1.Bölüm

2655 Words
Dünyada bulunan suç oranları, her yıla oranla iki kat artmaktaydı. Meksika'nın Colima kentinde, 2022'de her 100 bin kişi başına 181,94 cinayet ile dünyada en fazla suç işlenen şehir olarak kayıtlara geçerken, Türkiye'de toplam 2278 cinayet işlenmişti. Bunun yanında Türkiye'de, medyaya 3 bin 984 silahlı şiddet olayı yansıdı. Ülke genelinde yaşanan bu silahlı şiddet olaylarında 2 bin 278 kişi öldürüldü ve 4 bin 231 kişi de yaralandı... Eylül 2023’ten Eylül 2024’e işlenen cinayet sayısı 1388. 7 Ekim’i baz aldığımızda ise son 13 ayda 1455 cinayet işlenmiş olduğu görülmüştür... Ve her geçen gün bu cinayetler artmakta ve insanlar suç işlemeye devam etmekteydi. Tabii bunun yanında askeri yönden de gelişen ülkemiz, 2021 yılında dünyanın en güçlü ordu sıralamasında 13. gösterilirken, 2022'de bu seviye iki sıra daha üste çıkarak 11. sıraya yerleşti. Ülkemizde suç oranı, polislerimiz ve diğer güvenlik güçlerimiz sayesinde her geçen gün azalmaktaydı, ancak bazı insanlar bu durumdan hiç endişelenmeden suç işlemeye devam ediyorlardı. Onları durduracak olan, yine milletimizin evlatları ve koruyucumuz olan polislerimizdi. 🔷 “Haksızlığa sapıp bütün insanların senin peşinden gelmeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalman daha iyidir.” Gandhi "Dur! Kaçma!" Dur ikazına uymayan bir adamın peşinden koşarken, aslında ne kadar da zor bir meslek seçtiğini bir kez daha anlamıştı Ada. Elinde taşıdığı silahın ağırlığı, sanki yılların yüküymüş gibi zor ve meşakkatli geliyordu ona. Karanlık sokaklarda sürdürdüğü kovalamacaların sonunun gelmeyeceğini biliyordu. Ancak her seferinde adalet için bu suçluların peşinden koşmayı seviyordu. Köşeyi dönen siyah kıyafetli suçlunun, 'önünü keserim' umuduyla peşini bıraktı. Koştuğu yolu geri dönerken arkasından gelen ekip arkadaşlarına işaret verdi. "Siz peşinden gidin, ben önünü keseceğim!" Ekip arkadaşları, işareti alır almaz suçlunun peşinden gittiler, o da tam tersi yönde koşmaya devam etti. Karanlık sokakların kalbinde bir oraya bir buraya sürüklenirken, kendini hayatın gerisinde kaldığını zannediyordu. Çok değil, toplasan beş yıldır yapıyordu bu mesleği ama hayat öyle yorucu oluyordu ki bazen, insana yıllardır yapıyormuş hissi verdirtiyordu. Yine de hiçbir şeye değişmezdi bunu. Bir insanın hayatını kurtarmanın yanında üzerinde taşıdığı üniformanın yeri de kalbinde taşıdığı gururdan katbekat üstündeydi. Bu mesleği ve onun getirdiği yükü seviyordu. Ara sokaklarda yolunu bulmak için büyük bir mücadele verirken, beynindeki bazı şeylerin yok olduğunu ve labirent gibi karmaşık yollarda kaybolduklarını görmüştü. Hayatının her noktasında böyle karmaşık yollar vardı. Ama bazen insan o yolların içinde kaybolabiliyordu. Sanki, beyninin içinde bir labirent vardı ve o labirentlerde suçlular kol geziyordu. Üstüne üstlük her onların peşinden koştuğunda yolunu kaybediyordu. Bu yüzden, dağınık kağıtlar gibi uçuşmuş hatıraları ve çöpe atılmış umutlarını hiçbir zaman bulamamıştı. Ancak hala daha bir umut aramaya devam ediyordu onları. Bulunca zihnindeki tüm suçluları da alt edecekti. Ve işte o zaman, rahat bir nefes alabilecekti. Köşeyi dönüp, suçlunun kaçmaya çalışacağı son çıkışa geldiğinde duraksadı. Gerçek hayatta onları her türlü bulabiliyorken ancak beynindekileri... İşte onları hiçbir zaman bulamıyordu. Çok bir süre geçmeden kovaladığı suçlu en sonundan karşısına çıktı adam. Karşısında Ada’yı gördüğünde olduğu yerde durakladı. Yüzüne yerleştirdiği şaşkın ve kızgın gözlerle birlikte onu süzdü. Ada, ona bakan adamın suratında oluşan öfkeyi ve şaşkınlığı görünce dudaklarına yalancı bir gülümseme yerleştirildi ve suçluyu kıstırmanın verdiği keyfi tüm iliklerinde hissetti. Elindeki silahı, yavaş hareketlerle beline koydu. "Sana dur dedim." dedi, nefesi sokağın duman altı havasına karışarak yok olurken. "Siktir!" diye kükredi adam. Tam kaçmak için arkasına döndüğünde peşindeki diğer polisleri gördü. "Ah! Hassiktir!" Yolun sonuna gelmişti. "Bu sana son ikazım." dedi Ada kendinden emin bir şekilde. "Buradan sonra gidecek bir yerin yok. Teslim ol!" Tabii, suçluda da bu uyarıyı dinleyecek vardı da... Tek çareyi kaçmakta bulan suçlu, Ada’nın üzerine doğru hızla koşmaya başladı. Belki de kadın olduğu için kolaylıkla geçilebileceği biri sanmıştı onu, ama dövüş sanatlarında altı tane altın madalyası olduğunu bilmiyordu. Zaten nereden bilsin, bu bilgiyi tüm astlarından bile saklamıştı. Suçlu, onun üzerine doğru tüm hızıyla koşarken de hiçbir şekilde duruşunu bozmadı. Ta ki suçlu yanından ani manevrayla geçerken onu atlattığını sanana kadar. O an, suçlunun belinden yakaladığı gibi sürüklenerek asfalt zemine düştü Ada. Bu durum, son sürat ilerleyen bir ata binmeye çalışan jokeyin eyeri yakalaması gibi bir şeydi. Hızı kesilen suçlu da en sonunda asfalt zeminde buldu kendini. İkisi de şimdi birbirlerini alt etmek için uğraş veriyorlardı. Suçlu kaçmak istiyordu, Ada da onu yakalamak istiyordu. Sonuçta bu iki mücadeleciden biri kazanan çıkacaktı. Üste kalan suçlu, Ada’nın yüzüne eliyle bastırıp kollarından sıyrılmaya çalıştı, ancak Ada onun paçasını bırakma gibi bir niyeti yoktu. Suçluyu ayağından yakaladığı gibi çekti ve adam yüzükoyun bir şekilde tekrar yere düştü. Kadını tekmelemek için ayaklarını savursa da aniden boynunda hissettiği boyun kilidiyle şoka uğradı. Nereden çattık, diye içinden söylenirken suçlu, kullanılan güçle birlikte gözleri korkudan kocaman açıldı. Boğazına gelen baskıyla korkuya yenik düşmesi ciğerlerindeki nefesi aniden tüketmişti. Baskının kulak zarlarını patlatacak güçte olduğunu anlayınca çabalamayı bırakarak pes etti. Bu kadın onu resmen alt etmişti. Manyak kadın! diyerek kükredi içinden. Çenesini bile hareket ettiremiyordu. Onu öldürmek mi istiyordu? Amacı neydi bunun? Kadın ise sıkıştırdığı suçludan daha karanlık bakıyordu. Hatta elinin altında ezilen bu tacizciyi, bu boyun kilidini sayesinde öldürebilirdi de. O da bir insandı sonuçta, değil mi? Ama o insan olmasının yanında, bir polisti de. Ve işini yaparken diğer yakaladıkları gibi, bir suçlu olmak istemiyordu. Bu yüzden kilidi araladı ve yerdeki şüphelinin nefes almasına izin vermeden önce ellerini birbirlerine bastırarak kelepçelerini çıkardı. "Taciz ve cinsel saldırı suçlamaları sebebiyle," Nefesini düzenledi. "seni gözaltına alıyorum. Yaptıkların ve söylediklerin mahkemede aleyhine delil olarak yansıyacaktır." "Sağ ol ya! Ben de anlamamıştım zaten." diye yakındı yerde çırpınan adam. Kıyafetinden ve kolundan tuttuğu adamı, "Maalesef, prosedür böyle." diyerek ayağa kaldırdı. Diğer iki polisin geldiğini gören adam kuyruğunu kıstıran bir köpek gibi havlamaya başlaması çok da kısa sürmedi. "Ben bir şey yapmadım! Lütfen, alın beni şu manyağın elinden..." Polislerden biri suçlunun üzerini aramak için silahını beline yerleştirirken diğeri de gülümsemeyle birlikte şapkasını düzeltti. "O zaman niye kaçıyordun?" "Cidden bir yanlış anlaşılma," diye kendini savunmaya devam etti umutsuzca. "Polise hakareti de eklemeli miyiz Komiserim?" dedi diğer polis, Ada’ya. Ada, yüzüne değen soğuk havayı uzaklaştırmak istercesine ellerini 'boş ver' dercesine salladı. Böyle suçlularla çok uğraşmıştı bunca zaman. Bu adamın hakaretleri diğerlerinin yanında hiçbir şey kalıyordu. Tabii, burada dikilip de böyle bir adamla aynı nefesi solumak bırak iğrençliği, ağzından çıkan sözleri dinlemek bile zaman kaybıydı. Daha fazla onun kendini kurtarmak için sarf ettiği bu saçma sözleri dinleyemezdi. Bu yüzden de üzeri aranır aranmaz kolundan çekiştirerek ekip arabasına doğru sürüklemeye başladı. Suçluyu alıp, kalabalık ana caddeye getirdiğinde, mağdur olan kadının haykırışları kalabalığı resmen şekillendirdi. Herkes birer alev dalgasına dönüşerek, aniden suçluyla onun etrafını sardılar. Kollarından sıkıca tuttuğu suçluyu, onların gazabından korumak için büyük bir mücadele verirken, bu durum karşısında kendini nedensizce sorgularken buldu. Ne ironikti değil mi? Az önce onu öldürmek isterken, şimdi de onu öldürmek isteyen insanlardan koruyordu. Bu durumu hayatının birçok yerinde, farklı şekillerde de olsa defalarca karşısına çıkmıştı. Bunun gibi kötü insanlar, sadece normal insanlara değil polislere bile zarar veriyorlardı. Kaç tanesi böyleleri yüzünden şehit olmuştu. Motorla üzerinden geçenler mi dersin, çatışmada polisleri yaralayanlar mı dersin ya da mal mülk yüzünden evdeki kavgaları sokağa taşıyanlar mı dersin, hepsi böyle insanların kalplerinde bulunan kötülükler yüzünden gerçekleşiyordu. Ve onların yüzünden sayısız polis görevlerini yaparken şehit düşüyorlardı. Herkes bu mesleği parası var diye, hatta rahat ve kolay diye onların polis olduklarını sanıyorlardı. Aslında herkes bu mesleğin gerçek zorluklarını bilmiyordu. Bilmedikleri için de ağızlarına gelenleri söylüyorlardı. Aynı şu anda da kulaklarına çarpanlar gibi... İnsanların öfkeyle savurduğu küfürleri, idam haykırışlarını ve üzerinde artan insan ağırlığının farkına vararak aştı o yolu. Onları uzaklaştırmak isteyen diğer polisleri linçleyenleri duyarken, her şeyi biliyorlarmış edasında üzerlerine gelmeye devam etti çevresindeki halk. Kalabalıkta ekip arabasını bulan diğer polisler, insan yığınının arasında zar zor yol açtılar. Daha fazla üzerlerine gelmesinler diye hızlanırken, onu korumak için elinden geleni yapıyordu Ada. Suçluyu bıraksa, anında yok edeceklerdi ama o bırakmıyordu, asla da bırakmayacaktı. "Neden o şerefsizi koruyorsunuz? Bırakın yok edelim!" dedi kalabalıktaki seslerden biri. Kulağına değen bu haykırışı duyduğunda arabanın açık kapısından şüpheliyi sokmaya çalışıyordu. Başından bastırdığı suçluyu içeriye soktuğundan emin olduktan sonra kapıyı sertçe kapatarak yönünü kızgın kalabalığa döndürdü. "Eğer onu size bırakırsam benim ondan ne farkım kalır?" Kalabalık bir anda sessizleşti ve şimdi yüzüne bakan bir grup sakin insanlara dönüştüler. "Bir kadına bunu yapan size neler yapmaz Komiserim? Onu hapishanede beslemek istemiyoruz!" Başını olumsuz yönde sallayarak haklı insanların yargılayıcı bakışlarını izledi. "Kanunlarımıza göre mahkeme kararını verene kadar o suçsuzdur. Eğer bir şikayetiniz varsa mahkemeye başvurun. Biz burada sadece işimizi yapıyoruz. Lütfen daha fazla polis arkadaşlarımıza zorluk çıkarmayın." dedi naçizane bir söyleyişle. Yüzüne bakan insanların öfkelerinin sönmeyeceğini iyi biliyordu, ama kanunlar böyleydi. Polislerde bunlara uymak zorundaydı. Yoksa görevlerini doğru yapıp yapmadıkları sorgulanırdı. Yavaş yavaş dağılan insanların içine bir gram su serpememişti ama sarf ettiği bu iki cümleyi dinlemeleri hoşuna gitmişti. Bizim insanımız bazen yargılayıcı olabiliyordu, ancak anlayışsız değillerdi. Bu da ülkenin insanlarının ne kadar önemli olduğunu gösteren bir şeydi işte. Belki de bu yüzden düzeni oluşturmak için bu kadar çırpınıyorlardı onun gibi polisler. Halkın canı daha fazla yanmasın diye... Dağılan kalabalığın ardında, sokak lambalarının parlak ışıkları ve polis araçlarının üzerlerindeki tepe lambalarının mavi kırmızı renginden başka bir şey kalmamıştı. Yavaş yavaş olay yerini terk eden polis araçlarını izlerken arka cebinde tuttuğu telefonunun titrediğini hissetti. Elini arkaya atarak telefonunu aldı ve onu arayanı daha fazla bekletmemek için hemen açtı. Telefonu kulağına yakınlaştırır yakınlaştırmaz bir bağrış yükseldi. "Neredesin be kızım sen!?" dedi endişeli sesiyle. "Üzgünüm Amirim. Görevdeydim." "Yine rahat durmuyorsun kızım, yarın direkt ofisime geliyorsun! Sonunda beklediğin o haber geldi." Sağına ve soluna baktı. Ne diyeceğini düşündü bir an, ama aklına bir şey gelmeyince "Emredersiniz amirim." diyerek, lafının ardından kapanan telefonla birlikte bir müddet öylece kalakaldı. Bu yolu, bir şey başarmak ve ailesini gururlandırmak için ilerlemişti bunca zaman. Şimdi, o başarı ayaklarının dibindeydi ve ona sahip olmak için sadece tek bir hareket yapması gerekiyordu. Elini uzatıp beklediği fırsatı tutmalıydı. Bu karmaşık yollardan uzaklaşmalı ve kendine yeni bir hayatın içine atmalıydı. Bir kere uzaklaşsa yönünü tekrar bulabilir miydi acaba? Tekrar aradığı o ışığa ulaşabilir miydi? Yoksa yine kaybolur muydu? Ayakları asfaltı dövmeye başladı. Hızlı adımları sanki geçmişini eziyormuşçasına sert ve kendinden emindi. Gözlerini kapattığı her ışığın rengine karşı renk değiştiriyordu bedeni. Geçmişin tozlu raflarını süpüren bir cadının kahkahasının altında ağlayan küçük kızın haykırışlarını görüyordu. Kurşunların ardı ardına yağmaya devam ettiğini, kırılan camların ötesinde karanlıkta beklediği gibi bekliyordu o küçük kız. Onu kurtaracak birini bekliyordu, belki de sadece umuyordu; onu kollarının arasına saracak baba sıcaklığını ya da anne öpücüğünü... Bulabildiği; karanlıkta, zemine çarpan boş kovanlarının çıkardığı metal sesi ve küçük kızın kulaklarını tıkarken korkudan attığı çığlığıydı. Ellerini üşüten soğuğun kanını da üşüttüğünü hissedince ellerini cebine koyarak, yıldızlar saçılmış o simsiyah geceye baktı. Sonra da hüznünü arttıran geceye inat gülümsedi. "Başardım baba," dedi fısıldayarak. Bir damlanın göz pınarından doğup yanağına aktığını hissetti. "Başardım anne." Bu akıttığı gözyaşı mutluluk gözyaşıydı. Anne ve babasına verdiği sözü tutmanın kanıtıydı. Ellerini birbirine bastırdı. "Teşekkürler," Yutkundu. "Her şey için teşekkürler Allah'ım." Yüzüne eklediği kahkaha ve kahkahaya ters düşen gözyaşlarıyla birlikte kendini, hararetli gecenin yumuşak kollarına bıraktı. Yolunu bulmayı her şeyden çok istiyordu, bunun için de ilk başta verdiği sözleri tutmalıydı. * Günün ilk ışıkları camdan içeriye yansıdığında, dağılmış yatağın üzerinde duran çamaşırları ortaya çıkardı. Tatlı havanın yüzüne verdiği gülümseme ve üzerindeki formanın güven verici kokusuyla birlikte kendini ortamın büyüsüne vererek sıcak kahvesini eline aldı. Kahvenin dilini yakan sıcaklığını umursamadan yudumlarken gözlerini de manşet sayfalarında dolaştırmayı da ihmal etmedi. Siyah saçları iki yana dağılmış, yüzündeki yorgunluk gözaltlarına yansımıştı. Ama yine de sabahın keyfi üzerindeydi. Okuduğu haber başlıkları da ona bambaşka bir keyif veriyordu. Bugün okuduğu ilk haberse, kendi resminin de olduğu bir manşet haberiydi. "Tacizci yakalandı..." Adamın yüzündeki korkuyu, dün akşamki kalabalığın sayesinde fark etmemişti. Bunu daha önce görseydi, keyfi daha da iyi olabilirdi. Ama yine de buradan görmesi keyfini bozduğunu anlamına gelmiyordu. Onun gibi sapıklar daha çok korkmalıydı. Hatta o kadar çok korkmalıydılar ki bu dünyada da cehennemi yaşamalılardı. Bir yudum daha kahveden alırken diğer manşet çarptı gözüne. "Kadın polisten insanlık dersi..." "Kadın polis, suçluyu linç etmek üzere olan kalabalığa seslenerek gönülleri fethetti." "Saçmalık" dedi haberi hızla geçerken. Herkesin söylediği o iki cümlenin ne gibi bir gönlü fethetmesini beklenirdi ki? Zaten polislerin işi bu değil miydi? Alttaki yorumları açıp okurken, attığı kahkahanın boş odada yankılanacağını hiç düşünmemişti. "Böyle güzel kadın polisler varda biz mi suç işlemedik!" "Komiserim, lütfen tutuklayın beni!" Komik yorumların yanında haklı bulduğu ya da haksız bulduğu yorumları da vardı. "Polis kadın haklı, sizin onlardan ne gibi farkınız kalır. O zaman her suçluyu öyle öldürelim." Altındaki yorumlar pek iç açıcı olmasa da yine de okumaya devam etti. "O zaman böyle şerefsizler de suç işlemeye devam etsin, değil mi? Sonuçta mahkeme karar verene kadar suçsuzmuş... Mahkeme de kararı çok düzgün veriyor ya! Yok bizim ülkenin adaleti mahvolmuş..." İçine aniden oturan buhranla birlikte okuduğu yorumların sekmesini kapatırken, bir anda kendini yoğun duyguların arasında kaybolurken buldu. O, ne kadar polis olsa da bazı insanların düşüncelerine hak veremeden duramıyordu. Aslında, böyle düşünmemesi gerekiyordu, biliyordu ama sonuçta onun ailesinin katilleri de sokakta ellerini kollarını sallayarak geziyorlardı. Belki de bu mesleği seçmesinin asıl sebebi işlerini doğru düzgün yapamayanların yerine, daha doğru bir şekilde yapmak istemesindendi. Bilmiyordu, şu andan sonra da bazı şeyleri bilmeyecekti. Ama yine de bu durumu kabul edip, adalete sığınmak zorundaydı. Saatin gelmesine yakın saçlarını arkadan sıkı bir topuz yaparak, şapkasını başına geçirdi. Üzerindeki üniformayı son bir kez daha kontrol ettikten sonra anahtarını da alarak yola koyuldu. Emniyete geldiğinde merdivenlerin önünde öylece durdu. Bir devrin kapandığı o son saatlerdeydi. Bundan sonra artık ekip arkadaşlarından ayrılarak yeni bir yere gidecekti. Farklı insanlarla dostluk kurup, yeni görevler yapacaktı. Tabii, buranında zorluğunu sorgulamıyordu. Ama gideceği yerin zorluğu daha farklıydı. Hızlıca yeni zorlu görevini almak için emniyetin merdivenlerini tırmandıktan sonra kendini amirinin ofisinin önünde buldu. Büyük bir heyecanla üzerini düzeltip, bir kez derin nefes alıp verdikten sonra kapıyı tıkladı. "Gel!" emirini duyarak kapıyı araladı. Onu gören Emniyet amiri ayağa kalkıp karşısında kızı gibi sevdiği Ada’yı kocaman bir gülümsemeyle selamladı. "Hoş geldin kızım," dedi sıkıca sarılırken. "Baban görse seninle gurur duyardı." Kollarından ayrılır ayrılmaz polis selamını verdi yine de. "Akıllı kız, burada biz bize olsak da üstlerine duyduğun saygıyı bırakmıyorsun." diye güldü babacan bir tavırla. "Hadi, geç otur kızım." Teşekkür ederek mahcup bir şekilde oturdu, Amirinin mutluluğunu paylaşmak için de gülümsemeye devam etti. Ne de olsa babasını tanıyan sayılı insanlardan biriydi ve onun üstüydü. "Sana bu haberi yüz yüze vermek istedim kızım. Sonuçta sen babanın bir emanetisin. Seni kendi öz kızım gibi severim." "Doğrudur efendim." dedi mahcup bir şekilde. Yüzündeki samimi gülümsemesi, karşısındaki adam tarafından ne kadar çok sevildiğini anlatır nitelikteydi. Bunca zaman hayatında hep desteğini görmüştü. Onu yönlendirmiş, bu zamana gelebilmesi için elinden geldiğince ona yardımcı olmuştu. Ama bu yardımcılık sadece bu seviyede kalmıştı. Daha ilerisini hiçbir zaman kabul etmemişti, asla da etmezdi. "Ah, kızım. İzin versen keşke de seni daha iyi bir yere atasam. Cinayet büro, senin gibi bir kız çocuğu için değil, tüm polisler için bile ağır bir yerdir. Bunun altından kalkabileceğini düşünüyor musun?" "Sebebini biliyorsunuz efendim." Gözlerine inen pusla birlikte geçmişinin tozları zihnini bulandırdı. Babasına yıllar önce mezarının başına verdiği sözün kelimeleri hala zihninin en belirgin yerinde duruyordu. "Söz veriyorum baba, senin katillerini bulacağım..." Bazen tozlu raflara sahip olmak bugündeki hayatı anlamak için ışık tutan birer yol gösterici olabilirdi. Hatta böylesine yolunu kaybetmiş bir kız çocuğunun geleceğine yön vermesi daha da farklı bir durumdu. Belki geçmişte yaşadığı o acılı günü yaşamasaydı, hayatı bambaşka bir yöne evirilebilirdi. Belki de şu anda bu adamın karşısında başka bir kız otururdu ve o da -burada aynı şu an kendisi yaşadığı gibi- geçmişini düşünerek kahrolurdu. Çünkü hayat her zaman insanların canını yakmayı çok iyi bilirdi. Onun canını yakmasa, bu sefer bir başkasının canını yakacaktı. Kimsenin böyle bir acı yaşamasını asla istemezdi. Amiriyle de bunları konuşmak doğru muydu, bilmiyordu ama karşısındaki adamın onu anladığını biliyordu. Amirinin bıraktığı sorumluluğa güvenerek kapıdan çıkmadan önce gülümsedi. Her şey için teşekkür edebilmek, ilk defa kalbinde bulunan yükü ufacıkta da olsa azaltabilmişti. Mezarların başında ağlayan kızın elini tuttuğunda, "Her şey geçecek" diyenlerin yerine aslında "Hiçbir şey geçmeyecek" diyen bu adamı asla unutmayacaktı. Geleceği onun şekillendireceğini söylerken; attığı acılı bakışları da yüreğini yakan yangınların boyutunu anlatırken akıttığı gözyaşları da unutmayacaktı. Bazı şeyler asla unutulmazdı, bunlarda asla unutulmayacak olanlardı. Şimdi bambaşka bir yola evrilirken hayatı, geleceği kabullenme vakti gelmişti. Çünkü artık onun çözmesi gereken cinayetleri ve bulması gereken suçluları vardı. Sevdiklerinin katilini arayan insanların sesi olmalıydı. Diğerlerin seslerini duyurmazsa, onları kim dinlerdi ki? Aynı onu dinlemedikleri gibi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD