yuruye yuruye ellerindeki valizler ile bir nehre kadar gelmişlerdi. yolda da konuşmaya devam ediyorlardı. hiç bir şey umurlarinda değildi. hatta o kadar değildi ki yürüye yürüye Paris dışına ciksalar heberleri olmaiyacakti. en ufak bir yorgunluk dahi hissetmiyordu Clara. uzun zamandır hiç bu kadar yerinde duramadigi içi içine sigmadigi bir zaman olmamıştı. William ile beraber nehrin kıyısından yürüyorlardı ki karşılarına kocaman bir köprü çıktı. bu köprü eski ve tarihi demir işçiliğiyle yapılmış harika gözüken bir kopruydu. le viaduc de millau koprusuydu bu ve yerel halk tarafından aşıklar köprüsü olarak da bilinirdi. William ile beraber o köprüden geçerken claranin dikkatini bir şey çekti. köprünün trabzanlarinda binlerce hatta belki on binlerce asma kilit vardı. bunların ne anlama geldiğini ilk başta anlayamamisti Clara. fakat sonra köprünün halk agzindaki adı aşıklar köprüsü olduğunu hatirlayinca olayı çözmek kolaylaştı. William da konuyu netleştirmek için;
- her 14 Şubat sevgililer gününde birbirini seven insanlar bu köprüde buluşup. asma bir kilit alıp trabzanlara asarlarmis. boylelik ile bir ömür boyu sonsuza dek o iki insan hiç ayrılmazmis. yani en azından onlar öyle olduğunu düşünüyor ve de inanıyor.
- sen inanıyor musun? dedi Clara williami. suratına bakıp çocukça bir merak ile
- hayır inanmiyorum. dedi William bir an bile düşünmeden ve bunu claranin suratına bakarak yapmıştı. clara'nin suratı istemsiz yere düştü. en azından sırf ortamdaki hoşluğu bozmamak için evet inanıyorum hatta hadi biz de takalım şimdi deseydi ne olurdu sanki. ardından da ekledi claranin tam da bekledigi üzere somurtkan suratını görünce;
- çünkü hiç birşeyin sonsuza dek sürdüğüne inanmam ben de ondan, dedi ve tıpkı rüyasında olduğu gibi çenesini okşadı claranin. Clara ruhunun eridiğini hissetti. gerçekten gördüğü rüyaları da biliyor veya tahmin edebiliyor mu. ardından William konuşmaya devam etti;
- ayrıca hiç bu adam hiduk mu neden benim ile asma kilit takmıyor diye geçirme içinden çünkü efsaneye göre 14 Şubat'ta yapınca anlamı oluyor. öteki zamanlarda asma kilit takan sevgililer hemen kavga edip ayriliyorlarmis. nitekim gördüğün üzere köprü üzerindeki hiç bir seyyar satici asma kilitte satmıyor bu yüzden. biz ayrılmayalım diye dedi ve claraya göz kırptı. clara'nin suratında hemen çocukça bir işve oluştu. bir adam sadece konuşma ile nasıl bu kadar etkileyici olabilirdi. williamin ağzından şuana kadar hic seni seviyorum veya ona benzer bir kelime bir cumle çıkmamıştı. ona rağmen onun yanındayken kendini bu dünyadaki tek kızmis gibi hissettirebiliyordu. nasıl basariyordu bunu hic anlamadı. Clara ve William beraber kah el ele kah kol kola kah kah güle oynaya
köprüye geçtiler. beraber çok mutluydular zaman dursun istiyordu Clara. birden bire içini bir keder kapladı claranin. ya bu güzel olan her şey birden bire yok olur ise. başlarına ne gelebilirdi ki. her şey bir anda degisebiliyordu. nasıl ki bugün dünden olabilgine farklıydı yarında bugünden farklı olacaktı. Clara yine korkmaya baslamisti. onu williami kaybetmek istemiyordu. meğer bunca yıl beklediği kişi o imiş. sonunda bulmuşken travmatik bir olaya onu kaybetmek istemiyordu. tüm bunları düşünürken kendi elini williamin koluna geçirmiş Clara istemsizce kolunu sıktığını fark etti. William da bu durumu fark etmiş olacak ki hemen her zaman olduğu gibi şakaya vurdu:
- az daha sikarsan kolumu şimdi burada çığlık aticam, dedi ve beraber gulustuler. yürüs parkı gibi bir yere gelmistiler Clara ve de William. etrafta cıvıl cıvıl ağaçlar çiçekler ve çimenler ve insanların yürüyebilmesi için Patina yollar vardı.kafanixi kaldırıp az biraz ileriye baktığınızda ise tüm ihtişamı ile Paris'in ünlü Eyfel kulesi size semadan el sallıyor oluyordu. kimi insanlar yürüyor kimileri arkasına çocuğunu veya nişanlısını almış bisiklet sürüyordu. hemen ileride kendi elleri ile pamuk şeker yapan bir beyefendi vardı ki pek maharetliydi. pamuk şeker ile öyle güzel ve hızlı şekiller yapıyorduki yalnızca dibindeki çocukları değil yetişkinleri de etkilemişti. clara'nin suratına bakınca ne yapması gerektiğini anlayan William hemen pamuk şeker sırasına girdi ve bir tane pamuk şeker aldı. bunu gören Clara;
- neden kendine de almadın. yazık olacak şimdi beni yerken izleyince.
