemen yataktan ayağa kalkarak çıktı. o esnada odanın köşesinde olan boy aynasından kendisine bakan bir kadın gördü. bir an için odu kopmuştu claranin. kadın çıplaktı ve kendisine çok benziyordu. daha doğru Clara kendisine baktığımda emindi. sadece 30 yaş yaşlanmış haliydi bu. öyle bir irkilmisti ki çığlık atmak aklının ucundan bile geçmedi. yalnızca yüzünde anlamaya çalışır gibi bir ifade ile aynaya ağır ve urkek adımlar ile daha çok yaklaştı. daha da cok yaklaştı ve sonunda dibinde durdu. yaklaştık a kadının yani kendisinin suratını daha iyi bakıyordu. çok korkunç bir manzaraydi. nedenini bilmiyordu Clara. kadının çirkinliği den değildi bu. yalnızca suratı ona dönüktü ve kendisine baktığına emin olduğu o gözlerde alev alev yanan bir hasret bir özlem ve pişmanlık vardı. Clara kafayı yemek uzere olduğunu düşündü. resmen kendisinin 30 yaş sonraki hali ile birbirlerine bakıyorlardı. ama kadın neden ağlıyordu. evet sanki birazdan çığlık atacakmis gibi bir ifade belirdi o korkunç suratında ve titreye titreye ağzını açtı. kadin tam en az suratindaki ifade kadar korkunç bir çığlık atacaktı ki birden ötedeki kapının sesine irkildi Clara ve sıçrayarak yatakta buldu kendini. soluk solugaydi ve yutkunmaya çalışıyordu. gözleri korkudan kocaman açılmıştı. elleriyle çarşafı sıkı sıkı tutuyordu ki kapının oradan gelen williami gördu. anlaşılan William kapıyı biraz sert kapatmış ve onsese de Clara gördüğü cok gercekci rüyadan uyanmıştı. William kapının sesine claranin uyandığını anlamış olacaktı ki suratindaki mahcup ifade ile: - seni uyandırdım değil mi sevgilim? dedi kibarca. fakat bu durum claranin adeta umurunda değildi. uyandığına çok memnundu ve nutku tutulmus bir şekilde Williama bakıyordu. birden ağlamaya başladı gördüğü rüyanın etkisi ile. William hemen elindeki poşeti kenara koyup yatağa onun yanına geldi ve sarıldı. - sorun ne Clara neden ağlıyorsun? Clara cevap veremiyor yalnızca ona sıkı sıkı sarılıp hıçkırarak ağlıyordu. William da ne olduğunu anlayamadan sakince bir eliyle onu sırtından sarılırken bir eli ile de arkadan şefkat ile güzel sarı saçlarini oksuyordu. en sonunda William kendini geri çekip yüzünde aynı şefkatli ifade ile claranin o küçük ve ağlamaktan kızarmış sevimli suratını avuclarinin arasına aldı ve tekrardan sessiz ve sakince sordu: - ne gördüğünü anlatmak ister misin? Clara için için ağlamaktan konusamadigi için başına bir sağa bir sola doğru salladı ve ardından gene yüzünü buruşturup kafasını williamin gogusune yapıştırdı ve öyle e ağlamaya devam etti. gerçekten de bu rüya onu çok derinden etkilemişti. çünkü hiç gördüğü diğer rüyalar gibi bir rüya degildi. inanılmaz gerçek gibiydi. ve kendisinin yaşlanmış halini gördü. onun o gözlerindeki hasret pişmanlık ve özlem duygularini gözlerinde okumuştu. kendini hiç bu kadar iğrenç hayal etmemisti yakalandığında. rüyasında gördüğü yaşlanmış halinin cirkinligi yüzündeki kırışıklık veya sarkmalardan dolayı değildi. Ruhani bir cirkinlikti aynada gördüğü yansimadaki. aynadaki o çirkin yaşlı kadininda claranin saf ve temiz ruhunaydi o suratindaki iğrenç mahcubiyet. ama ne yapmıştı ki Clara? neden böyle bir rüya görmüştü. hem de öylesine güzel bir yolculuk ve gecenin ardindan. bu bir işaret bir mesaj miydi? yanlistiysa eğer nerede yapmıştı yanlısı? yada öylesine gördüğü saçma sapan bir rüya deyip geçmesi mi gerekiyordu claranin? başına geleceklerden habersiz yaşamaya devam etmek ne saçma şey diye düşündü içinden. en büyük kumar yaşamaktir öyle ise. insanoğlu denen mahluk karanlık bir mağaraya sokulur ve yürüyerek ilerlemeye mahkum edilir. vazgeçemez. vazgeçer ise hayati biter orasi da ne olduğu muallak. ileriye doğru yuruse bile başına ne geleceğinden habersiz. bunları kafasında kurup düşünürken birden artık aglamadigini fark etti Clara. sakinlesmis çıtı çıkmıyordu. kafasını yukarıya doğru çevirip Williamin ne yaptığına baktı. o da bir eli ile claranin belinden sarılıp diğer eli ile de küçük çenesini okşayıp öylece duvara bakıp onun sakinlesmesini beliyordu belli ki. William claranin artık ağlamayı bıraktığını sakinleştirici ve kafasını kaldırıp ona baktığını hissetti. o da ona baktı usulca yüzünde hafif bir gülümseme ile. Clara da ona yorgun argın tebessüm edebildi ve ardından ağlamaktan catallasmis sesi ile ona sordu: - yaslansam da beni sever misin? William belli ki işi biraz şakaya vurup konuyu dağıtmak için şöyle cevap verdi: - eveeet. daha şimdiden başladık adam darlatici sorularımıza. bakalım ileride ne yapicaz. belli ki senden çekeceğim var benim. Clara hiç istifini bozmadan kaslarını çatarak ve aynı yorgun ses ile sitem eder gibi devam etti: - beni alaya alma. cevap ver yaslansam hem de çok yaslansam beni gene de sever mıydın? William claranin şuan şaka kaldıracak kadar sakinlesmesini anlayınca onu simarticak bir kaç cümle kurdu: - ben seni değil yaşlanınca başka hayatında solucan olsaydın bile seni tanır gene aynı severdim. Claranin williamin verdiği cevaba yüzünde hafif alaycı bir gülümseme ile sordu: - nasi yani solucan olsaydın beni nasıl taniycakti ki? - o şaşırınca minnak suratında oluşan şaşkın ifadeden taniycaktim kesinlikle, dedi ve parmakları ile claranin burnunun ucunu sıktı. Clara tatlı tatlı sitem edercesine devam etti belli ki bu boş muhabbet kafasını epeyi dağıtmışti. - ne mutlu bana ki ben solucan olsam beni gene suratından tanıyacak bir sevgilim var. ardından ikisi de gulustu. clara öyle düşünüyordu ki şu başı williamin gogusune koyduktan sonra değil kabus görse kabusu gerçek olsa dahi umurunda değildi. onun kanatlarının altında mutsuzluğa yer yok. sadece aşk vardı. diye düşünürken 2. kez kaldıkları odanın kapısı çalındı. William: - gir! diye seslendi. ardından kapı açıldı giren kişi oda görevlilerinden toy bir delikanlıydi. otel konseptine uygun kırmızıli siyahlı bir üniforma giyiyordu. ayrıca elinde bir de zarf tutuyordu. çocuk konuştu: - Clara hanımefendiye bir mektup var efendim, dedi usulca. Clara daha fazla zaman gecmeden çocuğun elinde tuttuğu zarfı gördüğü anda anladı zarfın içinde ne olduğunu. hatta daha erken bekliyordu bu zarfı geç bile kalmışlardı. çocuğu daha fazla bekletmeden Clara olduğu yerden doğruldu ve: - anladım, diyerek çocuğun uzattığı zarfı aldı. ardından Williama döndü elindeki zarf ile. William henüz anlamamış olacaktı ki claraya avala avala bakıyordu. Clara zarfın arka yüzünü ceviridi ve kimden geldiğine baktı. ardından kafasını bir yukarı bir assagi çevirdi ve Williama dönerek: - anlamıştım. babamdan gelmiş, dedi ve ekledi. - hatta annemin cigirtkan mektubu da yoldadır gelicektir birazdan. William sasirmisa benziyordu. sanki su ana kadar claranin annesiz babasız dünyaya geldiğini dusunmustu gibi bir ifade vardı suratında. böyle düşünmesi pek tabi o ve onun gibileri için çok normaldi. kendi ailesini hiç tanimamisti çünkü. aile ne demek tam olarak halen daha kavrayamamisti kendisi. annesi henüz ona hamile iken babası işlediği çoğu uyuşturucu suçundan oluşan suçlar yüzünden hapis yatmıştı. yani o dünyaya gelirken zaten babası yoktu yanında. fakat babasını arkası sağlam olduğu için 2 sene kadar az bir sürede yatıp çıktı. çıktıktan sonra işleri çok iyi gitmeye başlamış zaten gırla var olan parasını az bir süre içinde 10 katlamış ve bir servet kazanmış. çok zeki bir iş adamı olmuş fakat ne bir koca ne de bir baba olabilmiş. karısını kaç kere aldattığını kendisi dahi sorsalar hatirlamaz. sonunda da annesi bu duruma daha fazla katlanmak istememiş ve boşanmayı kafasına koymuş. fakat o dönem ingilteresinde kadının erkeği boşamasi gibi bir durum söz konusu olamazdı. bu yüzden kadın adamın ondan boşanması için her şeyi yapmış. kadının en çok korktuğu şey cocukgunun yani küçük williamin elinden alınması olmuş ama korktuğu başına gelmemiş. adamın umurunda deilmis çünkü ne karısı ne çocuğu. kadın da elbet kolay olmamış ama kendine ve biricik oğluna bir düzen kurabilmis. çevredeki insanların baskılarına rağmen orta halli bir geliri olabilmiş. fakat kadın bu durumda oğlu Williama gereken ilgi ve alakayı esirgemis. çünkü elinde sadece annelik kimliği kalmıştı. kendisini ne bir kadın gibi hissediyordu ne de bir insan gibi. yalnızca çalışmak zorundaydı. buyuzden williami bir süre için yetimhaneye bırakmıştı. bu bir süre