İncinmiş Kraliçe

3842 Words
♫ ♪ ♫ Toygar Işıklı – Ben Hayatın Mağlubuyum Sanki omuzlarıma binmiş yük beni biraz daha derine doğru itiyordu. Bazen dipten hiç çıkamamaktan deli gibi korkuyordum. Ne yapsam ne kadar kaçsam da nafileydi, bazı şeyler yaşanmak zorundaydı! Bu yüzden kucağımda kızımla hastane koridorundaki bankta otururken huzursuzdum. Kızım huysuzdu, mızmızlanarak kucağımda uyuyakalmıştı. Ahmet Kürşat, acildeki müdahalesinin ardından odaya alınan annesinin yanındaydı. İçeriye girmeye cesaretim yoktu. Tülin Teyzenin dudaklarından dökülen sözler kulaklarımda çınlıyordu. O hor gördüğü, dul olarak ikinci sınıf muamelesi yapılan kadın ile kendi kızının kaderinin bir olacağını öğrendiği an bu düşünceye dayanamamış olmalıydı. Bizim için oldukça sıradan ve olağan olan bu gerçek kimisi için kabullenmesi zor geliyordu demek ki. Eşinden boşandığı için bir kadının değeri kaybolmuyordu ama toplumumuzun kadını mağlup etmek için böylesine çaba sarf etmesi fazlasıyla yorucuydu. Hiçbir suçumun olmadığını biliyordum ama yine de yaşananlardaki payımı düşündükçe bir suçluluk kaplıyordu yüreğimi. Bana bu kadar incitici davranmış olan Tülin Teyzeydi fakat ben yine de çok üzülüyordum. Ne kadar kırmış olursa olsun, kimsenin zarar görmesini istemiyordum. Akif'i bile bir yerde affedip yoluma devam etmeyi başarandım ben, Tülin Teyzeyi de yüreğimin bir köşesinde affedeceğime emindim. İçimde öfke, kin ve nefret barındırmak istemiyordum. Ömrümü bu hislerle zehirlemekten ödüm kopuyordu... Koridorun başında telaşla koşturur adımlarla gelen kadını gördüğümde düşüncelerimden sıyrıldım. Siyah saçlarını biraz fevri bir şekilde kulaklarının arkasına sıkıştırmaya çalışıyordu. Bir koluyla tuttuğu çocuğunu bacaklarından yukarıya doğru iterek kucağındaki pozisyonunu düzeltmeye çalıştığını fark ettiğimde onu taşımakta artık zorlandığını anladım. Ben de İpek'i taşımakta zorlandığımda aynı hareketi yapardım. Benzerlikleri, kız kardeşimle bile benzemeyen bana tuhaf geldi. Ahmet Kürşat'ın kız hali diyebileceğim kadar çok benziyorlardı. Erkek ve kadın versiyonlarının ikisinin de muntazam oluşu ise daha çok şaşırılasıydı. Tam önümde durduğunda, "Annem..." dedi çaresizlikle. "Tülin Karayiğit..." İçimde bir yer sızladı, çaresizliğini adeta iliklerime kadar hissettim. "İçeride, durumu iyi." Derken buldum kendimi. Sebebini bilmiyordum ama bu kadını teselli etmek istedim. Aşırı empati yaptığımdan olabilirdi. Evliliğini sonlandıracağını söyleyen Ahmet Kürşat aklıma geldi. Evliliğini sonlandırmış birisi olarak ne yaşadığını ve hissettiğini düşündüm. Bu dönemimde ne kadar zorlandığımı, kaybolmuş benliğimi bulmak için çırpınışlarımı... Görmezden gelinmek öylesine acıydı ki, insan bir süre sonra kendisini bile görmezden gelmeye başlıyor ve bu duruma alışıyordu. Ne büyük haksızlıktı... "Abim..." dedi bu sefer de nefes nefese. Çehremde anlayışlı bir ifade ile oğlunu işaret ettim. Taşımakta artık zorlanmanın ötesine geçmişse de evladını kucağından indirmiyordu. "Abinizle birlikte geldik, ben komşularıyım. İsterseniz oğlunuz burada durabilir. Abiniz de içeride." Diye ardı ardına sıraladım sözcüklerimi. Minnetle gözlerime bakakaldı. Oğlunu usulca kucağından indirdi ve tam yanımdaki yere oturttu. "Ersan Alp," dedi sakince sanki oğlunun ismini söylerken eziyet çeker gibi duraksayıp derin bir nefes alırken. "Ben anneannenin yanına gidip döneceğim. Ablanın yanından ayrılma, olur mu?" Oğlunun mavi gözleri annesini buldu ve başını usulca salladı. İpek'ten daha büyük olduğu anlaşılıyordu. İpek kadar insan canlısı görünmüyordu fakat annesinin sözünü dinleyeceği de kesindi. Kadın telaşla odadan içeri girerken bende yanımdaki yakışıklıya döndüm. "Merhaba," dedim usulca. "Ben Meva." Utangaç bir ifade ile gözlerime baktı. Ardından bakışlarını kaçırıp yalnızca ilk ismini söyledi. Ona bakarken gülümsedim. İkinci ismini kendisi kullanmıyordu anlaşılan. "Senin kızın mı?" dedi birkaç dakika sonra beni de şaşırtırken. Dudaklarımda bir tebessüm ile yeniden ona döndüm. Olumlu anlamda başımı sallarken ona kızımın ismini ve yaşını söyledim. "Sen kaç yaşındasın?" "Yedi," dedi usulca. "Okula gidiyorsun o halde?" dedim ilgiyle. Olumlu anlamda başını salladı. Bir süre sessiz bir şekilde bekledik. Koridordan geçip giden insanları seyrederken odanın kapısının sesini işittim. Bakışlarım usulca o tarafa döndü. Çıkanın Ahmet Kürşat olduğunu gördüğümde bir nefes çektim ciğerlerime. Ne olup bittiğini anlatsa çok iyi olurdu. Tülin Teyzenin iyi olduğunu duymaya ihtiyacım vardı. "Ersan Alp," dedi sesi mutlu çıkan Ahmet Kürşat. Yanımdaki küçük adam hemen hareketlendi. Kollarını açan dayısına koşup sıkıca sarıldı. Kucağında Ersan Alp ile doğrulan Ahmet Kürşat'ın gözleriyle buluştu gözlerim. Bakışlarımda titreşen yaşları bulanıklaşan görüşümden anladım. Bu kadar hassas bir kalbe sahip olduğum ve güçlü durmaktan aciz olduğum için kendime çok kızıyordum ama elimden bir şey gelmiyordu. Kendimi değiştiremiyorsam olduğum gibi kabul etmeliydim... Tam önümde duran adama bakmak için başımı kaldırdım. Boşta olan elini uzatıp omzumu sıvazladı teselli edercesine. Dokunuşunda ruhumdaki yaraları saran bir his vardı. Ona bakarken vicdan azabımın arttığını ve karşısında küçüldüğümü hissettim. Annesinin söylediği her şeyi duyduğunu bilmek beni mahvetti. O sözler bana bu kadar ağır gelirken bunu bir başkasının işitmiş olması kalbimi kırıyordu. "Daha iyi, tansiyonu da indi. Birazdan taburcu edecekler." "Sevindim," dedim boğazımda koca bir yumru ile. Bakışlarımı kaçırdım, gözümden bir damla yaş aktı. "Oğlumdan uzak dur kızım." O sözler zihnimde yankılandıkça yüreğim parçalara ayrılıyordu. Çünkü her boşanmış kadın bir başka erkeğin varlığına ihtiyaç duyardı değil mi? Kendisi hayatını idame ettiremez ve kendini bir başka erkeğe yamamaya çalışırdı... Bekâr oğulları varsa her kadının dul kadından çekinmesi gerekirdi, ne yapacağı belli olmazdı ya! Düşünceler zihnimi istila ederken hıçkırarak ağlamamak için elimle ağzımı kapattım. Sarsılan bedenim kızımı uyandırmasın diye o anda bile dikkat etmeye çalışıyordum. Bu duruma nasıl geldiğimi bile bilmiyordum... "Meva..." diyen kadifemsi sesini işitsem de tepki veremedim. "Lütfen... Lütfen ağlama." Keşke durdurabilseydim. Yalın ayak kaçasım, uzaklaşasım vardı. Sırtımdaki yükü her an giderek ağırlaştıran insanlardan fersah fersah uzaklara gitmek istiyordum. Ben yüklerimi sırtımdan atmak için hayatımı baştan kurarken yaşadıklarım canımı yakıyordu. "Annen haklı," dedim burnumu çekerken. "En iyisi görüşmememiz." Ona bakacak cesaretim yoktu. Bu bir vedaydı. Vedaları bile tebessümlere sığdırabilmiş onca insan varken ben acıyla sancıyan yüreğimi yere göğe sığdıramıyordum. Canım öylesine çok yanıyordu ki sebebini bilmeden... "Meva!" dedi uyarı dolu bir tonla. "Bu insanlara gerçekten istediklerini mi vereceksin? Hayatını yaşarken onlara göre mi yön vereceksin?" Sözleri hem ağır hem vurguluydu. Son bir cesaretle bakışlarımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Başımı olumlu anlamda salladım utançtan kıpkırmızı kesilirken. Kendimden utandım. Söylediğini kabul etmekten utandım. Ben kimsenin nasıl yaşamam gerektiğini söylemesine izin vermemiş, hep kendi bildiğimi okumuştum. Şimdi ise mağluptum, hayatın mağlubuydum... "Kimseyi üzmek, kırmak istemiyorum. Toplumun zihniyetiyle tek başıma savaşacak gücüm yok. Mahalledekiler hasta bir çocuğa yardım eden sana ve sırf boşanmış olduğum için bana bunu yakıştırırken utanmadı ama ben annenin karşısında utançtan yerin dibine girdim." Diye fısıldadım. "Benim savaşmaya gücüm yok, Ahmet Kürşat. Kimse daha fazla üzülmesin." Öylece gözlerimin içine bakakaldı. Bunca yaşanan şeyin gerçekten bu kadar basit bir olaydan çıkmasına anlam veremedim. Gerçekten bu kadar kolay mıydı insanların hayatları ile oynamak? Kucağımdaki kızımı dikkatlice tuttuktan sonra oturduğum yerden kalktım. Bakışlarımı artık ona çeviremezdim çünkü cesaretim yoktu. Ona bakarsam arkamı dönüp gidemezdim ama gitmek zorundaydım. "Tülin Teyzenin iyi olmasına sevindim. Geçmiş olsun, dileklerimi iletirsen sevinirim. Tekrardan kusuruma bakmayın, iyi geceler..." Bir şey demesine müsaade etmedim. Hızlı adımlarla oradan uzaklaşmaya çalışırken gözyaşlarıma mâni olamıyordum. Bu kadar acı çekmem normal miydi sahiden? Hastane bahçesine çıktığım an kolumda hissettiğim dokunuşla şaşkına döndüm. Gelenin Ahmet Kürşat olduğunu sanmıştım fakat yanıldım. Karşımda kardeşini gördüm. Abisine benzeyen gözleri vardı. Çok yersizdi ama ben yine de gerçekten çok güzel bir kadın olduğunu düşündüm. "Meva'ydı değil mi?" diye sordu yumuşak bir ses tonuyla. "Evet," dedim ağlamaktan artık kısılmış sesimle. İpek'e dikkat ederek bana sarılmasıyla olduğum yerde kalakaldım. Kıpırdamadan birkaç dakika öyle durduk. Ben ağlamaya devam ettim, o da bana eşlik etti. Onun neden ağladığını anlayamasam da o anlar gerçekten bana güç verdi. Bir hemcinsimin bu empati dolu sarılışına gerçekten ihtiyacım olduğunu anladım. "Özür dilerim," dedi sonrasında beni şaşkına çevirirken. "Annem ve tüm mahalle için özür dilerim. Biliyorum, telafi edemez. Çok yakın zaman da aynısını yaşamam da pek mümkün ama umarım birbirine daima destek olan kadınlardan oluruz." "Teşekkür ederim..." derken ismini o an hatırlayamadım oysaki Ahmet Kürşat'ın söylediğine emindim. "Ayla," dedi usulca. "Çok memnun oldum, Meva." "Bende, Ayla." Dedim usulca. *** Bir Ay Sonra Günler birbirini kovaladı, akrep yelkovanı... Göğsümde bir ağrı ile geçti bu koca bir ay. Doktora bile gittim fakat tıbbi açıdan bir sorunum olmadığı söylendi. Son bir yılda yaşadıklarımdan sonra normal olduğuna karar verdim. Stres ve üzüntünün insana yapamayacağı yoktu ne de olsa bu yüzden daha sıradan bir hayat yaşayabilmek adına çabaladım. Son sözlerimden sonra Ahmet Kürşat gerçekten karşıma çıkmadı. Annesine gelip gittiğinden bile emin değildim. Tülin Teyzeyle olan bağımı da tamamen kopartmış, karşısına çıkmamaya özen göstermiştim. Kendisiyle yüzleşecek cesaretim yoktu anlaşılan onun da... Ayla ile bu süreçte fazlasıyla yakından bir bağ kurmamızdı şaşırtıcı olan haber. Tanışmamızın üzerinden on gün henüz geçmişti sanırım boşandığında. Annesinin yanına geri taşınmıştı. Mahalle diline dolayacak yeni dedikoduyu duyduğu gibi ben ve Ahmet Kürşat'ı rafa kaldırmıştı. Onların kısa bir dönem diline doladığı hayatımız kolayca unutulup gitmişti işte. Fakat bizde bıraktığı izler pek derindi... Akif, bu dönemde sık sık gelip gitmeye başladı. Bir akşam İpek ve Yelda'yı yemeğe çıkartmak için izin istediğinde gözlerim yaşardı, gelişme gösteriyor oluşu şaşırtıcıydı. Sanırım onun hayatında Yelda, benim asla başaramadığım bir şeyi başarmıştı. Onu değiştirebilmeyi! Rutinimizi oturtmuş akıp giden hayatın içerisinde sürükleniyorduk çakıl taşları gibi. Bu dönemde kız kardeşim, o anlata anlata bitiremediği erkek arkadaşını albay olan babamızla tanıştırma cesareti göstermişti. Karşısında emekli albayı gören erkek