- bunu kendime aldım zaten madam bilmiş. esas size yazık olacak. dedi ve elindeki pamuk şeker ile koşmaya başladı William. Clara da durur mu o da onun peşinden fırladı. ikisi de çocuklar gibi birbirlerini yakalayarak iterek kakarak koşturmaya başladılar. en sonunda yorulunca değilde pamuk şeker hızını bir türlü alamayan claranin gazabına uğrayıp da yere yapışana kadar. pamuk şekeri tutuyim derken zaten itekledigi williamin pamuk şeker ile beraber yere yapisacagini hesaba katmamisti Clara. hatta ilk başta williamin üzerinde olduğunu idrak bile edememişti. pamuk şekeri yere değer değmez hemen kaldırdı ve o esnada williamin sırtında olduğunu sevinçten fark edememişti bile. ilk bir lokma tadına baktı pamuk şekerin Clara ve tam da yere düşmek onun tadından hiç bir şey eksiltmemis diye aklımdan gecirecekti ki. birden yerde ona bakan ve halinden de son derece memnun gözüken william ile göz göze geldi Clara. hemen gözleri yuvarlarindan firlayacakmis gibi açıldı ve direk o beyaz sütun gibi pürüzsüz bacaklarını williamin gövdesinden çekerek ayağa kalktı. arkasi Williama dönüktü. o anın korkusundan mıdır neden bilinmez hızlı hızlı parmak şekeri yemeye başladı başka ne yapacağını bilmezmis gibi. ardından williamin o çapkın sanki insanın ruhunu oksarmis gibi gelen kadife sesini işitti.
- e böyle de olmaz ki ama hem pamuk şekerimi elimden alıyorsun hem de tatlı sunumumu bozuyorsun en güzel yerinde.
bu her iki anlamada gelen lakin asıl kast ettiği şeyin ne olduğunu çok iyi bilen claranin suratını kizartmaya başlamıştı. ne cevap verecekti şimdi bu edepsiz williamin karşılığına. sanki hiç bir şey olmamış gibi ve onu duymamış gibi ilerlese ve pamuk şekeri i yemeye devam etse çok mu abes olurdu. aman abes olsa ne sanki. başka yapabileceği bir şey mi vardı claranin. aynı içimden geçirdiği gibi yaptı Clara da. William ise sanki kendisini daha da rahatsız etmek ister gibi ağır ağır 15 adım uzaktan yüzünde çok da edepli olmayan bir siritis ile clarayi takip etti. Clara bunun farkındaydı. sanki Afrika açıklarında nehirden su içmeye çalışan lakin takip edildigini ve neredeyse avlanacagini bilen bir ceylan gibi yürüyordu. Clara ara sıra hafifçe kızgın bir surat ile arkasına bakıp William hala orada mi diye kontrol ediyordu. ve her seferinde göz göze geliyorlardı. William sanki claranin bu ürkek ceylan modelini daha yeni fark etmiş ve onun ile daha çok vakit geçirmek için bu avcı av taktığını daha uzun uyguluyordu. yürüdüler yürüdüler ve yürüdüler. ta ki pamuk şekeri Clara bitirip elinde yalnızca bir adet çubuk kalıncaya dek yürüdüler. ardından Clara durdu arkasına döndü ve yaklaşmakta olan avcısının gövdesine fırlattı çubuğu. dokunsalar agliyacakmis gibi bir hali vardı. küçük mızmız kız çocukları gibi görünüyordu Williamin gözünde. clara'nin bu çocuksu halleri onu kendisini artık tutamayacak bir hale getiriyordu. su an mesela Clara gözüne hiç 25 yaşındaymış gibi gelmiyordu.clara'nin bu hareketinden sonra onun bir şey demesini bekledi. sonunda Clara sitem edercesine;
- ne senin amacın tam olarak söylesene?
- benim bir amacım yok. hiç birşey de yapmadım ben. üzerime azgın boğalar gibi çöküp elimden pamuk şekerimi aldın ama sanki aynısını ben sana yapmışım gibi davranıyorsun.
- amacım öyle bir şey değildi! diye bağırdı Clara.
- bana niye böyle kızıyorsun o zaman.
- kızıyorum çünkü o bakışlarını arkamdan gelsen bile üzerinden cekmiyorsun.
- e napiyon korktum ben de gene üstüme atilirsin diye. bare bende arkanda durayım öyle yuruyeyim dedim ne var bu da.
Clara bu patavatsız ama bir o kadarda kendine has bir sevimli ligi olan bu cümleler karşısında sınırlı soludu. sonra bakisip gülmeye başladılar. ardından William patavatsız sempatik konuşmasına devam etti claranin yaninda yürümeye başlarken.
- hem pamuk şekerimi bitirmiş hem de çöpünü bana fırlatıyor. sen nesin böyle. cidden kimseye 25 yaşındayım falan deme dalga geçerler.
böyle böyle saatler saatleri kovaladı ve gün ağır ağır kararmaya başladı. Paris Eyfel kulesinin aydınlatmalari çalışınca hikayemizin iki aşığı artık akşama kadar yürümüş olduklarını ve durmaları gerektiklerini anlamıştilar. çimenlik bir alana oturmustular. Clara sırtını bir ağaca yaslamış William da claranin kucağına başını koymuş öylece bakisiyorlardi. clara'nin küçük çocuk elleri williamin dalgalı siyah saçları arasinda geziniyordu. clara'nin omuzlarında williamin paltosu vardı. William ise yalnızca ince bir gömlek ile claranin gözlerine ve gökyüzünde parlayan yıldızlara bakıyordu. Clara bu derin ve uzun sessizliği bozdu ve şefkat ile:
- usumuyor musun? diye sordu Williama.
William bozulmuş gibi soğuk bir ses ile yalnızca;
- hayır dedi.
Clara williamin sesindeki soğukluğu bir an için hissetmişti lakin ardından hemen geçiştirdi. ona öyle gelmiştir diye düşündü ve buna inandi. lakin okurlarımız şunu bilmelidir ki insanın içine doğan ilk ses her zaman doğrudur ve çabuk kayıp olur.
williamin gözleri yine aynı yere bakıyordu fakat bu sefer farklı bir şey düşünüyormuş gibiydi. kafasında bir şeyleri planlıyoruz gibiydi sonra ansızın claranin kucagindan başını kaldırdı ve üstünü sirkeledi. sanki az önce hiç yaşanmamış gibiydi. tüm bu hareketler son derece normaldi fakat Clara istemsizce kalbimde bir acı hissetti William üstünü sirkelerken. sanki onu gormuyormus gibiydi. uzaklara baktı bir an için. ardından şaşkın şaşkın suratına bakıp bir şey demesini bekleyen claraya dönüp;
- artık rezerve ettiğim otele gidelim aklımdan tamamen uçtu gitti.
- ne tamamen uçtu gitti dedi Clara sesini normal düzeyde tutmak istiyordu fakat başarılı olamamisti. hafif bir sitem baş kaldırmıştı sesinde claranin.
- Paris'e gelmiş olmamin nedeni. dedi William aval aval claranin suratına bakıp.
Clara neden böyle hissettiğini anlayamiyordu. kendisi mi sağlıklı dusunemiyordu yoksa William gerçekten de absürt mu davranıyordu. bunu ona nasıl dile getireceğini de kestiremiyordu. çünkü her şey çok anlamsız ve saçma gelmeye başlamıştı birden bire. williamin da bu durum hiç umurunda gibi durmuyordu daha doğrusu fark etmemiş gibi duruyordu. Clara çekinerek ve hatta korkarak Williama baktı ve urkekce sordu;
- peki neden gelmiştin Fransa'ya gerçekten?
bu esnada William claraya sanki karşısında aptal bir insan varmista konuşmaya çalışıyormuş ama konuşamıyorum gibi baktı. havanın kararması ile birlikte de ayriyeten gözlerindeki o korkutucu ve karşısındakine izdirap veren gölgeler dalgalanmaya başlamıştı. tıpkı onu ilk gordugunde balkonda olduğu gibi titremeye başladı. sırtında öyle bir ürperti ve karıncalanma olduki Clara oturduğu yerden yere her an yigilabilirdi. ardından William sanki az önceki o bakışı hiç atmamış yalnızca claraya öyle gozukmus gibi gülmeye başladı tıpkı 5 dakika önceki sempatik halı gibi. ardından ekledi şevkat dolu bir ses ile:
- bana niye öyle bakıyorsun?
- . . .
ardından ayaktayken birden dizlerinin üzerine geldi ve Clara ile şuan yüzyüze fazla yakın bir mesafedeydi. Clara şuan önüne bakınca yalnızca williamin gözlerini gorebiliyordu. evet sempatik davranmaya başlamıştı ama sanki hareketlerinde bir zorlama var gibi geldi claraya. çünkü gözlerinde olan o korkunç insanın içini desen gölgeler hala kayıp olmamıştı. ardından aynı sempatik ve şeytani uysalligi ile şöyle dedi;
- e Fransa'ya belki İngiltere'den kendi damat adayından kaçan küçük sevimli bir kız vardır ben de onu bulmaya gidiyom diye geldiğimi dusunmuyorsun herhalde dedi. ardından ellerini uzattı ve Clara ile beraber kalktılar. beraber yürümeye başlamışlardı. bu sabahki yürüyüşlerinde pek ala farklı bir yuruyustu. çünkü pek ala sabah ikisi de nereye gittiklerini bilincinde olmadan yalnızca yürüdüler. fakat şimdi nereye gideceklerini William biliyor Clara ise bilmiyor yalnızca onu takip ediyordu. hatta William daha önceden ayarlanmış olduğu bir yere götürüyordu clarayi. yani anlaşılacağı üzere sabahki o bütün büyüleyici anlar anlamını akşamında durup dururken kayıp etmişti. sabah sıcak olmasına rağmen hava sogumustu akşama doğru. Clara yoldayken titremesine buna bağladı. fakat alakası yoktu. kafayı yediğini düşünüyordu. 20 dakika boyunca ya yürüdüler ya yurumediler ama claranin aklimdan geçenler sürekli değişti bu süre içerisinde. bir süre için aklımdan geçen her şeye inanıyor ve doğru buluyordu. bu esnada da yüreği tarif edilmez bir şekilde aciyordu. bir süre için de az önce düşündüğü her şey gözünde önemsiz duruyordu çünkü William şuan son derece samimiydi. belki kendisi fazla evhama kapilmaya megilli olabilirdi. veya zaman zaman insanın ruh halinde değişimler olabilirdi neden hemen düş kırıklığına uğrayıp ver yansıma kapılsin ki. hem endişe duyunca dışarıdan nasıl gozuktugunu bilmiyordu fakat William hemen anlıyordu. bu evhamlı ev kadını hallerini devam ettirir ise onu sıkacak ve kaybedicekti. o yüzden her şeyi akışta bırakmak en iyisiydi.
Clara bu iki birbirinden olabildiğince ayrı düşünceler arasında sürekli bir gelgit halindeydi. ve otele ne ara vardıklarını anlayamamisti bile. yüzüne ve vücudunun her yerine vuran yumuşak bir sıcak hava dalgasini hissedince birden başını kaldırıp nerde olduğuna baktı. ancak o zaman otelin dış goris kapısından içeri girdiklerini anladı. birden claranin anlaşılan yol boyunca devam eden titremesi durdu. William da bunu fark etmiş olacak ki claraya döndü ve şöyle dedi;
- yol boyu usumussun neden söylemedin bana?
Clara yüzünde saf bir tebessüm ile;
- ben bile fark etmemiştim. şimdi sıcak bir yere girince anladım, dedi. ardından William sessizce güldü ve onu tek kolu ile omuzundan tutup gogusune bastırdı. ardından o narın sarı bukle saclar ile dolu başına kokulu bir öpücük kondurdu. Clara artık emindi. bu adamın yanında şu halde kaldığı sürece ömrünün sonuna kadar mutlu olacaktılar.