sanılandan daha uzun sürmüştü. William yalnızca annesinin suratıni hayal meyal hatirlayabiliyordu. o da 5 6 yaşlarındayken ara sıra yetimhaneye ziyarete geldiği için idi. annesi onu ziyarete geldiğinde annesi olduğunu bile bilmiyordu. kendi kendine çocuk aklı ile her halde ben ağaç dallarından çıktım tıpkı meyveler gibi diye düşünüyordu. o ayda yılda 1 gelip karşısında ağlayıp onu bagirina basan kadının kim olduğunu bilmiyordu neden ağladığını da. ona dair hatırladığı en net an onu son kez gördüğü an idi. kadın belli ki durumunu epeyi duzeltmisti. hatta yalnızca iş hayatini değil aşk hayatını da rayına oturtmus olmalıydı ki bu durum giyimi kusamini da etkilemişti. kadın bu son görüşmede için için ağlıyordu. uzun siyah saçları arkadan toplanmış kalem eteği ve ceketi ile son derce zarif duruyordu. Williama son kez sarıldı ve bir daha uzunca bir süre onu goremiyevegini söyledi ağlayarak. ama muhakkak bir gün gelicem dedi kadın hıçkırıklar inin arasından. o an kadına karşı hiç bir şey hissetmeyen küçük William kadının son gelişi olduğunu söyleyince içinde o ana dek içinde var olduğunu bilmedigi o tutunacak son dalin da kırıldığını hissetti minik yüreğinde William. yıllar yıllar sonra öğrendi ki bu kadın annesi imiş ve onun ile son görüşmesinde tanıştığı Parisli bir adam ile yıldırım nikahı yapmış ve Paris'e yaşamaya gitmişler. aslında annesi williami da almak istemiş ama adam çocuğu yanında tuttuğun sürece senin ile beraber olamam demiş ve annesi de bunu kabul etmiş. tüm bunları 18 yaşına geldiginde yetimhanede çıkarken görüştüğü ve samimi olduğu bir yetimhane görevlisinden öğrenmişti. o an ilk aklına gelen şey aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen annesinin ona verdiği sözü tutmadığı oldu. seni muhakkak gorucem tekrardan demişti. fakat artık yetimhanede ayrılmak zorunda idi. artık helse dahi onu bulamazdi. hale bak diye dusunmustu o zamanlar. demek ki insanoğlu cidden tek basinaymis ne anne ne baba hiç bir kıymeti yokmuş. diye dusunmustu yıllarca. mademki oğlundan daha çok sevecek birini bulabilmiş son o zaman neden beni ziyarete gelip her defasinda ağlıyordu. bana hasretinden mi, yoksa acimasindan mi? böyle düşünmek onun sınırını bozmuştu. o kimdi ki bana açıyor? asıl ben acırım ona. ben bu yasa kendi kendime geldim o ise bir başkasına sırtını dayayarak.diye düşündü ve yetimhaneden çıkar çıkmaz bu kin ve nefret ile ilk iş babasını bulmak oldu. nitekim babası epey meraklıydı onu yanında tutmaya da. nitekim 0 dan yetişmiş hiç bir masrefi olmayan ve ne de olsa kendi canından olduğu icin ona sadık kalmaya mecbur yeni bir elemandi onun icin. annesine karşı duyduğu nefret onu karsisindaki adama itti.ki bunu babası da anlamış olacaktı ki onun sadakatinden bir an olsun şüphe etmedi. asla bir baba oğul olmadılar. nitekim ikisinin de öyle bir niyeti hiç olmadı. aralarında yalnızca menfaat ilişkisi ve aynı kanı taşımanın verdiği o sonsuz güven bağı vardı. ikisi için de bulunmaz bir nimetti. çünkü ikisi de duygudan yoksun ve yalnızca para güç isteyen iki koca adamdı. evet aslında bakınca kendisi de farkında idi. ikisi de en az birbirleri kadar beceriksizdi insan olmakta. fakat williamin artık aklı yoktu geçen bu 18 yılın ardından artık yalnızca kin nefret duyguları ile hareket etmişti ve mantığı korelmisti. dışarıdan duygusuz bir canavara benzememek için bazı maskeler oluşturmuştu kendisine. karşısına çıkan her kadından annesine karşı duyduğu nefretin intikamını alıyordu. şimdi William 27 yaşında idi. aradan neredeyse 10 yıl gecmisti ve babası ile akıl almaz işlere imza atmıştı bı sure içinde. yalnızca kafasını kurcalayan bir şey vardı ki o da onu doğuran kadındı. ona anne demeye bile tiksiniyordu. o kadını bulmadan rahata ermiyecekti ve onu bulana kadar karşısına gelen her kadından bunun intikamını alacakti. onun için paristeydi. o günü yaşayabilmek için halen daha yaşıyordu. şuan Clara bu neden ile onun yanındaydı. o da kendisinin bir kurbaniydi zira. zamanı geldiğinde kestirip atacaktı onu da lakin henüz değil henüz doğru zaman bugün değildi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD