#Ladin
Dünün yorgunluğunu biraz olsun uyuyarak atlattıktan sonra sabah ofise geldiğimde asistanım Zehra'dan çay isteyip odama geçtim. Başım deli gibi zonkluyordu. Başımı sandalyeden arkaya verip parmaklarımla ovmaya başladım. Kapının çalınmasıyla gözlerimi açmadan "Gel Zehra." diye seslendim.
"Ben Zehra değilim." diyen çok kötü bir ses duydum. Gözlerimi ne kadar açmak istemesem de sinirlerim bana ihanet edercesine başımı kaldırıp gözlerimi görüntü, kulaklarımı da gürültü kirliliğine çevirdim.
"Hayırdır Yiğit Bey, bir sorun mu vardı? Bundan önce asistanım bana sormadan üstüne üstlük size eşlik etmeden siz nasıl içeriye girebiliyorsunuz?" diye sertçe sordum.
Yiğit Bey kapının arkasından çıkıp birkaç adım içeriye girdikten sonra "İlk öncelikle bir avukat olduğunuzu unutmayın. Duygularınıza ve tepkilerinize yenilip yargısız infaz yapmayın. Zehra Hanım masasında olmadığından dolayı bugün izin günü olduğunu düşündüğümden direkt odaya girdim." dedi.
Kendi kendime sakin olmam gerektiğini hatırlattıktan sonra "Ben yargısız infaz yapmıyorum. Sizce tek bir asistanı olan bir hukuk bürosunda patronun olduğu günlerde asistanı izinli olabilir mi? İş dünyasını benim kadar siz de deneyimlemiş birisiniz. Bu konuları gayet iyi biliyorsunuzdur." dedim.
Kafasını aşağı yukarı hafif sallayarak "Bu konuda haklı olabilirsiniz. Fakat acil bir işi olduğunda emin ki siz burada olsanız dahi ona izin veririsiniz." dedi.
Tek kaşımı kaldırarak "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz. Ya izin vermezsem?" diye sordum.
Yiğit Bey hafif gülümseyip saçını kaşıyarak "Gereğinden fazla ukala olabilirsiniz ama gaddar bir insan olduğunuzu düşünmüyorum." dedi.
Adam söylediklerinde haklı olduğunu ve azıcıkta olsa beni övdüğünü fark edince sinirlerimi kontrol altına almaya çalışarak hafif bir gülümsemeyle sözüme kaldığım yerden devam ettim.
"Haklısınız Yiğit Bey. Duygularıma ve tepkilerime yenik düşmemem gerekiyordu. Gereğinden fazla sert çıkıştıysam kusuruma bakmayın." dedikten sonra alaycı bir tavırla "Sonuç itibariyle içeriye normal bir insan giriyor. Değil mi?" diye sordum.
Belirtmek istediğim imayı es geçip yılışık bir tarzla masamın önündeki sandalyeye kurulup her kelimesinde ego kokarak "Aslında size de hak vermek gerekir. Benim gibi bir yakışıklıyı görenler profesyonelliği arka planda bırakıp duygularının ve tepkilerinin esiri oluyorlar." dedi.
Adamın söyledikleriyle sönmeye yüz tutmuş sinirlerim tekrardan alevlenmeye başladılar. Adam resmen -Ladin gel beni boğ.- diyor. Hayır yani anlayamıyorum? Annesi buna hamileyken ego salgılayan bir insanla çok mu fazla dolaştı yoksa yediği, içtiği bir şey mi dokundu da bu adam böyle egoist biri olup karşıma çıktı? Bunu aşırı derece merak ediyorum. Zıplayan sinirlerime elimden gelmedikçe yardım etmeyip tüm sinirimle "Diğerlerini bilmem ama benim duygularım ve tepkilerim hayranlık değil!" diye bağırdım.
Sakin bir tavırla gülümsedi. Elini masanın üzerine koyup hafif bir ritim tutturdu. Sonra gözlerini gözlerimle buluşturup "Peki ne?" diye sordu.
Zıkkımın kökü! Bir saattir bunu mu düşündün?
"Size karşı olumlu bir duygu değil olumsuz duygular barındırıyorum." dedim sahte bir gülümsemeyle.
Başını hafif yana doğru büküp elini çenesinin altına koyarak "Ladin Hanım sizce daha tam anlamıyla tanımadığınız biri için çok abartılı tepkiler vermiyor musunuz? Ayrıca beni görünce olumsuz da olsa esiri olduğunuz kızgınlık ve sinirde bir duygu ve tepki." dedi.
Bu adam bugün beni tamamıyla şaşırtıyor. Sözlerinde aşırı derece haklı. Sonuçta hissettiklerimde birer duygu ve tepki. Genellikle -Haklılık!- karşısında susmasını da bilirim ama böyle ukala birinin haklılığına karşı dik bir duruş sergilemek zor geliyor. Mantıklı düşünen yanım adamın haklılığını savunuyor. Sonuçta ne kadar ukala biri olsa da daha tam anlamıyla tanımıyorum. Tanımadığım birine gereğinden fazla olumsuz bir tavır sergiliyorum. Gerçekten ben bu adama neden bu kadar tepki gösteriyorum ki? Sonuçta annemin bana ayarladığı görücülerin farklı bir versiyonu. İşte neden bu! Yiğit Bey'e karşı bu kadar agresif olmamın nedeni bana geliş amacının -Evlilik!- olması. Elimden geldikçe sakin kalmaya çalıştım ve gülümsedim.
"Aslında haklısınız. Biraz abartılı tepki veriyor olabilirim ama bana sunduğunuz teklifin ilgi alanıma girmeyip sinirlerimi hoplatan bir konu olduğundan dolayı size karşı sinir ve kızgınlık duygusunun ve tepkisinin esiri oluyorum. Ama yine de bu kadar tepkili davranmamam gerekiyordu. Kusuruma bakmayın."
Bana alayla baktıktan sonra abartılı aslında alaylı bir şekilde "İşte Ladin Köksal'dan beklenen hareket." diye elini havaya kaldırıp beni gösterdi. Sakin Ladin sakin! Adam söyleyeceğini söyleyecek ve sen reddedip adamı postalayacaksın! Yiğit Bey elini indirip sonra ses tonunu düzenleyerek "Eğer izin verirseniz sizinle bu meseleyi normal iki insan gibi konuşup net bir sonuca kavuşturabiliriz. Hem ben yorulmam hem de sizin güzide sinirleriniz gün yüzüne çıkmaz." diye yumuşak bir sesle öneride bulundu. Yiğit Bey’in söylediğini mantıklı bulan bir yanım -Git.- diyorken diğer yanım -Boş ver bu sapığı.- diyor. Bu ikilem arasında gidip gelirken Yiğit Bey dalga geçercesine "Bu kadar düşünecek ne var ki? Daha evlenme teklifi etmedim." dedi.
Ona en kötü bakışımı attıktan sonra en iyisi bu işe mantıklı iki birey gibi konuşarak bir son vermek olduğuna karar verdim.
"Tamam. Eğer bugün müsaitseniz öğleden sonra sizinle buluşalım."
Yüzünde oluşan memnun bir gülümsemeyle "Müsaittim." dedi.
Yiğit Bey'in gülümsemesi karşısında ben de içten gülümseyerek "O zaman anlaştık. Size ulaşabileceğim bir kart bırakabilir misiniz?" diye kibarca sordum.
Yiğit Bey, bana şaşkınlıkla bakarken kendini toparlayıp "Ben size daha önce bir kart bıraktım." dedi.
Yiğit Bey'in söylediğiyle mahcup bir ifadeyle elim enseme gitti.
"Şey, ben o kartı çöpe attım."
Yiğit Bey, bana şaşkınlıkla bakıp ardında kafasını kaşıyıp durumu anlamak istercesine "Neden?" diye sorunca sorduğu soru karşısında şaşkınlıkla açılan ağzımdan "Ne, neden?" sözleri döküldü.
Kafasını hafif yana çevirip sabır dilercesine bana döndürdükten sonra kelimeleri yavaşça söylese de kızdığı her hâlinden belli oluyordu.
"Neden kartı çöpe attınız, diye soruyorum Ladin Hanım!?"
Mahcup ifadem ortadan kalkıp “Çünkü asistanıma -Acilen bana ulaşınız!- diye emir içeren bir not bırakmışsınız. Ben de işi acilse kendisi ulaşır deyip kartı yırtıp çöpe attım." dedim.
Yüzünde oluşan ukala bir bakış ve hafif bir sinirle yerinden doğrularak elini masamın üzerine koyup yüzünü yüzüme yakınlaştırdı. Kelimelerin üzerine basarak değil resmen ezerek tane tane konuşmaya başladı.
"O zaman o kıymetli egonuza söylediklerimi çok iyi bir şekilde iletiniz. Eğer sizin işiniz acilse bana her şekilde ulaşmak için bir yol bulursunuz. İyi günler."
Adamın söyledikleriyle resmen bana kal geldi. Bana, Ladin Köksal'a -Egolu!- dedi. Adamın yüzüne sinirle bakıp "Bakın Yiğit Bey, ben egolu biri değilim ve kimsenin arkasından da koşmam!" diye bağırdım.
Yüzüme alayla bakıp sözlerime inanmadığını belli eden bir üslupla "Gerçekten bunu tüm samimiyetinizle söyleyebiliyor musunuz? Az önce kurduğunuz cümlede bile egonuz konuşuyor. Eğer egolu bir insan olmasaydınız o kartı yırtıp çöpe atmazdınız." dedi.
"Ama sizin bana bıraktığınız mesaj emrivaki içeriği taşıdığından dolayı öyle yaptım." diye kendimi savunmaya devam ettim.
Yiğit Bey başını olumsuz anlamda sallayıp "Hâlen egonuzu terk etmeyip kendinizi haklı çıkarmaya çalışıyorsunuz." dedi.
Sabır ya rabbim sabır!
"Bakın Yiğit Bey, ben egolu değilim. Gerçekten egolu bir insan olsaydım az önce sizinle konuştuğum konuda size hak vermeyip kendi haklılığımı savunmak için sonuna kadar savaşırdım. Ama sizin söylediklerinizi haklı bulup sizden özür diledim."
Yiğit Bey başını aşağı yukarı sallayıp alt dudağını dişleyerek “Özür dilediniz!” dedi sanki çok acayip bir şey yapmışım gibi.
“Evet!” dedim sinirle.
Yiğit Bey başını olumsuzca sallayıp "Hayır Ladin Hanım. Siz benden özür filan dilemediniz. Siz kendinizden özür dilediniz. Bana sadece kusuruma bakmayın dediniz. Dikkat edersiniz kusuruma bakmayın dediniz!" dedi üstüne basa basa.
"Bakın siz sözlerimi yanlış yorumluyorsunuz. Ben egolu değilim." dedim inatla.
Adam yine alaycı tavrını takınıp "Kesin öyle değilsinizdir!" dedi.
Kapıdan çıkacakken bir şey unutmuş gibi kafasını hafif bana doğru döndürüp "Az önce söylediklerimi tekrar edecek gibi olacağım ama sizin gibi biri için gerekli olduğunu düşünüyorum." dedikten sonra gözlerindeki kızgınlığı benden esirgemeden "Eğer benimle yapacağınız görüşme çok önemliyse benim gibi prestijli birinin adresini veya telefonunu bulmak sizin gibi biri için zor bir şey olacağını düşünmüyorum. Tabii egonuz buna izin verirse!" dedikten sonra kapıyı sert bir şekilde çarparak odadan çıktı.
Buradan çıkarmam gereken sonuç sert bir mizaca ve hemen sinirlenebilecek bir insan olduğudur. Bu özelliklerde benim kriterlerime aykırı.
♡♡♡♡♡
Karşımda oturan adam ile benim bugün sınanmam günümün resmiyet kazanmış hâli. Önce Yiğit Bey ve şimdi Abdulsıtar. Allah'ım eğer cennetliksem beni yanına alır mısın? Çünkü o hakkı bu iki şahsiyet yüzünden kaybetmek istemiyorum. Eğer değilsem yine de burada kalmayayım yoksa yine bunlar yüzünden cehennemdeki tatil süremi uzatmış olurum. Gerçeği bu iki insan müsveddesi yüzünden de erkenden burayı terk etmek istemiyorum. Böyle saçma sapan düşüncelerle boğuşurken Abdulsıtar boğazını temizleyerek "Demek ikimiz beraber karar verdik!" dedi imayla.
Ne dediğini tam olarak anlamış olsam da "Anlayamadım!" dedim.
Bana biliyorsun da bilmezlikten geliyorsun bakışı attıktan sonra "Dün anneme ve Ayla Teyze'ye söylediğiniz kılıftan bahsediyorum." dedi.
Hafif alay içeren yapmacık bir tavırla "Hangi kılıf?" diye sordum. Biraz duraksadıktan sonra aklıma yeni gelmiş gibi konuştum.
"A, siz anneme almam gereken telefon kılıfından mı bahsediyorsanız. Daha beğendiğim bir tarz olmadı ama aklınızda bir tarz varsa önerinizi dinleyebilirim."
Abdulsıtar bana şaşkın bir şekilde bakarken kendini toparlayıp hafif sinir kokan bir tonda "Benim bahsettiğim hâni ikimiz konuşarak birbirimize uygun olmadığınızın kararına varmış olduğumuz kılıf." dedi.
"Ya siz ondan mı bahsediyordunuz? Bence isabetli bir kılıf oldu." dedim hiç sektirmeden!
"Sizinle aynı fikirde olduğumu düşünmüyorum." dedi inatla.
"Fikirlerinizle ilgilendiğimi düşünmüyorum." dedim rahatlıkla.
"Gerçekten bu kadar egolu olmak zorunda mısınız?"
Bugün iletişim kurduğum insanlar neden bana Ladin gel bizi boğ diyor. Sinirlerime hakim olmaya çalışarak "Bu kadar sorgulayıcı olmak zorunda mısınız?" diye sordum.
Yüzüme dikkatli bir şekilde bakarak "Yüzünüzün güzelliği keşke kalbinize uğrasaydı." dedi.
Adamın söylediğiyle bana tekrar kal gelmeye başladı. Ben bugün katil olmazsam Allah'ın izniyle başka bir gün olmam. Adamın gözlerine bakarak "Fakir edebiyatınız çok iyi ama dinleyecek kadar zamanım olduğunu düşünmüyorum." dedim.
Elini çenesinin altına koyarak "Ailenizin yanında bu kadar sert değilseniz. Kaç tane yüzünüz olduğunu çok merak ediyorum?" diye düşünceli bir tavırla sordu.
Yok bugün sakinliğimi koruyamayacağım.
"Yüz tane yüzüm olsa bile bu sizi ilgilendirecek bir konu olduğunu düşünmüyorum."
Abdulsıtar bana dikkatlice bakıp "Ladin geçmişte bir şey mi yaşadın? Neden bu kadar sertsin?" diye sordu.
"Hastanız değilim!"
"Olmanı istemem." dedi kararlılıkla.
"Hastanız olmasını dahi istemediğiniz bir insanın geçmişi sizi ilgilendirecek bir konu olduğunu düşünmüyorum."
Gülümseyerek başını onaylar biçimde sallayıp "Benim hastam olmanı istememde ki kasıt seni istemem değil." dedi.
Beni istiyor mu? Ulan!
"Ne?"
Alayla "Yürüyen egolu birinin hastalık yüzünden böyle olması beni üzer." dedi.
Pislik! Neyse en azından etkilenme açısından beni istemiyormuş. Yani istenilmeyecek biri değilim ama yeterince hayranım varken bir de babamın askerlik arkadaşının oğluyla uğraşamazdım!
"Egolu değilim." diyerek düşüncelerimden sıyrılıp asıl konuya dönmeye çalıştım.
"İnkar ettiğiniz kavramın vücut bulmuş halisiniz!" dedi inatla ve kalemini kırdım. Biraz daha konuşursa kafasını kıracağım. Haydi hayırlısı!
"Siz de sinir bozan kavramının vücut bulmuş halisiniz."
"Sinirinizi bozmam için söylediklerimde haklılık payı olması gerekiyor."
Ya ben bunu yolarım! Yolarım lan!
"Haklılığınız 0."
"O zaman sinir bozan kavramının eşi değilim." diye mantıklı konuşmaya devam etti.
"Buraya ne için geldiniz?" diye sorup konuyu değiştirmeye çalıştım.
Gülümseyerek "Sizinle konuşmaya." dedi.
Siz ona sinirlendirmeye deyiniz daha iyi!
"Konu?"
"Kafe'deki kaba davranışınız."
Sanırım bugün tüm golleri ben yiyeceğim ama neden ya!
"Kaba bir davranış olduğunu düşünmüyorum." dedim sütten çıkmış ak kaşık gibi.
Kolunu masaya yaslayıp sehpadaki çayını eline aldı. Çaydan bit yudum aldıktan sonra "Siz ne kadar çok şey düşünmüyorsunuz." dedi alayla.
"Düşünmüyorum dediklerim şeyler benim hayatımda sayfası olmayanlar içindir." diyerek ona açık açık kapıyı gösterdim.
"Mesajınızı gayet iyi anladım. Fakat sizin bu kadar egolu olmanız, bazı insanlara karşı sert tavırlarınız, ördüğünüz setler, dünya etrafımda dönüyor ya da tövbe hâşâ dünyayı ben yarattım ya da yarattım yerine oluşturdum kelimesini kullanalım, havalarınızı gördükçe ilgimi daha çok çekiyorsunuz." diye açıkça konuşmasıyla içimden gülümsedim fakat dışımda farklı telden çaldım.
"İnsanların kadrajlarına girecek kadar ilgi çekici olduğumun farkındayım ama herkesi kendi kadrajıma koyacak kadar geniş değilim."
"Aşağılık kompleksi mi yaşıyorsunuz?" diye gözlerime merakla bakıp sordu.
"Kendini bilmek ne zamandan beri aşağılık kompleksi oldu?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak.
"Genellikle kendini bilen insanlar mütevazı olurlar. Siz düpedüz küstahsınız." dedi pislik! Burada bir küstah varsa o da sensin kıllı! Masamda dik bir şekle girip gözlerine öfkeyle bakıp tane tane "Sözlerinize dikkat ederek konuşursanız sevinirim." dedim.
"Bu bir rica mı?" diye sinirimi yok sayıp rahatlıkla sordu.
"Hayır. Yapmanız gereken bir nezaket kuralı." dedim küçümser bir tavırla.
"Desenize sizin çok eksiğiniz var." diye inatla konuşmaya devam edince koltuğumda ardıma yaslanıp "Onur kırıcı olmadığı sürece eleştiriye açığımdır." dedim.
"Sizinki onurdan çok gurur olmasın mı?" diye sinirlerimi zıplatmaya ant içmiş gibi sormaya devam etti.
"İnsanların algılarını değiştiremem ama tavsiyede bulunabilirim." Dedim rahatlıkla. Sonuçta Abdulsıtar'a sözlerinin sinirlerimi etkilendiğini belli edersem sabahki gibi azıcık daa olsa kaybederim ve bunu asla istemem!
"En büyük tavsiye sizi yakından tanımak olduğunu düşünüyorum."
"Neden beni bu kadar tanımak istiyorsunuz?" diye dikkatlice sordum.
"Yüzlerinizi merak ediyorum." dedi terbiyesiz.
"İlgilenmeniz gereken bir konu olduğunu düşünmüyorum."
"Mesleğim gereği insan psikolojisi en büyük ilgimdir." Demesiyle sabahtan beri neden böyle davrandığını anlamış oldum. Önümde bir psikiyatrist oturuyor ve otomatikman benim gibi doğa üstü bir insan görünce ister istemez merak ediyor fakat psikiyatrist olmasına rağmen daha bir insanla nasıl konuşulmaması gerektiğini öğrenememiş!
"Fazla merak öbür dünyaya bilet aldırdığını duymuştum." dedim inatla.
"Her şekilde ölümün baki olduğu bir hayatı yaşarken merak ettiğimiz, doğrusunu bildiğimiz, yanlışını bilmediğimiz şeyleri arka plana iteceğiz diye bir kural olduğunu düşünmüyorum."
Abdulsıtar’ın kurduğu cümleyle aslında karşımda psikiyatrist olduğunu emin oldum.
"Mantıklı bir cümle. Biz sizinle sadece arkadaş olabiliriz. Eğer size uygunsa arkadaşça konuşabiliriz."
"Bana uyar, teşekkür ederim." dedi içten bir gülümsemeyle.
"Rica ederim." demekle yetindim.