♫ ♪ ♫
Sıla – Yan Benimle
Sözleri beni ansızın yakaladı. Elimde tuttuğum bardağı usulca sehpaya bırakırken bakışlarım gözlerinde tutuklu kaldı. Bu adamın benim kalbimle zoru yoktuysa neydi bu sözlerinin ve hareketlerinin sebebi? Kalbim adeta göğüs kafesimi döverken orada bulunan insanları düşünmemeye karar verdim.
"Allah hayırlısını versin," diyen Ayla'yı zar zor işittim.
"Düşünmüyorum," dedim Ahmet Kürşat'ın gözlerinin içine bakarken.
Çehresini saran gülümsemesi anbean soldu. Bu ana şahit olduğum için kahroldum. Oturduğu yerde dikleşirken bakışlarımı çektim.
"Alıştım rahatlığa tabi," diyerek kotarmaya çalıştım. "Bebekken uyumama müsaade etmezdi pek İpek."
"Ersan Alp'te öyle."
Bir süre daha sohbet ettik. Ben çaydan sonra daha fazla geç olmadan gitmek için ayaklandım.
"Biraz daha otursaydın kızım," diyerek beni geçirmek için ayaklandı Tülin Teyze.
Böyle hiçbir şey olmamış gibi davransak bile çok şey olmuştu. Yüreğim hâlâ kırgınlıklarını toplamaya çalışıyordu.
"Çok teşekkür ederim her şey için. Zahmet etmeyin lütfen..." dedim yalnızca.
"Ben geçiririm."
Ahmet Kürşat'ın bariton ses tonunu işittiğimde biraz şaşkın bir ifadeyle başımı arkama çevirip ona baktım. Yüzünden duygularını kestirmek pek mümkün değildi. Neden bir anda ruh halinin böylesine değiştiğini deli gibi merak ettim. Tek sebebi o sözlerim olamazdı öyle değil mi?
Ayla ile sarıldıktan sonra usulca koridora çıktım. Yolu artık bildiğimden hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açmak için koluna uzandım. Tam indirdim açıyorken Ahmet Kürşat'ın elini üstüne koyup gerisin geri kapatmasıyla neye uğradığımı şaşırdım. İçeride ailesinin olduğunun farkında mıydı?
"Bir sorun mu var?" diye sorarken merakla ona doğru döndüm.
Döndüğüm an bin pişman oldum. Tam tepemde bana öldürecek gibi bakıyordu.
"Neyi düşünmüyorsun?" diye sormasıyla afalladım.
"Efendim?"
Yüzüne bakakaldığımı gördüğünden olsa gerek gerçekten onu anlayamadığımı fark edip kapıya dayadığı elini usulca çekti. Yakınlığımız beni bertaraf ederken bir adım geri gitmesiyle nefes alabildiğimi hissettim. Kollarını göğsünde birleştirip dik dik bana bakmaya devam etti.
"Düşünmüyorum, dedin ya..."
"Ahmet Kürşat..." diye başlayacak oldum.
"Kürşat de lütfen!"
Rica ediyormuş gibi gözükse de yalnızca istediğinin yapılması için emrediyordu. Ona bakakaldım. Bu tavırlarının nedenini az çok tahmin edebiliyordum fakat bu kadar aleni bir biçimde yapıyor oluşuna kendimi ikna edemiyordum.
"Bunu daha sonra konuşabiliriz..."
"Şimdi de konuşabiliriz."
"İçeride ailen oturuyor, yeğenin de uyuyor!"
"O zaman dışarı çıkalım."
Sözleriyle dengem altüst oldu. Usulca kapıyı açtı, benimle birlikte dışarı çıkacağı için montunu da giydi. Ne olduğunu bile anlamadan kendimizi kapının dışında buluverdik.
"Neden düşünmediğini söyledin, Meva?" diye sordu bu sefer kapıyı arkamızdan kapatır kapatmaz.
"Burada mı konuşacağız?"
"Sana geçelim istersen..."
Söylediği her sözde ima arıyor gibiydim ama öyle bir tonla söyledi ki karnımda fokurdama hissettim. Heyecan damarlarımda hışımla dolaşmaya başladı. O an ne yapacağımı bilemedim. Neden bu konuyu bu kadar ısrarla konuşmak istediğini anlamıyordum. Aklımdan geçeni mantığım kabullenemiyordu!
Arkamı dönüp evime doğru yürüdüm. Kapıyı açıp içeri girdim. Kapıyı tutup içeri girmesi için bekledim. Bu hareketi benden beklemiyor olacak ki birkaç saniye öylece kalakaldı. Ardından pes edip peşimden geldi. Ben aramızdakileri artık anlamlandıramıyordum. Sanem'in bir anda bizim ne olduğumuzu sormasının sebebini daha iyi anlıyordum. Çünkü biz bir şeydik!
Salona geçerken peşinden gittim. Koltuğa gelişigüzel oturdu. Ben de tam karşısına geçtim ve oturdum. Kollarımı göğsümde birleştirip bacak bacak üstüne attım. Dik dik bu sefer de ben ona bakmaya başladım. Ağzındaki baklayı çıkartması gereken oydu!
"Şimdi dinliyorum seni, Kürşat."
Sözlerim ile irkildi. Dudaklarım sinsi bir tebessüm ile kıvrıldı. Onun benim üstümdeki etkisine birebir şahittim. En ufacık hareketiyle bile beni talan ediyordu bu yüzden benim etkimi görmek hoşuma gitti.
"Akıl bırakmadın ki bende..." diye mırıldandı.
"Ne yaptım ki bir anda?" dedim alayla.
Kıstığı bakışları ile ters ters baktı suratıma. Şu an onunla eğleniyor olmamdan bir hayli rahatsızdı fakat elimde değildi.
"Neden yeniden çocuk düşünmüyorsun, Meva?"
Omuz silktim yalnızca. Öylece bana bakakaldı. Onun bu hali beni tahmin ettiğimden bile fazla eğlendiriyordu.
"Çünkü bekârım." Dedim hiç acımadan. "Boşanan birisinin yeniden evlenmeyi düşünmesi daha zordur. Mesela sen çok kolay evlenme kararı alabilirsin ama ben kendimden önce kızımı düşünmek zorundayım. Onun mutsuz olacağı bir şeyi yapamam."
Sözlerimin ona mantıklı geldiğini durup düşüncelere dalmasından fark ettim. Yalnızca kendimi düşünemeyeceğimin farkında olmalıydı. Kendi hislerime göre hareket edebilecek kadar özgür değildim. Benden önce gelen bir evladım vardı...
"İpek'in mutsuz olacağını sanmam..."
Ben de pek sanmıyordum. Güzel Abisiydi ne de olsa. Onun Güzel Abisi benimse zaafım...
"Kendimi anlatabildim sanırım?" dedim tek kaşım merakla havalanırken.
Başını olumlu anlamda salladı ve oturduğu koltukta ayaklandı. Gideceğini anladım. Peşinden ilerleyip kapıda durdum. Ayakkabıları giydikten sonra tam karşımda durdu.
"İyi geceler, Mübrem..."
"İyi geceler, Kürşat..."
***
Sabah rutinimi bitirmiş, İpek'i de kreşine bırakıp işe gitmiştim. Aklım hâlâ o geceki konuşmadaydı. Ahmet Kürşat'ın bakışlarında parlayan o ifadeler aklımı çelmiyor değildi. Bir şeyler yapacağı aşikârdı. Nasıl bir adım atacağını kestirememek korkutucuydu.
Öğle arasında kızlarla yemek yedikten sonra şirketin karşısındaki kahveciden kahvelerimizi almıştık. Oturduğumuz yerde sohbet ettiğimiz esnada önce üstümüze bir gölge düştü. Ne olduğunu anlamak için hepimizin bakışları aynı anda oraya döndü. Onu görmek oldukça beklenmedikti.
"İyi günler," dedi zarif bir eda ve tebessümle.
Ona öylece bakakaldım. Bakışları selamlaşmanın bitmesiyle direkt bana döndü. Kalbim sıkıştı. Öyle derin, anlamlı ve nefes kesici bakıyordu ki...
"Meva..." dedi yumuşacık bir ses tonuyla. "Bana ayırabileceğin birkaç dakikan var mı?"
Sözleri, tavırları öylesine etkileyiciydi ki... Gerçi o hiçbir şey yapmasa bile yine bu kadar etkileneceğimden emindim.
"Elbette," derken elimdeki kahve bardağını yanıma bıraktım.
Arkadaşlarıma birazdan döneceğimi söyledikten sonra onun peşinden gittim. Caddenin karşısına geçmek için ışıklara doğru yürüdüğünü anladım. Öğle arasının bitmesine az kalmıştı ama bunu dillendirmedim.
Tam yanında durduğumda başını çevirip bana baktı. Ben zaten pür dikkat onu izlediğim için göz göze geldik.
"Seni buraya hangi rüzgâr attı?" diye sordum tebessüm eşliğinde.
"Sen..." dedi vurucu bir şekilde.
Çarpıldığımı hissettim. Bu adamın üstümdeki muazzam etkisi beni kasıp kavuruyordu.
"Anlamadım?" dedim bilhassa bilerek.
O an yayalara yeşil yandı, bunu benden önce fark etti. Hareketlendiği esnada elini uzatıp yine bileğimi tuttu. Kendisiyle birlikte beni de harekete geçirirken ben dokunuşunun ne kadar sıcak olduğunu düşünüyordum.
"Burada oluşumum..." dedi yürüdüğümüz esnada pür dikkat bana bakarken. "Yegâne sebebisin."
Bu adamın kalbimle zoru mu vardı? Böylesine pervasız konuşursa ben nasıl söz geçirecektim kalbime?
"Dengemi bozuyorsun," diye mırıldandım.
"Sen bende dengeden geriye hiçbir şey bırakmadın. Adil bir savaş..." diye mırıldandı.
Caddenin üstündeki tatlıcılardan birisine girdiğimizi anca fark ettim.
"Bir tahminde bulunmama müsaade et..." dedi usulca bakışlarını tatlılara çevirirken. "Sütlaç, frambuazlı cheesecake ve tiramisu senin favorin."
Gülümsememi durduramadım. Yanılmamış olmasına şaşırmadım. Gözlerimin içine her baktığında ruhumu görüyordu sanki...
"Limonlu da olur..." dedim sırıtırken.
Gözlerini irice açtı ve muzip bir bakış attı. Onun kadar ciddi duran bir adamın bu hareketi kıkırdamama sebep oldu.
"Ekşi tatları seviyorsun demek..." diye mırıldandı.
"Sana bir sır vereyim mi?" diye fısıldarken biraz daha ona yaklaştım o da hafifçe eğildi kulağına fısıldayabilmem için. "Hiç fark etmez biliyor musun?"
Kulaklarımı dolduran şen kahkahası günümü aydınlattı. İkimiz için de tiramisu söylemesi beni şaşırttı.
"En sevdiğim tatlıdır, burası da pek güzel yapar. Bu tattan mahrum kalmana dayanamazdım."
Şu an alenen benimle flörtleşiyor olduğunun bilincindeydim fakat insanlar konuşur diyerek kendimi durdurmak gibi bir niyetim yoktu. İnsanlar biz hiçbir şey yapmazken de konuşuyorlardı hatta belki de aklımıza onlar sokmuştu...
Tatlılarımızı paket olarak aldıktan sonra dışarı çıktık. Parka yöneldiğini gördüğümde oldukça şaşırdım.
"Buraya daha önce geldin mi?"
Net göremesem de sanırım gülümsemişti.
"Burada çalışıyorum."
Sözleri ile şaşkına döndüm. Bunca zaman onu görmemiş olmama şaşırdım.
"Nasıl yani?"
"Bizim şirketin ofisleri de burada. Senin de burada çalıştığını söylediğini anımsıyorum..."
"Böyle bir bilgi seninle hiç paylaşmadım, Ahmet Kürşat."
"Kürşat."
O an ikimizde olduğumuz yerde durduk. Bana döndü ve bir an ne diyeceğini bilemedi.
"Kürşat, de lütfen."
"Neden? İsmin Ahmet Kürşat değil mi?" dedim uyuz bir ses tonuyla.
Dudakları düz bir çizgi alırken ben gıcık oluşundan zevk aldım. Onun bu hali genel olarak eğlendiriyordu beni.
"Elbette ismim ama..." deyip duraksadı. "Herkes öyle sesleniyor."
Dudaklarımda bu sefer arsız bir tebessüm belirdi.
"Benim neden özel olmamı istedin?" diye sordum ima dolu bir ses tonuyla.
Anlamsız bir şeyler homurdandı huysuzca. Keyifle sırıtışım genişledi. Eğleniyor oluşum iyice sinirini bozdu. Gerçekten çok eğleniyordum.
"İlla söylettireceksin..."
"Söylemezsen anlayamam ki, Ahmet Kürşat..."
Bana oldukça sert bir biçimde baktı. O an gülümsemem silindi. Oldukça ciddi görünüyordu.
"Kürşat." Diye düzelttim hemen.
Sert çehresi anında yumuşadı. Bu kadar memnun olması içimin bir hoş olmasına neden oldu.
"Bazı kişiler herkes değildir," diye mırıldanarak önüne döndü ve yürümeye devam etti.
Peşinden gittim. Parkta güneş gören bir banka oturduk. Soğuk havada içimizi ısıtan güneş eşliğinde sohbet etmeye başladık. Büyük firmalardan birinde baş mühendislik yaptığını anlattı. Ben de insan kaynakları uzmanlığı yaptığımdan bahsettim.
"Tam sana göre bir iş," dediğinde bakışlarım merakla ona döndü.
Dudağıma bulaşmış kakaonun elbette farkındaydım fakat o an tam olarak ne demek istediğine odaklanmak istedim.
Ahmet Kürşat, sözlerine devam etmek yerine usulca bana doğru uzandı. Dudağımın hemen altına bulaşan kakaoyu başparmağının ucuyla temizledi. Parmağının dudağıma temasıyla sanki kafesten kaçmaya çalışan bir kuşunki kadar hızlı atmaya başladı kalbim. Bakışlarımızın buluştuğu an gözlerinde bir kıvılcım parladı. Benim harlamamı beklediği bir kıvılcım...
Ne bakışlarımı kaçırabildim ne de kendim kaçabildim. Öylece o anda sıkışıp kaldık sanki. Parmağını çekerken derin bir nefes aldım. Dokunuşlarının yakıcı etkisine artık alışıktım.
"Hâkimiyeti seviyorsun. Bunu çalıştığın alanla da kanıtladın."
"Bu da ne demek şimdi?" dedim gülmeye çalışırken.
Az önceki dokunuşun etkisini hâlâ atlatamamıştım.
"Tüm ipler sizin departmanın elinde. Sen de ipleri elinde tutmayı sevdiğinden olsa gerek bu departmanda çalışmayı seçmişsin. Pek âlâ finans departmanında da çalışabilirdin."
Evet, çalışabileceğim alanlardan birisiydi. Ahmet Kürşat'ın aksine Akif, risk almaktan korktuğum için finans ya da pazarlama yerine insan kaynaklarını seçtiğimi düşünürdü. Ama tam olarak Ahmet Kürşat'ın dediği gibi özel olarak tek bir konu ile ilgilenmektense genel olanla meşgul olmayı daha çok severdim.
"Sen neden mühendis olmayı seçtin?" diye sordum merakla.
"Bir şeyler üretmeyi seviyorum. Uçaklar uzmanlık alanım, genel de arka gövde üzerine çalışırım. Makine mühendisliği daha geneli kapsadığı için onu seçtim."
Sohbetimiz bir süre daha böyle ilerledi. Ahmet Kürşat'ın beni gerçekten ben olarak gördüğünü anlamam beni sarstı. Yıllarımı beraber geçirdiğim adam tanıyamamıştı beni, nasıl olur da bu kadar kısa sürede bu kadar güzel çözebilirdi?
Gerçekten, doğru kişi, dedikleri bu muydu? Seni olduğun gibi görmekte zorlanmayan, yaptıklarını destekleyen ve her zaman yanında olacağına hiçbir sebep yokken bile inandırabilen...
"Keşke uzun zaman önce tanışmış olsaydık..." diye mırıldandım.
Sözlerim kendimi daha çok şaşırttı. Bana şefkat dolu bir ifadeyle baktı. Dudaklarındaki o tebessüm ruhumdaki sancılara devaydı adeta. Çünkü incinmez sandıkları ben öyle çok yerden kırılmıştım ki, onun gözlerindeki şefkatten başka saran olmamıştı yaralarımı...
"Çok uzun zamandır bekliyorum bu tanışmayı, Mübrem..."
Ahmet Kürşat'ın sözlerinin ardından tatlılarımızı bitirip işimizin başına dönmüştük. Aklımda akşama kadar o sözleri dolanıp durmuştu. Ne demek istediği açıktı. Peki ben gerçekten buna hazır mıydım?
Yüreğim bas bas bağırıyordu bunun cevabını. Her şey oldukça açıktı.
