♫ ♪ ♫
Aslı Güngör & Ferhat Göçer – Dön Gel Yeter
Eğer yapabiliyor olsaydım tam o anda yerin dibine girerdim. Gözlerimi esir düştükleri kara harelerden kurtarmak için çırpınsam da zindanlarına ruhumu zincirlediğini biliyordum artık çok geçti. Hayatıma alev topu gibi düştüğü günden beri bir karmaşaydı yüreğimin içi. Aklımı, fikrimi, yüreğimi esir almayı başarmıştı. Kendimi durdurabilir miydim onu bile bilmiyordum. Bu hislerin dur durağı yoktu, bu yaşımda bana ne yapacağımı şaşırtmıştı...
"Ersan Alp!" diye uyarı dolu bir sesle konuşan Ayla ile kendime geldim.
Utancım yüzümü kırmızıya boyarken hâlâ onun avuçlarının içinde olan elimi bir hışımla kendime doğru çektim fakat gözlerimi esaretinden kurtarmam öyle kolay olmadı. Dudaklarını saran alaycı sırıtışı beni olduğum durumdan daha zoruna sokuyordu. Ben nasıl başa çıkacaktım onunla?
"Ortalığı toplayayım, çocuklar odaya geçin bakalım..." diye kendi kendime konuşurken ne yapacağımı bilemez bir halde oradan oraya anlamsız bir şekilde hareket ediyordum.
Ayla'yla göz göze geldiğimiz an alt dudağımı dişledim. Halime sırıtmadan edemedi. Ben ondan çekiniyordum ama kendisi benimle alay etmek için an kolluyordu resmen. Arkadaşıma kötü kötü baktıktan sonra buzdolabına yöneldim.
"Ben çocuklara bakayım bari," diye konuşan Ayla'yı duyduğum an gerildiğimi hissettim.
"Bak madem," dedim ona kıstığım gözlerimle bakarken.
Kıkırdadıktan sonra mutfaktan çıktı. Buzdolabından bir yara bandı aldım. Yapışkan kısmını açmak için uğraştığım esnada elimden tutulup çekilmesi ile resmen nevrim döndü. Bakışlarım tek hamlede elimden aldığı yara bandını açan adama sabitlendi.
"Gerek yok ben halleder..."
Konuşmama müsaade etmedi. Parmağımı yakalayıp beni kendisine doğru çekmesiyle zaten bana varlığını bile unutturduğu dilimi yuttum. Bakışlarım yüzünü tarumar ediyordu. Yüreğim öyle hızlı atıyor ki nabzım kulaklarımda çınlıyordu.
"Her şeyi tek başına yapmak zorunda değilsin," diye mırıldandı.
"Öyleyim," diye inat ettim.
"Artık değilsin."
Sözleri yüreğime vurulan tokmak gibiydi. Nefesimi kesti. Ona durması için yalvarmak istiyordum fakat yapmıyordum. Bir yanım durmaması için öyle çok çabalıyordu ki... Parmağıma büyük bir dikkatle yara bandını sarışını izlerken zihnimin karmaşası içinde kaybolmuştum. Yara bandını parmağıma sarma işini bitirdikten sonra başını kaldırıp gözlerime baktı ve yutkunamadım. Masum masum bakan gözlerinde lâl kesilmiş kelamlar haykırıyordu. Sanki bana bir şey söylemek istiyor ama susuyordu.
"Keşke her yara böyle kolay sarılabilse..." diye mırıldandım gayriihtiyari.
Sözlerim dudaklarımdan dökülüp kulaklarıma ulaştığı an bedenim buz kesti. Kendimi tokatlama arzusuyla dolup taştım fakat geri dönüşü yoktu.
"Bazı yaralar kabuk bağlamaz, Mübrem..." diye fısıldadığını işittim.
Cümlesinin sonundaki hitabı anlayamadığım için kaşlarım çatıldı. Ona ters ters bakmaktan alıkoyamadım kendimi. Mübrem kimdi?
"İsmim, Meva..." dedim biraz alaylı. "Bir başkasıyla karıştırdın sanırım..."
Sözlerim onu keyiflendirdi. Dudaklarını alaycı bir tebessüm sardı. Bana kendimi cahil hissettiren bakışlarının altında ezildim. Sanırım bu kelimeyi önce araştırsaydım daha iyi olacaktı...
"Biliyorum, Mübrem..."
"Mübrem neden diyorsun o halde?" dedim biraz merakla.
Ben ağzından laf almak için söylediğim sözlerden sonra kulaklarıma bu kadar lahuti bir kıkırtı ulaşacağını bilseydim bunu çok daha önceden yapardım. Sesine işlemiş öyle güzel bir tını vardı ki dört bir yanımı büyülemişti. Ona hayranlıkla bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum.
"Anlarsın," dedi yalnızca.
Sözlerinin hemen ardından arkasını dönüp mutfaktan çıkmasıyla öylece kalakaldım. Kısa bir süre sonra elinde elektrikli süpürge ile döndüğünde şaşırdım. Koridorda bir köşeye koyduğum elektrikli süpürgenin yerini bilmesineydi bu şaşkınlığım.
"Ersan Alp neden öyle dedi?"
Sorumu sorarken mutfaktaki çöp kovasını alıp Ahmet Kürşat'ın yanına gittim. Elindeki kırık parçaları dikkatle içine koydu. Sorum pek ilgisini çekmedi, hiç oralı olmadı.
"Ne dedi?"
"Duydun işte..." dedim çekingen bir eda ile.
"Neyi?" dedi ısrarla bilmezlikten gelirken.
"Kürşat!" dedim kendimi tutamazken. "İstersem kraliçe olabilirmişim ya hani, sen öyle demişsin..."
Konu bir şeyden kaçmak olduğunda erkeklerin eline su dökmek ne mümkündü? İşine gelmediğinde nasıl da anlamazlıktan geliyordu!
Öylece yüzüme baktığında ne olduğunu anlayamadım. Bakışlarında kanımı kaynatacak bir sıcaklık vardı.
"Neden öyle bakıyorsun?" derken cesaretime hayran kaldım.
"Yeniden söylesene..." dedi sonrasında beni şaşırtan bir şekilde.
"Neyi?"
Elindeki son parçaları da çöpe attıktan sonra doğruldu. Dudağına yerleştirdiği o beni mahveden gülümsemeyle bana bakarken tüm tüylerim diken diken oldu. Neden öyle bakıyordu? Bakışı içimi kavuruyordu!
"Kürşat dedin ya hani bana yalnızca..." dedi sonraki an. "Tekrar desene!"
Hayretle ona bakakaldım. Bunu söyleyene kadar fark etmemiştim bile. Normal bir tepkiydi işte nesine bu kadar takıldığını anlayamadım. Ama o bunu yeniden yapmamı istediğinde kafamda kurduğumu düşündüğüm tüm düşüncelerin benim sandığımdan bile gerçek olduğunu hissettim. Bu adam benim sonum olacaktı...
"Bir yerimiz daha kesilmeden süpürelim artık burayı..." diyerek ondan kaçmayı denedim.
Konu kaçmak olunca en az onlar kadar iyi olduğumuzu da söylemeden edemeyecektim. Hızlıca yanından geçip süpürgeyi almak için hareketlendim fakat dirseğimden tutarak beni durdurdu. Planlarımın suya düşmesi bir yana dokunuşu ile aklım başımdan gitti. Avuçlarının sıcaklığının tenimi kavurması, nefesinin boynumun tam yanına vuruyor olması ve ses tonu adeta çölüme yağan yağmur gibiydi...
"Benden kaçamazsın, Mübrem..." diye fısıldadı usulca. "Çünkü sen kaçınılmaz olansın..."
Bedenim ayazda kalmış gibi tir tir titriyordu. Dokunuşu beni anbean tüketiyordu. Ben tüm sürüsü göç etmiş, tek başına kalmış bir kuştum. Kara kışı bir başına geçiremediği için tarihin tozlu sayfalarına karışan, başaramayan, unutulmaya mahkûm olandım. Bir dokunuşuyla bile bana yaşıyormuşum gibi hissettirmesine inanamıyordum. Aklım almıyordu resmen!
Sırf kızı için hayata tutunmuş, hayatla kavgasını hiç bitirememiş biçareydim. Her şey üstüne gelirken öylece duran, altında ezilmeyi seçen ve pes eden... Kızı için her şeye katlanmayı seçmiş ve kendisinden geçmiş birisiydim. Hayatın bir anda onu karşıma çıkarışını kabullenemiyordum resmen. Ücra bir köşede varlığımı kimselere duyurmadan, hiçbir beklentisi olmadan, kızı için var olmaya devam edecek olan bana lütuf gibi sunulmuştu.
Sanırım hep sevdaya harcayacaktım ömrümü...
"Zaten kaçamıyorum..." diye mırıldandım.
İtirafım onun kadar beni de şaşırttı. Bakışlarımız ilk kez bu kadar yakındı. Yüzlerimiz arasında bir karış bile yoktu. Ve ben tüm varlığımın onun için tutuştuğunu fark ediyordum. Bunu durdurmanın mümkün olmadığını bilecek kadar deneyimim vardı. Çat kapı gelir ve sana sormazdı bu his ne düşündüğünü. Şart koşamaz, laf edemezdin. Kabullenmekten başka şansın yoktu!
Dudakları arsız bir eda ile kıvrılırken çehresindeki memnuniyet net bir biçimde görülüyordu. Dizginlerimi tutmak bir yana, ucunu bile yakalayamamıştım. Yakalamaya niyetim var mıydı pek emin değildim. İçimde bir yer vardı, ona karşı koymama müsaade etmiyordu. Onu durdurmaya da benim gücüm yetmiyordu.
"Ben de." Diye fısıldadı, nefesi yüzümü yalayıp geçti.
Ayla'nın içeriden bize seslendiğini duymasak daha ne kadar öyle dururduk kim bilir? Onun tenimdeki dokunuşundan adeta kaçarken elektrikli süpürgeye sarılmaktan başka çarem yoktu. Hızlıca ortalığı topladıktan sonra kahvaltımızı yaptık. Ahmet Kürşat çocuklar ile ilgilenirken biz de bulaşıkları topladık.
İşimiz bittiğindeyse mutfağın ortasında Ayla ile öylece kalakaldık. Gözleri zaten düşüncelerini net bir şekilde ifade ediyordu. Duymaya hazır değildim ama o konuşmaya pek hevesliydi.
"Meva..." diyerek başladı sözlerine ama o da konuşmak konusunda emin gözükmüyordu.
"Ayla..." dedim biraz çekingen. "Lütfen..."
Onu susturmama müsaade etmedi ve ben istemesem de sözlerini tamamladı.
"Ne olduğunu bilmiyorum, anlatmak istersen dinlemek için buradayım. Ama şunu bil, mutlu olmak en çok senin hakkın. Sevmek, sevilmek için tek şansın olmadığını bil." Derken anlayışla gözlerime bakıyordu. "Elbette aynısı abim için de geçerli. Aranızda her ne olursa olsun, siz en sonunda neye karar verirseniz ben daima sizi destekliyor olacağım."
Tülin Teyze'nin daha ortada bir şey yokken verdiği tepkiden olsa gerek Ayla'nın bu kadar çabuk kabullenmesi beni şaşırttı. Bu konuşmayı yapmayı elbette beklemiyordum.
"Ayla..." derken bir an ağlayacağım sandım. "Ne olur bilmiyorum. Normalde çok daha cesurumdur fakat yaşımın getirdiği bir olgunluk mu yoksa İpek'ten dolayı mı bilmiyorum ama ben korkuyorum. Adım atmak şöyle dursun yerimden kıpırdamak bile ödümü koparıyor!"
Dudaklarındaki gülümseme acı bir tebessüme döndü. Bana sıkıca sarıldığında ne kadar ihtiyacım olduğunu bir kez daha anladım. İnsan anlaşılmaya, sevilmeye duyduğu ihtiyacı hiçbir şeye duymuyordu.
"Hayatımızdan çıkan adamlardan daha çok çevremizdeki insanlar tarafından yara aldık, Meva. O ne der, bu ne yapar diye düşünmekten ömrümüzü yedik." Dedi sarılışını sıkılaştırırken. "Mutlu olmak hakkımız, gerekirse söke söke alırız!"
"Korkuyorum..." diye fısıldadım.
Gözümden süzülen yaşa engel olamadım. Öyle çok yaralamışlardı ki, hangi birini tedavi edebileceğimi şaşırmıştım.
"Çok mutlu olacağız!" dedi inanarak Ayla. "Hayat bize bundan sonra daima güzel kapılar açacak. Geçmişimizdeki acıları unutup, geleceğimizi gül bahçesine çevireceğiz!"
Motivasyon konuşmamızdan sonra kendimizi toparladık. Ardından en sahici gülümsememiz ile salona döndük. Ahmet Kürşat'a aleni itirafımdan sonra yüzüne nasıl bakacağımı düşünüp duruyordum. Doğrusu cesaret edemediğimi söylesem de az önce olanları düşününce oldukça cesur olduğumu fark ediyordum.
"Güzel Abi ile parka gidelim..."
İpek'in sözleri ile bir an çarpılmışa döndüm. Toplumun bana dayattırmaya çalıştığı ne varsa üstüme çöktü. Mahallenin diline dolanacak sözlerin tümü zihnimde yankılandı.
"Olmaz, kızım!" dedim kendimden beklemediğim bir telaşla.
Ahmet Kürşat'ın bana dönüşü ve bakışı ile olduğum yerde dondum. Öyle bir bakışı vardı ki olduğum yere sinerek yeniden oturdum. Onca konuşmanın ardından hâlâ bu şekilde davranıyor oluşum onu deli etmiş olmalıydı. Öfkesini anlıyordum. İnsanların ne düşüneceğini önemseyerek ona göre yaşamaya çalışmama sinirlenmesi normaldi fakat bazı şeyleri ağırdan almak en iyisiydi.
"Fıstık bir rica da bulundu, yerine getirmekten mutluluk duyarım." Dedi hâlâ gözlerimin içine bakarken.
"Ahmet Kürşat..." dedim ne demek istediğimi anlatan uyarı dolu bir tonda.
"Meva?" dedi hiç anlamamış gibi.
"Annen..." dedim biraz çekinerek.
Gözlerini devirip derin bir nefes aldı. Çocukların oyuncakları arasına gömülmüş bedenini usulca kaldırdı. Dışarıdan bakan birisi bu koca adamın çocukla çocuk olduğuna asla inanmazdı.
Oysa ben tanıştığımızdan beri oldukça dikkatli bir şekilde onu izleme fırsatına nail olmuştum. Bu sebeple birçok detayı elbette fark etmiştim. Büyükleri ondan övgüyle bahseder, küçükleri fazlasıyla saygı duyardı. Yüksek mühendislik yaptığını da aynı büyüklerden, neden şimdiye kadar evlenmediğini ise Ayla'dan öğrenmiştim...
Aynı onun gibi mühendis olan kız arkadaşının yurt dışına taşınma ve orada yaşama isteğini ailesi ile yaşamak için reddetmişti. Çok daha iyi bir kariyeri ve sevdiği kadını ailesine tercih etmemişti.
"Ayla, çocukların üstünü giydirir misin güzelim?"
"Tabi," diyerek hemen yerinden kalkan Ayla'ya hayretle baktım.
Abisinin bizi yalnız bırakması istediğinin farkında ve büyük bir memnuniyetle bunu yapan arkadaşım tarafından ihanete uğramış gibi hissettim. Salondan çıkarken bana bakıp öpücük attığında ise ona sonra görüşeceğimizi anlatan bir bakış attım. Ardından Ahmet Kürşat'a döndüm.
"Ahmet Kürşat..." diye başlayacak oldum ama sözümü hızlı bir şekilde kesti.
"Neden yine sadece Kürşat demiyorsun?" diye sormasıyla afalladım.
"Konumuz bu değildi sanki..." derken şaşkınlığım sesime yansıdı.
"Meva..." dedi cevap vermem için ısrar eden bir tonla.
"Konuyu saptırma, Ahmet Kürşat. Annenin kulağına gideceğini ve onun üzüleceğini biliyorsun!"
Sözlerim öfkesine öfke ekledi resmen. Çehresindeki yorgun ve bıkkın ifadeden gerçekten bu konudan artık sıkıldığını anlamıştım ama ne yapabilirdim ki?
"Gitsin, Meva!" dedi öfkesini gözlemeden. "Ne olacaksa olsun. Sürekli el âlem ne der diye düşünerek yaşamamızı mı bekliyorlar?"
"Aslında evet..." dedim hem alaylı hem de acı bir tonda.
"Çok beklerler!" dedi benim aksime oldukça ciddi bir şekilde.
"Lütfen..." dedim bu sefer sesim oldukça yatıştırıcıydı. "Annenin üzülmesini istemiyorum."
Sözlerimle yatıştığını gördüğümde bir soluk verdim. Bazen oldukça korkutucu birisine dönüşüyordu. Özellikle de karşısında Akif varken öyleydi.
"Artık kendin için yaşama zamanın gelmedi mi, Mübrem?"
Bir soluk daha verdim. Yorgunluğum ve bıkkınlığım gizleyemeyeceğim seviyelere erişti.
"Kimseyi üzmeden de bunu yapabilmeliyim." Dedim.
"Beni incittin, Mübrem..."
Yüreğime aynı anda binlerce iğne saplanmış gibi bir ağrı oluştu. Hastane koridorunda ona söylediklerimden bahsettiğini biliyordum. Onu incittiğimi sözler daha dilimden dökülmeden biliyordum ama bunu onun ağzından duymak kadar üzmemişti. Bazen istemesek bile bazı sözleri söylemek zorundaydık.
"Krallar incinmez sanmıştım..." diye mırıldandım birkaç saat önceki muhabbete atıfta bulunarak.
Gözlerindeki ifade muzipleşti. "Konu sensen tüm kaideler bozuluyor."
Sözleri yüreğimi ısıttı. Yollarımızdaki dikenleri ellerimin kanaması pahasına kopartmak istedim. Çünkü ayağıma batıyordu ama onun varlığı sayesinde canımı bile acıtamıyordu. O eli bir kez tutarsam asla bırakamayacağımı biliyordum, tutmaya da ödüm kopuyordu...
***
İşten dönerken İpek'i kreşten almıştım. Arabada çalan şarkıya eşlik eden kızımın uydurduğu sözlerini dinlerken kahkahalar atıyordum. Mutluluğun üstüme aktığı bir dönemdi. Gözümü deli gibi korkutsa da anın tadını çıkarmayı tercih ediyordum. Ne de olsa elbet bir gün yine üzülecektim en azından o güne kadar keyfini çıkarmalıydım.
Aramızda konuşulmuş net hiçbir şey yoktu. Her karşıma çıktığında heyecandan terliyor, elim ayağıma dolanıyor ve karşısında on beşlik kızlar gibi eriyor olsam da henüz bazı şeyler için erken olduğunu düşünüyordu sanırım benim gibi. Yine de çok uzun süre birbirimizi görmeden yapamadığımızı ben de fark etmiştim. Bir şekilde karşıma çıkmak için bahaneler uydurduğunun farkındaydım. İpek, en güzel bahanelerinden bir tanesiydi...
Dışarıdayken Ayla'nın yanımızda olmasına özen gösteriyordum. Bunu yaptığımın farkındaydı fakat ses çıkarmıyordu. En azından bu kadarını bile yapabiliyor oluşumu kabulleniyordu sanırım. Zamanla tüm bunları aşacağıma emindim ama şu an milletin değil yalnızca Tülin Teyzenin düşüncelerini önemsiyordum. Gerçekten üzülmesini istemiyordum. En zor anlarımdan birisinde bana evinin kapısını açtığını, yanımda olduğunu yaşanan tüm her şeye rağmen unutamazdım. Zamanla aramızdaki buzların eriyeceğine emindim fakat şu an için sanırım erkendi.
Sanem, yeni arkadaş bulduktan sonra onu unuttuğumu söyleyerek bana küsmüştü. Bu yüzden akşam yemeğe davet etmiştim. Hem Ayla ile tanıştıracak hem de gönlünü alacaktım. Çok iyi anlaşacağımızı düşünüyordum.
Eve geldiğimizde İpek hızlı adımlarla odasına koştu. Arkasından gülümseyerek baktım. Televizyonda çok sevdiği çizgi filminin başlamasına az kaldığı için heyecanlıydı. Hiçbir saniyesini kaçırmak istemediğinden tüm yol boyunca bahsetmişti. Arkasından giderek üstünü değiştirdim. Ardından salona koşan kızımın peşinden gittim. Televizyonu açıp onu oturttuktan sonra mutfağa geçtim.
Ayla ve Sanem için yapacağım yemek için hummalı bir çabaya giriştim. On beş dakika sonra çalan kapıyı işittim. Hızlı olmaya özen göstererek kapıya gidip açtığımda karşımda elinde tencerelerle Ayla'yla karşılaştım.
"Tüm gün çalıştın, her şeyi yapmana gönlüm razı gelmezdi." Diye konuştuğu esnada Ersan Alp arkasından fırlayıp içeri girdi.
"İpek..." diye heyecanla şakıdı.
"Ersan..." dedi aynı heyecanla karşılık veren kızım.
"Çizgi filmleri varmış," derken sırıttı Ayla.
Birlikte mutfağa girdik. Neyse ki sarma ve tatlı yapan arkadaşım sağ olsun işim baya kolaylaşmıştı. Yemekleri hazırladıktan sonra tam sofra kurarken yeniden kapı çaldı. Geleni karşılamak üzere koridora çıktım. Sanem sanıyordum ama kapıyı açtığımda Tülin Teyze ile karşılaşarak biraz şaşırdım.
"İyi akşamlar, kızım." Dedi sanki ilk tanıştığımız zamanlardaymışız gibi.
"İyi akşamlar, Tülin Teyze."
Titreyen sesime mâni olamadım. Gözlerinin içine bakarken ağlayacak gibi olmuş, ona sıkıca sarılmamak için kendimi tutmuştum. Milletin düşük çenesi yüzünden gelmiş olduğumuz son durum gerçekten canımı yaktı.
"Arkadaşın da gelecekmiş. Siz kadın kadına güzel bir akşam geçirin, çocuklara ben bakarım, diyecektim. Tabi senin için de uygunsa..."
"Estağfurullah," dedim hemen. "İçeri gelmez misin, yemeğimiz hazır."
"Ben tokum kızım, çocukların da karnını doyururum. Siz de rahat rahat sohbet edersiniz."
"Teşekkür ederim, Tülin Teyze."
Kadının nemli gözleri bana döndü. Orada pişmanlığını net bir şekilde gördüm fakat yine de bir adım atmaya cesaret edemedim.
"Anne?" diyerek yanımda bitiverdi Ayla.
Tülin Teyze, bana söylediklerini aynen iletti. Ayla da tamam dedikten sonra çocukları alarak evine gittiğinde bir süre düşünceli bir şekilde öylece oturdum koltukta.
"Her şeyi böyle çok mu düşünürsün, Meva? Biraz akışına bırakmayı denedin mi hayatı?"
"Akışına bıraktığım zaman yaşanmış korkunç şeylerden sonra hayır!" dedim ciddi bir ses tonuyla.
"Her tercih aynı sonuçları doğurmaz, Meva. Bir kere öyle oldu ama hep olacak diye bir kaide yok..."
Ayla'nın haklı cümlelerine rağmen o an aklıma yalnızca bir şey geldi. Onun sesinden "Konu sensen tüm kaideler bozuluyor," sözleri zihnimin içinde yankılandı. Tüm bedenim ürperirken kendime gelmeye çalıştım.
"Düşemem..." diye fısıldadım aklım başka yerdeyken. "Düşersem bu sefer kalkamam."
Sanem'in gelmesi ile bu kasvetli hava dağıldı. Yemeğimizi yedikten sonra sohbete başladığımız anda kahkahalarımız havada uçuştu. Gerçekten böyle bir geceye ihtiyacım olduğunu o an anladım.
Güneş bana doğmazdı ama gün bana batardı. Kederim ile baş başa hiçbir şey yapmadan bir şeylerin düzelmesini beklerdim. Yanlışlarımın birçoğunu arkadaşlarımla konuşurken anlıyordum. Aynı hataları yapmamak adına çok çabalamam gerekecekti.
"Şimdi siz nesiniz?"
Sanem'in bir anda sorduğu soru ile düşüncelerimden sıyrıldım. Ayla, son gelişmeleri ballandıra ballandıra anlattığı için bu soruyu garipsemedim fakat yine de beni afallatması normaldi.
"Sanem..."
"Merak ediyoruz canım, değil mi Ayla?"
İkisinin müttefik olması pek hayrıma değildi. Birleştiklerinde bana neler yapacaklarını tahmin dahi edemiyordum.
"Arkadaşız, Sanem." Dedim düşünmeden.
"Aynen aynen, biz de yedik!"
Dillerinden kurtulamayacağımı bildiğimden inkâr etmeye devam etmedim. Onlar kendileri yazdı, çizdi. Bense şaşkınlıkla izledim.
"Siz olmuşsunuz Meva, benden demesi."
"Siz abartıyorsunuz bence!" derken ikisine de yetişemediğimi anladım. "Ben bir kahve yapayım yoksa beni çiğ çiğ yiyeceksiniz."
"Bizden kaçsan ne olacak, sen yanmışsın Meva!" dedi Ayla.
"Sen yapma bari!" diye söylenerek mutfağa kaçtım.
Kahveler ile salona döndüğümde Ayla'nın telefonla konuştuğunu gördüm. Kaşları çatılmış, duyduklarından hiç memnun kalmamıştı. Kötü bir şey olduğunu hissettim. Telaşa kapılmadan kahvelerimizi sehpanın üstüne koyup merakla ona döndüm.
"Yine ne olmuş?" dedim bıkkınlıkla.
Ayla, telefonunu kapattıktan sonra bana döndü. Bakışlarını kaçırışı içimde bir korkunun uyanmasına neden oldu.
"Ayla?" dedi merakla Sanem.
"Mahalleden çocukluk arkadaşım aradı," diyerek sözlerine başladı.
"Ağzından lafı cımbızla mı alalım Ayla, kız söylesene!" diyerek yerinde kıpırdandı Sanem.
"İpek, abimin kızıymış."
Sözleri öyle sarsıcıydı ki ne yapacağımı bilemedim. Bu da ne demekti?
"Ne?" dedi yüzü ekşiyen Sanem. "Meva ve Ahmet Kürşat tanışalı birkaç ay oluyor hangi ara dört yaşındaki meleğimi yapmış olabilirler?"
Bu insanlara artık inanamıyordum. Nasıl böylesine pis bir iftirayı atabilirlerdi? Hiç kimsenin alnıma böyle bir leke sürmesine izin vermezdim. Hepsinden hesabını soracaktım, daha fazla sessiz durmayacaktım!
Hışımla dış kapıya yöneldim. Öfkem tepemden taşıyordu. Kapıyı açtığım an karşımda Ahmet Kürşat'ı buldum. Gözlerimin gözlerine çarpması ile durulur gibi oldum fakat kendimi durdurmayacaktım.
"Meva..."
Biliyordu! O da kendini bilmez densizlerin ne konuştuğunu öğrenmişti.
"Artık susmayacağım!" dedim sinirden ağlamak üzereyken.
Evden çıkacakken beni durdurdu. Beni de kendisiyle birlikte evden içeri soktu. Kapıyı arkasından kapattı. Öfkemden yerimde tepinecek duruma gelmiştim.
"Durdurma beni, yalvarırım!" dediğim an gözlerime hüzünle baktı.
Ayla ve Sanem de salon kapısının önünde durmuş bizi izliyorlardı. Kendimi paralayacaktım neredeyse. Kimseye değil kendime kızmalıydım. İlk seferinde ağızlarının payını verseydim şimdi bunları yaşamıyor olacaktım.
"Ahmet Kürşat, çekil önümden!" diye bağırdığım an herkes şaşkına döndü.
Öfkemi daha fazla dizginleyemedim. Gözyaşlarım çoktan sözümden çıkmış, yanaklarımı ıslatmaya başlamışlardı. Böyle bir şeyi konuşmalarına izin vermeyecektim. Bunların hepsi Mürüvvet denen o şeytandan bozma kadının işiydi, ona söyleyecek çok lafım vardı!
"Meva, ben gerekeni yaptım." Dedi beni bileklerimden tutup sakinleştirmeye çalışırken. "Lütfen sakin ol."
"Olamam!" dedim hıçkırıklarımın arasında. "Kimsenin hakkımda bu şekilde konuşmasına müsaade edemem."
"Ben de etmem!" dedi gizlemeye çalıştığı öfkesiyle. "Etmedim de!"
Tüm gücümü kaybetmiş gibi bileklerimi ellerinden kurtarıp yere çöktüm. Bacaklarımı kendime doğru çekip kollarımı sardıktan sonra başımı dizlerime gömdüm. Hıçkıra hıçkıra ağladım evde İpek'in olmayışının rahatlığıyla. Hiçbir şey fayda etmiyor. İnsanların susmasını sağlayamıyordum. O kirli dillerini uzatmalarına mâni olamıyordum.
Bedenimi saran kolları hissettiğim an neye uğradığımı şaşırdım fakat sonraki an kendimi durdurmadım. Ellerim gömleğine tutundu, yüzümü göğsüne gömdüm. Cennetten çıkma kokusu etrafımı sararken hissettiğim güven duygusu ile kendimi durdurmadan ağladım.
"İnsanların susması için daha ne yapmalıyım?"
"Ne yaparsan yap susmayacaklar..."
"Neden?"
"Çünkü doğaları bu!" diye fısıldadı kulağıma.
Ayla ve Sanem'in bizi izlediklerinin bilincinde ama kendime engel olmadan öylece durdum. Bazen ne kadar çabalasan da olmazdı.
"Bunun hesabını soracağım!" diye mırıldandım sakinleşirken.
"Eminim yaparsın."
"Seni yalnız bırakmayacağız, Meva." Dedi Ayla.
"Arkadaşımı kimseye yedirmem!" diyen de Sanem'di.
Başımı kaldırıp Ahmet Kürşat'ın gözlerinin içine baktım. Durumumun onu ne kadar etkilediğini canlı şekilde gördüm. Elinden hiçbir şey gelmediği için acı çekiyordu.
"İpek kadar güzel bir kızım olduğu için çok şanslıyım..." dedi alaylı bir sesle.
Kahkahamı bastıramadım. Kızlar da eşlik etti. Dakikalar sonra onlar salona geçerken ben banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Biraz daha kendime geldikten sonra yanlarına döndüm.
"Daha beter olmadan bu durumun önünü almak lazım abi, sen ne düşünüyorsun?" diye konuşan Ayla'ya denk geldim.
"Gereken neyse yapacağım, Ayla." Diye karşılık verdi Ahmet Kürşat.
"Bu gidişata bakılırsa evlenecek gibisiniz," derken alaylıydı Sanem'in sesi.
Usulca yürüyüp Sanem'in yanına oturdum. Bakışlarımız kesişti. Gözlerimin içine bakarken dudaklarından dökülen sözcükler ile adeta kaskatı kesildim.
"Gereken o ise, onu da yaparız."