7.Bölüm

2717 Words
Başında kusmasının bitişini bekledim. Yanda duran peçeteyi uzattım ağzını sildi kafasını kaldırdı. "Annem bile beni kusarken görmemiştir." Gözlerimi devirdim. Mutlu mu olmam gerekirdi. "Bu şerefe nail olmak için ne yaptım acaba?" "Kusura bakma." "Yoo hiç önemli değil kardeşiniz üzerime kusmuştu ondan iyi." "Her fırsatta laf sokacak mısın?" "Yiğit Bey." Hafif oturur pozisyona geçmek isteyince canı yandı yanına gittim. Sırtına destek verip düzelttim. "Yalnız vurulduğumda Yiğit demiştin. -siz takısı atılmıştı yeniden mi kullanmaya başladın?" "Korku, telaş içinde insanlar söylediklerini kontrol edemiyor. Patronum olduğunuza göre tabiki." "Boşversene. 1.5 aydır bizimlesin ne kadar iyi doktor olduğunu kanıtladın." "Bunu kanıtlamam için vurulmanız mı gerekti?" "Olan oldu. Zeynep ilk kez bu kadar ilerleme gösterdi onu bırakmanı istemiyorum. Kardeşimi bize geri kazandır." Evet işe yarıyor beni bırakmak istemiyorlar peki. Ayakta ileri geri yürümeye başladım. Derin bir soluk aldım verdim ve titreyen bir ses ile. Korktuğuma inandırmak istercesine. "Korkuyorum." "Neyden?" "Tüm bu olanlar. Silahlar, adamlar. Siz çikolata yapan birisiniz tüm bu olanlar." "Bu olanları sadece unut. Lütfen. Korkmana gerek yok sadece olmaması gereken bir şey oldu ve tekrar aynısı olmayacak." Cevap vermedim. Gözümden bir damla yaş aktı hızlıca sildim. "Fazla naifsin doktor." "Belkide... Tamam sizinle devam ederim ama tekrar böyle bir olayın içinde olamam. Olursa giderim. Ve şuan da Deren'de benimle." "Öncelikle Deren'i araştırmadan bu eve çalışan olarak almam..." Okey araştır bakalım bay ukala nasılsa bir şey bulamazsın. "Siz nasıl uygun görürseniz. O zamana kadar yine de yanımda kalmalı tek başıma idare edemem." "O kızın hatasını senin hatan sayarım." Ona doğru eğildim. Epey yakın bir mesafedeydik. "Çok kalpsizsiniz. Oysa ben sizin tüm bu karmaşa dolu hayatınıza rağmen anlayış gösterdim." Tam o sıra "Ben artık nişanlımı..." sesi doldu odaya Doğruldum arkamı döndüm. Kötü bakışlarını bana sabitledi. "Nişanlımı bana göstermek gibi niyetin yok sanırım." "Yeni kendisine geldi. Sırayla..." Hemen geldi elini tuttu, Yiğit öptü Aylin'in ellerini. "Korkma." Dolan gözleri ve titreyen sesiyle. "Aklımı kaybedecektim. Nasıl olur? Sana bir şey olsaydı." Yüzüne dokundu bu kez. Bem beyaz teni, sarı saçı, mavi gözleri heykel gibi bir kadındı. Güzel ve alımlıydı. Yiğit büyülenmiş gibi bakıyordu gözlerine. "Buradayım. Hayattayım. Seninleyim." "Çok şükür." Arkamı döndüm çıkacaktım. "Doktor." Geri döndüm. "Evet." "Annemi de gönderir misin? Çok korkmuştur rahatlasın." Kafa salladım odadan çıktım ve merdivenlere yöneldim. Aheste aheste iniyordum merdivenleri kendimi atıp yuvarlanarak inesim var. Stres altındaydım. Büyük salona yöneldim. Gerçi bu evde her yer büyüktü. "Birsen Hanım." "Azra kızım... İyi mi oğlum uyandı mı?" "Uyandı. Çok yormayın ama." "Sağ ol kızım." Birsen Hanım'da çıkınca kendimi bahçeye attım bahçedeki adamlardan birinin yanına gittim. "Vurulan arkadaşınız nasıl?" "İyi Azra Hanım sıyırmış, kaza kurşunu dedik bir sıkıntı çıkmadı. Dinleniyor şimdi." Kafa salladım. Bahçede yürümeye başladım. Her şeyi bir yandan iyi ederken bir yandan bok etmiştim. Başkan Deren ile hiç karşılaşmamış gibi olacaksınız demişti bense biranda bir ekip yığdım