♫ ♪ ♫
Mert Demir – Ateşe Düştüm
Donuk bakışlarım bir alev topu gibi yanan bakışlarını buldu. Çehresini saran öfke, gözlerindeki kararlılıkla birleşip nefesimi kesti. Ciddi olamazdı! Her ne kadar oldukça ciddi görünse de bunu zihnimin uydurduğuna inanmak istiyordum. Ciğerlerim oksijen için artık yalvarıyordu ama gece kuzguni gözleri nefes aldırmıyordu...
"Ahmet Kürşat..."
Sözlerim fısıltıdan farksızdı. Şaşkınlığımı oldukça iyi yansıttığını düşünüyordum. Kimseden böyle bir fedakârlık yapmasını beklemiyordum. Ben hayatım boyunca kimseden benim için bir şey yapmasını zaten isteyememiştim. Sırf insanlar sussun, zehirli dilleri bana değmesin diye onunla evlenmeyecektim!
"Öncelikle sakin olup öyle düşünelim," diyerek araya girdi Alya. "Abim zaten onlara gerekeni söylemiştir, bizde Mürüvvet Teyzeyi uyarırız. Bundan sonra insanlar hakkında konuşurken bir kez daha düşünür!"
Sanem bana sıkıca sarılırken başımı göğsüne yasladım. Birinin beni sarıp sarmalamasına öyle çok ihtiyacım vardı ki. Ağlamıştım ama yetmemişti. Gözyaşlarım kuruyana, içim çıkana dek ağlamak istiyordum. Gökyüzüne doğru haykırmak istiyordum. Beni rahat bırakmaları için avazım çıktığı kadar bağırmak geliyordu içimden. Yeterince yaram yokmuş gibi her an yenilerini eklemeye bu kadar hevesli insanları parçalamak istiyordum!
"Halledeceğiz," dedi bir kez daha Ahmet Kürşat.
"Halledeceğiz..." diye fısıldadım gözlerinin içine bakarken.
Bir süre daha ne yapabileceğimize dair kafa patlattıktan sonra Sanem evine gitmek için ayaklandı. Onu yolcu ettikten sonra salonda üç kişi kaldık. Ayla da izin istediğinde ondan İpek'i getirmesini rica ettim. Tülin Teyze ile yüz yüze gelmeyi erteleyebildiğim kadar ertelemekti niyetim.
Onu da geçirdikten sonra salona döndüğümde fark ettim ki Ahmet Kürşat ile baş başaydık. Öylece salonun ortasında kalakaldım. Bakışlarım oturduğu koltukta başını geriye doğru atmış, derin derin nefesler alıp veren adamda kilitlendi. Elinin birisiyle şakaklarını ovuyordu. Ben diken üstünde hissediyordum ama o bana nazaran daha rahat görünüyordu.
"Ne oldu, Mübrem?"
Hitap şekli beni bir kez daha sarstı. Mübrem... Kaçınılmaz, vazgeçilmez olan...
"Çok yoruldum."
İtirafım onu şaşırttı. Bu sözleri duymak onu tahmin ettiğimden bile fazla üzdü. Çehresinde dalgalanan ifadelere keder bulaştı.
"Bu kadar kolay mı pes ediyorsun, Mübrem?"
Sorduğu sorunun altında kaldığımı hissettim. O an adeta donakaldım. Bunu duymak beni temellerimden sarstı. Gözyaşlarım, gözlerime hücum ederken o gece Akif'in yüzüme doğru haykırdığı sözleri anımsadım. O da kolay pes ettiğimi söylemişti...
"Evet..." dedim hıçkırmamak için yutkunurken. "Çünkü kırdılar kanadımı, unuttum uçmayı..."
Dudaklarımdan dökülen sözler ile afalladı, rahat oturuşunu düzeltip dikleşti. Bu şekilde tepki vermemi beklemediği açıktı. Çehresindeki alay silindi yerini hakkaniyetli bir ciddiyet aldı.
"Meva..." dedi pişmanlığın her tonunu işittiğim bir tonda. "O manada demedim."
Hangi anlamda söylenmiş olursa olsun, o sözleri onun ağzından da işitmek beni parçalarıma bölmüştü.
"Size kolay gözüküyor olabilir fakat benim maruz kaldığım o toplumsal baskı var ya, bir bina gibi üstüme çöküyor. Kaldıramıyorum. Yoruldum, insanların sürekli konuşmasından." Durdum ve kısa bir an soluklandım. Koyu bir geceyi andıran gözlerinde dalgalanan pişmanlığına bir kez daha şahit oldum. "Usandım, sürekli bu tür yakıştırmalardan. Sen yarın hayatına kaldığın yerden devam edeceksin..."
"Meva..."
"Gelip seni tebrik edecekler Kürşat ama bana ahlaksızmışım gibi bakacaklar..."
Gözyaşlarım bu sefer dışıma akmadı, irin gibi içime akıp ruhumu çürüttü. Toplumsal gerçekliği haykırmam Ahmet Kürşat'ın sanki suratının ortasına bir tokat yemiş gibi öylece kalakalmasına neden oldu. O yarın hayatına devam edebilecekken ben hiçbir suçum yokken alnıma sürülmüş bir leke ile yaşamak zorunda bırakılacaktım.
"Özür dilerim..." dedi usulca. "Düzeltmek için elimden gelen her şeyi yapacağım, Meva."
"Bizim bir suçumuz yok, Ahmet Kürşat..." derken sesimde bıkkınlık vardı. "Tüm suç bu zihniyetteki insanlarda!"
***
Günler sonra bile hâlâ markette, manavda, kasapta insanların yadırgayıcı bakışlarına maruz kalmaya devam ediyordum. Konu hakkında yapabileceğimiz her şeyi yapmış olmamıza rağmen insanlar kendi zihinlerinde inanmak istediklerini değiştirmemişlerdi. İpek'i birkaç kez Ahmet Kürşat'ın kızıymış gibi sevmek isteyenler bile olmuştu. Kafayı yememe o kadar az kalmıştı ki...
Çalan telefonumu elime aldığımda derin bir nefes verdim. Annem, bir sıkıntım olduğunu anlamış ve benim bıçak açmayan ağzım sebebiyle küplere binmişti. İşin peşini günlerdir bırakmıyor oluşu ise korkutucu olandı.
"Efendim?"
"Mürüvvet Hanım'ın evini buldum, hesabını sormaya gidiyorum. Benim kızım hakkında olur olmadık konuşmak neymiş göstereceğim ona!"
"Nergis, Allah aşkına sakin ol. Kadının evini mi basacağız?"
Eski kayınvalidem Gülizar Teyzenin sesini işittiğimde kafamdan aşağıya kaynar sular döküldü. Elimdeki meyve poşetlerini olduğu gibi meyvelerin üstüne bırakıp hızlıca çıktım marketten. Arabaya atladığım gibi tuttum bizim mahallenin yolunu. Yolda Ayla'yı aramış ve ne olursa olsun annemi durdurmasını istemiştim. Ardından kalbimin deli gibi atmasına sebep olan isme sıra gelmişti.
"Meva?" diyerek meraklı bir şekilde açmıştı telefonu.
Onu ilk kez arıyordum sanırım. Şaşırması doğaldı. Durumun aciliyeti ve vahameti sebebiyle hemen konuya girdim.
"Annem... Bir şekilde olayı öğrenmiş olmalı, Mürüvvet Hanım'ın evini basıyorlar şu an eski kayınvalidemle!"
O an söylediklerimin şaşkınlığından olsa gerek yalnızca nefes alış ve veriş sesi işittim, bir süre sessiz kaldı.
"Bıraksak annen ne kadar ileri gider?" diye sorması ile dumura uğradım.
"Benim babam eski albay, annemi karakollardan toplarsak kendine gelemez!" dedim telaşla.
Öğrendiği yeni bilgiyi sindirmesi birkaç saniyesini aldı. Babamın albay olması biraz ürkütmüştü onu sanırım.
"Orada görüşürüz."
Telefonu kapattıktan sonra dikkatli olmak için üstün bir çaba sarf ederek on dakika kadar kısa bir sürede mahalleye vardım. Arabamı park edip hışımla indim. Mürüvvet Hanımların yaşadığı apartmanın açık kapısından yıldırım kadar hızlı bir şekilde girdim. Hangi katta oturduğunu bilmediğimden sese doğru gitmenin en mantıklısı olacağını düşündüğümden merdivenlerden çıkmaya başladım.
"Nergis Teyze, Allah aşkına yapma!"
Ayla'nın sesini işittiğim an çok yakın olduğumu anladım ve daha da hızlandım.
"Nergis, kadın elinde kalacak dur Allah aşkına, dur!"
Gülizar Teyze bile annem karşısında çaresiz kaldıysa vay halimizeydi.
"Benim kızımı sahipsiz mi sandınız siz?" diye çığırdı annem. "Ben size yedirtmek için mi doğurdum kızımı, ha?"
Nihayet onları bulduğumda dehşetle kalakaldım. Annem, Mürüvvet Hanımın kelimenin tüm anlamıyla yakalarına yapışmıştı. Bedenini sarsarken zavallı kadıncağızın ellerinden kurtulmak için nasıl çırpındığına şahit oldum. Mürüvvet Hanıma acıyacağım hiç aklıma gelmezdi.
"Anne, ne yapıyorsun?" diyerek hemen yanlarına gittim.
Elinden birini tutup Mürüvvet Hanımı ondan kurtardıktan sonra ikisinin arasına girdim. Nefes nefese kalan Mürüvvet Hanım olduğu gibi yere otururken ben de anneme döndüm.
"Bırak beni kızım, haddini bildireceğim. Bir daha kızım hakkında konuşurken iki kere düşünecek!"
"Küçücük masum bir çocuğu bile pis dilinize dolamaya utanmıyor musunuz sahiden? Çok yazık! Torunum ve Meva Kızım bunları hak edecek ne yaptı size?"
Bu seferde Gülizar Teyze yere çökmüş kadının tepesine binmişti. Ayla'da onun elinden kurtarmaya çalışıyordu Mürüvvet Hanımı.
"Hanımlar!"
Tüm apartman bizi izler ve dinlerken, Ahmet Kürşat'ın şahane girişi ile herkes olduğu yerde durdu. Gözler ona döndüğünde ise anlık duraksadı.
"Sensin..." dedi annem şaşkınlıkla.
Annemi dürtmeden edemedim. Ağzından çıkacaklar beni deli gibi korkuttu. Bu anda ne söyleyeceğini bilemezdim ve ilk aklına geleni söylerse beni yakardı. Hem de Mürüvvet Hanımın gözleri önünde...
"Kozlarınızı paylaştıysanız... Mürüvvet Hanımı kontrol etmesi için bir doktor arkadaşım geldi."
Merdivenlerden nefes nefese çıkan adamı gördüğümde ondan bahsettiğini anladım. Ona inanamayarak baktım. Gerçekten bu kadar eğleniyor görünmeseydi yüzündeki endişeli ifadeye kanacaktım!
Onun yaşlarında, yapılı ve uzun boylu doktor diye tanıttığı adam elinde çantası ile gelip Mürüvvet Hanımın tam yanına geçti. O tansiyonunu ölçerken annemle Gülizar Teyze de merdivenlere oturdu.
"Benim tansiyonumu ölç doktor oğlum, bu kadın beynime kan sıçrattı!"
Anneme baktım inanamayarak. Kadın elinde kalıyordu neredeyse. Herkes sakinleşirken Ayla ile yan yana annemlerin karşısındaki duvara yaslamıştık sırtımızı.
"Hiç annene çekmemişsin..." dedi Ayla kıkırdarken.
"Kardeşim ondan beter." Dedim ben de gülümserken.
Gözlerim Ahmet Kürşat'ı buldu. Elindeki suları annem ve Gülizar Teyzeye uzatıp köşeye çekildi. Annemler de fısır fısır aralarında konuşmaya başladılar. Gözlerimi kısıp onlara baktım. Elbette tahmin edebiliyordum ne konuştuklarını!
"Bakma bana öyle dik dik!" dedi annem çocuk azarlar gibi. "Senin sırf tatsızlık çıkmasın diye tüm dertleri içine atacağını bilmesem ben de dahil olmazdım ama benim el atmam gerekiyordu."
"Akşam babama nasıl anlatacaksın acaba olanları?"
"Emekli albay babana..."
Arkamdan fısıldayan Ahmet Kürşat'a dönüp ters ters baktım. Yangına körükle gitmekte üstüne yoktu.
"Daha fazlasını İpek için yapmaz mıydın?"
Konu orada kapandı. Kızım için yapmayacağım şey yoktu. Mürüvvet Hanımın iyi olduğuna kanaat getirdikten sonra oradan ayrıldık. Annem ve Gülizar Teyze ile birlikte benim evime gittik. Onlara kahve yapmak için mutfağa gittiğim an fısıldaşmaya başladılar, yine!
"Konunun ne olduğunu bana da söyleyecek misiniz artık?" diye mutfaktan seslendim onlara.
"Yok bir şey!" dediler aynı anda.
İkisine de inanmadım. Kahveleri alıp salona yanlarına geçtim. Onların önüne fincanlarını koyduktan sonra tekli koltuğa oturdum. Fincanımı tabağıyla birlikte elime alıp sırtımı yaslarken bacağımın birini diğerinin üstüne attım ve dik dik onlara bakmaya başladım.
"Hanginiz anlatmak istersiniz? İpek bu akşam babasıyla kalacak, oldukça bol zamanımız var!"
"O hayırsız baba olduğunu hatırlıyor mu bari?" diyen Gülizar Teyzeyi işittiğimde dudağımda beliren o sinsi gülüşü hemen sildim.
"Konumuz bu değil, Gülizar Teyze!" dedim ciddi olmaya çalışırken. "Fısır fısır ne konuşuyorsunuz siz ikiniz?"
Annem oturduğu koltukta kıpırdandı. Gülizar Teyze annemle göz göze gelmemek için salonun duvarlarını inceledi. Sabırla bekledim konuşacakları anı.
"O adam..." diyerek ağzındaki baklayı usulca çıkarmaya başladı annem. "O muydu?"
"Kim miydi?" diye üsteledim.
"İpek'i hastaneye götürdüğünde yanında olan..."
"İnsan bir haber verir Meva, annen olmasa duymayacağım bile..." diyerek araya girdi yine Gülizar Teyze.
"Öncelikle kusura bakma Gülizar Teyze, gerçekten aklıma kimseye haber vermek gelmedi." Dedim biraz mahcup. "Evet, oydu anne!"
"Cengâver bir oğlana benziyor..." dedi ima dolu Gülizar Teyze.
Bir an onun Akif'in annesi olduğunu hatırladığımda ateş bastı. Eski kayınvalidemin yanında bunu mu konuşacaktık?
"Zaten İpek'e yardım ettiği için bunca şey yaşandı..." dedim bıkkın bir ses tonuyla. "Bunlar yüzünden insanlar iyilik bile yapamaz olacak!"
"O oğlan yine de yaparmış gibi geldi bana." Diyen anneme gözlerimi belerterek baktım.
Hemen yanında oturan Gülizar Teyzeyi unutmuş gibi konuşmasına inanamadım. Kadına ayıp olacaktı. Zaten duydukları yeterince yüzümü kızartmaya yetiyordu.
"Yapsın yapsın," diyen Gülizar Teyzeye dehşetle baktım. "Ne bakıyorsun öyle kızım? Gençsin, güzelsin, kayınvaliden çok şanslı olacak. Senin gibi gelini bulmuş..."
Gözlerimden minnet taştı. Yaşanan her şeye rağmen arkamda bir dağ gibi duracağını daima hissettiriyordu. Desteği öyle anlamlıydı ki bunu kelimelerle anlatabilmek mümkün değildi.
"Benim kızım gibisini mi bulacaklar kız Gülizar, ağzına sağlık." Diyerek ona destek çıktı annem büyük bir hevesle.
"Herkes sizin gibi düşünmüyor..." diye mırıldandım başımı önüme eğerken.
Tülin Teyze ile yaşananlar aklıma gelince içim burkuldu. Şimdi yüz yüze gelsek neler derdi kim bilir? O sözleri işitmeye cesaretim bile yoktu.
"Aklı yoktur o kadının!" dedi Gülizar Teyze biraz kınayarak. "Benim oğlum kötüydü kızım. Ben yetiştirdim, büyüttüm ama bir yerde fazla şımartmışım demek ki. Kıymetini bilemedi senin hayırsız..."
Bir süre daha sohbet ettikten sonra kalktılar. Akşam yemeğine kalmaları için ısrar etsem de pek dinlemediler. Tek başıma yemek yedim. Evde kızımın yokluğu oldukça anlaşılıyordu. Yarın gelecekti ama yine de kendimi fazlasıyla yalnız ve mutsuz hissettim.
Onun oyuncaklarından birine sarılıp, televizyon karşısında uyuyakaldım. Gözümü tıklatılan kapının sesi ile açtım. Doğrulduktan sonra dağılan saçlarımı toplarken usulca kapıya doğru ilerledim. Hiç gelenin kim olduğuna bakmak aklıma gelmedi. Bir elim atkuyruğu yapmaya uğraştığım saçlarımdayken diğeriyle kapıyı açtım.
Onu her gördüğüm an zamanın akışının yavaşladığını ve tüm evrende yalnızca ikimizin kaldığını hissedecektim sanırım. Hatta her seferinde böyle olmasından dolayı artık bundan emindim!
"İyi akşamlar," dedi usulca.
Açıkçası saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Uykudan uyandığım için sersem gibiydim. Karşımda onu görmek durumumu daha zora sokuyordu.
"İyi akşamlar."
"Çay içtin mi?" diye sorması ile afalladım.
"Ne?" dedim şapşal bir eda ile.
Halim ona da komik görünmüş olacak ki hiç sakınmadan yüzüme karşı alayla sırıttı. Saçımı toplama işini tamamladım hızlıca.
"Annem çay koydu, yanında bayılacağın tuzlu kurabiyelerinden de yapmış. Seni de aramızda görmek istiyoruz."
Sözleriyle öylece suratına bakakaldım. Duyduklarımı sindirmem elbette kolay olmayacaktı. Bugün yaşananlardan ve nicesinden sonra Tülin Teyzeyle yüz yüze gelmeye pek hevesli olmamam bence normaldi.
"Korkma," dediği an şaşkınlığım arttı. "Kimseyi yemiyoruz."
Kendimi tutamayıp bende gülüşüne eşlik ettim. Başta isteksiz olsam da dakikalar sonra kabul ettim. İkna kabiliyetinden miydi yoksa beni büyülediğinden mi bilinmez ama bir şekilde onu onaylarken buldum kendimi. Bu duruma kendim bile şaşkınken ondan beni beklemesini rica ederek üstümü değiştirmek için odama gittim.
Elimi yüzümü yıkadıktan sonra üstümü değiştirip döndüm. Kapının dışında, bir omzunu duvara dayamış bir şekilde beni beklerken buldum. İçeri girmemesi gözümden kaçmadı.
"Tülin Teyzeyle yan yana gelmek konusunda hâlâ kararsızım." Diye itiraf ettim.
"Sen cesur bir kadınsın, Meva." Dedi oldukça ciddi bir ses tonuyla. "Bunu daha fazla ertelemenin anlamı yok. Kendini bilmez insanların sözleri senin değerini değiştiremez. Annem de bunun farkında."
İmalı sözleri ile beni adeta şaşkına çevirdi. Tülin Teyze tam olarak neyin farkındaydı? Daha doğru biçimde soracak olursam, kimin için değerimin farkındaydı?
"Yine de yüzleşmek beni korkutuyor."
Sözlerimden sonra elini bana doğru uzattı. Usulca bileğimi kavradı. Her dokunuşunda bedenimde bir yangın başlatabilmesine inanamıyordum. Yangın öyle hızlı tüm bedenime sıçrıyordu ki tutuşuyordum. Duvardan ayırdığı bedeninin ardından beni de kendisiyle birlikte karşı evin kapısına doğru götürdü. Usulca evin kapısından içeri girerken kulaklarım uğulduyordu. Yüreğimin gümbürtüsünden başka duyabildiğim bir şey yoktu.
Gerginlik ve heyecan aynı anda sardı tüm bedenimi. Salona girene kadar bileğimi bırakmamış olması korkularımı körükledi. Koltuklarda karşılıklı oturan Ayla ve Tülin Teyzeyi gördüm. Televizyonun dibine kadar girmiş ve merakla çizgi film izleyen Ersan Alp bile bize döndü. Ayla'nın bakışları abisinin bileğimi tutan eline kaydı. Boğazımı temizlerken usulca bileğimi kendime doğru çektim ve Ahmet Kürşat'ın elinden kurtardım. Keşke bazı şeyleri de bu kadar kolay ondan kurtarabilseydim...
"İyi akşamlar," dedim utana sıkıla.
"İyi akşamlar, hoş geldiniz." Dedi yerinden kalkan Tülin Teyze.
Şaşırmaması zaten geleceğimi bildiğini anlamamı sağladı. Önce Tülin Teyzeyle ardından Ayla'yla sarıldım. Süt dökmüş kedi gibi Ayla'nın yanına oturdum. Ona baktım biraz tereddütlü, gülümsediği an içimdeki korkuların üstüne bir güneş doğdu. Gerginliğim yavaşta olsa azalmaya başladı.
"Ben çayları getireyim," diyerek ayaklandı Tülin Teyze.
"Sana yardım edeyim, anne." Diyerek hemen peşinden gitti Ayla.
Salona girdiğimiz andan beri özenle bakmamaya çalıştığım Ahmet Kürşat ile göz göze geldik. Dudaklarında yatıştırıcı bir tebessüm belirdi.
"Hâlâ kraliçe olmak istemiyor musun, Meva Abla?"
Ersan Alp'in sorusu ile bakışlarım ona döndü. Dudaklarımda zoraki bir tebessüm oluştu. Şimdi hiç sırası değildi Ersan Alp...
"Düşünme aşamasındayım canım." Dedim konuyu hemen kapatabilmek adına fakat Ahmet Kürşat'ın o imalı bakışı nefesimi kesti.
"Biliyor musun, anneannem senden çok güzel kraliçe olacağını söyledi."
Sözleri ile afalladım. Bunu duymayı sahiden hiç beklemiyordum. Tülin Teyzenin düşüncelerini net bir dille söylemesinden sonra pek inandırıcı da gelmiyordu. Sanırım Ahmet Kürşat'ın dışında herkese çok güzel bir kraliçe olacağımı söylemiş olmalıydı...
"Ersan Alp, senin uyku saatin geçmedi mi dayıcım?"
Ahmet Kürşat'ın sözleriyle bakışlarım ona döndü. Davranışı biraz şüphe uyandırıcı ve tuhaftı. Burada benim bilmediğim ne dönüyordu?
Ersan Alp, söylene söylene odasının yolunu tuttu. Onun gidişi ile bakışlarımız bir kez daha kesişti. Yüreğimle zoru vardı bu adamın. Ona her baktığımda gökyüzünde tutulan ay gibi hissediyordum. Oysa güneş gibi tüm çekim gücünü üstümde kullanıyordu.
"Sakinleştin mi?" diye sordu biraz alçak sesle.
Hayır, anlamında başımı iki yana salladım. Çehresini anlayışlı bir ifade kapladı.
"Korkma, Mübrem..." diye fısıldadığı anlarda dünya sanki dönmeyi bıraktı. Beni bile şaşırtan bir güvenle onu dinlemeyi seçtim. "Her şeyi yoluna koyacağız."
Umarım o uğurda daha fazla canımız yanmazdı...
Kısa bir süre sonra ellerinde ikram ve çayla geri döndü hanımlar. Sehpanın üstünü bir güzel donattıktan sonra çay servisini de yaptılar. Onlar ailecek sohbet ederken tek kelimelik birkaç cümleyle anca katılabildim.
Ahmet Kürşat'ın yaramazlık dolu çocukluğunu dinlerken yüzümden asla silinmeyen gülümsemem umarım kimsenin dikkatini çekmemiştir. Onun haylaz anılarını anlatan Tülin Teyzeyi dikkatle dinledim.
"Ayla aynı İpek gibiydi," demesi ile irkildim.
Kızımla konuşmuştum ama yokluğu yine burnumun ucunu sızlattı.
"Oldukça sosyal ve konuşkanmışım," deyip sırıttı Ayla. "Annem pazara gittiğinde benim yüzümden işinin hep bir saat uzadığını söyler. Bütün pazarcılarla sohbet edermişim."
"Çenem düşük demiyor da..." diye araya giren Ahmet Kürşat'ı işittim.
Tülin Teyze kahkaha atarken ben ağzımdaki çayı püskürtmemek için üstün bir çaba sarf ettim.
"Senin gibi her şeye zarar vermiyormuşum en azından," dedi dargın gibi Ayla.
"Kuru iftira!" diyerek hemen reddetti Ahmet Kürşat.
"Meva, benim bu abim var ya..." diyerek bana döndü Ayla. "Yolda yürüyen bir kızın elindeki cam şişe sütlere tekme atıp hepsini kırmıştı. Sebebini sorduklarında da canının istediğini söylemişti. Annem iki gözü iki çeşme ağlayan kıza fazladan para vermişti olay büyümesin diye de yine kızın ağlaması zor durmuş."
"Zararsızmışsın baya." Dedim gülerek Ahmet Kürşat'a dönerken. "Durup dururken cam şişedeki süt seni neden rahatsız etmiş olabilir?"
Gülerken konuşuyordum. Bir kızım olduğuna yeniden şükrettim. İpek, bana verilmiş en büyük hediyeydi.
"Hatırlamıyorum böyle bir anı, Ayla bence uyduruyor..."
Onun bu savunuşuna daha çok güldük. Tülin Teyze, oğlunun kirli çamaşırlarını bir bir döktü. Kanalizasyona düştüğünü, sürekli mahallelinin camını bacasını kırdığını ve nicesini.
"İyi ki bir kızım var o zaman," dedim artık gülmekten gözümden yaş gelirken. "Erkek çocukla uğraşmak ayrı bir dertmiş."
"Belki bir gün oğlun da olur, Meva?"