İpek'i kreşten aldıktan sonra Sanem'le akşam yemeği yiyeceğimiz mekâna doğru sürmeye devam ettim. İpek, elindeki oyuncak bebeğiyle oyalandığından yol boyunca mızmızlanmadığı için oldukça mutluydum. Kafam öylesine doluydu ki bu akşam yemeğinin bana her konuda iyi geleceğini düşünüyordum.
Arabayı restoranın otoparkına park ettikten sonra İpek'in ceketini giydirip onu kucağıma aldım.
"Anne," dedi ve ellerini çırptı.
Ona büyük bir mutlulukla baktım. O benim mucizemdi. Bu hayatta bana verilmiş en büyük lütuftu. Yanımda olduğu her an için şükrediyordum.
"Annem..." dedim son harfi oldukça uzatarak.
Buna her zaman ki gibi kıkırdadı ve ardından boynuma sarıldı kızım. İçeri girdikten sonra bizi karşılayan tatlı kıza Sanem'in ismini verdim ve onun eşlik etmesiyle masamıza gittim.
"Canım benim nasıl özledim seni," diyerek bizi görür görmez ayaklandı Sanem.
Ben çehremi süsleyen oldukça güzel olduğunu düşündüğüm gülümsememle arkadaşıma sarılmaya yeltenmiştim ki o kucağımda ona doğru kollarını uzatan kızımı kucakladı bir anda. Hayretle ikisine bakakaldım.
"Ah teyzesinin balı o balı," diyerek öpücüklere boğdu kızımı.
"Ben de hoş geldim..." dedim somurtarak varlığımı hatırlaması için.
"Elbette hoş geldin güzelim ama bilirsin ki teyzelik hormonlarım her zaman daha baskındır."
"Öyle bir hormon yok!" dedim kıskançlıkla.
"Sen öyle san," dedi ve bana yaşının kaç olduğunu umursamadan dil çıkarttı.
"Sen öyle san," diyerek oldukça tatlı bir dille onu taklit etti kızım.
Bu haline ikimiz de aynı anda kahkaha atınca İpek çok komik bir espri yapmış gibi sevindi ve biz sustuğumuzda bile gülmeye devam etti. Sanem, İpek için getirilen mama sandalyesine onu dikkatlice oturttuktan sonra sarıldık.
Boğazın o muazzam güzel manzarasına karşı keyifli bir akşam geçirecek olmamıza sevindim. Sanem'in böyle güzel mekânlar biliyor oluşuna her zaman minnettardım.
"Balık mı yesek?" dedi heyecanla Sanem.
"Balık, balık..." diyerek heyecanla ona eşlik etti İpek.
"Senin önüne balık koyduğumuzu hayal bile edemiyorum..." dediğim an kahkaha atmaya başladık.
Siparişlerimizi elbette Sanem ve İpek'in tercihine göre verdik. İpek için çocuklar için yapılan özel balıklardan söylemeyi ihmal etmedim. Kılçıksız ve yemesinin kolay olması oldukça önemliydi.
Yemeğimizi yerken bir yandan sohbet ediyorduk. İpek, çocuklara özel çizim oyuncağıyla oynarken bizimle pek ilgilenmiyormuş gibi görünüyordu.
"O zaman ben sorumu yenileyeyim..." dedi ben olanı biteni anlatınca Sanem. "Siz tam olarak nesiniz, biricik dostum?"
Öylece yüzüne bakakaldım, bir kez daha! Gerçekten bilmiyordum ama haklıydı, biz bir şeydik!
"Bilmiyorum..." dedim bu sefer. "İnan bilmiyorum ama haklısın, biz bir şeyiz..."
"İyi akşamlar."
Bakışlarım şaşkınlıkla Sanem'in arkasında duran adama kaydı. Beni korkutmuştu. Başta kim olduğunu anlayamadım ama anılar hemen sonra tüm beynimi istila etti. Annem ve Gülizar Teyzenin, Mürüvvet Hanım'ın evini bastığı zaman Ahmet Kürşat'ın yanında getirdiği doktor arkadaşıydı. Sanırım görünce kendini selam vermek zorunda hissetmişti.
Usulca yerimden kalkarken Sanem bana şaşkınlıkla baktı ve ardından arkasına döndü.
"İyi akşamlar," dedikten sonra ona doğru elimi uzattım.
"Sanırım tanışma fırsatımız olmamıştı, ben Gökalp Yelertuna."
"Meva Soyalp, memnun oldum." Dedikten sonra arkadaşımı takdim etmek için Sanem'e döndüm.
Adeta ağzının suyunu akıtarak karşısındaki adama baktığını gördüğüm an başımdan vurulmuşa döndüm. Bu ana kadar şu bakışlarının fark edilmediğini umuyordum. Kimseye fark ettirmemeye çalışarak onu dürttükten sonra boğazımı temizledim.
"Arkadaşım, Sanem."
"Sanem Cankesen," diyerek elini uzattı.
O keskin ses tonunu çok iyi tanıyordum. Genel de flörtleşmeye başlamadan hemen önceki sesiydi. Ardından daha flörtöz devam ederek avını kapana kıstırır ve sonu hep hüsranla biterdi. Doğru insan seçemediği kabul etmez, doğru insanın onu bulmadığını iddia ederdi. Uslanmaz bir kızdı canım arkadaşım.
"Çok memnun oldum. O gün tanışmasak da sizi görünce selam vermem gerekir diye düşündüm."
"Çok naziksiniz, teşekkür ederim." Derken gülümsemeye çalıştım.
Arkadaşımın avına bakan aslan gibi duruşunu fark etmemesini diliyordum fakat fark edilmeyecek gibi değildi ki!
"Müsaitseniz oturmaz mısınız?" diyerek araya giren Sanem beni dehşete düşürdü.
Bir an duraksadı adam, ne diyeceğini bilemedi. Ardından arkasına dönüp biraz uzakta ayakta olan kalabalık bir gruba baktı.
"Sakıncası yoksa arkadaşlarıma veda ettikten sonra elbette katılmak isterim."
"Yok canım, hiç sakıncası yok. Tatlıya geçecektik, eşlik edin lütfen."
Arkadaşıma şaşıramıyordum bile. Bu hallerini çok kez gördüğümden normalimiz olmuştu artık. Gerçekten beğendiği bir adam varsa onu alana kadar asla durmazdı.
Gökalp, arkadaşlarıyla vedalaşmak için giderken ben şaşkınlıkla Sanem'e döndüm.
"Bu neydi şimdi?"
"Bu kadar yakışıklı, eli yüzü düzgün adamları nereden buluyorsun sen? Madem buldun niye bana söylemiyorsun kızım, adam dalyan gibi!" derken hayranlıkla arkasından bakmaya devam ediyordu.
"Sus, duyacak!" dedim stresle.
"Duysun," derken hülyalı bir edayla baktı.
Gözlerimi devirdim. Bu kızı sakinleştirebilmem gerekiyordu. Uçurumlara yürüyor korkmuyordu!
"Ahmet Kürşat'ın arkadaşı, annemlerin elinden o dedikoducu kadını almaya çalıştığımız gün imdadımıza yetişmişti. Sonrasında tanışmaya fırsatımız olmamıştı gerçekten..."
"İnan detaylarıyla ilgilendiğim tek şey adamın vücut hatları!" dedi beni utançtan kıpkırmızı yaparken. "Çocuklarım için yapacağım en iyi yatırım, Allah resmen özenerek yaratmış adamı. Genetiğe bak, çoğu kişinin hakkını yiyorlar!"
"Sanem kendine gel!" dedim onu frenlemek için.
"Beni kendime getirebilecek tek şey bu adamla bir ömür!"
Onu durduramayacağımı anladığımdan pes ettim. Gökalp, arkadaşlarıyla vedalaştıktan sonra yanımıza döndü. Yine müsaade ister gibi bize baktıktan sonra oturdu.
"Eşlik etmenize çok sevindik, değil mi Meva?" derken tatlı bir gülüşle bana döndü arkadaşım.
Saçını başını yolmak için yanıp tutuşurken onu onaylarken buldum kendimi.
"Teşekkür ederim nazik davetiniz için, anneniz nasıl?"
Ahmet Kürşat'la aramızda hâlâ adını koymadığımız şeyden haberdar olsa gerek aramızda bir sınır olduğunu anlayabiliyordum.
"İyiler çok şükür. Tekrardan çok teşekkür ederim o gün yardım ettiğiniz için."
"Estağfurullah, görevimiz."
İpek biraz huysuzlandığı için ben bir süre kızımla ilgilenmek durumunda kalarak sohbetten soyutlandım. O esnada ikilinin sohbeti bir hayli koyulttuklarını da fark etmedim elbette. Sanem, gerçekten güzel ve etkileyici bir kadındı. Gökalp'te tam onun beğeneceği türden bir erkekti. Bu yüzden iyi anlaşmalarını garipsemezdim ama bu kadarını da beklememiştim.
"İyi akşamlar," diyen adamın sesini işittiğimde olduğum yerde yerimde sıçradım.
Onun burada ne işi vardı?
"İyi akşamlar," diyerek ayaklandı hemen Gökalp. Tokalaştıktan sonra sıkıca sarıldılar. "Hoş geldin."
"İyi akşamlar." Dedi ağzının içinde Sanem.
Ahmet Kürşat'ın avını pençelerinin arasından kaçırmasından korkuyor olsa gerekti. Ona dik dik bakarken kirpiklerimi sevimli olmaktan çok uzak bir şekilde hızlı hızlı kırpıştırdım. Bu kız akıllanmayacaktı.
"Ne hoş tesadüf," derken bakışlarımı nihayet ona çevirmiştim.
Kucağımda yarım saattir mızmızlanan kızım kollarını kaldırıp Güzel Abisine doğru uzattığında hayretle ona baktım. Resmen ihanete uğramış gibi hissediyordum. Ahmet Kürşat onu tek hamlede kucağına aldıktan sonra saçlarının tepesinden öptü.
"Nasılsın, fıstık?"
"Sıkıldım," dedi dudaklarını büzerken nazlı bir şekilde kızım.
"Uykun mu geldi?" derken yanaklarını sıktı.
"Ersan'ı özledim..."
O peltek diliyle ne de güzel herkesi etrafında pervane ediyordu cimcime.
"Müsaadenizle," derken sadece benim gözlerimin içine baktı.
Kucağında İpek'le usulca sandalyeye oturdu. O esnada masada dörtlü bir sohbet başladı, nihayet kendimi dışlanmış hissetmiyordum. Ahmet Kürşat ve Gökalp'in tanışma hikayeleri ve nicesini dinledik. Sanem'de müthiş düşük çenesiyle tüm hayat hikâyemizi anlatmayı ihmal etmedi. Uzun zaman sonra oturup böyle tasasız sohbet etmek iyi geldi.
İpek, kısa bir süre sonra Ahmet Kürşat'ın kucağında uyuyakaldığında artık eve gitme zamanımın geldiğini anladım.
"Siz oturun lütfen, Sanem sen arabayla mı gelmiştin?" diye sordum merakla arkadaşıma bakarken.
"Yok canım, taksiyle dönerim merak etme sen." Derken bana öpücük gönderdi.
"Ben bırakabilirim isterseniz?" diye kibarca sordu Gökalp.
Birbirlerinden etkilendikleri belliydi. Bizim gibi korkmaları gereken hiçbir şey olmamasına imrendim. İstediklerini yapabilir, kimseye hesap vermezlerdi. Bense bir adım atmadan on kere düşünmek zorundaydım çünkü kötü kalpli insanlar dillerini kızıma kadar uzatmışlardı...
"Sen de beni bırakabilir misin, Meva?" diye soran adamı işittiğimde içim ürperdi.
Onunla baş başa kalma fikri her seferinde soğuk su etkisi yaratıyordu.
"Elbette."
Onlarla vedalaştıktan sonra otoparka ilerledik. Kızımı Ahmet Kürşat taşıdığı için şanslıydım. Arabayı açıp yolcu kapısına yöneldim. Ahmet Kürşat kızımı koltuğuna rahat oturtabilsin diye kapıyı açtım. Bebek koltuğunun kemerlerini çözüp kenara ayırdıktan sonra hafif geri çekildim.
"Koyabilirsin," dedim usulca.
İpek'i dikkatlice yerleştirdikten sonra yeltenmeme kalmadan kemerlerini düzgün bir şekilde bağladı.
"Ersan Alp'ten antrenmanlıyım," derken dudaklarını çok güzel bir gülümseme süsledi.
Gülümsemesi bulaşıcı olsa gerek bir sonraki an benim yüzümde de aynısından oluştu. Sürücü koltuğuna geçip anahtarı kontağa yerleştirdim. O sırada büyük cüssesi ile arabama binen adama bakarken kıkırdamadan edemedim. Arabanın tavanı ona göre alçak olduğundan başını hafif eğik tutması gerekmişti. Gülmeden edemedim.
"Bu yüzden cipten başka araba kullanmıyorum," diye homurdandı.
"Fazla uzun boylu olman arabamın suçu değil," derken arabayı çalıştırdım.
Bana bakıp gülümsedi. Gülümsemesi geçmişimi, geleceğimi, sanki tüm ömrümü aydınlattı.
Evin önüne geldiğimizde benden önce arabadan indi. Ben kemerimi çözene kadar İpek'e ulaşmıştı. Nazikçe kemerini çözüp ardından nahifçe kucağına aldı. Onu huşu içinde izlerken buldum kendimi. Yüreğimin sesine daha fazla sağır olamazdım sanırım.
Önden ilerledim ve apartmanın kapısını açtım. Asansörü çağırdığım esnada arkamdaki varlığının beni ne kadar güçlü hissettirdiğini düşünmeden edemiyordum. Onda bir şey vardı, yıllardır aradığım ve bulamadığım bir şey...
Eve girerken içimdeki huzurun tarifini yapabilir miyim diye düşünüyordum ama sanırım yapamazdım. Usulca işliyordu sanki kendini içime. Onsuz yapamayana kadar da devam edecek gibi duruyordu. İpek'i yatağına yatırdı, onu uyandırmamaya çalışarak üstünü değiştirdim. O esnada köşede durmuş bizi izliyordu. Kızımın üstünü örttükten sonra gece lambasını ayarlayıp ona döndüm. Gözlerindeki hayranlık dolu bakış görülmeye değerdi.
İşimin bittiğini anladığından yavaşça odadan çıktı, onu takip ettim. Kızımın odasının kapısını sessizce kapattıktan sonra ona döndüm. Koridorumda evimin en nadide parçası gibi duruyordu.
"Neden öyle bakıyorsun bana?" diye sordum gayriihtiyari.
"Bakmadan duramadığımdan."
Cevabı beni hazırlıksız yakaladı. Ona öylece bakarken nefesim kesildi. Çaresiz tüm yaralarımın devası mıydı bu adam? Çünkü böyle hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi.
"Bir kahve yapayım mı bize?" diye sorarken utangaç bir kız çocuğu gibi hissettim kendimi.
"Tuzlu olsun."
Dilim tutuldu. O güzel çehresine bakakaldım. Bu adam hakikaten yüreğime zordu. Öyle sözler söylüyordu ki bir an ne yapacağımı bilemiyordum.
"Kürşat..." dedim aynı kızım gibi nazlı bir edayla. "Dalga geçme."
Kıkırdadı. Lahuti bir sesti kıkırtısı. İçim gıdıklandı resmen bu sesle. Biz gerçekten bir şeydik ama adını koyarsak kaybederiz diye ödüm kopuyordu. Yüreğimde çağlayan bir duygu seli vardı. Tüm akarsularımın yatağı bu adamda son buluyordu. Denizimdi sanki benim. Onca zorlu yolu aşmak için çabaladığım, ona ulaşmak için çağladığım...
"Yorulmadın mı kaçmaktan, Mübrem?"
"Kürşat..."
"Ben seni kovalamaktan usanmayacağım ama yorul artık be, Mübrem..."
Bu aleni sözleri yüreğimin kapılarını zorluyordu. Koçbaşıyla birlikte kapılarıma kadar dayanmıştı, ona açayım diye kapılarımı zorlamaktan geri durmayacaktı bu sefer.
"Uçurumdan atla diyorsun bana..." derken derin derin nefes almaya çalıştım.
"Uçurumun dibinde seni bekleyen, kenarında durmandansa daha hayırlıdır belki."
Yine kaçmak istedim. Bakışlarımız birbirinden ayrılmazken keskin bir hareketle önüme döndüm. Koridordan ilerleyip mutfağa gitmek niyetiyle hareketlendim. Tam yanından geçecekken beklediğim gibi nazik parmakları bileğimi kavradı. Yumuşak bir hareketle beni kendisine doğru çektiğinde bedenim onunkine yaslandı. Bakışlarımda titreşen korku, heyecan ve dehşetle ona bakakaldım.
"Nereden biliyorsun uçurumun dibinin, kenarından daha güzel olmadığını?"
Yüzüme doğru fısıldadığı kelimelere odaklanabilmek için kendimi zorlamam gerekti. Soluklarım gitgide sıklaşırken ona bakakaldım.
"Ateşle oynuyoruz, Kürşat."
"Seninle yanmaya razıyım ben, senin buna cesaretin var mı Mübrem?"