buraya. Üstelik yasadışı bir ameliyatın konusu bile geçmemişti. İlerleyen günler sancılı olacaktı. Başkanın öfkesi hepimizi mahvedecekti. Omzuma dokunan elle sıçradım. Arkamı döndüm. "Deren." "Seni gördüm yanına geleyim dedim iyi misin?" "Değilim. Seni biranda buraya soktum. Ekip getirttim. Üstelik iki yabancı gibi olmamız gerekti..." "Evet farkındayım ve sonucu ağır olacak." Gülümsedi. Deren'in hoş bir enerjisi vardı her şeyden bir güzel şey çıkarmaya çalışır her olayda pozitif yön arardı. "İyi yönden bak artık çocukken olduğu gibi ceza almıyoruz." Gülsem mi ağlasam mı bu duruma? Çocukluğum geldi o an gözlerimin önüne. Sahi çocuk denebilir miydi o hallerimize? Yaşlarımız çocuktu, bedenlerimiz çocuktu ama asla ruhumuz çocuk değildi. Söylememem gereken bir şeyi söylediğim için başkanın günlerce acı çektiğimi bilmesine rağmen parmak uçlarımda denge tahtasından "Düzgün, daha düzgün, zarifff!" yürüyeceksin dediği an belirdi. Çok zorluydu zaten yetim olmak zordu birde o yaşta kendimizi buranın içinde bulmak başta beni zorlamıştı ama başarmalıydım bunu da başaramazsam bir yere ait olamazdım. Sıradan bir doktor olur, sıradan bir hayatım olurdu... Oysa ben sıradanlık ne bilmeyen hayatı her an ölümle burun buruna olan bir kadındım. Yüzüme dokundu Deren . "Hallederiz. Hadi toparla." Kafa salladım. İçeriye girip hızlıca Yiğit'in yanına çıktım. Serumu bitmişti Deren yeni serumu hazırladı ve çıktı. Ateşini ve tansiyonunu ölçtüm ve rahat uyuması için bir ağrı kesici yaptım. "Nişanlımı azarlamışsın doktor." "Beni mi şikâyet etti?" "Kırılgan bir kız Aylin. Ona iyi davran..." "Hıhı." "Zeynep nerede?" "Benim odamda onun odası berbat halde." Kafa salladı. "Sana başka oda..." "Gerek yok burada kalacağım şurada koltukta yatarım. İyi hissediyor olabilirsiniz ama bir kurşun çıktı içinizde ani reaksiyon gelişebilir. Kanın pıhtalaşması olabilir anında müdahale için burada olmam lazım hastane ortamı olsa bile bir hastane değil eksiklikler fazla." "Ne eksikse alalım. Liste yap bu oda yetmiyorsa aşağıda boş bir depo var orası." Bu adam delirmiş olmalı hastaneler adam mı yiyor? Bir hastane satın alsa daha iyi fikir sayılırdı. Şu odayı bile nasıl özenle bu hale getirmiş. Şöyle göz gezdirdim. Tıpkı hastane gibi beyazın ağırlıklı olduğu, bir duvardan öbür duvara kadar olan gömme dolapların içlerindeki rafların ilaçla dolu olduğu iki sedye, iki hasta yatağı. Solunum cihazı, defibratör her şey vardı. Bir hastane asla değildi ama iş görür derecede düşünülmüştü. "Hastane diye bir şey var biliyorsunuz değil mi? Hiç gitmeyi denediniz mi?" "Hayır gerek duymuyorum." "Belli oluyor...Neyse birazdan uykuya dalarsınız. Yatış pozisyonunuz iyi mi?" Kafa salladı. Tam arkamı dönmüş giderken. "Bu arada sizinle anlaştığımızı sanmıştım." Döndüm. Neyden bahsettiğine dair bir fikrim yoktu. "Efendim." "Diyorum ki odama girmemeniz gerektiğini daha net mi söylemem gerekti." Aylin!!! Hemen o yetiştirdi başka nasıl bilecekti. "Ben size..." "Açıklamanı duymak istemiyorum. Daha net şekilde söyleyeyim üçüncüsüne gerek kalırsa." "Anladım." Odadan çıktım ve kendi odama geçtim Zeynep yataktaydı beni görünce doğruldu. "Abimi bir ben göremedim sanırım." "Yarın ilk sen göreceksin." "Benim yüzümden ölecekti." Bu kız neden kendini suçluyordu sürekli. Abisi yediği haltlar yüzünden vuruldu. Kim bilir nasıl pisliğe bulaştığı için. "Zeynep kendini yiyip bitirme. Bazen bir şeylerin olması gerekir ve olur. Onlara engel olamamak senin suçun değil. Her şeyi her zaman kontrol edemeyiz. Bazen raydan çıkıyoruz işte. Hayat böyledir beyazıyla, siyahıyla, mutluluğuyla, mutsuzluğuyla, kontrol ettiklerimizle veya edemediklerimizle yaşamak zorunda olduğumuz bir serüven. Ayrıntılara takılarak yaşamak bizi hasta eder." "Beni ettiği gibi yani." "Sen hasta değilsin." "Öyleyim..." Eline dokundum. "Seni anlıyorum." Yeşil gözlerine hüzün yerleşti ağladı ağlayacaktı. Dudağını büktüğü anda çenesinde oluşan o minik buruşukluk ile küçük bir çocuk gibiydi. Çenesine dokundum. Karşımda küçük bir kız kardeş varmış edasıyla yaklaştım. "Anlayamazsın." Cevap vermedim gözünden bir damla yaş aktı hemen sildi. "Hissetmediğin bir şeyi anlayamazsın ki. Yaşamadığın şeyi anlamaya çalışırsın ama anlayamazsın." Elini uzatıp kalbime dokundu. "Mesela baban öldüğünde kalbinin tam ortasında büyük bir baskı hissedersin sonra o şey boğazına doğru hareket eder ve nefesini kesmeye başlar başında büyük bir zonklama ve kulağında dolan uğultular... Gerçeklik algın yavaş yavaş yok olur." Birer birer yaşlar akıyordu. "Bir babanın kızını terk etmesi epey acı. Beni anlamaya çalışırsın ama o gün hissettiklerimi hissedip anlayamazsın." "Duygusal düşünüyorsun Zeynep. Ben babamı hiç tanımadım. Öldü mü yaşıyor mu bilmiyorum. Bilmekte istemem. Harika bir ailen var abin, annen... Üzücü, babanı kaybetmiş olman can acıtıcı ama bunu aşmalısın." "Kolay mı?" "Değil ama imkansızda değil. Acılarına öyle sığınmışsın ki onlara tutunarak bütün zayıflıklarını örteceğini düşünüyorsun." "Ne?" Az önce ağlayan kızın yüzü gerildi elleriyle hızlıca gözyaşlarını sildi ve. "O ne demek?" "Şu demek, sen acılarını öyle benimsemişsin ki böyle olmak sana iyi hissettirmeye başlamış. Melankolik insanlar bir süre sonra normalliği unutur ve devamlı depresif modda yaşamaya devam ederler. Sende öylesin. Hayatın eline bir kez geçiyor ve sen yaşayacağın şeyleri erteliyorsun. Acıların ile böbürleniyorsun." "Doktor olduğun için böyle ukala konuşuyorsun benim yaşadığım acıları yaşadın mı?" "Beni değil seni konuşuyoruz. Bakar mısın burada bana acılarını övüyorsun? Mesela Zeynep acı çekmenin dışında ne yapar? Şarkı mı söyler? At mı biner? Resim mi çizer? Yüzmeyi mi sever? Zeynep'in en iyi yaptığı şey acı çekmek mi?" Cevap yok. Zeynep de gördüğüm şey buydu. Acı çekmeye o kadar çok alışmış ki kendini onarmak yerine yeni acılar bulup onlara sığınmak kolay geliyor. Çünkü bir yere bir şeyler kötüye gitmeye başladığında ve kontrolü kaybettiğimizde bekler ve bahaneler uydururuz kontrolü kaybettim ama... Önemli olan kontrolü kaybetmek değildi oysa kaybettikten sonra ne yaptığımızdı. Önemli olan onarmaya çalışmaktı ama Zeynep bunu yapmıyordu. İnsanoğlu böyleydi. Felaketlere sığınmak daha kolaydı. Kendini dipte görmek daha kolaydı. İnsanlar birbiri ile yarış halinde yaşayan bir sürüydü. Acılarını, mutluluklarını, evlerini, arabalarını, çocuklarını, eşlerini bitmeyen bu yarışın içinde hep kendisinin daha önde olmasını isterdi. En çok acı çeken benim, en zengin benim... "Ben kendim için bir şeyler yapmayalı epey oldu. Yapmak istemiyorum da. Sevdiğim şeyler yok oluyor. Dedim ya hissetmediğin şeyi anlayamazsın. Babam... Ölümü yüreğimde dipsiz bir acı yarattı." "Yanlış. Pişman olacaksın Zeynep. Yapamadığın, yaşamadığın her şey için..." Ayaklandım. Yüzüne dokundum. "Üzücü olan pişmanlıklarımız da değildir biliyor musun? Pişman ölmemizdir. Eksik, yarım, bir uhde ile ölmek. Öyle bir ağırlık olur ki..." Gülümsedim. "Umarım bir gün pişman ölmezsin." Onu odada bıraktım ve Yiğit'in yanına gittim. Çoktan uykuya dalmıştı bile. Bu operasyonu bitirmek ve bu aileden arkama bakmadan kaçmak istiyordum. Kimse normal değildi kimse... Ve yıkılan her şeyin yeniden toplanması, yolundan sapan şeyleri yoluna sokmak derken koca bir haftayı devirmiştik. Yiğit ayaklanmış evden işleri hallediyordu. Nasıl işlerse artık bu adam çikolatacı güya ama saatlerdir odasında evraklar ile boğuşuyor. Tarif bakıyordur canım! Odasının önüne geldim kapıyı tıkladım. "Gir." Kapıyı açtığımda o geniş masanın üzerinde her yerinde evrak vardı. Kafasını kaldırdı bana baktı. "Evet." "Bugün Pazar biliyorsunuz." "Farkındayım." "İzinliyim. Çıkmam gerek." "Ne için?" Ne demek ne için izinliydi yahu sana hesap mı vereyim? Zaten yaralı olduğu için geçen hafta tüm gün onunla ilgilendim. "Hastaneye gideceğim bir hocamla görüşeceğim. Aynı zamanda yine Zeynep'in tahlilleri bırakacağım." Kafa salladı. "Deren konusunda araştırmanız bitince." Ayaklandı yanıma geldi. "Artık ona ihtiyacımız kalmadığına göre." "Var." "Sen neden Deren konusunda bu kadar ısrarcısın? Arkadaş mı arıyorsun kendine?" "Ben kimseyle arkadaş olmam. Deren ile iş arkadaşlığım var o kadar." Kafa salladı. "Deren konusunda canım ne zaman isterse o zaman harekete geçeceğim. Çıkabilirsin." Domuz. Sen göreceksin ama eşek gibi getireceksin o kızı bu eve. Bir taksiye atlayıp hastaneye geldim Zeynep'in sonuçları bırakıp hızla arka geçitten gizli bölmeye geçtim. Toplantı burada olacaktı. Yusuf ve Volkan'ı gördüm yanıma geldiler hemen. Volkan her zamanki o meraklı tavrıyla. "Azra nasılsın? Zayıfladın mı sen?" "İyiyim. Yok ne zayıflaması." Volkan eliyle yüzüme dokundu. "Bir şey olmuş?" Endişeli Volkan. En büyüğümüz. Kendini ilk tanıştığımızdan beri bizleri korumakla görevlendirmiş adeta. Bizden 3 yaş büyüktü. Esmer, sim siyah gözleri, geniş yapılı vücudu, uzun boyu ile tam bir koruma gibiydi zaten. Yetimhanedeyken de çocuklar korkardı ondan. Abi derdi herkes abi... Ben, Deren, Pınar demek istesek bile izin yoktu. Başkan siz aile değilsiniz. Herkes sadece devlete çalışan birer ajan ve aile zayıflıktır o yüzden bağ kurmak yok kuranı gözümü kırpmadan gönderirim derdi. İçten içe severdik ama asla bağ kuramadım korktum sahip olduğum tek şey buyken korktum. O yüzden bir aile kurmak, aşık olmak, dost edinmek gibi bizi zayıflatacak hiçbir şeyi yapmadık. Duygusuz birer görev robotları gibiydik. Tek amacımız devletti. Devlet her şeyden kutsaldır. "Volkan sorun yok. Deli bir kızla uğraşmak kolay değil." Kıkırdadım. "Üstelik asıl deli kızda değil bence abisi." Yusuf atıldı o sıra. "Çalışma odasından birkaç ses aldık. Başkana ileteceğim zaten toplantı başlayınca konuşuruz. Dün geceden beri uyumadım bir şeyler yakalamaya çalışıyorum." Hacker olmak kolay değildi tabi. Gözleri şişmiş, yorgunluktan göz altlarında koyu halkalar oluşmaya başlamış bile kıvırcık olan saçları daha da kabarmış ve onu daha yorgun, bitkin gösteriyordu. Bedeni veriyordu mesajı biraz uyuması gerekti. Herkes sırayla toplanınca başkan içeriye girdi. O buz gibi yüzü, öfkeyle bakan gözleri yine kızgındı. Çocukken ne korkardım ondan. Gençti o zamanlar yakışıklı denecek kadar da güzel bir yüzü vardı. Çocukluk aklı ile aslında bir abi gibi düşünüyorsun ama asla bağ kurmayan bir adamdı. Ailesi yoktu, sevdiği, görüştüğü. Bu adamın bir insandan çıktığına bile şüpheliydim. Anne, baba, kardeş hiçbirini bir kez bile konuşmadı. Gerçi yıllardır devlete birlikte çalıştığımız halde hiçbirimiz adını bile bilmiyoruz. "Başkanım." Ona bir tek bu isimle seslenilirdi. Hayatı, kimliği her şeyi bilinmezlikti. Yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirdi ve alkışlamaya başladı. "Evet sizde alkışlayın hadi." Öylece bakarken hiçbirimiz alkış yapmadık. "Hadiiii!" Alkışlamaya başladık. Sonra öfkeyle bağırdı. "Küçük akıllarınca planı kendi istekleri doğrultusunda yönlendiren Azra ve Deren'e bu alkış." Deren savunmak için tam. "Başkanım." Dedi öfkeyle. "Kes. Sana söz hakkı vermedim." Ekranı açtı bir sürü şeyler yansıttı. "Bakın tüm bunlar operasyonda ilerlememiz gereken sıraydı ama siz ne yaptınız? Size iki yabancı olacaksınız dedim değil mi?" "Ama." Bana baktı öfkeyle. "Ama ile başlayan cümlelerden nefret ederim Azra biliyorsun değil mi?" "Başkanım iyi bir fırsattı değerlendirmemiz lazım diye." "Sen şahsen düşünemezsin anladın mı? Adam senden şüphelendi Deren'de Deren hala ısrar ediyorsun adama. Ne o arkadaş mı istiyorsun? Operasyonu mu istemiyorsun?" "Hayır öyle değil elimden geleni yapıyorum." "Fazlasını yapacaksın. Öyle söyledin ya. Sen kızın gerçek psikiyatristi değilsin. Terapi yapma kızla, ağzından laf al." Öfkelendim. "Ağzından laf almam için bana güvenmesi gerek." "1,5 aydır bunu başaramadıysan." "Bu operasyonu başaracağım." "Duygularınızı bu işin içine kattığınız an gidersiniz." Ekrana Yiğit'in resmini yansıttı. Öfkesi yüzünün her zerresine yerleşmişti. "Plan değişti." Hepimiz birbirimize baktık. Konuşmaya devam etti. "Adam hala sana güvenmiyor. Adamın güvenini kazanmak için sevgisini kazanmak gerek." O an Serdar ile göz göze geldim neden ona baktım ki şimdi göz göze gelecek o kadar kişi varken. "Nasıl yani başkanım?" "Şöyle Azra. Adamın kalbine gir, sevgisini kazan. İnsanoğlu zayıftır sevdiğine hemen kanıverir." "O adam ailesi dışında kimseyi sevecek biri değil." O sıra Pınar atıldı. "Nişanlısı?" Onların ikisi bana çok soğuk gelen bir ikili bazen çok iyiler ama genel olarak bir sıkıntılı tavırları var. "Bilmiyorum yani ailesi kadar sevdiğini sanmam." "Seni ailesi kadar sevmesini sağla." Serdar atıldı bu kez. "Adam sevebilme yeteneğine sahip mi ki sevsin?" Başkan ona döndü. "Öyle mi Serdar Bey planınız ne? Siz kendinize gelsenize! Hepiniz bir salmışsınız eğer adam gibi bir iş yapmayacaksanız kendime yeni ekip kuracağım." Cevap yok. Devam etti. "Serdar Bey geçtiğimiz ay Azra'yı bu görevden alın diyor. Siz kimsiniz? Göreve kimi alıp almayacağıma dair fikir beyan etme hakkını kim verdi?" "Yaralıydı. Endişelendim." "İlk yaralanışımı? Kurşun bile yedi bu kız ama operasyona devam etti değil mi? Kırık ayağıyla çatışma ortasında kaldı. Azra ufak bir sıyrık aldı diye görevi bırakacaksa tamamen gidebilir. Zayıflara korkaklara ihtiyacımız yok." Hemen atıldım. "Başkanım Serdar yanlış anlamış. Problem yok zaten." "Azra telefonda resimleri tutuyorsun sen göreve bugün başlamadın? Salak mısınız siz? Ben telefonu değiştirmesem adam baksa." "Şifreli." "Şifreli ya da değil oda isterse bir hacker bulur ve çözmek istediğini çözer. Hepinizi salmış görüyorum eğer böyle devam ederseniz gerçekten sonunuz kötü olacak." Volkan sessizliğini bozdu. "Kızmakta haklısınız daha dikkatli olmamız gerekti. Eminim bu toplantı bütün ekibe iyi gelecek başkanım kısa sürede Azra dediklerinizi yapıp operasyonu tamamlayacaktır." "Evet, bunun için sevgisini kazanıp kalbine girmeyi başaracak." Bana döndü. "Anladın mı Azra?" "Adam nişanlı kalbine nasıl gireceğim. Bu doğru değil." Kahkaha attı o sırada. Histerik bir kahkaha. Sonra ellerini sertçe masaya vurdu. "Bu zamana kadar yaptığımız her şey çok doğru ama adamın nişanlısı varken ayartman yanlış öyle mi?" "Ben öyle dem..." "Sen bu ailenin yanında duygusal zayıflık yaşamaya başlamışsın Azra. Sen o tanıdığım gözü kara, görevleri başarı ile tamamlayan kız değilsin. En iyisi bu görevden alınman. B planı yapacağız." "Hayır." "Ne?" Korktum. Ben duygusal değildim, zayıf değildim. Başarılıydım ben, her görevi yapan en güvenilen olan Azra Tekin'im ben. Kimse sahip olduğum tek şeyi elimden alamaz. Duygular saçmaydı, zayıflıktı. Ahlaki değerlere takılırsam faydasız olurdum. Mühim olan devletti. "Yapacağım başkanım. Ben duygu falan beslemiyorum, duygusal değilim. O aileyi parmağımda oynatırım. Yiğit'i avcumun içine alacağım emin olabilirsiniz." Kafa salladı. "Sana güvenmek istiyorum." "Güvenin. Yolunda gidecek her şey." Gülümsedi ve "Ahlaki değerler, duygusallıklar, hisleriniz hiçbir şey devletten önemli değil. O yüzden tüm bunları kenara bırakıp sadece devlet için çalıştığınızı unutmayın." Bizi bıraktı ve gitti. Ayağa ilk kalkan Volkan oldu yanıma geldi. "Başkanı kızdırma Azra. Zor bir görev biliyorum diğerlerinden farklı ama yapacaksın biliyorum." Gülümsemekle yetindim. Yusuf edindiği bilgileri zaten söylemişti. O üzerine düşeni yapıyordu. Şuan ön planda ben ve Deren vardık ve batırmamız gerekti. Herkes sırayla çıktı en son karşımda oturan Serdar kaldı. Ayağa kalktı yanıma geldi sustu. Susardık biz onunla uzun uzun. Çocukken de öyleydik. Kafamı çevirdim bana bakıyor gülümsedim. "Serdar." "Azra." Ne diyeceğimi bile bilmiyordum sadece yanımda olması ismini söylemek bile kendimi güvende hissettiriyordu... "Hata mı yapıyorum? Ben sence zayıf birimiyim?" Parmak ucuyla yanağıma dokundu. "Ben daha şu zamana kadar Azra Tekin'in başarısız olduğu tek operasyon görmedim. Sen daha 17 yaşında katıldığın ilk görevi başarı ile tamamladın. Bu aile biraz zorlu ama öğreneceksin. Ne gerekiyorsa yaparsın ve öğrenirsin."  Kafa salladım. Öğrenirdim evet yapmam gereken buydu zaten ama her şey üst üste gelmişti. Serdar'a baktım. O derin bakan kahverengi gözleri, kirli sakallı o keskin yüzü, kısa saçları. Tam bir serseri bir polis stili. Bizi ajan olarak seçtiklerinde birer çocuktuk o gün hepimize "Ne olmak istiyorsunuz?" dediklerinde hepimiz bugün sahip olduğumuz meslekleri seçtik. Belki ajandık ama bizim başka mesleklerimizde vardı; olmayan şey bir hayattı, bir hayatımız hiç olmayacaktı. O an Serdar'a baktım. "Bana sarılır mısın?" Cevap vermedi kollarını saçtı sadece ve bana sarıldı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD