Siyah giyinmek, insanın içindeki karanlığı örtebilir miydi?
Yüzlerine sinen o yoğun karanlığı yok edebilir miydi? Ya da onları değiştirebilir miydi?
Sanmıyordu, çünkü siyah bir renkti. Ama yüzlerindeki karanlık, ruhlara işlenmiş bir lanetti. Bu yüzden insanlara güvenilmemesi gerekiyordu ya. Bu yüzden asla onlara sırtını dönmemesi gerekiyordu. Döndüğü an sırtından vurulacağını biliyordu.
Peki, ya onun üzerindeki bu siyah palto, onun karanlığını örtebiliyor muydu acaba?
Paltosunun cebinde tuttuğu yatıştırıcı ilaçları alarak, kutuyu salladı ve içinde ne kadar olduğunu hesaplamaya çalışırken adımları karakolun önündeki merdivenlerin köşesinde durdu. Bir süre daha idare edeceği düşüncesiyle deri eldivenli avcuna bir tane bıraktı, sonra tüm medeti ondan umuyormuşçasına ağzına hapı attı.
Kuru hapın boğazından geçip gitmesini beklerken, tekrar ilerledi ve jilet gibi parlak ayakkabılarıyla karakoldan içeriye adımını attı.
Yine diğer günlere göre kalabalık, yoğun ve herkesin kendini tutkuyla işlerine adadığı o canım karakoluna gelmişti. Yüzüne yaydığı kibirli gülümsemeyle birlikte bakışlarını diğerlerinin üzerinde gezdirirken, yanından geçen bir stajyerin taşıdığı çayı hızlı bir hareketle kavrayarak elinden kaptı.
"Komiserim..." diyemeden çocuğun çayını kafasına dikti.
"İlaçtan," dedi boğazını yakıp geçen çayı yutarken.
"Kuru kuru ilaç içilir mi hiç? Bak! Hık, diye giderim yoksa. Vicdan azabından ölürsün." diyerek şakayla gülümsedi.
"Hadi git, kendine bir tane daha al koçum." deyip çocuğun omzuna samimi bir şekilde vurduktan sonra oradan uzaklaşarak ofisine, yani kendi yalnız krallığına doğru ilerlemeye başladı.
Hızlıca yanına gelen diğer polislerden biri olan Arzu, elinde telaşlı bir şekilde taşıdığı dosyayla yüzündeki garipliği gizlemeye çalıştı. Çünkü birazdan olacakları, Özgür Komiserin kasırgasıyla birlikte yaşayacağı için büyük bir kaygı duyuyordu. Özgür Komiser çok iyi biriydi ama kasırgası tam bir felaketti.
"Komiserim günaydın." dedi sakin olmaya çalışan bir ses tonu ile.
"Ooo Arzu, günaydın. Söyle bakalım bana ne getirdin?"
Arzu, kendi adımlarını onun hızlı adımlarına denk getirmeye çalışırken söyleyeceği şeyden dolayı aşırı endişeliydi.
"Komiserim, şey... Bugün..."
"Hadi kızım, çıkar ağzındaki baklayı!" diyemeden ofisinden içeriye adımını attı.
O anda olduğu yerde durdu ve donuk bakışları camın orada dikilen bedene kaydı. Yan gözleriyle karşısındaki kadını süzerken yanındaki Arzu'nun rahatsız kıpırdanışıyla adım adım uzaklaştığını hissetti.
Gözünü kırpıp 'Ne iş?' dedi. Yavaş yavaş burada gerçekleşen tuhaflıkları algılamaya başlamıştı.
Arzu kıpırdanarak, "Komiserim size yeni atanan komiserimi söyleyeyim. Kendisi..." devamını getiremeden, kadın arkasına dönerek onlara baktı. Arzu, susması gerektiğini düşündü bir an, mahcup bir şekilde iki buz insanın soğuktan titrettiği o karlı fırtınanın içinde kalakaldı.
Ancak Arzu'nun bile tahmin edemeyeceği bir şey oldu ve kadın komiser gülümseyerek, "Merhaba Komiserim." dedi saygılı bir şekilde. "Siz, benim yeni ekip arkadaşım olmalısınız. Ben, Komiser Yardımcısı Ada Sönmez. Sizinle tanışmak büyük bir şeref."
Adamın sert ve koyu bakışları kadının üzerinde uzun süre gezmesinin ardından adam hiçbir şey demeden arkasını döndü. Girdiği kapıdan tekrar çıkarken yanındaki kıza da hesap sorarcasına, "Galip Başkomiser nerede?" diye kükredi. Bu durum yeni gelen Ada'yı da onu karşılayan Arzu'yu da şaşırtmıştı.
Arzu, mahcup bir ifadeyle başını eğip, "Kusura bakmayın Komiserim." derken olduğu yerde kıvrandı.
Özgür Komiser, yalnız çalışacağını ve bir ortak istemediğini defalarca üstlerine anlatsa da talebi reddedilerek yerine Ada Komiseri göndermişlerdi. Yapacak hiçbir şey yoktu bu duruma karşı. Üstler ne derse, o olurdu.
Arzu da bu durum karşısında arada kalmıştı. Ama Özgür Komiser anlayışlıydı, yeni komiser karşısında ona yüklenmeyeceğini biliyordu. Asıl yükleneceği kişi Ada Komiser olacaktı. Şimdiden ona üzülmüştü.
"Anlıyorum," dedi Ada, başını yavaşça ve ikna olmuşçasına sallayarak.
Belki de burada istenmeyeceğini bunca zamana kadar hiç düşünmemişti. Fakat bu saatten sonra bu noktaya kadar gelip de pes ederek, olduğu yeri terk edip gitmeyecekti. Buraya gelene kadar çok zorluklar çekmişti. İster zorla ister seve seve bu göreve gelmişti bir kere ve ne olursa olsun işine devam edecekti.
Tabii, memnun olmayanlar gidebilir. Sonuçta kendi keyifleri...
Ada, koltuğuna otururken şapkasından kaçan tutamlarını kulağının arkasına koyarak bir hışımla uzaklaşan komiserin gelmesini bekledi. Beyaz masanın temiz yüzeyinde görünen gölgesinden yüzünün aldığı rengi düşünmeye çalıştı.
Acaba böyle bir karşılaşmada yüzü hangi renk olmuştu? Utancın rengi kırmızı mı? Yoksa hayallerinin yıkılışını anlatan mor mu? Ya da daha farklısı korkunun rengi olan beyaz mı?
Saat daha yeni sekizi çeyrek geçiyordu. Zaman o kadar yavaştı ki tanımadığı ve bilmediği insanların arasında, koyu bir yalnızlığın içinde buldu kendini.
Bir yere alışmak vakit alırdı, ancak onun alışmaya vakti yoktu.
Yüzünün rengini de saklamaya çalışmalıydı zaten. Kimse onun ifadelerini anlamamalı ve yaşadıklarını etrafa saçmamalıydı. Çünkü daha önceden de olduğu gibi kimseye, duygularını açacak kadar güvenmiyordu.
"Pekâlâ Ada, yeni görev yerin seni iyi karşılamadı." dedi hayal kırıklığıyla. Soluklanmaya çalışırken ayağının sallantısını durduramıyordu.
"Ama bu durum seni öldürmez ya."
Evet, sonuçta kim sevilmiyor diye ölmüş ki bu dünyada, değil mi ama?
"Hayret bir şey ya!" diye öfkeli bir yakınma duyunca şapkasının altına gizlediği iri gözleriyle, gelen komisere baktı.
Aynı şekilde komiser de yan yan, öfkesinin tesiri altına girmiş koyu kahverengi gözleriyle sanki düşmanını süzercesine Ada'ya bakıyordu. Elindeki dosyayı sertçe masaya bırakırken aynı sertlikle kendisini de koltuğa bıraktı. Bacak bacak üzerine atıp geriye yaslandığında bile gözlerini Ada'nın üzerinden ayırmadı.
"Demek yeni Komiser Yardımcısı sensin."
Ellerini kenetleyip, sabah sabah keyfini bozan kızın gözlerine bakmayı sürdürdü.
"Fazla gençsin, senin gibi bir hanımın böyle bir cinayet büroda ne işi olabilir ki?"
Altındaki koltuğu bir sağa bir sola çevirirken, Ada göz temasını keserek aşağıya doğru baktı.
"Siz de pek yaşlı durmuyorsunuz."
"Bunu iltifat olarak sayıyorum."
"Bence saymayın..." dedi ve tekrar gözlerini komisere çevirdi. Yüzüne eklediği sahtekâr bir gülüşle karşısındaki adamı süzdü.
Otuzlarında gözüken biriydi. Üzerindeki palto, içindeki siyah gömlek ve ayakkabılarının jilet gibi oluşu gözden kaçmayacak bir şekilde kendisini gösteriyordu. Üstelik siyah saçları ve sakalları onu karanlık göstermeye yetiyordu. Karanlıkta olmayı ve siyah giymeyi sevdiğini buradan fark etmişti Ada. Ama onunda bilmediği bir şey vardı. O ne kadar siyahsa, karşısındaki kadın da onun kadar siyahtı.
Bir müddet koyu bakışlarını kadının üzerinde tutan adam en sonunda hareket ederek, daha önce fırlattığı dosyayı eline aldı ve içine baktı.
"Daha önce birçok yerde başarılar almışsın. Bir çocuğu kaçırmaktan kurtarmış ve..." duraksadı. Dosyanın üzerinde gezen gözleri tekrar onu bulduğunda ortamda oluşan buz kütleleri bir bir çatırdamaya başladı.
"Sen Komiser Rauf'un kızısın."
Dosyanın kapağını kapatırken yüzüne eklediği histerik ifadeyle alaycı bir kahkaha attı.
"Tabii ya, seni neden buraya gönderdiklerini şimdi anladım."
Dosyayı tekrar masaya sertçe bırakırken, Ada'nın şapkanın altında kalmış yüzü ne ima ettiğini anlatan bir ifadeye bürünmüştü. Dilini yanağına bastırıp öfkesini içine atarken sabrını sınayan adamın usulsüz ve rahat tavırları hiç hoşuna gitmemişti.
"Komiserim, ne ima ettiğinizin farkındayım ama ben," dedi gözlerini ona doğru çevirirken.
"Bugüne kendi çabalarımla geldim."
Parmaklarını birbirine bastırıp üzerine gelen adamın ona doğrulttuğu bıçakları savuşturmak isterken buldu kendini. O, ne zaman kendini bu kadar sorumlu hissederken bulmuştu? Yıldırma politikası mıydı bu? Onu böyle istifaya mı zorlayacaktı yani?
Kusura bakmasın ama Ada'nın kendi tırnaklarıyla kazıyarak yükseldiği bu mevkiyi, sırf o istiyor diye bırakacak değildi. Hem hiçbir polisin bunu yapmaya hakkı da yoktu.
"Ona ne şüphe!" dedi gözlerini kısarak.
"İyi, yerleş o zaman, şimdi sen ojelerini koyacak yer de ararsın. Arkandaki dolaba koy!"
Alayla devam ettirdi sözlerini. Ada'da, hiçbir şey demeden önceden yere koyduğu küçük kutuyu kaldırdı ve öfkeyle masaya bıraktı, aynı onun dosyayı bıraktığı gibi.
Sonra da Komiser Özgür'den tarafa dönerek yalancı bir gülüş attı. Ona bulduğu tüm ojeleri yedirmek istiyordu. Hayır, sırf onunla dalga geçtiğinden dolayı değil, bir polisi aşağılamaya çalışmasından kaynaklıydı bu öfkesi.
Yine de pençelerini içeride tutup sadece kutudakileri çıkardı.
Kutudan bir siyah pilot kalem, bir not defteri ve bir tane de kupa çıkardı. Ardından kutuyu masanın yanında telden duran çöp kutusunun içine bıraktı.
"İşte, yerleştim. Memnun musunuz Komiserim?"
"Bu kadar mı?" dedi Özgür Komiser. Yeni biri için çok az eşya. "İyi, gayet iyi."
Dudaklarını iyiymiş dercesine burkarken, gözleri saatin ilerleyen saniyelerine kaydı. Saat dokuza geliyordu. Zaman hiç geçmeyecek gibiydi.
“Sizin adınız ne Komiserim?” dedi aslında bildiği halde Ada. Özgür Komiser bir müddet gözlerini onun üzerinde gezdirse de sonra öne doğru eğilerek, kendine has bir gülümseme ekledi yüzüne.
“İsmin Özgür, Özgür Kahraman. Buralar benden sorulur.”
Ada ona dik dik adama baktı bir müddet.
“İyi,” dedi aynı onun dudaklarını burktuğu şekilde kendi burkarak. “Gayet iyi.”
Özgür, başını başka bir yere çevirirken ona yaptığı bu harekete karşı duygularını göstermekten çekilmedi. Bir insan bu kadar mı yüzsüz olurdu? İstemiyordu işte kendine bir yardımcı. Kim ister ki?
Gözleri tekrar Ada Komisere döndüğünde onun kendi işine baktığını gördü. Bir kadın olmasına rağmen sert bir mizacı vardı. Kaşları sürekli çatık ve neredeyse kendisi kadar karanlık gözüküyordu. Onu çok tanımıyordu, zaten tanımakta istemiyordu çünkü buradan en kısa sürede çekip gidecekti.
O da düşünceleri kenara bırakarak, yanındaki kadından dolayı hoşnutsuz bir ifadeyle yavaş yavaş kendi işlerine döndü.
Saatler geçtikten sonra akrep on ikiyi gösterdiğinde öğle molası vakti geldiğini düşünerek Özgür Komiser ayağa fırladı. Bir gününün daha boş geçmesinin sevinciyle birlikte ceketini omzuna geçirdi.
Onu dikkatli ve şaşkın bir şekilde izleyen Ada'da bu ani kalkışına bir kılıf uydurmaya çalışırken, Özgür Komiser, kafasını çevirince ikisi de göz göze geldiler.
"Ne?" dedi Özgür Komiser kendinde bir şeyler ararken. "Öğle vakti? Sen yemeğe gitmiyor musun?"
Normalde hep Özgür bu saatte öyle molasına çıkar ve iki civarı geri gelir, boş günlerinde akşama kadar buralarda takılırdı. Dolu günlerindeyse kendi rahat tavırlarıyla işlerini yapmaya devam ederdi. Şimdi ise bu karşısındaki yeni yetmenin bu garip tepkilerini görünce onun cidden buraya uygun olmadığını zihninden onayladı.
Ada, ağzını açıp söyleyeceği şeylerin ağırlığını ya da hafifliğini hayali bir tartıda tartarken, aniden içeriye giren Arzu'yu görmeleriyle birlikte ikisi de aynı anda ondan tarafa döndüler. Arzu, elindeki mavi dosyayı gösterirken gözleri ikisinin arasında gezdi.
"Komiserim, bir ihbar var."
"Hayda! E, yemek?"
Arzu, dudaklarını birbirine bastırınca dudakları düz bir çizgi halini aldı. Başını 'hayır' dercesine sallarken elindeki dosyayı ikisinin önüne koydu.
"Maalesef Komiserim, durum, Kod: 187(Cinayet)."
"Pekâlâ," dedi Özgür Komiser ceketi üzerine geçirirken.
"Şanslısın Komiserim. İlk vakana doğru gidiyorsun."
**
Olay yerine geldiklerinde saat bire geliyordu. Kalabalık mahalleli polis kordonunun arkasında neler olduğunu anlamak için merakla beklerken, olay yeri ekibi de çoktan gelmişti. Tam bir kaos meydanı olan apartmanın girişine bakıyordu Ada, yani ilk vakasıyla karşılaşacağı o çelikten kapıya...
Özgür Komiser, katıksız özgüveniyle apartmanın merdivenlerini tırmanır vaziyetteyken, Ada'da ilk vakasının olduğu daireye giren adamı izliyordu. Bu ana gelene kadar çok çalışmıştı, şimdi ise kuru bir heyecana sahipti. Tırnaklarını avuçlarına bastırarak kendine gelmeye çalıştı bir müddet. Sonra da basamakları ağır ağır tırmanmaya başladı.
Olay yerini inceleyen beyaz kıyafetli görevlilerin yaptığı işe bakıyor, kendince yolunu arıyordu. Sonunda ardına kadar açık duran kapının önüne geldiğinde durakladı. Adımları, bir mahzenin kapısında duruyormuş gibi sabit, kalbi yüzündeki hassasiyeti ortaya çıkartacak kadar da hızlı atıyordu. Ancak gireceği kapı kendi anılarından oluşan bir boşluk gibi siyah ve iç karartıcıydı.
Küçük bir kız, annesinin yerde yatan kanlı bedenini soğuk bir yüz ifadesiyle izlediği gibi izledi o evin ahşap zeminini. Sarı kağıtların her bir mermi kovanının üzerinde "ben buradayım" dercesine koyulduğu o evde, ağlamaktan gözyaşı kalmamış bir kızın sessiz hıçkırıklarının yankılanması gibiydi her şey. Ve her bir adım o korkuyu yenmesi için birer fırsattı.
"Komiserim daha ne kadar orada kalmayı düşünüyorsunuz?" dedi olay yeri inceleme ekibinde olan bir kız.
Kendine getiren bir irkilmeyle kızın önünden çekilirken özür dilemeyi ihmal etmedi. Ama aklı hâlâ daha küçükken yaşadığı ve etkisinden çıkamadığı o andaydı.
"Komiserim size fazla geliyor galiba böyle şeyler." dedi Özgür Komiser hafif alaya yakın bir sesiyle. Ada, hiçbir şey demeden etrafı gözleriyle hızlıca kolaçan etti.
Daire, iki artı birdi, bir yatak odası bir salon ve bir de mutfaktan oluşuyordu. Hol uzun ama yeterli değildi. Ev sıradan, orta halli bir insanın yaşayacağı şekilde düzenlenmişti. Yavaşça adımları Özgür Komiserin de bulunduğu odaya giderken daha 'ne olabilir ki?' düşüncesini bir kenara fırlattı.
Yerde üzeri örtülen kızın sarı kıvırcık saçları kendini göstermiş, aynadaki kan ve yerdeki kan gölünü görünce sendelemişti. Yüzü bembeyaz kesilse de hiçbir şey belli etmemek için, Özgür Komiserin olay yeri incelemede görevli bir adamla tartıştığı konuya kulak vermek zorunda kalmıştı.
"Adı Sare Soydan, ilkokul öğretmeni. Yirmi beş yaşında, başından vurulmuş Komiserim." Konuşmaları dinlerken bir yandan yerdeki kızın cesedine bakmayı da ihmal etmedi.
"Daha çok gençmiş, yazık oldu."
"Evet komiserim, üzerinde sadece bornozu varmış. Kız belli ki banyodan daha yeni çıkmış."
"Peki, evde başka biri ya da ailesi var mı?" Yanındaki adamla birlikte cesedin başına eğilirken Ada'da pür dikkat onları izliyordu.
"İhbarı yapan sevgilisi. Ailesiyse araştırılıyor Komiserim."
"Ya! Peki o nerede?"
"Yan odada, beklemeye aldık."
O anda Özgür Komiser cesedin üzerini açınca kadının gözleri kendini ortaya çıkarttı. Alnının ortasında kocaman bir delik olan genç kızın, kanı çekilmiş yüzünü görünce, annesinin yüzünü gördü bir an. Yüzünün ortasında delicesine akan kanı ve nefesinin kesilişini hatırladı. Ardından gözlerini kapatarak yükselen mide bulantısıyla birlikte kendini odadan dışarıya attı.
Unutamıyordu geçmişi işte. Onun uykularını çalan o ızdıraplı zamanı asla da unutamayacaktı. Ne kadar çabalasa da ne kadar uğraşsa da hep aklının bir köşesinde olacaktı. Belki de Özgür haklıydı. Ona göre değildi bunlar ve en başta gönüllü olmamalıydı.
Ama bu kadar yolu geldikten sonra da geri dönmek istemiyordu.
"Komiserim kendini toparla." dedi aniden karşısına dikilen Özgür Komiser.
En başından beri onu gözlemliyordu ve buraya geldiklerinden beri ikinci bir ölüymüş gibi gezmesi gözüne batar hale gelmişti artık.
"Özür dilerim Komiserim ben..."
Konuşmasına izin vermeden Ada'nın kolundan tuttuğu gibi onu dışarıya sürüklerken gözü dönmüş gibi davranıyordu. En sonunda apartman boşluğuna çıktıklarında Ada komiseri hafifçe ittirdi.
"Bak Komiserim! Size bu işe uygun olup olmadığını sorduğumda beni ciddiye almadın. Şimdi görevdeyiz ve onca işimizin arasında senin gibi bir yeni yetmeyle uğraşamayız. Anlıyor musun? Sana bunca zaman kibar davranmaya çalıştım. Ama benim işime engel olduğunu gördüğüm an, seni yollamanın her türlü yolunu bulacağımı sakına unutma!" dedi tehditkâr ses tonuyla.
Ada, öfkeyle bakan adamın gözlerinin içine korkusuzca baktı. Karşısındaki adama doğru bir adım atarken, öfkeden damarlanan ve koyu kahverengi gözlerindeki dipsiz kuyusunun içine zehrini akıtmak için hararetlendi.
"Komiserim, bu benim ilk vakam. Ama gördüğüm ilk ceset değil."
Aynı keskinlikte gözlerinin içine bakmayı sürdürdü. "İşinize engel olduğumu düşünüyorsanız bir adım geri çekilirim, ama eğer gitmemi istiyorsanız işte orada size bir 'dur' derim. Ben bu işi siz rahatsız oluyorsunuz diye bırakacak değilim."
Yüzüne alaylı bir gülüş de ekleyerek ortamdaki taşları bir bir ortaya fırlattı.
"Siz sadece işinize bakın, benimle uğraşmanız için bir sebebiniz yok."
Yanından geçip gitmeden önce bileğinde gerçekte olmayan hayali saati gösterdi.
"Sakinleştiricilerinizi almayı unutmayın, malum vakti geçerse öfkenize hâkim olamayabilirsiniz."
İçeriye doğru girerken, Özgür elini cebine atarak ilaçlarını kontrol etti. Sonra da onun arkasından bakakaldı. Bunu nasıl bildiğini ya da saatinin hangi ara dolduğunu anlamamıştı bile. Hayır, bu kadar şeyin arasında sakinleştirici içtiğini nereden anladı? Onun yanında bir kere bile kutuyu cebinden çıkartmamıştı.
Eline tekrar kutuyu alıp, uzun uzun baktı. Bu mümkün değildi. En müsait zamanda bunun gizemini çözecekti ama öncelikle kendi işine odaklanmalıydı.
İhbarı veren kişiyle konuşma vakti gelmişti artık.