♫ ♪ ♫
Anıl Berk – Zor
Ben onun kadar cesur olamazdım. Onun kadar pervasız ve özgür olabilmeyi isterdim fakat benim ayağımdaki prangalar buna müsaade etmezdi. Kimsenin hayatımı yönlendirmesine izin vermezdim ama bazı sözler insanı yaralıyordu. Arkamızdan söyleyecekleri onca sözü nasıl sindirebilirdim?
"Ahmet Kürşat..."
"Kürşat, de lütfen."
Ona bakarken içim sızladı. Diyemiyordum işte, yapamıyordum. Bir yanım çırpınıyordu dilediğim gibi davranmam için ama ben yine de kendimi tutmak zorunda hissediyordum.
"İnsanların sana, ailene zarar vermelerinden korkmuyor musun? Annen duyduğu her yeni sözle kırılacak, üzülecek. Evet, kendimi düşünmemi istiyorsun ama ben bu kadar bencil davranabilir miyim hiç bilmiyorum."
"Hayatında bir kez de bencil davran, Meva."
İsmimi tonlayışı, dudaklarından ahenkle dökülüşü yüreğimi hoplatıyordu yerinden. Haklıydı, bir kere de ben bencil oluversem ne olurdu yani? İnsan sevgi için değilse ne için savaşacaktı?
"Hiç kolay olmayacak."
"Ben kolayı sevmem zaten, Meva."
Nefesim kesildi. Gözlerinin içine bakarken, bu kadar yakınken daha nasıl kaçabilirim bilemiyordum. Daha ne kadar direnebilirdim ki içimde çağlamakta olan bu hislere? O bana böylesine derin bakarken ben yüzeysel davranamazdım ki. Bu adamı görmezden gelemiyordum!
Bakışları usulca dudaklarıma kaydığında göğüs kafesimi yumruklamaya başladı kalbim. Onsuzluğu gerçekten tercih edebilir miyim?
"Yine de dikkat etmemiz gerekecek."
Gözlerini yumup derin bir nefes aldı. Ardından bir eli belime doğru kaydı. Dokunuşu içimi titretirken dudaklarımdan cansız bir soluk çektim. Bu adam gerçekten tüm kapılarımı zorluyordu.
"Kimsenin ne dediğini ne düşündüğünü önemsemiyorum. Önemsediğim tek şey senin tam olarak ne olmasını istediğin, Mübrem..."
Olsun istiyordum. İnkâr edecek halim yoktu. Elimde eli olsun, gözümde daima gözleri olsun istiyordum. Bu his sinsice beni ele geçirmişti sanki. Birkaç ayda böylesine yoğun bir duyguyla dolup taşar mıydı insan? Ben taşıyordum!
"Kürşat..." dedim itiraz edecek gücüm yokken.
Belimdeki eli hareketlendi ve beni sıkıca tuttu. Ne yapacağını anladığımdan nefes nefese kaldım. Onu tanımadan önce bu defteri kapattığımı düşünürdüm. Meğer ne büyük yanılgıymış...
Parmaklarıyla yanağımı içimi titreten bir şekilde okşadıktan sonra çenemi kavradı ve sonra eğilmeye başladı. İçgüdüsel olarak ona doğru yükselmeye başladım. Elim göğsünden güç alırken parmak uçlarıma doğru kalkıp onun dudaklarına uzandım. O lav parçası kadar sıcak dudakları dudaklarıma değdiği an sanki etrafımızda kıyamet koptu. Tüm bedenim bu anla sarsılırken tir tir titreyen ellerimle yüzünü okşadım. Parmaklarım usulca ensesine doğru ilerlerken dudaklarımı araladım. Yıllardır bunu bekleyen bir yanım olduğunu o an fark ettim. Öpücüğünün derinliği beni bertaraf etti. Bunu böylesine çok istediğimi bilmezdim. Benim için tutuşan bir adam istiyordum. Benimle yanmaktan korkmayan, daima yanımda duracağından emin olduğum birisi olmasını diliyordum. Sanırım sonunda dualarım kabul olmuştu...
Yumuşak dokunuşları zaman geçtikçe sertleşirken nefes almak için bana fırsat vermiyordu. Ben kollarımı ensesinde birleştirdiğimde iki eliyle belimi kavrayıp sanki mümkünmüş gibi bedenine biraz daha bastırdı. Dudağımızdan kaçan ufak inleme ikimizin de ateşini arttırdı. Dakikalar sanki asırlarmış gibi geliyordu. Hiç bitmesin istiyordum. Bu an sonsuza dek sürse bile razıydım. Onun nazik olmaktan çok uzak öpücüğünü aklımdan silmeye hiçbir şeyin gücü yetmezdi. Dudaklarının dudaklarımın üstündeki baskısını, üstümdeki hâkimiyetini, ellerinin değdiği her yeri ateşe vermesini nasıl unuturdum? Dudaklarımı araladığım an istilacı bir şekilde dilini itişini, beni tümüyle ele geçirişini, ruhuma kendisini usul usul işleyişini aklımdan çıkaramazdım ki!
Nefes nefese dudaklarımız ayrıldığında gerçek dünyaya dönmeye başladığımızı fark ettim. Bir utanç dalgası beni sarmalarken tüm yüzümün ısındığını hissettim. Başımı göğsüne gömerek ondan saklanmayı umdum.
İki eliyle birden yüzümü kavrayıp başımı kaldırdığında kaçarımın olmadığını anladım. Zaten ondan ne kadar kaçsam o kadar tutuluyordum.
"Bundan sonra inkâr da etsen peşini bırakmayacağımı bilmelisin, Mübrem."
Kıkırdamadan edemedim. Bu adam tüm doğrularımı bana unutturmuştu resmen. Aklıma o an geldikçe kendimden geçer gibi oluyordum.
"İnkâr etmeye mecalim kalmadı, Kürşat."
"Benim de daha fazla uzak durmaya..."
***
Karşımda kız kardeşim Berra ve hemen yanında Sanem oturuyordu. İkisi de rahat koltuklarıma yayılmış, bacak bacak üstüne atmış, kollarını göğüslerinde birleştirmiş bana bakıyorlardı.
"Bir açıklama yapacak mısın, abla?" derken Berra biraz sinirli gözükmüştü gözüme.
"Vallahi ben biliyor sandım, Meva. Nereden bileyim senin bugüne kadar beklediğini?" diyerek kendini savunmaya çalıştı Sanem.
Berra'ya benden önce Ahmet Kürşat'tan bahsederek ölüm fermanıma bir imza atmıştı. Berra ise tüm bunları şimdiye kadar anlatmadığım için öfkeden deliriyordu. Haklıydı da ama olaylar öyle hızlı, karmaşık ve tuhaftı ki hangi birini ne ara anlatacağını bilemiyordu insan. İpek, bu gece babasında kalacağı için de yüzleşme günü ilan edilmişti. Beni çiğ çiğ yiyeceklerdi.
"Öncelikle düne kadar aramızda net hiçbir şey yoktu," diyerek sözlerime başladım.
"Ne demek düne kadar?" derken yerinden fırladı Sanem. "Dün ne oldu? Bizden ne saklıyorsun, hemen dökül!"
Yakama yapışıp nefes aldırmaz olduğunda ellerinden kurtulmak için çabalamam gerekti.
"Yakamı bırak artık Sanem," derken onu ittirmeye çalışıyordum. "Bırakırsan zaten anlatacağım!"
Berra bana dik dik baktı. Kardeşim hem sinirli hem de kırgındı, biliyordum.
"Şehir dışındaydın ablacığım, ben seni iş seyahatinde arayıp bunları nasıl anlatacaktım? Küsme lütfen bana..." derken masum masum baktım ona.
"Ay tamam," dedi bu halime dayanamayan Berra. "Her şeyi en başından düzgünce, hiçbir detayı atlamadan anlat lütfen."
Dediği gibi de yaptım. Hikâyeyi en başından, hiçbir detayını atlamadan anlattım. Maşallah zaten hiçbir ayrıntıyı da unutmamıştım. Ve nihayet konu dün akşama geldiğinde biraz durdum. Mırın kırın ederek biraz geciktirmeye çalıştıysam da kızlar konuşmam için baskı kurduklarında daha fazla kaçamayacağımı anlayıp döküldüm.
"Sonra da beni öptü."
Sözlerimden sonra salonda bir çığlık seli başladı. Sanem yerinde duramamış sevinçle çocuklar gibi koltukta zıplıyordu. Berra ise ona uymuştu. Onlara şaşkınlıkla baktım. İpek ve Ersan Alp'i çocuk oyun yerine koyunca onlar da aynen böyle oluyorlardı!
"Bir daha söyle kurban olduğum, bir daha!" dedi Sanem.
"Nesini söyleyeyim Sanem? Öpüştük işte!" dedim biraz sinirli.
"Sanırım biraz sinirlendi," derken hâlâ eğleniyordu Berra.
"Merak etme canım arkadaşım. Söz, sana papatya tarlası alacağım." Diyerek yerinden kalktı ve yanıma gelerek beni sıkıca sardı Sanem.
Berra da hemen ona eşlik etti. İkisi beni boğarcasına severken çığlık atmama ramak kalmıştı.
"Şu sorumu şimdi göğsümü gere gere tekrarlayayım," diyen Sanem'in ne diyeceğini adım kadar iyi biliyorum. "Siz şimdi nesiniz?"
"Bilmiyorum Sanem. Bildiğim tek şey artık birbirimizin hayatında olduğumuz."
"Allah'ım bundan daha güzel şey olabilir mi?" derken bana tekrar sarıldı Berra.
"Olur, ben de sevgili yaptım galiba."
Bu sefer şaşkınlık nidaları atma sırası bendeydi. Arkadaşımın sanki, yoğurt yedim, dercesine bir basitlikle söylediği sözleri sindirmem biraz uzun sürebilirdi.
"Gökalp mi?" dedim merakla.
"O kim?"
"Eniştemin arkadaşı," diyen Sanem'e şaşkınlıkla baktım. Altı yıllık evli olduğum Akif'e bile enişte dememişti!
"Elti oluyorsunuz demek!" derken oldukça sevinçliydi Berra. "Ama unutmayın ki bir ay içinde nişanım var. Benden önce evlenirseniz yolarım saçınızı başınızı!"
"Çirkef bir şeymişsin de sen!" derken ona kınayarak baktı Sanem. "Yıllar sonra düşünmeden nikah basabileceğim kadar mükemmel bir adam buldum bekler miyim sence ben?"
"Oha!" dedim şaşkınlıkla arkadaşıma bakarken. "Bu kadar ciddi misin?"
Dudaklarında sinsi bir sırıtışla bakıp bana göz kırptı. Böylelikle cevabımı aldım. Gerçekten ciddiydi. Kafaya koyduysa yapacağından emindim, Sanem bir deliydi. Hem de gözü kara bir deli!
"Tabi gidip yarın nikâh kıymayacağım da bu ilişkinin sonunun o olduğunu şimdiden hissediyorum, diyelim." Derken heyecanı gözümden kaçmadı.
Onu uzun zamandır böyle görmüyordum. Bir kere evliliğin kıyısından dönmüştü, acı bir şekilde, tekrar aynı hatayı yapmayacağını söyleyip duruyordu. Gökalp'in kısa bir sürede ona bunu düşündürecek ne yaptığını açıkçası merak ettim.
Akşamımız oldukça güzel geçti. Gecenin bir yarısına kadar sohbetimiz devam etti. En son herkes sızıp kalmıştı. Bu kız gecesini ne kadar özlediğimi fark etmem işten bile değildi. Gerçekten insanın hele de benimki gibi zor dönemlerden sonra yanında desteğini görmek istediği insanlar oluyordu. Ailemin ve arkadaşımın desteğini hep hissetmiştim. Ben şanslı olanlardandım. Çoğu kadının ben kadar şanslı olmadığını da biliyordum...
Toplum baskısı, insanların sürekli sizi yaftalaması, bakışları, sözleri... Sizi incitebilecek o kadar fazla şeyleri vardı ki bazen şaşıp kalıyordum inanın ki. Bir insanı incitmek gerçekten bu kadar kolay mıydı? Herkesin hayatında yaşadığı farklı zorluklar olurdu. Kimin psikolojisinin daha kırılgan olduğu hiç belli olmuyordu. Bu şekilde yaparak onları ölüme bile götürebileceklerini neden görmüyorlardı, anlamıyordum!
Sabah uyandığımızda ilk işimiz dağıttığımız salonu bir güzel toplamak oldu. Ardından kahvaltı hazırlıklarına başladık.
"O son bardağı içmeyecektim," diye söylenen Sanem'i işittim.
"Son altı bardağı falan içmemeliydin..." diyerek ona sataştım.
Bana kötü kötü baktıktan sonra dil çıkarıp işine döndü.
"Evde ekmek yok ki!" diye söylenen Berra'yı işittim.
Doğru, dün akşam sözde marketten alacaktım fakat tamamen aklımdan çıkmıştı.
"Ben alıp gelirim," diyerek yatak odama yöneldim.
Üstüme bir kazak ve pantolon geçirdikten sonra ev anahtarımı ve montumu alıp evden çıktım. Kapıda Ayla ile karşılaştım. Beni gördüğünde kocaman gülümsedi.
"Günaydın canım, nasılsın?" derken Ersan Alp'in beresini düzeltiyordu.
"İyiyim canım, markete gidiyorum. Sen nasılsın?"
"Ersan Alp'in babası geldi, hafta sonu babasıyla çılgın bir tatil yapacakmış beyefendi." Derken gülümseyerek oğluna baktı.
Gülümsese de aslında bir sıkıntısının olduğunu görebiliyordum. Eski eşi ile ne zaman karşılaşsalar böyle oluyordu. İlk zamanlar için normaldi. Ayrılmak isteyen ben olmama rağmen Arif'i görmeye katlanamazdım ilk zamanlar. Beni o son noktaya getirmeyi başardığı için onu uzunca bir süre affedememiştim.
"İpek'te babasında ama akşam seni soruyordu sürekli, Ersan Alp."
Bana bakan çocuğun gülümsemesi görülmeye değerdi. Çocukların gülümsemeleri, beni dünyanın çok güzel bir yer olduğuna inandırırdı.
"İpek'i özledim," dedi mutlulukla gülümserken.
"İnan o da seni özlemiş," dedikten sonra yanağını okşayıp arkadaşıma döndüm. "İyi misin?"
Fısıldayarak konuştum ki Ersan Alp bizi duymasın. Çocuklar bu dönemlerde oldukça hassas olurdu bu sebeple anne olarak onlara acılarımızı yansıtmamak için elimizden geleni yapardık. Bunu bildiğimdendi hassasiyetim.
"Bilmiyorum," dedi acısını sinemde hissettiren bir tonda. "Onu görmek bana iyi gelmiyor."
"Ersan Alp'i babasına götürdükten sonra bana gel. Sanem ve kardeşimde evde."
"Hiç sizi rahatsız etmeyeyim."
"Saçmalama, ikisi de çok mutlu olur. Lütfen, Ayla..." dedim ona yavru kedi bakışları atarken.
Elbette bu halime daha fazla dayanamadı ve reddetmeyi bıraktı. Oğlunu bıraktıktan sonra gelecekti. Birlikte aşağıya indik. Ayla, eski eşinin arabasına yönelirken ben ters yönde market için yürümeye devam ettim.
Market zaten çok uzak değildi. Bitmiş ya da bitmeye yakın birkaç ürün daha aldıktan sonra ödemelerini yapıp marketten çıktım. Eve doğru yürüdüğüm esnada karşıdan gelen kadınları gördüğümde yüzüm buruştu. Mürüvvet Hanım ile uzun zamandır karşılaşmıyorduk ve onu görmek istemiyordum da fakat hayatın farklı planları varmış gibi görünüyordu.
Yanlarından geçip gitmekti niyetim fakat içlerinden birinin sorusuyla durmak zorunda kaldım.
"Nasılsın, kızım?" diye soran Seyran Hanımdı.
Onun ne kadar iyi bir insan olduğunu biliyordum ama yanındaki kadını göresi gözüm yoktu. Yaptıkları, canımı nasıl yaktığını unutmazdım.
"İyiyim, Seyran Hanım. Siz nasılsınız?" diye sordum bile isteye o kadından tarafa bakmazken.
"Çok şükür, kızım. İpek kızımız nasıl?"
Sorusu ile bedenimde bir ürperti oluştu. Dilimin ucuna kadar gelenleri hâlâ yutmalı mıydım?
"İyi, çok şükür. Onca şeye rağmen, iyiyiz."
Sözlerimi bu sefer Mürüvvet Hanımın gözlerinin içine bakarak söyledim. Utandığından değil de annemle yaşanandan sonra çekindiğinden olsa gerek gözlerime bakamadı.
"Çok sevindim güzel kızım, daha iyi olun İnşallah."
"Çok teşekkür ederim, size iyi günler dilerim."
Yanlarından ayrıldıktan sonra biraz da olsa hafiflemiş hissediyordum. Eve döndüğümde kızlar çoktan sofrayı tamamlamışlardı. Henüz Ayla'nın gelmediğini fark ettiğimde onu arayarak tekrar davet ettim. O geldiğinde de sofraya oturduk.
"Ellerinize sağlık, her şey çok güzel olmuş." Dedim karnımı doyurduktan sonra.
"Hazırlaması bizden, toplaması sizden." Diyen Sanem'le hep birlikte kahkaha attık.
Onlar salona yayılırken Ayla ile birlikte sofrayı toplamaya başladık. Gözlerim üstünde oyalanıyordu. Bir sorun vardı, bunu görebiliyordum. Bulaşıkları makineye dizerken belki anlatır diye laflamaya başladım.
"Sen sahiden iyi misin, Ayla?"
Elindekileri çöpe attıktan sonra doğrulup bana baktı. Gözleri dolu doluydu, başını olumsuz anlamda iki yana salladı. Konuşsa ağlayacağı için susmayı seçenlerdendi.
Elimdekileri bıraktıktan sonra yanına gidip sıkıca sarıldım. Ne hissettiğini çok iyi biliyordum. Aynı dikenli yollardan yalın ayak geçmiştim. Benzer bir ateşin üstünde cambazlık yapmayı deneyip sonunda küle dönmüştüm. Yeniden doğabileceğini keşfetmesi gerekiyordu sadece. İnsan bazen kaybetmenin en acısız yol olduğunu keşfederdi. O da keşfedecekti.
"İyileşeceksin, arkadaşım." Dedim sırtını sıvazlarken. "Dizlerindeki yaralar kapanacak, yüreğindeki ateş sönecek. İçin için yanıp kendi kendine sönmek nedir ben çok iyi bilirim. Ama inan bana, geçecek..."
"Geçsin artık, Meva. Onu her gördüğümde yüreğimdeki bu acı bitsin istiyorum."
"Zamanla azalacak ve nihayetinde son bulacak."
Ona sözlerim deva olamazdı, biliyordum ama yanında olduğumu bilmesini istiyordum. Bu süreç psikolojik, toplumsal, kişisel açıdan çok zordu. İnsanın kendi zorlukları yetmezmiş gibi insanlar tarafından da incitilmeye devam ettiği için toparlanmak zor oluyordu ama yine de oluyordu. Hayattan ümidi kesmek için çok gençtik. Yalanlara, çarpıtılmış olanlara, kırgınlıklara rağmen dünya dönmeye devam ediyordu. Biz anneydik, evladımız için çabalamak zorundaydık!
Kahveleri yaptıktan sonra salona döndük. Kızlarla bol kahkahalı sohbetimizin öğlene kadar sürdü. Gözüm sürekli kızımı arıyordu. Onun varlığına öylesine bağlıydım ki o yokken büyük bir eksiklikle baş başa kalıyordum. Tüm hayatımı onunkine göre şekillendirdiğim için o yokken bu kalbimin içi çok boştu.
"Abim nihayet itiraf etti, ha?" dedi konuşmanın sonlarına doğru Ayla.
Ona bakarken yüzümün yandığını hissetmem işten bile değildi. Her şeyi bilse de yine de onun kardeşiydi sonuçta. Tüm engellere rağmen yine de bizi desteklediğini biliyordum.
"Hem de ne itiraf..." diyerek iç çektim.
Bu halime kıkırdadılar. Hülyalı bir halim vardı tabi, bu duyguların yoğunluğuyla ne yapacağımı bilmiyordum.
"Sizin adınıza çok sevindim. Abimin asla pes etmeyeceğini biliyordum, anneme bile rest çekmişti." Derken sırıtmaya devam ediyordu Ayla.
Ona şaşkınlıkla baktım. Bu da ne demekti şimdi?
"Detay ver bebeğim, bizi detaya boğ!" diyerek tüm dikkatini ona yöneltti Sanem.
Dedikodunun kokusunu bile alsa aynen böyle oluyordu. Ona bakarken gülümsememek elde değildi. Ayla'nın dibine kadar girip ağzından dökülecek her sözü merakla beklemeye başladı.
"Annemi hastaneden çıkarttıktan ve benim de annemin yanına taşınmamdan sonra oldu." Derken bana haylaz bir ifadeyle baktı. "Annemin söylediği her söz için pişman olduğunu görüyorduk, bu konu hakkında ben de kendisine bir hayli kızmıştım zaten. Mahallelinin dolduruşuna gelip seninle o şekilde konuşması kabul edilemezdi. Abim de çok net bir dille anneme bunu belirttikten sonra..."
Duraksadığı an herkesin heyecandan aklını kaçıracağının farkındaydı ama bundan zevk alıyor gibi görünüyordu. Nefesimi tutmuş bir vaziyette onu dinliyordum!
"Senin kendisi için çok kıymetli olduğunu ve kimsenin seni incitmesine izin vermeyeceğini söyledi. Gerekirse tüm mahalleyi de karşısına alırmış. Hatta üzüldüğünü görmeye devam ederse seni de alır gidermiş. Gözü öyle bir kararmıştı ki, bir an sana yıldırım nikâhı kıyacak sandım vallahi. Sonra bu yaşananlar telafi edilene kadar eve gelmeyeceğini söyledi ve gitti."
O asansörde, gözleri gözlerime değdiği ilk gün hikâyemizin başladığını biliyordum. Aynı hisleri paylaştığımızı bilmek garip bir mutluluk veriyordu. Damarlarımda süzülen serotonin hormonları beni adeta uyuşturuyordu.
"Sizin Ersan Alp'le sinemaya gittiğiniz gün annem abimi eve çağırdı. Seninle yaşanmış olan tatsız durumu çözeceğine söz verdi. Sanırım o da abimin kararlılığını anlamıştı." Diyerek sözlerini tamamladı.
Gözbebeklerimin bile gülümsediğine emindim. Sevilmek, her şeye ve herkese rağmen sevilmek... Tüm zorluklara rağmen yine de vazgeçilmemek çok güzel bir duyguymuş. Bugüne kadar hiç bilmediğim, tatmadığım bir duygu...
"Ben onay verdim, evlenin!" dedi Berra.
Ona şaşkınlıkla baktım. Biz yolun çok başındaydık.
"Ben bir kez daha nikâh şahidin olurum, güzel arkadaşım. Yeter ki sen bu adamla evlen!" diyerek hemen onu destekledi Sanem.
Yanımızda Ahmet Kürşat'ın kız kardeşi olduğunu bazen unutuyorlardı. Onlara belerttiğim gözlerimle uyarıcı bakışlar atsam da pek oralı olmadılar. Onlar benden daha fazla hayallere kapılmış gibi görünüyordu.
"Bu sefer her adımımı sağlam atmak istiyorum," dedim kendime de itiraf eder gibi. "Aynı hataları yapmadan, sağlam temeller kurarak inşa etmek istiyorum bu ilişkiyi."
Bana alaylı ifadelerle baktılar. Bizim sabırsız olduğumuzu falan düşünüyor olmalıydılar. Sanırım öyleydik...
***
Akşam kızım geleceği için ona en sevdiği yemekleri yaptım. Kızlar gittikten sonra ortalığı iyice toplayıp bir güzel de haftalık temizliğimi yaptım. İşlerim bittikten sonra duşa girdim. Ilık duş tüm vücuduma fazlasıyla iyi geldi. Gözlerimi yumduğum her an dudaklarımda hissettiğim o ateş parçası dudaklarını anımsamasam çok daha iyi hissedecektim aslında. Fakat aklıma geldikçe nabzım yükseliyor, sık sık nefesler alıp veriyordum.
Bu adam tümüyle dengemi bozmuş görünüyordu. Gerçi ben halimden pek memnundum. Onu düşünmeden edemiyordum. Nihayet mahallenin de dilinde olmadığımızdan artık rahattım. Gerçi mahalleli bizi öyle çok diline dolamıştı ki artık yaratıcı fikirler üretemiyorlardır.
Duştan çıktıktan sonra makyaj aynamın başına geçip kendime kişisel bakım için uzun bir süre ayırdım. Aynadaki aksime bakarken gözbebeklerime kadar gülümsediğimi görmek ne mutluydu. Kendimi çok daha güzel hissediyordum. Yüzüm parlıyor, gözlerim ışıldıyor, saçlarım daha bir sağlıklı görünüyordu. Resmen benden alınan o ışığı tekrar bulmuştum.
Bundan sonra kimsenin ışığımı söndürüp sonra da karanlığımdan şikâyet etmesine müsaade etmeyecektim.
Saçlarımın bakımını yaptığım esnada zilin sesini işittim. Akif ve İpek gelmiş olmalıydı. Kapıyı açmak için odamdan çıkıp koridorda yürüdüğüm esnada bir anda olduğum yerde durdum. Üstümde bornoz olduğunu o an fark ettim. Eski kocamı böyle karşılamaktan daha absürt bir şey olamazdı. Hemen üstümü değiştirmek için odama yönelecektim ki zilin sesi tekrar işitildi. Kapıdan sadece kafamı uzatarak kızımı alma kararı aldım ve koridorda ilerledim.
Kimin geldiğine bakma gereği duymadan kapıyı biraz açıp başımı uzattığım an ayak parmaklarımdan saç diplerime kadar kızardığımı hissettim. Onu görmeyi hiç beklemiyordum. Geleceğini haber vermemişti...
"Meva?" diye fısıldadı biraz şaşkın.
Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırmayı bırakıp şaşkın ifademi suratımdan sildim.
"Seni beklemiyordum." Dedim şaşkınlıkla.
"Umarım bu halde kimseyi beklemiyorsundur..." diye mırıldandı.
Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Ne yapacağımı bilemedim. Gerçekten içinde bulunduğum durumu düşünmemek en iyisiydi.
"Ben odama geçiyorum, sen de salona geç lütfen." Dedikten sonra kapının arkasından çekildim.
Adeta koşar adımlarla odama gittiğim sırada arkamdan gelen kıkırtıyı elbette işittim. Onun kıkırtısı lahuti bir tondaydı.
Hızlıca üstüme kısa kollu, dizlerimin hemen üstünde biten bir elbise giydikten sonra ıslak saçlarımı kuruyabilmesi için açık bıraktım. Ardından yüzümdeki kızarıkta geçince salona gitmek üzere odamdan çıktım.
"Hoş geldin," dedim ona merakla bakarken.
Gözleri ıslak saçlarımda oyalandı. Ardından saçlarımın ıslattığını o baktığında anladığım üstümde dolandı. Yutkunuşuyla Âdem elması tahrik edici bir şekilde aşağı yukarı hareket etti. Tüm doğrularımı bir kez daha bana unutturdu.
"Çok güzelsin."
Sözleriyle çarpılmışa döndüm. Az önce aynaya bakıp aynı şeyleri düşünmek farklı, bunu onun dudaklarından duymak çok farklıydı.
"Kürşat..." dedim aynı kızım gibi nazlı bir tonla.
Ona yakın koltuğa oturduktan sonra ona döndüm. Neden geldiğini de merak etmiştim doğrusu.
"Sen gözümle gördüğüm en güzel insansın."
Vücudumdaki tüm kan yüzüme hücum ederken bakışlarımı kaçırdım utangaç bir edayla. Bu adam beni çok toymuşum gibi hissettiriyordu. Bir güzel kelama muhtaç olduğum zamanların acısını çıkartıyordu resmen.
"Kürşat... Utanıyorum artık." Derken dudaklarımda geniş bir gülümseme vardı.
Koltukta kıpırdandığını gördüm. Elini boş olan yan tarafına hafifçe vuruşuyla nabzım kulaklarımda atmaya başladı bile. Hiçbir şey yapmasa da beni heyecanlandırmayı başarıyordu. İtaat etmekten büyük bir keyif alarak yerimden kalktım ve yanına giderek gösterdiği yere oturdum. Şimdi yüzlerimiz arasında santimler vardı.
Elini saçlarıma uzattı. Uçlarını parmağının etrafına sararken bakışları gözlerime sabitti. Nefesimi hızlandırıyor, kesiyor, beni benliğimden çıkartıyordu. Bu nasıl sevmektir?
Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken usul usul kulağıma doğru eğiliyordu. Göğsüm büyük bir şiddetle inip kalkıyordu.
"Bir Pulsar Yıldızı gibisin, Mübrem. Herkes öldüğünü söylerken, sen evrenin geri kalan tüm yıldızlarından daha parlak ve hiddetli bir şekilde parlıyorsun. Pes etmiyorsun, durmuyorsun. Tüm olumsuz şartlara rağmen yine de parlamaya, karanlığı yarmaya devam ediyorsun."
Sözlerinin hemen ardından dudaklarını kulağımın hemen altına, boynumun başlandığı noktaya değdirmesiyle kesik bir soluk çektim içime. Aralık kalan dudaklarım oksijen için yalvarıyordu ama ben onun büyüsüne kapılmış bir vaziyetteydim.
"Sana hayran kalmamak imkânsız..."
Ve biraz daha aşağıya bir öpücük daha kondurdu. Dudakları altında bir buz misali eriyordum adeta. Her bir sözü, dokunuşu, bakışı içimi yakıyor fakat beni dıştan eritiyordu. Tezatlıklarla bir bütün oluşturuyor ve mükemmelleştiriyordu. Onu sevmemek mümkün değildi!