arkadaşı görülmeye değerdi gerçekten. Yakın bir zamanda da nişanlarını yapmayı planlıyorduk. Gedikler bir bir doldurulmaya, her şey yavaşta olsa yerine oturmaya başlamıştı. Hayatımın geri kalanının da böyle gitmesi için dua ediyordum çünkü bir şeyin eksikliğini ve özlemini öyle çok hissediyordum ki... Bu akşam Akif, ben ve İpek sinemaya gidecektik. İpek Hanım çok istediği bir filme anne ve babasıyla gitmek için ısrarcı olunca Akif ile cuma gecesinde karar kılmıştık. Bu süreçte hassas bir dönem olduğu için daha uysal davranıyorduk ama bu durum ileride kızımı her dediğini yaptırmak için didinen birine dönüştürmezdi umarım, ayarını kaçırmamaya özen gösteriyorduk. "Ersan'da gelsin..." İpek'in bugün artık kaçıncı kez dediğini sayamadığım cümlesini bir kez daha işittiğimde derin bir nefes aldım. Ayla ile benim evimde pek sık görüştüğümüzden Ersan Alp ve İpek oldukça sıkı arkadaş olmuşlardı. Sürekli birbirlerini görmek için bize eziyet etmeye başlamışlardı. Daha fazla dayanamadım ve Ayla'yı aradım. "Canım?" diyerek açtı telefonu. "Ne yapıyorsun, Ayla?" dedim neşeli bir sesle. "Ersan Alp Beye sizin dışarı çıkacağınız için İpek ile görüşemeyeceğini izah etmeye çalışıyorum, beyefendinin pek anlayası yok gibi..." dedikten sonra kahkaha attık. "İpek Hanım da ikna olmuyor. Senin için de uygunsa Ersan'da bizimle gelebilir mi?" Birkaç dakika daha konuştuk. Ayla'yı da davet ettim, işi olduğunu ama Ersan Alp'i yanımızda götürebileceğimizi söyledi. Hazırlanma faslı bittikten sonra evden çıktık. Kapıdan Ersan Alp'i de alıp asansöre bindik. Ellerini sıkı sıkı tuttuğum çocuklar ile apartmandan dışarı çıktığım an Akif'i gördüm. Bizi görünce el salladı. Kendisi de Ersan Alp ile tanıştığından ve kızımızla olan yakınlıklarını bildiğinden yanımızda görünce şaşırmadı ama kızının bu yaşında karşı cinsinden böylesine etkilendiğini gören bir baba olarak oldukça rahatsız olduğunu anlayabiliyordum. "İyi akşamlar gençler," dedi keyifli bir sesle. "İyi akşamlar, Akif Amca." Dedi Ersan Alp her zaman ki gibi oldukça saygılı. "Babam..." diyerek hemen kollarına atladı kızım cilveli bir edayla. "İyi akşamlar," dedim gülümserken. Arabaya binip gideceğimiz AVM'ye doğru yola çıktık. Yol sohbet eşliğinde geçti. Akif, geçen hafta anlattığım çok önemli ihale hakkında ne yaptığımıza dair birkaç soru sordu. İş konuştuğumuz esnada varış noktasına ulaştık. Birlikte en üst kata çıkıp önce yemek yedik ardından patlamış mısırlarımızı alıp sinema salonuna geçtik. Oldukça verimli ve keyifli bir akşam geçirdik. Akif ve ben en son uyuyacaktık neredeyse. Bu filmleri eğlenerek izleyen aileleri görünce biraz şaşırdım. Prensesli bir animasyon filmi ne kadar ilgi çekici olabilirdi? "Ben de babamın prensesiyim," dedi İpek, Ersan Alp'e hitaben. "Öylesin tabi, güzelim." Dedi onu öperken Akif. "Ben de annemin prensiyim," dedi Ersan Alp, altta kalmamak için. "Benim de prensim ol," diyen kızıma ben ve Akif aynı anda dehşetle bakakaldık. Akif'in adeta moraran suratına bakarken bir kahkaha koyuverdim. İpek bazen bizi dumura uğratacak bir kelime ediyor ardından Akif bozarırken ben kahkahalara boğuluyordum. Konu Ersan Alp olduğunda kızımın bir sınırının olmadığını keşfetmiştim. "Senin prenses olmak için prense ihtiyacın yok, meleğim." Diyen Akif'e bakarken kahvemi yudumladım keyifle. "Baban var zaten." "Akif," dedim gülerken kendime engel olmayarak. "Çocuk onlar..." "Çocuk diye diye kızımı on sekizinde evlenmeye ikna edecek bu bacaksız..." diye söylendi sessizce. Sözleri ile bir kahkaha daha attım. Gerçekten oldukça kıskanç bir baba olacaktı. İpek'in şimdiden vay halineydi... "Sen kral mısın baba?" diye sordu hakiki bir şaşkınlık ve merakla kızım. "Tabi ki, sen de benim kızımsın bu yüzden prensessin." "Annem kraliçe mi?" diye sorması ile suratımdaki ifade dondu. Akif ile göz göze geldik. Çocuklar bazen yetişkinleri böyle durumlara sokabiliyordu işte. Ne diyeceğimi şaşırır oluyordum İpek sağ olsun. "Hayır kızım," dedim Akif'ten gözlerimi kaçırırken. "Ben de babamın prensesiyim." İpek kıkırdadı. "Prenses olmak için çok büyüksün," dedi. Sözleri ile bu sefer kahkaha atan Akif oldu. Onlara meyve sularını uzatıp kahvemden bir yudum daha aldım. Kızım bazen beni öyle bir noktada bırakıyordu ki resmen işin içinden çıkamıyordum. Neyse ki bunu güzel kotarmıştık. "Bir zamanlar kraliçeydin..." Akif'in fısıldadığı sözleri işittiğimde yüreğim burkuldu. Başımı ona doğru çevirdim. Dudaklarımda buruk bir gülümseme kondu. "Azledildim..." derken sesim titredi. Sözlerimin onlarca anlam barındırıyordu. İsteyerek değil de bazı şeylere zorunda bırakılarak geldiğimiz bu noktada olduğumuzu anlamasını istedim. Affım yoktu bazı anlarda, merhametim beni terk ediyordu. Yüreğim ne kadar kırıldığını anımsıyordu ve empatiden yoksun kılınıyordum. Kırmış, dökmüş ve parçalamıştı. Sonra da geri dönmemi beklemişti. Dönmezdim! Çünkü dönersem kendime hesabını veremezdim... Akşamın sonunda Akif bizi tekrar eve bıraktı. Hem İpek hem de Ersan Alp sızdıkları için ondan yardım istedim elbette kabul etti. İpek daha hafif olduğu için ben onu, Akif de Ersan Alp'i kucağına aldı. Apartmana girip asansöre yöneldik. Zaten aşağıya doğru indiğini gördüğümde sevindim. Gerçekten fazlasıyla yorgundum. İpek'te uyumuşken yatağıma girip uyumak için sabırsızlanıyordum. Asansör zemin katta durdu, kapıları açıldı. Karşımızda Ahmet Kürşat ve Ayla'yı görmek en son beklediğim şeydi. Koskoca otuz dört gün sonra onu görmek bana iyi gelmeyecekti. Onsuzluğa kendimi alıştırmış fakat kalbime söz geçirememiştim... "Ay uyudu mu?" dedi Ayla biraz telaşlı. Asansörden çıkarlarken kaskatı kesilmiş olan adamdan tarafa bakamadım bile. Ayla, oğluna doğru uzandığı esnada onu durdurdu. Ardından Akif'in önüne geçip hiçbir şey demeden yeğenini onun kollarından aldı. Başını omzuna yaslarken asla benden tarafa bakmamış olması yüreğimi dağladı. "Ben hallederim, Ayla." Dedi dimdik bir şekilde Akif'e bakarken. "Çok teşekkür ederim, Meva. Umarım sizi yormamıştır..." dedi biraz mahcup bir eda ile Ayla. "Çok uslu bir çocuk." Diye lafa atladı Akif. "Çok güzel eğlendik bu akşam, yoruldular tabi. Tekrarı için sabırsızlanıyoruz." Birbirleri ile sidik yarıştırdıklarını o an anladım. Ayla ile birbirimize baktık. Ayla, stresle alt dudağını dişledi. Erkeklerin bu gövde gösterisi en ilkel zamanlarımız olan mağaralar döneminden beri devam ediyordu, inanılası değildi! "Ya sabır," dedi usulca Ahmet Kürşat. "Bir şey mi dediniz?" diyerek üsteledi Akif. "Size iyi akşamlar," dedim hemen araya girerek. Akif ve Ahmet Kürşat aynı anda dönerek bana baktıklarında tüm vücuduma ok yemiş gibi hissettim ve öylece kalakaldım. Hemen ardından Ahmet Kürşat'ın gözlerinde kara bir kuyuya düştüm sanki. Dilim, yüreğim lâl öylece kaldım. Akif'in o anları gördüğünü bilsem de elimden bir şey gelmezdi. Onun üzerimdeki etkisini hafifletecek, yok sayacak bir yöntemim yoktu! "İyi akşamlar, Meva." Deyişi, sözlerini tonlayışı adeta kalbime saplandı. Akif'in yüzünü görmeme gerek yoktu, öfkelendiğini beden dilinden anlaşılıyordu. Gözlerimi karşımdaki adamdan alabilsem belki toparlanabilecektim fakat bu pek mümkün görünmüyordu. Artık reddedemiyordum, Ahmet Kürşat'ı gördüğü an şahlanan yüreğim buna müsaade etmiyordu. Beni ona çeken şey tam olarak neydi, bilmiyordum ama kendimi bu çekimden kurtaramıyordum. Sanırım bu mümkün de değildi... "Çok teşekkür ederiz," diyerek lafa girdi Ayla. "Sonra görüşürüz, Meva." "Görüşürüz..." dedim öylece. Ardından onlar gitti. Akif ile vedalaşıp evime gittim. İpek'i yatağına yatırdıktan sonra odama geçtim. Yatağımda öylece uzanarak tavanı seyrettim bir süre. Düşüncelerimde boğularak uykuya daldım. *** Sabah çalan kapı ile gözlerimi açtım. Önce kızımı kontrol edip ardından kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda karşımda en son görmeyi beklediğim kişiyle karşılaşınca afalladım. Bakışlarım artık zihnimde ezbere çizdiğim yüz hatlarında dolandı. Gözlerinin ifadesiz bakışına takıldım. Ne oluyordu? "Günaydın, Meva." Dedi usulca. "Günaydın, Ahmet Kürşat." Derken buradaki varlığına bir anlam vermek istercesine baktım gözlerine. "Biraz konuşalım mı?" Sözleri ile öylece suratına bakakaldım. Hangi konuda konuşmak istediğini anlamak mümkündü fakat buna cesaretim var mıydı bilmiyordum. "Şu anda mı?" dedim afallamış bir halde. "Müsaitsen, evet." Usulca kapının önünden çekilerek geçmesini bekledim. İzin vermeme şaşırdığı bir anlık ifadesinden anladım fakat anında bunu gizledi. O evimden içeri girerken kalbim göğüs kafesimi şiddetle dövüyordu. Müsaade isteyerek odama geçip üstümü değiştirdim. Lavaboya girip elimi yüzümü yıkarken sakinleşmeyi umuyordum fakat başaramadım. Salonumda Ahmet Kürşat'ın oturduğunu kabullenmek kolay değildi! Derin derin nefesler alıp verdikten sonra son cesaret kırıntılarımı toplayıp lavabodan çıktım. Salona girdiğim an bana dönen bakışları beni gafil avladı. Karşısında bu kadar çaresiz hissetmek istemiyordum. Ondan kaçmak, uzak durmak çok zordu. Bunu yana yana öğrendiğim için çok iyi biliyordum. "Kahve yapacağım ayılabilmek için sen de ister misin?" Sorumu başını olumlu anlamda sallayarak onayladı. Biraz daha kaçabilmek adına mutfağa yöneldim. İki Türk Kahvesi yaptıktan sonra salona geri döndüğümde artık yüzleşmekten kaçamayacağımı biliyordum. Önündeki sehpaya kahvesini koyduktan sonra karşısına oturdum ve beklemeye koyuldum. Konuşmak isteyen oydu sonuçta ne diyeceğini bilemiyordum. "Teşekkür ederim," dedi önce. "Nasılsın?" İçimde o anda bir fırtına koptu. Onun dışında bu soruyu soran herkese aynı yalanı çok rahat söyleyebilirdim fakat onun gözlerine bakarken başaramıyordum. Yüzleşmekten korktuğum ne varsa her biri bir anda üstüme üşüşmüştü. Öylece suratına bakakaldım, bu sorusuna sessizliğim cevap verdi. "Ben de..." dedi acı çeker bir şekilde. Ses tonu beni parçaladı. Hiç beklemiyordum böyle bir şeyi. Bizim yollarımızın dikenli, taşlı olduğu barizdi. Yollarımızın kesiştiği yerden sonrası uçurumdu ve ikimizde bunu biliyorduk ama Ahmet Kürşat gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ki sanki o uçurumdan düşmeye razıymış gibi... Yüreğim biçare bir heyecan ile göğüs kafesimde takla atıyordu sevinçten ama onun ayağını yerden kesen ipleri ben makasla kesiyordum. Ayağım yere sağlam basmak zorundaydı! "İpek'i özlüyorum..." dedi bir anda. "Çocukların varlığı beni daima canlı hissettirir. İpek ile aramızda kısa bir zamanda kuvvetli bağ kurulmuş gibi hissediyorum. Onu görememek canımı yakıyor." Konuşurken İpek'i ve ayrıca beni kast ettiğini düşündürecek bir ses tonu kullanması heyecanımı ikiye katlıyordu. Sürekli çıkarımlarda bulunarak kendimi kandırıyormuş gibi görünsem de öyleydi. Ahmet Kürşat daima açık açık konuşmuyor bazen ima ediyordu fakat insanın bunu anlamasını sağlıyordu. Açıkça söylemediği ne varsa öyle cümleler kuruyordu ki yine de anlıyordum anlatmak istediğini. "O da seni çok özlüyor..." dedim aynı onun gibi. Gözlerinde parlayan kıvılcımı bariz bir şekilde görebildim. "O zaman bu eziyeti neden yapıyoruz kendimize?" diyerek otuz beş gündür kafamı kurcalayan soruyu sesli bir biçimde dile getirdi. Gerçekten neden? "Tülin Teyzenin üzülmesini..." diye başlayacak oldum fakat devam etmeme müsaade etmedi. "Her zaman kendi mutluluğundansa başkalarınınkini mi düşünüyorsun, Meva?" dedi ses tonunda acımtırak bir tat barındırırken. "İnsanların ne düşündükleri ne söyledikleri bu kadar umurunda mı gerçekten? Kendini üzmek pahasına da olsa onların şekillendirdiği biçimde mi yaşamak istiyorsun hayatını?" Her sözü ayrı vurucuydu. Gözlerinin içine bakarken kaskatı kesildi tüm bedenim. Bilerek böyle tetikleyici konuştuğunu anlayabiliyordum. Ben de incinmem sandığım halde her yanımın yara bere içinde oluşunun farkındaydım. Doğru kararmış gibi gözükse de onunla hiçbir şekilde iletişim kurmamak çok zordu. Beni hem yoruyor hem de çok üzüyordu. Fakat bu kararı insanların ne düşüneceğini ne söyleyeceğini kafamda tartarak almamıştım. Tülin Teyzenin o halinden sonra yapmak zorunda olduğumu düşündüğümden yapmıştım. "Annen üzülürse sen de üzüleceksin, Ahmet Kürşat." Adı dudaklarımdan dökülürken yüreğimin akışkan bir kıvama gelip ruhuma doğru aktığını hissettim. Sözlerime devam edemedim. Boğazım kupkuru kesildi. Dilimle dudaklarımı ıslattım yoksa konuşma yetimi kaybedecek gibi hissediyordum. "Yalnızca bir çocuğa yardım ettim, Meva. Bu durum annemi üzecekse üzülebilir..." dedi usulca. "Onu üzen şey tüm mahallenin diline ismimizin dolanması..." "İnsanların ne dediğini umursamıyorum çünkü onları susturmak mümkün değil. Ayrıca dedikleri doğru bile olsa sevmek yanlış bir şey değildir, Meva. Sevgi kimseyi incitmez..." Bakışlarım o an gözlerine saplandı. Yüreğimi titreten sözcükleri ruhumdaki en derin yaralara sirayet etti. Sanki o yaralara tuz basılmış gibi irkildim. Dudaklarımda titrek, alaycı bir tebessüm peyda olurken usulca mırıldandım. "Keşke sadece incitseydi..." Sözlerimin dudaklarımdan dökülmesiyle birlikte aynı benim gibi irkildiğini net bir biçimde gördüm. Sadece incinmiş olsam bir sarılış bile geçirirdi bu durumu fakat öyle derin yaralar ile ayakta kalmaya çalışıyordum ki... Akif'e olan sevgim beni tüketmiş, karanlığa sürüklemişti. Kendimi kaybettikten sonra bulmam öyle acı ve zor olmuştu ki bunları anımsamak bile paramparça olmama sebep oluyordu. "Eğer incitiyorsa onun adı sevgi değildir, Meva..." Diyerek son noktayı koydu. Dudaklarımdaki tebessüm genişledi. Dişlerimi göstererek gülümsedim. "Çok haklısın, daha sağlıksız bir şey." "Kararını değiştirebilir misin, Meva?" diye sorduğunda başta ne demek istediğini anlayamadım. "Görüşmememiz gerektiğine dair olan kararını..." Sözleri söyleme biçiminden bile bu kararımın onu gerçekten incittiğini görebiliyordum. O an yerimden kalkıp ona sarılmak için can atan bir yanım varken yalnızca oturduğum yerde kıpırdandım. "Annen..." "Annemin ne düşündüğü değil, seninkini sordum." Sözlerinin keskin ucu irkiltse de yine de net oluşuna hayran olduğumu hissettim. Tanıştığımız günden beri aramızdaki bu tuhaf şey yüzünden daima ondan kaçma arzusu ile dolup taşıyordum. Fakat içimde öyle bir yan vardı ki beni olduğum yerde tutan, işte ona benim gücüm yetmiyordu. "İpek'le çok iyi anlaştığınızın farkındayım, amacım onunla görüşmenizi engellemek de değildi. Yalnızca bizim görüşmemizin sakıncalı olduğunu düşünüyordum..." "Yalnızca İpek'le görüşmek istemiyorum," dedi bu sefer açık açık, kaçamak cevaplar vermeden. "O gece hastanede verdiğin karardan dönmeni istiyorum." Çehresine bakakaldım. Bu en net biçimde isteğini dile getirişiydi. İçimde her an büyüyen korkuya rağmen başımı olumlu anlamda salladım. Zaten daha fazla bu durumu sürdürecek gücü kendimde bulamıyordum. Bu kararın arkasında duramıyordum! "Mahalleli kendine konuşacak birçok yeni konu buldu zaten," diye mırıldandım bakışlarımı utangaç bir eda ile kaçırırken. "Sanırım artık Tülin Teyze dışında kimse için sakıncası bulunmuyor." "Alışacaktır," dedi yine hazırcevap... "Güzel Abi..." diyerek paytak adımları ile salona giriş yaptı tam o esnada kızım. "Fıstık," diyerek ayaklandı hemen yerinden Ahmet Kürşat. Kızımı kucağına alırken ne kadar mutlu olduğunu gördüğümde pamuk gibi hissettim kendimi. Kahvaltı hazırlamak için ayaklandığımda bize eşlik etmesini teklif etmeme rağmen kalamayacağını iletti. Sanırım daha fazlasının uygun olmayacağına karar vermişti o an fakat Ayla ve Ersan Alp'in bir anda bize gelmesi ile fikri değişti. Bu şekilde daha doğru olacağını düşündüğünü anladım. Çünkü en ufacık bir laf daha çıkacak olursa yine en çok olumsuz etkilenecek olan bendim. Bu sebepten yine uzaklaşacak olan da... Bunu istemediğini çok açık bir dille söyledikten sonra buna sebep olacak her olasılığı ortadan kaldırmak istemesi normaldi. Ayla ile mutfakta kahvaltı hazırlarken çocuklar ile ilgilenen Ahmet Kürşat'a, "Dayı sen de kral mısın?" diye soran Ersan Alp'i işittim. "O ne demek dayıcım?" diye merakla soran Ahmet Kürşat'ın ses tonundan bile ne kadar mutlu olduğu anlaşılıyordu. "Bir ay boyunca İpek'in adını ağzından düşürmedi, biliyor musun?" diyen Ayla'ya çevirdim dikkatimi. "Arada sorun kalmamasına çok sevindim. Annem ile olan durumu da halledeceğiz. Bir aydır vicdan azabı ile kavruluyor kendisi." Bu sözleri daha önce birçok kez duymuşsam da onlarla yüzleşmeye bugüne kadar hiç cesaret edememiştim. Bundan sonra ne olacağını bilmiyordum ve bilmemek beni artık çok huzursuz ediyordu. "İpek'in babası kral olduğu için İpek'te onun prensesi." Diye açıklayan Ersan Alp'e odaklandım yeniden. "Ama Meva Abla artık kraliçe değilmiş. Sen kralsan onu yeniden kraliçe yapar mısın?" Elimdeki tabak bir anda düşüverdi. Ayla korkarak sıçradı ve dudaklarından kaçan çığlığı elleri ile bastırmaya çalıştı. Bense o an şaşkınlıktan ne yapacağımı şaşırdım. "Meva, sen iyi misin?" "İyiyim," dedim hâlâ kendime gelememişken. Yüreğim ağzımda atıyordu resmen. "Temizleyeyim şurayı." Eğilip tabağın kırılan büyük parçalarını toplarken Ayla dokunmamamı anlatan onlarca cümle kurdu. Elimi kesebileceğimi söylediği anda dediğini yaparak parmağımı kestim. Dudaklarımdan dökülen acı bir inlemenin ardından elimdekileri bırakarak parmağıma baktım. Derin bir kesik değildi neyse ki. Hızlıca ayağa kalkıp bir peçete sardım. "İyi misiniz?" diyerek mutfak kapısında belirdi Ahmet Kürşat. "Çocuklar, içeri girmeyin!" diye uyaran Ayla oldu. "Tabak kırıldı, Meva elini kesti..." diye de abisine açıklama yaptı. Ahmet Kürşat'ın tüm uyarılara rağmen mutfağa girip tam önümde bitişini öylece seyrettim. Elimi avucunun içine alıp, parmağıma sardığım peçeteyi yavaşça açtıktan sonra dikkatle parmağıma baktı. "İyiyim," dedim usulca. Kendisi emin olmadıkça içi rahat etmeyecekti anlaşılan. "Kraliçeler incinmez sanıyorlar bir de..." derken tam gözlerimin içine baktı. "Sen sürekli kendini yaralıyorsun, Meva." Dudaklarındaki can alıcı gülümseme beni mahvetti etti. Gözlerinin içine bakarken tüm dünyadan soyutlandığımızı hissettim. Her şey anlamını öyle hızlı bir biçimde yitirdi ki ben bile şaşırdım. "Gerçi sen prensestin, öyle değil mi?" dedi sözlerinin hemen ardından. "Annem kraliçe olacak," diyerek ellerini çırptı İpek. "Sen de istersen dayım seni kraliçe yapabilirmiş, Meva Abla."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD