8.Bölüm

2752 Words
Belki iki dakika durduk. Kimseyle bağım yoktu, kimseye sevgi beslemiyordum doğru ama Serdar ile çocukluktan gelen bir şeydi bu. Ne zaman ağlasam o vardı yanımda ben her ne kadar kimseyle dostluk kurmayacağım desem de o hep çıkıveriyordu. Yine de bir şey olsa tabiki devletin çıkarını korurum. Bir tercih sunsalar Serdar'dan yana kullanamazdım bunu olmazdı. Hiçbir zaman tercihim devlet varken bir insan olmazdı. Ben bir ajansam kendim ve diğer insanları bir kenara atarak karar vermem gerekirdi. Kendi canım ve devlet arasında da bir tercih olsa hiç düşünmezdim bile. Kaldı ki defalarca kendimi göz göre göre tehlikeye attım. Ölüme resmen koştum ama hiç pişman olmadım. Günün birinde devlet uğruna ölecek olmak en büyük mutluluktu bizler için. Onun kolları arasından çıktım bana baktı. "O adam zaten sana aşık olur. Dikkat et ama olur mu? O herif tehlikeli ve düşman bunu unutma. Kendini koru." Kafa salladım. Onların yanından ayrılıp Zeynep'in değerlerine baktım bazı değerlerde yükselişler iyi fakat hala böbrekler yeteri kadar iyi durumda değildi. Biraz daha kötüye giderse diyalize gerek kalabilir. Sonuçları alıp hastaneden çıktım eve doğru giderken o adamı nasıl kendime çekebilirim diye düşündüm. Adamı öldür dese daha kolaydı. Nişanlısı olan birini nasıl kendime çekecektim! Üstelik buzlar prensi Yiğit! Eve girdiğimde etrafta bir sessizlik vardı tam merdivenlere yöneldim ki Safiye Hanım. "Yiğit Beyler sizi salona bekliyor." Salona gittiğimde Aylin ve Yiğit yan yana kahvelerini yudumluyor. Birsen Hanım tekli koltukta karşılarında oturmuş sohbet ediyorlar. Salondaki o hava içeriye benim girmemle daha garip bir hal aldı. Yiğit bana baktı. "Kardeşimin sonuçları nasıl? Erken döndün. Tüm gün izinliydin." Omuz silktim. "Dışarıda yapacak pek bir şey yok. İşlerimi halledip döndüm." Aylin atıldı. "Erkek arkadaşın yok mu?" O sıra Birsen Hanım. "Yavrum ayakta kaldın otursana." Bu kadının bu annelik tarafı, merhameti hiç diğerleri gibi değildi. Oturdum Aylin sorduğu soruyu unutmamış cevap bekler gibi yüzüme bakıyordu. "Yok." Kıkırdadı. "Çok hoş bir kadınsın garip doğrusu." "Teşekkür ederim fakat tercih etmiyorum." "Imm yoksa tercihlerin mi farklı?" O an Yiğit ile göz göze geldik alaycı bir tavır vardı suratında. "Ne anlamda sordunuz tam anlayamadım Aylin Hanım fakat tercihlerim herhangi bir insanla bağ kurmamaya yönelik. Duygular zayıflıktır. Kalabalık ilişkilere gerek yok. Duygu karmaşalarından hiç hoşlanmam." "Nasıl arkadaşında mı yok? Neydi o hemşire kız." Yiğit atıldı. "Deren. Deren Yıldız." Ardından ben girdim cümleye. "Deren hastaneden tanıdığım işini iyi yapan birisi. İş dışında görüşmüşlüğümüz yok. Her daim hastanede iş için aynı ortamda olduk. Ben arkadaş edinmeyi sevmem." Hepsi tuhaf tuhaf yüzüme bakıyordu sonra Yiğit sanki hakkımda çok bir şey biliyormuş gibi. "Yetimhanede büyümüş ondan öyle insan canlısı değil." Tek kaşımı kaldırıp yüzüne baktım. "Öyle mi düşündünüz?" "Yani başka sebebi mi var?" Gülümsedim. "Evet yetimhanede yalnız büyüdüm. Orada da arkadaşım yoktu. İnsanlarla bağ kurmak içten içe zayıflatır insanı. Kendimin en iyi arkadaşı benim. Çünkü kendime ihanet etmeyecek tek kişi benim. Geriye kalan her insan ihanet eder karşısındakine ama ben kendime ihanet etmem. İnsan o yüzden en çok kendine güvenmeli ve en çok kendini sevmeli." Kahkaha attı Aylin. "Birisi sana büyük kazık atmış." Ukala sarı seni. Ha kazık attı hemen çöz. Ben kimsenin bana kazık atmasına izin verecek kadar bağ kurar mıyım acaba? "Birinin bana kazık atabilmesi için önce hayatımda yer edinmesine izin vermem gerek. Ben kimseden kazık yemem Aylin Hanım." "Üzücü kazık yiyeceğim diye insanlarla bağ kurmuyorsun." Ayaklandım sıkılmıştım bu konuşmadan. "Böyle daha mutluyum." "Bence gerçekten üzücü. İstersen buraya geldiğimde seninle sohbet eder arkadaş oluruz ne dersin?" İki zıt insan ve arkadaşlık hele de seninle. "Biriyle arkadaş olamıyor değilim ki. Tamamen bilinçli şekilde tercih ettiğim bir durum." "Neden birinin sana kazık atacağından bu kadar korkuyorsun?" Omuz silktim. "Kural böyledir günü geldiğinde herkes kazık atar, ihanet eder." Sırıttım ve Yiğit'e baktım. "Çünkü herkesin içinde bir hain vardır." Arkamı döndüm gidecekken Yiğit ayaklandı. "Zeynep'e mi gidiyorsun bekle." Onu bekledim. Merdivenleri birlikte çıkarken. "Soğuk birisin doktor. Benden daha ürkütücü olan birisi var üstelik kadın." Kafamı çevirdim küçümseme sezdim. "Üstelik kadın derken? Bir kadının sizden daha iyi olduğu konular zorunuza mı gidiyor?" Sessizlik. Kolumdan tuttu. "Sahiden kimseye güvenmiyor musun?" Ona doğru biraz yaklaştım. "Hiç kimseye. Sadece kendim." "Neden? Böyle hayat geçmez." "Arkanızı döndüğünüz an size bıçak saplama ihtimali olan insanlar. Birine güvenmek korkutucu değil mi?" Sadece izliyordu. "Belki de beni kendine güvendirecek hiç kimse olmadı." Kolumdan tuttu. Beni odasına soktu. "Garip hoşuma gitti bu sohbet bende insanlara güvenmem biliyor musun? Annem dışında." "Zeynep?" "Zeynep... Zeynep işte onun ne yapacağı belli değil ona güvenmek delilik olurdu." "Aylin Hanım." Göz kırptı. "Her anlamda güven duymuyorum diyeyim. Ben koşulsuz güvenden bahsediyorum. Aşağıda söyledin ya herkesin içinde bir hain vardır diye." Kafa salladım. "Bencede. Bu eve de çok hain girdi. Kimseye güvenmem o yüzden bu kadar pimpirikliyim. Evi hastane yapmam buna dahil." "Sizinki daha ileri seviye. Ben kendimi hastaneye emanet edecek kadar güven duyuyorum fakat insan ilişkilerinde... Nasıl desem yalnız büyüdüm, dediğiniz gibi yetimhanede... Bir şey olduğunda kimse onu çözmedi kendim çözdüm. Kendime en iyi gelen yine kendimdim. Üstelik kendime ihanet etme şansımda yok. Bu yüzden güçlüyüm, hiçbir olay beni üzemiyor, yıkamıyor." Güldü. "İşte yanlışsın burada doktor." "Neden o?" "İnsan kendine ihanet eder. Yapmaması gereken şeyleri yaptığı için eder, olmaması gereken ortamlarda olduğu için eder. Ve aslında en büyüğü kendini yenilmez sandığı anda başlar. İhanetin büyüğü kendi yıkılışına şahit olmasıdır insanın." Gülümsedim. Akıllı bir adamdı doğruydu da haklılık payı yüksekti ama ben o söylediği duruma düşmeyecek kadar güçlü ve akıllıydım. Onun tanıdığı kadınlara benzemiyordum. "Neyse ki yaşamadım hala." "Seni araştırırken de pek bir bağ çıkmadı zaten şaşırdım. Hep harika bir eğitim, kariyer hayatı. Başarılar dolu. Bir insanın tek bir yenilgisi olmaz mı?" "Benim olmaz." "O zaman bugünü unutma doktor. Bence hayatının büyük bir yenilgisini yaşayacaksın." Güldüm. Kim yaşatacaktı o mu? Kardeşi? "Bakalım Yiğit Bey..." Odadan çıktım Zeynep'in yanına gittim beni gördü kafasını geri çevirdi. "Selam değerler iyi fakat böbrek değerlerinde bir gelişme yok böbreklerin için bir ilaca başlayacağız." "Yine mi ilaç?" "Böbreklerin için. İşe yaramazsa diyaliz gerekir. Düzenli kullanım şart. Nasılsın bugün?" "İntihara meyilli." "Hadi konuşalım biraz." Bana baktı. "Babamı gördüm." "Ne? Nasıl?" Gülümsedi. "Sakin ol o kadar delirmedim rüyamda gördüm." "Hım..." Gözleri doldu. Ağlamamak için kafasını havaya kaldırdı derin bir nefes aldı verdi. "Sarılıp kokladı, öptü... Özür diledi." "Neden özür diledi." "Şahit olduğum her şey için. Canlıydı Azra, karşımdaydı babam dokundum ona. Garip değil mi? Sanki gitmemiş gibi, ölmemiş gibi." Kafa salladım. "Ölüm garip bir şey. Ne zaman geleceğini bilemiyorsun. Belki saniyeler sonra öleceksin ama hayata dair bütün her şey gözünü o kadar kör etmiş ki; ölüm gerçeğini unutuyor insan. Ölüm var, bizler için var ama bizler ölmeyecek gibi bir nankörlük ile yaşıyoruz. O kısacık hayata güzellikler sığdırmak yerine kötülükler sığdırıyoruz, kalbi taşlaşmış insanların arasındayız. Onlara benziyoruz. İçimizdeki iyiliği kaybediyoruz. İyi bir adamdı benim babam sonra onlara benzedi herkes gibi oldu." "Babanın kötü birisi olduğunu mu düşünüyorsun?" "Onca insanın hayatını bitiren zehirlere aracılık etmek iyiliğin bir parçası mı?" Bingo. Zehir dedi evet evet zehir dedi resmen! Konuşmaya devam etmesi için sustum. Belli ki yasaklı bir madde vardı ortada. "Çocukken o çikolatalar bana dünyanın en güzel şeyi gelirdi. Düşünsene çikolata dükkanımız var istediğim her an en güzellerini yiyebilirdim. Ben çikolatadan tiksiniyorum artık biliyor musun? Yemiyorum diyemem ama o çocukken duyduğum o aşk yok.." "Neden Zeynep?" Öfkeyle ayağa kalktı. Gözlerindeki o bakış biran öfkeyle eline geçen bir şeyi fırlattı. Konuşurken ağzından sıçrayan tükürük parçası, gözlerinin kayışı ve hareketleri kontrol edemeyişi ile ufak çaplı bir krizdi bu ama müdahale etmedim. Devam etmesi daha iyiydi. "Çünkü benim babam adi bir pislikkkkkk!" "Sakin ol." "Babam lanet bir adaaammm!" "Zeynep..." "Abim peki o öyle mi sence? Gerçekleri bilip gizlemekte kötülük değil midir?" "Bu göreceli bir durum." Bir kahkaha attı pekte kahkaha olmayan o delirmişlik hissiyatının dışa yansıması olan alaycı bir kahkaha. "Babamdan nefret ediyorum." "Babanı seviyorsun babanı kötü olduğunu düşünmene rağmen seviyor olman seni öfkelendiriyor. Ne yapmış olursa olsun baban sonuçta değil mi?" "Yapmak zorunda mıydı? Onca kötülüğü yapması gerek miydi?" "Ne yaptı?" "Babammm. Benim babam insanları zehirlemeye yardım etti Azra." Ağlamaya başladı duvara tekme attı. Kendine olan öfkesi vardı ama babasına olan o hiçbir zaman babası ile yüzleşememiş olmasının öfkesiydi. Babasına kızgındı ama aynı zamanda babasının ölümüne şahit olduğu içinde büyük öfkeliydi. Onun yaptığı kötülükler yüzünden buna şahit oldu ve delirdi. Babasına hem çok kızıyordu hem çok özlüyordu bu çelişkili duygu onu bu hale getiriyordu. "Sakin. Lütfen sakin? Baban çikolatacıydı sakin o kimseyi zehirlemedi. Bir şeyleri yanlış anladın belki de." "Babam... Uyuşturucu kaçırdı yıllarca. Babam iyi biri değildi Azra." O sıra odanın kapısı açıldı. "Zeyneppp!" Kahkaha attı. "Oooo abi geç kaldın... Babamın nasıl bir haysiyetsiz olduğundan bahsettim Azra'ya." "Kes sesini. Aptal mısın?" "Aptal sensin. Ona benziyorsun abi ona. Sende ona benzediğin için sonun onun gibi olacak. Ama umarım sonuna şahit olan kişi ben olmam." Yanına gidecekti ani tepkiyle durdurdu. "Dayanamıyorum artık çıksın kafamdan. Unutayım her şeyi. Lanet olsun." Defalarca ayaklarını ve kafasını duvara vurdu. Sonra acıyla yere düştü yanına gittiğim an boğazıma yapıştı ve tırnaklarını geçirdi. "Öğrendin mutlu musun? Amacın buydu. Ağzımdan bunların çıkması için kıvrandın durdun. Al sana gerçekler ne yapacaksın şimdi?" Yiğit boğazımı sıkan eli tuttu ve itti. "Zeynep yeter." Ağlaması hıçkırıklara dönüştü. Kafası kanıyordu. Burnundan da sızıntı halinde kan geliyordu. "Abi ayağım çok acıyor." Sonra aniden öğürdü ve kustu. Sinirden titredim o an. Hayır gerçekten tüm bunları yaşamak istemiyorum. Boğazımda hissettiğim acı ile ellerimi götürdüm tırnaklarının izi geçmiş ve kanamış boğazım. Bana baktı. "Bir şey yap bir şey oluyor?" Masanın üzerinde duran kocaman su bardağını uzattım. "Buna kusar mısın?" Öfkeyle bardağı elimden çekti ve içine kustu Yiğit. "Doktor olarak çözümün bardağa kusması mı?" "Yiğit Bey." O sıra kafası bana doğru düşen Zeynep'in gözleri kapandı. Bayıldı. "Hemen müdahale odasına götürelim. Hemen." Kucakladı Yiğit o sıra sesleri duyan Aylin ve Birsen Hanım'da gelmişti. Aylin görünce. "Yine mi? Kriz mi geçirdi?" Yiğit cevap vermedi. Odaya götürdüğü an önce gözlerine ışığı tuttum bilincini kontrol ettim. "Emar çekmemiz gerek. Yiğit Bey hasar olabilir. Kustu, kafasını defalarca duvara vurdu." "Emar cihazı yok evde." Suratına baktım. Ciddi miydi? Evde olmadığını biliyordum. Hastaneye gitmeme inadı neydi böyle? "Siz ciddi misiniz?" "Bir şeyler yap doktor." Bugün tüm yaşananların öfkesi ile ağlamaklı bir ses ile bağırdım. Artık şuan bu duygum çok gerçekti sinirlerimi yıpratmıştı bu manyaklar. "Ne yapayım ölmesini mi izleyeyim?" "Ölmeyecek." "Siz delisiniz. Ya kız beyninden hasar almış olabilir, travma geçiriyor olabilir. Deli misiniz? Emar, tomografi bir şey yapmamız gerek.” "Götüremem. Onu hastaneye götürürsem zaten ölür. Lütfen bir şey yap." Bu kez delirmiştim. Tamam ben ajandım evet devlet her şeyden öndeydi ama bu cinayetti. Ben kötü insanları öldürürdüm. Ateş ederdim, vururdum, boğardım ama böylesi olmazdı. Bu mesleğime kendime saygısızlıktı. Yemin ettim ben bu meslek için bir yemin ettim ve burada olanlar tamamen tersti. Ben bile isteye suçsuz birinin ölümüne seyirci kalamazdım. "Gidiyorum ben." Kolumdan tuttu sım sıkı. "Müdahale et hadi." "Gidiyorum dedim duymanız mı siz? Etmiyorum müdahale. Gözlerimle emar çekemediğime göre yardımım dokunmaz." Birsen Hanım çaresizce ağlıyordu. Bu kadının en iyi yaptığı şey ağlamak ona baktım. "Ağlamaya devam edin ama gözyaşlarınız kalsın kızınızın cenazesinde de akıtırsınız." Daha büyük haykırış koptu o sıra Aylin bana doğru bir adım attı. "Hadsiz." Yiğit onlara döndü. "Çıkın." "Ne?" "Çıkın siz hadi." Birsen Hanım ve Aylin çıktı. Elimi tuttu. "Lütfen, Azra lütfen ona müdahale et." Sesi titriyordu. "Kötü biri miyim sence? Kötü bir abi miyim? Onu hastaneye götürdüğüm an kardeşim ölür. Üzgünüm eğer ölecekse gözümün önünde ölsün. Ellerimle onu gönderemem. Dışarı çıkamaz" "Yiğit Bey." Daha sıkı tuttu elimi. Çaresizdi belli "Lütfen." Kahretsin. Kahretsinnnn! Bir öksürükle Zeynep gözlerini açtı. "Abi." "Abicim... Güzelim iyi misin?" Ağlamaya başladı. "Ayağım." Ayağına dokunduğum an bağırdı. "Kırıldı muhtemelen." "Ne yapmamız gerek?" "Ortopedi uzmanının görmesi gerek normal şartlarda olması gereken bu." "Elimizde genel cerrahi uzmanı var. Ne şanslıyız." Dedi alaycı tavırla. Odadaki buzluğun içinden buzu çıkardım ayağına tuttum. Buzun acısı ile bağırdı. "Zeynep hareketsiz durur musun?" "Canım yanıyor kolaysa sen dur." Güldüm. Dururdum. Gözlerimin önüne 15 yaşımdaki halim geldi. Acıya dayanıklılık testi yapılıyordu. Soğuğa, sıcağa, kırığa, çıkığa her acıya dayanıklı olmamız gerekti. Ellerimiz ve ayaklarımızı buz dolu kovalara sokmuştuk. En uzun süre dayanmamız gerekti. Elini ayağını çıkaran elenecekti. 15e yakın çocuktuk. Buz ilk başta sadece üşütür insanı ama daha sonra dayanılmaz bir acıya dönüşür. Ellerin, ayakların zonklar sonra uyuşur ve hissizleşir. Vücudunda garip bir reaksiyon oluşur. Acıdan ağladığımı hatırlıyorum. Ellerimi çıkarmak istiyorum ama çıkardığım an hayatımın biteceğini biliyorum. Başkanın sesi kulaklarımda yankılanıyor. "Zorluğa, acıya dayanamayanlar ile olmaz. Biz güçlü çocukları alacağız. Biz güçlü devam edeceğiz. Bir buzun açısında pes edecekseniz zaten sizlerle olmaz. Son beş dakika. Dayanan kalmaya hak kazanacak." Beş dakika. O beş dakika ömrümün en uzun zamanlarından biriydi. Geçmedi, bitmiyordu ellerim kopmuştu sanki. Ağlamak istiyordum ama kendimi sıkıyordum. Vücudum gerilmiş artık ayakta duracak kadar gücüm yok gibiydi. Kaç tanesi ağlayarak çıkardı ellerini. Kaçı pes etti. İşte o gün o acıya dayanan çocuklardan oluştu bizim ekip. Sonrası daha zorlu eğitimler, sınavlar ve operasyonlar. Zeynep'in bağırması ile daldığım düşünceden kurtuldum. Yiğit'e baktım. "Alçıya alınması gerek. Gerekli malzeme burada yok.” "Nasıl temin edebiliriz?" "Hastaneden..." "Söyledim hastane olmaz." "Deren'i arayıp gerekli şeyleri getirmesini söylememi ister misiniz?" Ofladı. İstemiyordu ama mecburdu. Herkese güvenemezdi. Deren onun hayatını kurtaranlardan biriydi ve en iyisi onun gelmesiydi. Kafa salladı. Aradım ve anlattım durumu Deren'e. Bu sırada nörolojik muayene de yapmam gerekiyordu. Işık tepkisi vardı. Parmağımı kontrol ediyordu. Motor beceriler yerindeydi. Anlık bellek kontörlü yaptım olumlu, uzak bellek kontrolü olumlu. Refleksler zayıf ama kötü diyeceğimiz bir durumda değildi. “Beyinsel fonksiyonlar şuan için anormal görünmüyor. Ama şuan için tabi. Anlık bir kriz olabilir. Her şeye rağmen emar gerekli.” “Şuan olmaz doktor. Ayağı ile ilgilen sen.1 Öfkeylele mırıldandım. Deren’in gelmesi çok uzun sürmedi. Zeynep'in ayağı alçıya alındı. Odasında dinlenirken Deren tam gidecekken. "Deren Hanım beş dakikanız var mı?" "Tabiki Yiğit Bey." "Çalışma odamda bekliyorum. Azra sende gel." Kafa salladım. Deren ile arkasından odasına girdik. Karşısına oturduk. Bu oda kasvetli geliyordu bana. Şuan burada konuştuğumuz her şeyi Yusuf'un dinlediği düşüncesi ile hareket etmek zorundaydık. "İki seferdir önemli yerlerde yardımlarınız dokunuyor Deren Hanım teşekkürler." "Rica ederim. Azra ile aynı hastanede çalıştığımız dönemlerde onun bana çok yardımı dokundu mesleki açıdan o yüzden değerli bir hocam kendisi. Eğer bir şey yapıyorsa, istiyorsa bir bildiği vardır." "Deren bizimle çalışmak ister misin?" Deren şaşırmış gibi yaptı. "Nasıl? Çalışmak derken benim bir işim var zaten." "Evet özel bir hastanede hemşiresin ne zamana kadar böyle olabilirsin ki? Sana orada kazanacağından daha fazlasını teklif etsem." "Ben yani bilemedim Yiğit Bey." "Hakkında araştırma yaptım açıkçası senin de Azra kadar iyi bir kariyerin var hem Azra gibi mızıkçı değilsindir sanırım. İlk zorlukta çıkıp gideceğim demezsen seninle çalışmak isterim." Kıkırdadı Deren ben ise öfkeli bakışlarımı sabitledim Yiğit'e. "Ben zorluklarda kaçıp gitmem." Gülümsemekle yetindi. "Yiğit Bey düşünmem için zaman verin bana." "Tabiki. Sen düşün birkaç gün içinde haber verirsin." Kafa salladı Deren sonra çıktı odadan ben çıkacakken "Sen biraz durur musun Azra?" Durdum ona doğru döndüm. "Evet." Ayaklandı yanıma geldi tam karşıma dikildi. "Bir daha ağzından gitmek lafı çıkmasın." "Ben...Sadece endişeliyim. Her şeyde iyi olamam onu kurtaramazsam eğer." "Onu sen kurtaramazsan kurtarmak için gittiği hastanede zaten öldürülecek." Gülümsedim. "Baya karanlık bir adamsınız." "Hiç değilim." "Duyduklarım neydi?" "Ne duydun?" "Uyuşturucu kaçırıyor dedi babasına karşı öfke doluydu size de." Omuz silkti. "Görüyorsun kendine zarar veriyor. Kafası yerinde değil. Söyledikleri anlamsız." Gülümsedim. Sonra koluna dokundum. "Sizce salak bir kadın mıyım?" "Yok asla öyle düşünmedim." "O halde sizin normal biri olmadığınızı anlamışımdır." Güldü. "En başından biraz biliyordun zaten normal olmadığımı. Kardeşine evde baktıran bir odayı hastaneye çeviren bir adam... Çok normal gözükmüyor." Kıkırdadım. Doğru. Haklılık payı vardı. "Asıl sorun neden hala bırakıp gitmediğim. Bu evle bağ kurmuş gibiyim." Yüzü değişti. Sakin ve yavaş ilerlemem gerekti. Yavaş ve emin adımlarla. Sesimi tizleştirdim. "Zeynep kalbim onun yeniden iyi ve mutlu olacağına inanıyor. Birsen Hanım yeniden mutlu olacak. Bu evde herkes mutluluk kahkahaları atacak. Ailece o bahçede kahvaltı yapacaksınız. Cıvıl cıvıl neşesi ile Zeynep sizleri mutlu edecek." "İnanıyor musun buna gerçekten." Kafa salladım. Yüzüne dokundum gözlerimi doldurdum ağladım ağlayacak modundaydım. Duygusal kadınlar her zaman rağbet görür. "İnanıyorum Yiğit. Bu kadar güçlü olmak zorunda değilsin. Sizin de canınız yanabilir, üzülebilir hatta ağlayabilirsiniz." "Saçmalama istersen babam öldüğünde bile ağlamadım ben. Benim zayıf olmam ailemin zayıf olması demek." "Hepimizin insani duyguları var. Benim yanımda güçlü olmak zorunda değilsin. Benimle paylaş." "O neden?" "Bir uzman olarak size yardımım dokunur. Artık aramızda kalacağına eminsinizdir herhalde. Gözümün önünde vuruldunuz konuyla alakalı tek kelime etmediğim gibi sizi tedavi ettim." Kahkaha attım. "Yani diyeceğim o ki bence duygularınızı bastırmayın sonrasında büyük bir patlama ve çöküş yaşarsınız." "Bilmem şuan terapi istemiyorum sağol." “Birgün isteyeceksin…” “Kim bilir? Şuan böyle iyiyim. Bana mı taktın şimdi de?” "Ben, seni görür görmez anlamıştım: bütün kaygısız görünüşünün altında, duygulu, içine kapanık bir insan olduğunu. Ben bunu beğendim işte..." Yüzüme garip garip baktı. "Anlamadım." "Oğuz Atay-Tutunamayanlar. Sizi görünce aklımda canlandı bu satırlar." "Edebiyatta seviyoruz yani." "Edebiyat, müzik, dans... Severim." "Dans ve sen." Gülümseyerek kafa salladım. "Evet. Siz neleri seversiniz?" "Özel hayatımı merak ediyorsun öyle mi?" "Sizi merak ediyorum." "Beni." Kafa salladım. "Seni..." dedim ve ona doğru bir adım daha attım...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD