9.Bölüm

2073 Words
İkimizde birbirimize bakıyorduk derin bir nefes aldım sonra sanki utanmışım gibi kafamı önüme eğdim. "Özür dilerim. Haddimi aştım." Cevap vermedi. Yeniden kafamı kaldırdım ona baktım. "Tüm bunlar son bulacak mı?" "Hangisi?" "Zeynep. Ne zamana kadar ölümden kaçacak?" "Doktor fazla şey bilmek zadece seni de tehlikeye sokar. Sen bununla idare et." Kafamı salladım. "Zeynep'e emar çekmek gerekiyordu onu yapmadık. Bilinci yerinde diye mutluyum ama ne olacak bilmiyoruz." Cevap vermedi. Sessizlik. "Defalarca beni boğmaya kalktı. Şikayetçi değilim anlamaya çalışıyorum Zeynep'i" Zeynep’in sıktığı, çizdiği boynuma dokundu. Parmaklarını gezdirdi. Canım acıyordu ama ben alışkındım. “Çok acıyor mu?” “Sorun değil. Alıştım diyelim.” "Zor bir hayatı var." "Hepimizin hayatı zor değil mi? Mühim olan zorluklara rağmen ayakta kalabilmek. Bu hayata bir kere geliyorsun zorluk görünce pes edeceksek aldığımız nefes çok anlam ifade etmiyor demektir." Güldü. "Sen çok zorluk görmemişsin doktor. Böyle rahat oluşun ondan." Tanımadan yargılamak insanoğlunun en iyi yaptığı şeylerden birisi. Tabi ya ben çok rahattım. Bedenimde onca fiziksel, duygusal yaralar varken dışarıdan bir eli yağda öbürü balda gibi gözüküyordum. Gülümsedim bir şey demek istememiştim o an. Kalkıp ona acılarımı anlatacak değildim. Aslında bir ajanım vuruldum, yaralandım, bıçaklandım ya da tecavüze uğradım aslında paramparça olmam gerek diyemezdim. "Dinlensem iyi olacak." Cevap vermedi hızlıca odadan çıkıp uyumadan evvel Zeynep'i görmek için odasına girdim. Lambederin loş ışığında uzanmış gözleri açık tavanı seyrediyor tavana vuran ışık sayesinde oluşan gölgeler ile elleriyle garip şekiller yapıyordu. Odaya girdiğimi gördüğü halde bana bakmadı parmaklarını hareket ettirerek şekillere bakıyordu. "Zeynep." Cevap vermeyince yanına gittim. Başucundaydım. "Ağrın var mı?" "Hayır." Ellerini tuttum ve şekiller yapmasını engelledim. Öfkeli bir homurtu çıkardı. "Bana bak." Gözlerini sabitledi bu kez. "Mide bulantısı, baş dönmesi, sarsıntı veya zonklama herhangi bir belirti var mı?" "Yok maalesef ölecek gibi durmuyorum." Yatağın yanına çömeldim ona gülümseyerek baktım sonra yüzüne dokundum. "Ölmene izin vermeyeceğim Zeynep." Konuyu değiştirmek istercesine. "Abim söylediklerimi yalanladı değil mi? Delidir ne yapsa yeridir dedi mi?" Suratında bir kırgınlık ifadesi vardı biraz da kızgınlık. Doğruları söylediğine emindim ama insanlar ona inanmak yerine deli muamelesi yapmış. Bu onu kırıyordu, onu öfkelendiriyordu. Oysa annesi, abisi birisi onun gerçekleri söylediğini kabul etse her şey daha farklı olabilirdi. Deli muamelesi yapılması daha da çileden çıkarıyor ve Zeynep'i daha saldırgan bir kız yapıyordu. Yastığından taşan hatta yataktan aşağı sarkan sarı saçlarına dokundum. Bakımsızlıktan sertleşmiş, uçları kırılmış ve kuru. "Yarın seninle terapi yerine kız günü yapalım mı bu odada?" Kahkaha attı. "Sanki bu odanın dışına çıkmak istesem çıkabileceğim de." "Bir gün oda olur şimdilik bununla yetinelim." Odaya girdiğimde kafamdaki düşünceler, bir adamı ayartma düşüncesi üstelik buzdolabı gibi olan bir adam. Daha önce çok adamın kalbine girdim, çok adam tanıdım ama bu adam beni korkutuyordu. Ne yapacağımı bilmez nasıl davranacağımı bilmez bir haldeydim. Sanki her şeyi unutmuştum. Ama eğer ben Azra isem bu plana en eksiksiz en doğru şekilde tamamlayacağım. Az uyuyup erken kalkmaya alışkındım. Sabah erkenden uyanıp mutfağa indimdim. Safiye Hanım kahvaltı hazırlığına başlamış bile. Hafif balık etli 40larının ortasında, esmer, iri gözlü tatlı bir kadındı ve harika yemekler yapıyordu. "Günaydın." "Günaydın Azra Hanım." "2 kişilik kahvaltıyı ayrı bir tepsiyse alabilir miyim?" "Kim için Zeynep dışında herkes salonda yapar kahvaltıyı." "Ben bugün Zeynep ile yapacağım." Önce bir baktı bir şey demek istedi fakat tek bir kelime etmeden tepsiye kahvaltılıkları dizdi. Çayları da aldıktan sonra elimde tepsi ile Zeynep'in odasına daldım. Elimdekileri masaya bıraktım. Güneşliği açıp karanlık olan odanın içini günışığı ile doldurdum. Güneş içimiz ısıtan yüzünü göstermiş, camı açtım temiz hava için. "Uykucu hadi bakalım aç gözlerini." Bir şeyler mırıldandı sonra açtı gözlerini. "Sabah sabah beni rüyanda mı gördün?" Kıkırdadım. "Fena acıktım Zeynep. Hadi kahvaltı yapalım." "Sende mi benimle yapacaksın?" "Evet. Aramızda kalsın aşağıdaki kahvaltılar epey sıkıcı seninle eğlenceli geçiyor." Kahkaha attı. "Sabah sabah dalga geçme." "Yoo geçmiyorum. Çaylar soğuyacak kalk hadi yüzünü yıka." Koltuk değneği ile banyoya geçti bende tepsideki yiyecekleri masaya dizdim birkaç dakika içinde oda sandalyede karşımdaki yerini aldı. Ayağını uzatması için ayrı bir sandalye getirmiştim. Ballı ekmek uzattım ona gülümsedi aldı. "Teşekkür ederim." "Afiyet olsun. Ayağın nasıl ağrın var mı kahvaltı sonrası ilaçlarını alacaksın." Tam bir şey diyecekken. "Bu ayağın için olanlar. Diğer ilaçları akşamları alman daha iyi olacak gün içinde daha enerjik olursun belki." Kafa salladı. Alçılı ayağına baktı. "Açıkçası rahat uyduğum söylenemez ama iyiydi biraz başım ağrıdı." "Ağrı kesici alırsın. Yemekten sonra duşa girmene yardım edeyim. Saçlarını yıkarız alçını su geçirmez bir şey ile sarar kalanı halledersin olmaz mı?" Cevap yok. Sık duş alan birisi değildi belki de pis görüntüsü yoktu ama bakımsızdı. Biz kahvaltı yaparken odanın kapısı açıldı. "Zeynep günaydın abicim." Sonra bana baktı. "Günaydın doktor." "Abim günaydın." Ben sadece gülümsemekle yetindim. Yanımıza doğru geldi. Üzerinde her zamankinin aksine spor bir görüntü var. Siyah basic bir tişört altında koyu tonlarda bir kot var, siyah bir spor ayakkabı ile kombinleyip saçlarını her zamanki gibi şahane yapmış. "Doktor bizimle kahvaltı etmek istemiyor galiba." "Zeynep ile vakit geçirmek istedim." Kafa salladı. "Tamam afiyet olsun o halde. Zeynep ağrın var mı? Bir istediğin var mı güzelim?" "Yok iyiyim." Kafasını salladı ve arkasını dönüp gitti. Zeynep'e döndüm. "Ne şanslısın." "Neden? Deli olduğum için mi?" Gülümsedim. "Öncelikle deli değilsin. Ama harika bir abin ve annen olduğu için şanslısın." "Evet öyleler ama abime kızıyorum bazen. Görüyorsun işte böylesine donuk, böylesine duygusuz olması." "Duygusuz mu? Sana karşı son derece sevecen ve korumacı ve annesini de çok seviyor." "Babam öldüğünde ağlamadı bile. İnsan babası öldüğünde ağlamaz mı?" Her acı çeken ağlamak zorunda değildi. Kalıplaşmış acı çekme şekilleri insanları yönlendiriyordu ama bu doğru bir bakış açısı değildi. "Herkes aynı şekilde acı çekmez Zeynep. Herkesin acısını aynı şekilde ifade etmesini bekleme. Kimisi ağlar, kimisi kahkahalar atar, kimisi ise sadece susar ortak nokta acıdır ama yansıtma şekilleri farklıdır. Her insan farklı, her insanın acı çekiş şekli de farklı. Abini suçlayamazsın." Cevap vermedi. Kendince çektiği acı şekli en doğrusuydu. Bağırıp, çağırmak, yıkıp, dökmek; delirmek... Ama bilirim zor olan susarak acı çekmektir. Vücudunun her zerresi acıdan sızlarken tek gözyaşı dökememektir. Parmak uçlarına kadar acıyı hissedip her şey yolunda gibi davranmak. Gözyaşlarını gizlemek zorunda kalmak. Bağırmak istersin ama içine içine susarsın. Her kalp acı çeker ama bunu farklı gösterirdi işte. "Sen hiç acı çektin mi Azra?" Gülümsedim. Benim acı çekmediğim tek biran var mıydı? Ruhen ve fiziksel olarak her iki şekilde de acı çektim ben. Zeynep gülerek devam etti. "Hiç acı çekmemiş gibisin. Güçlüsün sen." "Hiç acı çekmemeyi isterdim. Her insan kadar bende acı çektim. Dedim ya gösterme şekilleri farklı. Acımı uluorta yaşamak istemiyorum." Çaylarımız bitmiş çoktan termosa koyduğum çaydan ikincileri doldurmuştum epey koyu bir sohbet oldu. Terapi gibi olmayınca daha iyi konuştuğumuzu fark ettim. Bir ara lisedeki arkadaşlarından bile bahsetti Zeynep. Beni severse işim kolaydı. Zaten en önemli bilgiyi vermişti şimdi sıra daha önemlilerinde. Sonra hiç zorluk çıkarmadan duşa girmeyi kabul etti. Üzerinde iç çamaşırları vardı ben uzun saçlarına su tutup ıslattım önce, epey sert ve kuruydular. Şampuanı ilk döküşümde pek köpürmedi bile bu sırada Zeynep ile sohbet edip konuşmaya devam ettik. Ben saçlarını yıkadım, yardımcı oldum daha sonra çıktım kalanı kendisi halletti işi bitince seslendi bana çıkmasına yardım ettim. Dolabından ona yaşına uygun renkli güzel bir elbise çıkardım o büyük, bol ve korku filmini andıran kıyafetleri giymesine gerek yoktu. "Bunu mu giyeceğim?" "Harikaymış. Sen mi aldın bunu dolabında görünce aldım hemen güzel zevkin varmış. Seninle alışveriş yapmak gerek." Kafa salladı. Gururlanır bir ifade ile. "Anlarım biraz modadan. Bir ara her hafta çıkardım işte sonra bu olanlar." "Aman canım artık her şey online seninle online alışveriş yaparız bizde ne olacak." Bu fikir hoşuna gitmiş olacak ki kocaman bir sırıtma ile karşılık verdi. Arkasına geçip kafasındaki havluyu çıkardım. Saçlarına krem sürdüm ve taramaya başladım. O dolaşık, sert ve kuru saç daha iyi bir hale gelmişti. "Çok yıpranmış biraz kesmemi ister misin." "Sen mi? Nasıl keseceksin." "Aşk olsun Zeynep ben ki organları kesip, dikip, onarıyorum saç dediğin nedir?" Bu cümlem kahkaha atmasına sebep oldu. "O halde azıcık ucundan fazlası değil." Göz kırptım. "Bana güven." Elime aldığım makas ile ufak ufak başladım. Yıpranmış yerlerin bir kısmını kestim. Saç ucundaki o cansız, çatallı görüntüler azalmıştı en azından. Saçlarını kuruttuktan sonra örmeye başladım. Uzundu saçları uzun saçı hep çok severdim zaten. Yetimhanede olduğumuz dönemler hep kısa keserleri bakımı zor olduğu için sonra uzatmaya başladım ve asla radikal bir kısa modele hiç dönmedim. Operasyon için gerekli durumlarda peruklar kullanırdım genelde. Zeynep ile o gün çok güzel vakit geçirdik. İlaçlarını aldı, uyudu asla zorluk çıkarmadı. Akşam yemeği için Yiğitler ile aynı masaya oturdum bu kez. Her zamanki gibi bir sessizlik hakimdi. Sonrasında Yiğit kendini bahçeye attı fırsat bilip elime kahve fincanlarını aldığım gibi yanına damladım. Şimdi romantik, sevecen ve sevgi isteyen kadını oynayabilirdim. Geldiğimi fark etmedi bile. Fincanı uzattım. "Yoğun bir gündü sanırım." Kafasını kaldırdı bana baktı elimdeki fincanı aldı ve kafa salladı. "Zeynep uyudu sanırım." "Evet. Bugün çok sakindi ve güzel geçti." "Önceden hep böyle bir kızdı." "Yeniden o kız olacak. Peki sen eski Yiğit olacak mısın?" "Sen eski Yiğit'i ne tanıyorsun?" Tanımıyorum sadece yem atıyorum. Tatlı bir gülümseme ifadesi yerleştirdim sesimi olabildiğince yumuşak bir tona çektim. "Hep böyle kontrolcü değildin herhalde. O derinliklerde bir yerde sevgi dolu, aşık, mutlu, insanlara güvenen bir adam vardır değil mi?" "Çokbilmişlik yapıyorsun ama ben hep böyleydim." Ona baktım belki bir dakika boyunca gözlerimi hiç ayırmadan baktım en sonunda rahatsız oldu. "Ne var? Neden bakıyorsun öyle?" Ona doğru yanaştım koluna dokundum. "Ben o gün kardeşi için endişelenen adamı gördüm, sesi titreyen, ağlamak üzere olan, korkan adamı." "Bakıyorum da siz bizi bıraktın biranda." "Eh öyle istemedin mi? O kadar münasebetimiz yok mu yani?" Kıkırdadım. "İçinden kurşun bile çıkardım." Bu kez o güldü sonra kahvesinden bir yudum aldı "Ailem çok önemli benim için. Onlara zarar vermek isteyen kimseye acımam." "Korumacısın ne hoş. Aylin peki oda sana çok değer veriyor ailenin bir parçası mı?" "Olacak zamanı geldiğinde." Şu an Aylin'e karşı hissettiği neydi? Aşk dediği şey aslında aşk değildi. Tamamen bir sebepten ötürü onunla birlikte olduğunu düşünüyordum. "3 yıl birini tanımak için iyi bir süre aslında. Öncesinde tanışıyor muydunuz?" "Aile dostumuzun kızı Aylin geçmişten tanıyorum yani." Aile dostu ama Aylin dışında kimseyi görmedim bu evde. Aileler pek dost kalamamış mı yoksa? Bir açık olabilirdi burada kafama yazdım hemen. "Aşk nasıl bir şey?" Bana döndü baktı kaşları çatıldı. Sanki kötü bir şey sormuşum gibi. "Neden soruyorsun bunu?" Gözlerinin içine baktım. "Hiç aşık olmadım. Merak ediyorum birini sevmek, koşulsuz güvenmek nasıl bir his. Biriyle evlenmek istemek, bir ömürü o insanla geçirme hayali." Tuhaflaştı sanki söylediğim şeyler garip şeylermiş gibi. Cevabı onda yokmuş gibiydi. "Ben yani birini sevmek güzel ama aşk... Sence evlilik için aşk şart mı?" Dudak büzdüm. Bence aşk hayatın hiçbir evresinde şart olmayan saçma bir duyguydu. İnsanı zayıflatan, yavaştan ve sömüren aptal bir duygu. "Mantık evlilikleri de var yani illa aşk olacak diye bir kaide yok." "Aşık olmadın sende mantık evliliği mi yapmak isteyenlerdensin." "Hayır eğer evlenecek olursam. Deli gibi sevmem gerek. Uğruna her şeyi yapacağım bir adam olmalı. Yaptığı saçma ve anlamsız şeyleri görmezden gelirim. Yüzüne bakınca gülümseme isteğime engel olamam. Yüzü en yakışıklı yüz haline gelir benim için. Güvenirim en güvenilmez adam bile olsa güvenmek isterim. Aşık olursam iliklerime kadar yaşamak isterim bunu. Böyle hissettirecek birisi olmadı ki." Dikkatle dinliyordu beni. Ona kur yaptığımın farkında mı acaba? Daha ne yapabilirim. Hızlı mı gidiyorum? Hızlı gitmek istiyorum biran önce olsun bitsin. Bu görev bitince başkan ile konuşacağım bir tatile gitmek ve kafa dinlemek istiyorum. "Karşına böyle biri çıkarsa ama engeller varsa ne olur peki?" "Nasıl engeller." "Etik değerler senin için önemli mi?" "Duruma ve olaya göre değişir. Senin için önemli mi?" Duymazlıktan gelip bam başka bir cümle ile karşılık verdi. "Sen aşık olamazsın. Güvenmeyen birinin aşık olması imkansız." "Güvenmemi sağlayacak birini bulursam. Belki kontrolü kaybetmeye ihtiyacım vardır. Freni kopmuş bir araba gibi büyük yıkıcı bir patlamaya ihtiyaç duyuyorumdur belki de." Bana doğru yanaştı akıllı adamdı. Gözlerini bana sabitledi. Yüzüme dokundu. Tebessüm etti. "Ben durumu daha önce çok yaşadım doktor." "Neyi?" Alaycı bir kahkaha atıp parmağıyla yüzüme dokunmaya devam etti. "Benden hoşlanan ilk kadın değilsin." "Ne?" "Bana karşı ilgi duymaya başladın." Bak bak epeyde zekiyiz. Egosu yüksek. Dur hemen mahcup kızı oynamam gerek. "Ne alakası var ben.." Kekelemeye başladım. "Öyle bir şey yok. Siz nişanlısınız. Bu doğru değil." Bileğimden kavrayıp daha çok çekti kendine çok yakındık birbirimize. "Aylin benden hoşlanan kadınlara pek iyi niyetli davranmıyor. Bil istedim." "Sizden hoşlanmıyorum." "Yeniden siz olduk yani?" Hafifçe dudağımı ısırdım. "Senden hoşlandığımı nereden çıkardın?" "Anlamamak için salak olmak gerekir." “Sadece… Bu şey hoşlantı değildir herhalde. ” “Umarım değildir doktor.”  Eh salaktın zaten ben senden hoşlanıyormuş gibi yapan bir ajandım sende buna inanan bir salak. Hadi bakalım kıvılcımlar çakılsın. O an tepkisini anlamak için eğildim ve dudağına minik bir öpücük kondurdum. Hızlı mı gidiyordum buna hızlı denmezdi ben turbo takılmış bir araba hızındaydım. Uçuyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD