Elindeki dosyalara kafa yormaya başladığı ikinci saatin sonunda beynini patlatacağını hissederek başını ellerinin arasına aldı. Saatlerdir birbirine benzer olan ama anlamsız ifadeleri okuyordu. Hepsi Sare’nin ailesinden gelen ifadelerdi ama bazıları o kadar baştan savma yazılmıştı ki, bu sayfaları parçalamamak için zor tutuyordu kendini. Öfkeyle geriye yaslanırken, ofisin o basık ama bir o kadar da değişik havası takıldı gözlerine.
Daha önce odaya bu kadar alıcı gözle bakmamıştı. En ilginç nokta da Özgür’ün orasıydı.
Özgür Komiserin arkası çeşitli süs bitkileriyle çevrilmişti. Arkasındaki dolabı da şaşırtıcı derecede düzgündü. Kırmızı dosyalar bir rafta, mavi dosyalar ikinci rafta, yeşil dosyalarda ayrı bir raftaydı. Hepsi bir kadının elinden çıkmışçasına düzenli ve sıralıydı.
Onun tarafında ise hiçbir şey yoktu. Sanki burayı hiç sahiplenmemiş gibi... Ama o daha burada yeniydi, değil mi? Arkasını daha sonra da düzenleyebilirdi.
Oflayarak önündeki dosyalara geri döndü. Sürekli yeni gelmesinin altına sığınıp duruyordu. Artık burası onun görev yeriydi, bazı şeylerin arkasına sığınarak işler yapmayı bırakmalıydı. Canı yapmak istiyorsa hiç sormadan ve bir şeylerin arkasına sığınmadan direkt yapmalıydı hatta.
Fakat şu an gerçekten de bu dosyaları okumak istemiyordu. Önündeki dosyayı uzaklaştırırken öfkeyle kendini geriye attı.
“Yeter artık!”
Öfke patlamasının ardından gerinerek tekrar eski haline geldi. O anda Özgür Kahraman’a çarptı gözleri.
Üzerindeki siyah kabanı sanki hırsızlardan korurcasına sıkıca sarılmış, önüne de tableti açarak büyük bir heyecanla tabletteki filmi izliyordu. Bu manzaranın ve umursamazlığın karşısında Ada öfkeyle kaşlarını çattı.
“Adama bak ya!” dedi hayıflanırcasına. “Ben burada ifadeleri okuyacağım diye bir taraflarımı yırtıyorum, o oturmuş film izliyor.”
Tabii, o bunların bir tanesini bile duymamıştı.
Şu dünyanın adaletine bak! dedi kendi kendine. Gördüğü en saçma olaydı bu.
Öfkeyle solurken alt dudaklarını dişleriyle kemirmeye başladı. Bir süre Özgür Komisere dik dik bakarak dikkatini çekmeye çalıştı. Çünkü eğer biraz daha onun boş boş oturduğunu görürse çıldırmaya başlayacaktı.
Neyse ki, en sonunda üzerindeki baskıyı hisseden Özgür, ona bakmaya akıl edebilmişti. Kulağındaki kulaklığı çıkartırken yüzüne garip bir şaşkınlık ekledi.
“Bir şey mi oldu Komiserim?”
Ada, kalemi öfkesini hissettirecek biçimde masaya bıraktı.
“Neden çalışmıyorsunuz Komiserim?”
Özgür, gözlerini tekrar tablete çevirirken küçük bir çocuk gibi omzunu silkmeyi de ihmal etmedi.
“Sen halledersin, sana güveniyorum.”
“Allah Allah!” dedi hayretle. “Komiserim ekibiz ya hani. Birlikte çalışıyoruz ya!”
Özgür, tableti kapatırken sallanan sandalyesiyle birlikte Ada’ya döndü.
“Seninle çalışmayı ben istemedim.”
Ada, sinirle dudaklarını kemirirken bir yandan da başını salladı.
“Öyle mi?”
Sakinleşmek için derin bir nefes aldı.
“Başka şansım var mıydı acaba?”
Özgür, hiçbir şey demeden bir iki saniye bekledi. Beklerken de parmaklarını önünde kilitleyip sanki hiçbir suçu yokmuş gibi bir de Ada’yı süzdü.
“Sen biraz kızgınsın galiba?”
“Galiba mı?” dedi Ada öfkeyle soluyarak. Şu an gerçekten de kızmıştı işte. Hatta öfkeyle gözlerini devirken bunu açıkça gösterdiğine inanıyordu.
“Dün beni olay yerinde bırakıp gittin! Aklından ne geçiyordu senin!?”
“Ovv, daha o mesele vardı değil mi?”
Ellerini boş ver dercesine sallarken yüzüne eğlendiğini gösteren bir gülümseme de eklemeyi ihmal etmedi.
“Arabaya ihtiyacım vardı Komiserim. Hem papatya çayı iç, çok öfke hızlı yaşlandırır.”
“Sen benimle dalga mı geçiyorsun?” dedi sakin görünen öfkeli sesiyle.
Karakolu ayağa kaldırmak istemiyordu şu anda. Kaldırırsa sonu çok kötü olurdu çünkü.
“Aaa, nereden anladın? Hadi, Komiserim. Daha çok işin var. Çalış, çalış…”
Derken ‘çok’ kelimesini alaylı bir şekilde uzattı. Ellerini tekrar önünde kavuştururken de keyfine denilecek hiçbir şey yoktu. Resmen bu adam onun sinirinin sabrını ölçmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu.
“Seni var ya…”
Tam öfkesini onun üzerinde gösterecekti ki aniden içeriye Galip Başkomiserin girmesiyle birlikte Ada öfkesini yutmak zorunda kaldı. Gözleri mahcup bir şekilde yere kayarken Özgür çoktan ayaklanmıştı. Bunu gören Ada’da bir süre sonra oturduğu koltuktan kalktı.
“Kolay gelsin.”
Galip Başkomiser elindeki kağıtlara, sanki heyecanlı bir romanın son sayfalarını okuyormuş gibi dikkatlice bakıyordu. Bu yüzden Ada’nın tepkisini görmemişti bile.
“Sağ olun Başkomiserim,” diyerek kendini öne çıkardı Özgür.
Ada, alev alan gözleriyle Özgür’ü yakıp kül edecekmiş gibi sertçe baktı. Saatlerdir bomboş oturan adam söylüyordu bu sözleri. O ise sadece burada kendi öfkesiyle kavrulup duruyordu.
“Ada, kızım kusura bakma daha önce gelemedim. Malum bu aralar aşırı yorgunum.” diyerek kağıtları incelemeye devam etti Galip Başkomiser. Sonra aradığını bulmuşçasına sevinen gözlerle bu sefer gerçekten muhatabına döndü.
“Tekrar kusura bakma kızım ya, size anlatamam bu durumu. O kadar yoğunum ki.” Gözleri Ada’yı baştan aşağıya süzdü. “Vay canına, demek kocaman oldun hah!”
Hayret dolu yüzüyle Ada’yı süzerken Özgür ağır ağır başını salladı. Kimle kaşık attığını sanıyordu ki, herkes onu tanıyordu. Buraya gelmesinin sebebi şimdi daha da anlaşılır olmuştu. Bazı insanların arkası sağlam olunca önünde kimse duramıyordu. Ama böyleleri ahkam kesmeyi iyi bilirler. Zaten defalarca da ona ahkam kesmeye devam etmişti. Bir de buraya “emeklerimle geldim” diyordu.
“Ooo Başkomiserim. Demek ki tanıyorsunuz birbirinizi. Harika!” dedi sözlerindeki sitemle birlikte. “O zaman tanışmanıza gerek kalmadı.”
“O beni tanımaz ama ben onu iyi tanırım. Rauf Başkomiserin vakasında bulunan polislerden biriydim bende. Onu sadece cenazede görmüştüm, küçücük bir kızdı. Şimdi kocaman olmuş.”
Yüzüne eklediği samimi gülüşü Ada’yı bulunca, Ada da ona aynı şekilde karşılık vermeye çalıştı. Ama bazı şeyler büyük olunca acısını saklayamıyordun. Bak işte! Biri daha geçmişinden onu bulmuştu.
“Gelişini kutlayalım.”
Özgür’e döndü gözleri.
“Hani bir yer vardı ya, neredeydi o? Heh! Sahil kenarında… İşte akşama oraya gidelim de bir güzel çorba içelim hem kaynaşmış oluruz.”
“Ama Başkomiserim! Orası bizim özel yerimizdi. Öyle hemen birini özel yerimize getiremeyiz.” dedi Özgür şakayla.
“Hadi oradan hergele!” dedi Galip’te ona katılarak. “Sanki sevgiliymişiz gibi özel yer diyorsun!” Ada’ya döndü gözleri. “Başka biri duysa yanlış anlayacak.”
Ada gülmesini tutmak için kendini zorlarken Özgür Galip komiserle şakalaşmasına devam etti.
“Hadi hadi, neyse oyalama beni.” dedi Galip Başkomiser Özgür’e. Ancak bir durum gözlerine çarpınca ister istemez durakladı.
“Özgür bu ne?” dedi elindeki kağıtla birlikte onun bulunduğu masayı gösterirken. Çünkü Ada’nın masası bir sürü dosyayla doluyken, Özgür’ün masası bomboştu.
“Ney Başkomiserim?”
“Senin diyorum, masan niye boş?”
Mavi gözlerini kocaman açtı Galip başkomiser. Burada gerçekleşeni az çok tahmin edebiliyordu. Özgür’ü tanıyordu asla bir vaka varken boş durmazdı. İddia için böyle yapıyordu, şimdi anlaşıldı. Ama iddianın kurallarında böyle bir şey yoktu.
“Özgür, çalış! Anladın mı? Çalış Özgür,” dedi hem uyaran hem de ne dediğini anlatan gözlerle. “Ada kızıma hepsini yükleme Özgür. Kulaklarını çekmeyeyim sonra!”
Özgür ne dediğini anlarcasına gerilirken, Ada’da bu duruma karşı kahkaha atmamak için zor tutuyordu kendini. Buradan baktığına göre Galip Başkomiserle Özgür Komiserin arasında çok farklı bir ilişki vardı. Sanki bu ilişki dostluktan çok baba oğul ilişkisi gibiydi.
Belki uzaktan bakılınca onunla Rüstem Amirinde birbirlerine yaklaşımı böyleydi, ama Ada hep kendini Rüstem Amirden uzaklaştırmıştı. Bunun sebebini bilmiyordu. Fakat babasına benzeyen bir adamla aynı samimiyeti yakalamaya çalışmak, sanki babasının sevgisine bir ihanetmiş gibi geliyordu. Belki de içten içe bu durumu çok abartıyordu ama yapacak hiçbir şeyi yoktu bu konuda.
Sadece ona verilen sevgilerden bir şeyler biriktirse bile yine de bir aile etmezdi.
“Anladım Başkomiserim.” dedi Özgür başını sallarken.
Galip’te anladığını düşünerek odasına gitmek için geriye döndü. Onlara kolay gelsin dileklerini söyledikten sonra akşamki buluşmayı atlamamaları için ikisini de uyardı ve kapıdan çıkıp gitti.
Özgür’le Ada tekrar baş başa kaldılar. Sanki iki düşman gibi…
Ama Özgür yerine oturmak yerine paltosunu eline aldı ve kendi kendine bir anda söylenmeye başladı.
“Evet Özgür, çalış! Sen çalışmazsan kim çalışacak değil mi?”
“Nereye gidiyorsun?” dedi Ada merakla.
Özgür paltosunu giyerken tekrar Ada’ya baktı.
“Çalışmaya!” diyerek hayıflandı. “Çalış dedi ya!”
“E, bende dedim.”
“Senin dediğin sayılmaz. Hem kalk artık şunlara bakıp durma. Sabah hepsini okudum ben.”
Üstünü düzeltirken söylenmesine devam etti. “Hepsi birbirleriyle kararlaştırdıkları şeyleri tekrar edip durmuşlar. Hem bakalım, bunlar nasıl bir aileymiş. Biz dinleyelim biraz da ailenin derdini.”
Ada şaşkınca Özgür Komisere ‘taş mı düştü kafana’ diye ağzı açık şekilde bakarken, Özgür’de işleri eline alması gerektiği için huysuzlanmıştı.
Hayat birkaç saatlikte olsa çok iyiydi be! Ne güzel film izliyordu! Yapılır mı bu be!
“Yapılır mı benim gibi komisere!...”
**
Arabadan inip kuş seslerinin yoğun olduğu bir doğa yolunun önüne geldiklerinde, uzun duvarlarla örülmüş dev ağaçların arasına sığınmış villa tipi evi gördüler. Uzaktan cennet bahçesine benzeyen bu evin özenle döşenmiş taşlarının arasından geçerken de ikisi her bir ayrıntısını süzüyorlardı. Böyle bir eve sahip olmaları için kaç mesai yapmaları gerekiyordu. Hem de böyle pahalı bir hayatta…
Özgür, ıslıkla hayranlığının gösterirken etrafında yarım bir tur attı. “Vay be,” dedi gözleri lüks hayatın mükemmelliğini izlerken. “Biz de böyle bir eve sahip olur muyuz ki Komiserim? Adamlar yaşıyor bu hayatı.”
Ada, hiçbir şey demeden yolu tırmanırken aklından da bu kadar lüks yaşama sahip olan bir ailenin kızlarının yaşadığı hayat aklına geldi. Hatırladığı kadarıyla Sare’nin evi buranın bir odası kadar, dar ve sıkışıktı. Orta halli birinin yaşayacağı kadar büyüklükte bir evdi. Bu kadar zengin bir ailesi varsa, o zaman neden o öyle bir evde yaşıyordu?
“Komiserim sizce de bu işte bir gariplik yok mu?” dedi Ada uzun süren sessizliği bozarken.
“Ne gibi?”
“Zengin bir aileye sahip bir kızın çok sıradan bir hayatı var. Bu garip değil mi?”
Özgür, Ada’nın sözlerinden sonra dudaklarını burktu.
“Herkes nasıl isterse öyle yaşar Komiserim. Belki de Sare daha mütevazi bir hayatta yaşamak istiyordu. Kim bilir…”
“Kim bilir.” dedi Ada da onu destekleyen sözlerle.
Kim bilir bu evde neler yaşandı? Belki de hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Belki de her şey daha yeni başlıyordu.
Kapıya vardıklarında evin büyüklüğünü ve güzelliğini şimdi daha iyi görmüşlerdi. Yağmur yüzünden paslanan oluklardan ve uzaktan çok güzel gözüken kuru çiçekleri görünce aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlamıştı Özgür Komiser. Son bir kez daha etrafa küçük çaplı bir göz atarken çalıların arkasında duran yemek masasını gördü.
“Komiserim,” dedi Ada’ya doğru. “Okuduğunuz ifadelerden ne kadarını hatırlıyorsunuz?”
Ada, anlamayan bir yüz ifadesiyle birlikte Özgür’e döndü.
“Çoğunu hatırlıyorum. Bir şey mi oldu?” dedi merakla.
Özgür düşünceden çatılmış kaşlarla çalıların arasında duran masayı gösterdi.
“O masayı hatırladınız mı?”
Evet, hatırlamıştı Ada. O masa ifadelere göre, tüm ailenin toplanarak akşam yemeği yediği masaydı. Yengesi masayı özenle kurduğunu anlatırken, anne masanın boş olduğunu, abisi de masanın içerde olduğunu söylemişti. Burada bir ifade uyuşmazlığı vardı. Belki de o gece kimse masayla ilgilenmemişti, belki amaç masadaki yemek değildi de daha farklıydı.
“Dur bakalım.” dedi Özgür kapıyı tıklarken. “Bu aile bize neler anlatacak acaba?”
Ada da merakla Özgür’ün dediklerini desteklerken aklına Kerim’in anlattıkları geldi. Çünkü Kerim o gece yemek yendiğini, hatta Sare’nin bir nedenden dolayı kavga çıkarttığını söylemişti. Bunun sebebini çok merak ediyordu Ada? Acaba o kızı ne bu kadar kızdırdı da sonunu ölüme kadar getirdi?
Kaşlarını çatıp düşüncelerini zihninde tartarken kapı açıldı. Açılan kapının ardından balık etli ve saçları yeni yapılmış bir kadın çıktı. Yüzündeki taze makyajı ben buradayım dercesine parlarken kahverengi saçları özenle fönlenmiş gibi duruyordu. Üzerindeki siyah elbise de bir cenaze evi için fazla süslüydü.
“Buyurun kime bakmıştınız?”
“Biz polisiz,” dedi Özgür kimliğini gösterirken. “Size Sare’nin cinayeti için birkaç soru sormak için gelmiştik.”
“Ah, ama biz zaten ifadelerimizi vermiştik.”
“Biz prosedür adına bir de sizden dinleyelim dedik.” dedi Özgür yan gözle de Ada’ya bakmayı ihmal etmeden. “İçeriye girebilir miyiz?”
“Tabii,” dedi kadın kapıyı açarak. Özgür’le Ada içeriye girdiklerinde evin içi de dışarısı kadar güzel olduğunu gördüler. Gayet rahat bir hayat yaşıyorlardı. Bu kadının giyinişinden de anlamışlardı.
“Siz…?” diye soramadan Ada, kadın ağzından lafı aldı.
“Ben Sare’nin yengesiyim, adım Sevim. Annem odadaydı, babam ise yukarda. İkisi de malum durumdan sonra iyi olamadılar hala. Bu yüzden onlarla konuşamayabilirsiniz.”
Ada, başını sallarken gösterdiği koltuğa da oturmayı es geçmediler. Ailedeki herkes kötü durumdayken birinin işleri toparlaması hiç kimsenin ölenle ölmediğini gösteren en güzel örneklerden biriydi. İnsanlar diğer insanları da onunla ölüp gideceklerini sanırlar. Ama hiçbir zaman insan ölenle ölmezdi. Hatıralarını ara sıra hatırlar ama hiçbir zaman tamamen yok olmazdı. İnsanoğlu böyleydi işte. Ölenler giderdi, yaşayanlar ise hayatına devam ederdi. Hayatın kanunu buydu.
“Siz peki en son Sare’yi ne zaman gördünüz?” diye sormaya başladı Özgür. Kadının yüzü biraz donuklaşsa da sonra kendini toparlayarak soruyu cevapladı.
“Sare’yi en son yemekte gördük.”
“Yemekte neler oldu?”
Kadın ellerini siyah elbisesinin eteğinde gezdirdi.
“Sare o gün bizle tanıştırmak için erkek arkadaşını getirdi. Yüzünde heyecan vardı. Babasıyla ilk defa bir erkek arkadaşını tanıştıracaktı. Onun üzerini düzeltirken de bana heyecanlı oluşundan sürekli bahsedip duruyordu.
‘Yenge, gerçekten tanısan çok iyi biri. Bana evlenme teklifi edecek.’ demişti. Ben de onu destekledim. Sare çok özgür bir kızdı. Öğretmen olduğunda babasının evinden ayrılarak kendine yeni bir hayat kurmak istediğini söylemişti. Ve gerçekten de öyle de yaptı. Yeni eve geçtikten sonra da bizi hiç aramadı.”
Konuşması bitmeden önce de parmaklarını birbirine bastırarak devam etti.
“Ama Kerim geldikten sonra tüm heyecan dağıldı. Anlattığına göre Kerim bir astsubaydı. Bunu duyan babamsa ikisini onaylamadı. Çünkü bilirsiniz kayınpederimde eski astsubay…”
“Eski astsubay mı?” dedi Ada lafını keserek.
“Evet, size söylenmedi mi komiserim?”
Ada, “İfadelerde böyle bir şey yoktu.” diyerek Özgür’e baktı. Ondan da bu konu hakkında hiçbir yorum almadı. Yüzündeki ifadesizlikten de kadının anlattıklarına odaklandığı belliydi.
“Sonra bir nedenle Kerim’le Sare kavga etmeye başladılar. Babam da evin huzurunu bozdukları için ikisini evden kovdu. Ama gerçekten kötü bir niyeti yoktu babamın. Sadece Kerim, sanki bir tuhaf çocuktu ve Sare ona çok aşıktı. Gözü kördü resmen.” diyerek geriye yaslandı.
“Kerim tuhaf dediniz? Bunu biraz daha açar mısınız?”
“Şey,” dedi Sevim Hanım. “Otoriter biri ve öfkeli. Eğer bana soracak olursanız Sare’yi biri öldürmek isteseydi o Kerim olurdu. Bunu yapsa yapsa Kerim yapar. Zaten o geldikten sonra kimsenin tadı kalmadı.”
“Bu sizin vereceğiniz bir karar değil Sevim Hanım.” dedi Ada uyararak. Özgür’de devam etti.
“Bunu ancak deliller söyler.”
Deliller olmadan hiçbir cinayet çözülmezdi. Onlara da delil lazımdı. Eğer otopsi sonucu çıkarsa ve cinayet silahının kimde olduğu çözülürse işte o zaman katili bulurlardı.
“Peki evde konuşabileceğimiz başka biri var mı? Mesela Sare’nin annesi Melek Hanımla görüşsek?”
“Annemle mi?” diye sordu. Sonra da aniden kalkarak, “Bir sorayım. Bu arada bir şey içer misiniz Komiserim?”
İkisi de aynı anda, “Yok, hayır. Teşekkürler…” dediler. Sonra da birbirlerine baktılar. Bu yeterince garip değilmiş gibi bir de kadının bu duruma karşı gülümsediğini gördüler. İkisinin de suratı aynı anda düştü.
Kadın, odadan çıkar çıkmaz Özgür’le Ada kocaman salonda baş başa kalmışlardı. Bu boşluktan faydalanan Özgür, ayağa kalkarak ipucu için bir şeyler aramaya başladı. Küçük bir ipucunun vaka için büyük bir önemi vardı çünkü.
“Komiserim ne yapıyorsunuz?”
“Küçük çaplı bir arama.”
“Ama bu yasak, arama iznimiz yok.”
“Burada bunu bilecek senden başka kimse yok. Sen söylemezsen yasaklık bir durumda yok.” dedi hızlı hızlı çekmeceleri karıştırmaya devam ederken.
Çekmecelerde hiçbir şey yoktu. Kağıt parçaları, gözden uzaklaştırılmak istenen heykeller ve birbirinden değişik malzemeler vardı. Ama ipucu diyecek hiçbir şey yoktu.
En son çekmeceyi açtı. Orada da bir sürü ilaç vardı. Sarı kutulu ilacı eline aldı ve içine baktı. Kendi ilaç kutusuna benzese de bunun markası ve haplarının görünüşü farklıydı. Haplar sarı ve yuvarlaktı. Sakinleştirici gibi…Tekrar yerine koyarken ağrı kesicileri falan gördü. Burada bir şey bulamayacağını düşünerek çekmeceyi kapattı.
O sırada gözüne köşedeki kitaplıkta bulunan bir broşür çarptı. Broşürün üzerinde yatlar hakkında bilgiler yazıyordu. Broşürün arkasına baktığında ise siyah mürekkepli kalemle yazılmış numarayı gördü. Dikkatlice incelerken Ada’nın aniden yükselen sesi kulaklarına değdi.
“Komiserim geliyorlar!”
Özgür tekrar yerine otururken Ada da aynı yerine geçti ve sanki hiçbir şey yapmamışlar gibi oturmaya devam ettiler. O sırada da Melek ve Sevim içeriye girdiler. Melek, Sevim’e göre perişan bir haldeydi. Kadının gözlerinin altı ağlamaktan şişmiş durumdaydı ve sesi de kısılmıştı. Tam Ada’yla Özgür’ün karşısına oturduğunda da ağlamasına kaldığı yerden devam etti.
“İyi misiniz Melek Hanım?” diye sordu Ada.
“İyi değilim, evladımı öldürdüler.” dedi hıçkırıklarının arasında Melek. Özgür anlayışlı bir şekilde başını salladı.
“Peki bize Sare’yi son gördüğünüz zamandan bahseder misiniz?”
Kadın peçeteyle burnunu temizlerken başını sallamayı da ihmal etmedi.
“Kızımın katilini bulacaksanız size her şeyi anlatırım Komiser Bey. Sare o gün buraya çok mutlu geldi. Güzel gözlü kızım o kadar mutluydu ki…” Burnunu çekti. “Birlikte yemek yiyecektik. Erkek arkadaşını tanıştıracaktı. Eğer olursa da evlilik düşünüyorlardı. Sare’yi ilk defa öyle mutlu görüyordum.”
“Ondan sonra ne oldu? Sare’nin o gün moralini bozan durum neydi?” diye sordu Ada.
“Bilmiyorum kızım. O gün o çocuk geldiğinde Sare’de bir şey yoktu. Sonra Sare ellerini yıkamak için tuvalete gitti. Çocuk da onun peşinden gitti. Ondan sonra ne olduysa oldu, Sare’nin yüzü kıpkırmızıydı. Sebebini sorduğumda ise eve gitmek istediğini söyledi. Ona burada kalmasını söyledim ama gelmedi. Kerim’le birlikte çıkıp gittiler. Sonra da sabah…” diyerek hararetli bir şekilde ağlamasına devam etti.
Gelini de hiç vakit kaybetmeden destek olarak sırtını sıvazladı kadının ve masanın üzerinde duran sürahiden su doldurdu. Annesine uzatırken de olumsuz anlamda başını sallıyordu.
“Size onun çok kötü durumda olduğunu söylemiştim.”
Tepkisini onlara açıkça gösterdi. Ada’yla Özgür hiçbir şey demese de kadını haklı bulmuşlardı. Şu an aile en zor zamanını geçiriyordu ve hepsi en kötü hallerindeydi. Onların acılarına saygı duymak lazımdı ama polis olarak da onlar işlerini yapmak zorundaydılar.
Şu ana kadar tüm ipuçları Kerim üzerindeydi. Sırada diğerleri vardı. Eğer onlarda bunlar gibiyse işleri hiç ilerlemeyecek gibi duruyordu. Büyük ihtimalle soruşturma şimdi başlıyordu.