Hayatım birilerinden korkmakla geçmişti. Bu, babamdan korkmakla başladı. Okula gittim, öğretmenimden korktum. Çalışmaya başladım, patrondan korktum. Şimdi de o adamdan korkuyordum. Hâlâ bedenim zangır zangır titrerken lavaboya girdim. Aynadan kendime baktım. Yüzüm bembeyaz kesilmişti.
Yüzüme defalarca su çarptım. O an annemin söyledikleri aklıma geldi. Esmer bir adam demişti. Hemen beynimden sildim çünkü ben aşık olacağım insandan korkmak istemiyordum. Aksine onun beni bu hayattan korumasını istiyordum.
Ben, göremediğim baba şefkatini onun kollarında bulup ondan sevgi bekliyordum ama hem de erkeklerden kaçıyordum. Babam da anneme aşıkmış ama şimdi yüzüne bile bakmıyordu. Sanki bir hiçmiş davranıyordu. Annemin üzüldüğüne defalarca şahit olmuştum.
Babam, onun yanına bir kere gelip de bir şeye ihtiyacın var mı diye sormamıştı. Annem ne olursa olsun ondan vazgeçemiyordu. Ona hala aşık olduğunu biliyordum. Beni dövdüğü zamanlar ona sinirlense de babamdan bahsederken gözleri parlıyordu. Bu yüzden ona kızamazdım.
Ellerimi, lavabonun kenarlarına koyup yüzümdeki suların akmasını izlerken kapı açıldı. Kafamı kaldırmamla aynadan onun görüntüsünü gördüm: Mirza Hanoğlu…
Onun burada ne işi vardı? Neden peşimden gelmişti? Burası erkekler tuvaleti değildi. Donmuş bir şekilde ona bakmaya devam ederken onun da sert bakışları bendeydi. Titreyen sesimle “Mirza Bey, erkekler tuvaleti diğer tarafta.” dediğimde kapıyı kapattı.
Bacaklarım titremeye başladı. Bana doğru geliyordu. Ben de hemen ona doğru dönüp geri geri gitmeye başladım. “Yemin ederim, buraya geleceğinizi bilsem girmezdim. Daha karşınıza çıkmayacağım hem ben…” diyemeden kendimi duvara yaslı bir şekilde buldum.
O da tam dibimdeydi. Ellerini, iki yanıma koydu. “Sana gidebileceğini söyledim mi?” diye sordu. Yutkundum. Karşıma çıkma derken şu an yanımdan git demek değil miydi? Susmaya devam ettim.
Çenemi kavradı. “Sana bir soru sorulduğunda cevaplamaz mısın?” diye sordu.
Bu sefer çenemi sıkmıyordu ama yüzlerimiz o kadar yakındı ki onun nefesini yüzümde hissediyordum. “Mirza Bey, karşınıza çıkmayacağım.” dedim, titreyen sesimle. Kafasını iki yana salladı.
“Bugünden itibaren dedim, şimdi gelip benim başımda bekleyeceksin hem benim söyleyeceklerim bitmeden gitme hakkını sana kim verdi?” diye sordu. Çenemi bırakıp gözümüm önüne gelen saçımı kavradı. Onunla oynarken ne yapmaya çalıştığını da anlamıyordum.
“N-ne yapıyorsunuz?” diye sordum, kekeleyerek. Kalbim adeta maratonda koşan bir atlet gibi atıyordu. Yüzümün de gittikçe kızarmaya başladığına emindim. Neden böyle bir şey yapmıştı?
“Ne yapıyorum, Elfin?” diye sordu, kulağıma fısıldayarak. Sesiyle midemde kelebekler uçuşmaya başladı. Dreame kitaplarında okuduğum bu tabirin gerçek olmasıyla kendimi sorguladım. Bu zamana kadar hiçbir erkek bana bu şekilde yaklaşmamıştı.
“Mirza Bey, lütfen uzaklaşın,” dediğimde dudağının kenarı kıvrıldı. Bana zor anlar yaşatan bu adamın hepsini bilerek yaptığına emindim. Kokusu bu kadar yakınken düşüncelerime de hâkim olamıyordum. “Neden dün çok cesurdun şimdi cesaretten eser yok!” dediğinde bana daha da yaklaştı.
Dudaklarımız arasında az mesafe kala ellerimi, göğüslerine koyup itmeye çalıştım ama hazırlıklıydı. Ellerimi hemen bileklerime koydu. Tenime değen elleriyle titremeye başladım. Onun sadece oraya dokunması bile bütün vücudumu elektrik akımına uğratmıştı. Dudaklarımız arasında az mesafe kala hafif güldü.
“Dün, dikkatimi çekmek için yaptığın o küçük oyunu anlamayacak kadar salak değilim! Bu numaraları artık yutmuyorum. Altımda inlemek istiyorsan söylemen yeter.” dediğinde dondum. Bana ne diyordu? Ben, onun altında inleyen o kızlardan değildim. Ellerimi çekmek için cedelleşmeye başladım.
“Bırakın beni!”
“Neden, şimdi de masum kız ayaklarına mı yatmaya çalışıyorsun?” diye sordu. Beni orospu mu zannetmişti? Gözyaşlarım akarken “Siz bana ne itham ettiğinizin farkında mısınız? Ben, orospu değilim!” deyip hıçkırdım.
Tam o an içeriye sarışın bir kadın girdi. Onunla göz göze geldim. “Mirza” dediğinde geri çekilip ona baktı. Benim gözlerim buğulu da olsa kadının kıskanç bakışlarını görebiliyordum. Mirza benden uzaklaşmayıp “Sen, dışarıya çık!” dediğinde kadın kafasını sallayıp çıktı.
Bana döndü, yeniden. “Ağlama sinirlerimi bozuyorsun. Sana orospusun demedim! Amacını anlamaya çalıştım, Elfin!” diye tısladı. Gözyaşlarım istemsiz akmaya devam etti. Bana resmen cinsel bir teklif yapması orospuluk oluyordu.
“Neymiş benim amacım?” diye sordum. Ona cevap veremezken şimdi ters ters konuşmaya başlamıştım.
“Eğer amacın benimle yatmak olsaydı burada bana kendini sunardın, Elfin. Amacın masum olsa da bundan sonra sakın kimsenin işine karışma! Kimsenin gözünün yaşına bakmam ama bu seferlik seni affediyorum.”
Benden uzak olmasını diliyor ve bir daha onunla asla karşılaşmak istemiyordum. Peşimden lavaboya kadar gelmesi filan… O an algıladım. Mafyaların genelde düşmanı olurdu. O da beni bu yüzden sorguluyordu bu yüzden onu kınayamazdım. İçimdeki sesim benim bu kadar iyi niyetli düşünmemden nefret ediyordu.
“Mirza Bey, lütfen çıkar mısınız? Sizin kim olduğunuzu da bilmiyordum. Bundan sonra da aynı şekilde davranmaya devam ederim. Daha karşınıza da çıkmayacağım!” dedim.
Kafasını salladı. “Çıkarsan sonuçları ağır olur zaten!” deyip burayı terk etti. Derin bir soluk alıp çıktım. Mutfaktakilere yardım ederken asla yukarıya çıkmadım. Müdür, mutfağa geldiğinde “Elfin, hemen odama gel!” diye bağırdı.
Aşçıyla göz göze geldik. Ne olmuştu ki şimdi? Bu zamana kadar bana bir kere bile bağırmayan adamı bu kadar sinirlendiren neydi? Bir kere bile bağırmamasının sebebi de asla hata yapmamadan kaynaklanıyordu. Bu işe gerçekten ihtiyacım vardı. Başka bir iş bulmam bu devirde zordu. Yukarıya çıkarken Mirza Bey’leri ücret öderken gördüm.
Müdür Bey “Elfin!” diye bağırınca bakışları bize döndü. Sadece baktı ve arkasına bile bakmadan gitti. Ben, hala lavaboda olanların etkisinden çıkamamıştım. Neden arkamdan geldiğini de anlamamıştım. Amacımı ölçmeye çalıştığını söylemişti ama hareketleri bir tuhaftı.
Müdürün odasına girdiğimde “Müşteriler senden şikayetçi.”
“Nasıl? Biliyorsunuz ki ben çok çaba gösteririm. Kimseye saygısızlığım olmadı.” dediğimde hemen savunmaya geçmiştim. Müdürün kaşları gittikçe çatılıyordu. “Mirza Bey’e yaptığın saygısızlığı yok sayamam! Gerçek patronumuz o, Elfin! Sen, ona resmen kafa tutmuşsun!”
Bunu başka garsonların söylediğine emindim. Onlar benden pek haz etmezdi çünkü bu zamana kadar hiç hatam yoktu. “Ben, kendisiyle konuştum. Hallettik.” dememle gülmeye başladı. Bana küçümseyici bir bakış attı.
“Ne saçmalıyorsun sen? Halletmiş! Kimsin sen de halledeceksin! Basit bir garson parçasısın! Sana acıdığı için iyi niyetini kullanmıştır ama ben bu saygısızlığı asla yok sayamam! Kovuldun!” demesiyle az önce söylediklerini sindiremeden bununla nefes dahi alamadım.
Ona yapmayın gibisinden baktım. Gözyaşlarım yeniden akarken artık yanaklarım sıkılmıştı. Her gün ağlıyordum. Acıyla… Mutluluktan zaman akacaktı bu gözyaşları? Hiçbir zaman olduğunu haykıran kalbime kilit vurdum.
“Lütfen, size yalvarıyorum! Benim bu işe gerçekten ihtiyacım var. Annem hasta. Eve benden başka para getiren yok!” deyip yalvarır bir şekilde ona baktım. Bunları bilse de asla umursamadı. Eliyle dışarıyı gösterdi.
“Çıkarken bu ayın maaşını al ve bir daha buraya gelme!” dedi.
Ben ona yalvarır gözlerle bakarken “Daha fazla çalışırım. Gerekirse tuvaletleri bile yıkarım. Lütfen, size yalvarıyorum.”
Gözümün yaşına bile bakmamıştı. “Elfin, sen hala burada mısın? Seni bir daha burada görmeyeceğim!” deyip kolumdan tutup odasından sürüklemeye başladı. Neden sürekli insanlar tarafından adeta bir çuval gibi oradan oraya sürükleniyordum? Serenay beni gördüğünde koşarak yanımıza geldi.
“Bu arkadaşın artık burada çalışmayacak! Eğer sen de kovulmak istemiyorsan sesini keseceksin!”
Onun tepki göstereceğini bildiği için susturmuştu. Ona sus bakışı atıp soyunma odasına ilerledim. Çantamı çıkartıp eşyalarımı içine koymaya başladım. Serenay yanıma geldiğinde “Elfin, ne oluyor? Neden sana bunu yaptı?” diye sordu.
Sesi çok üzgün geliyordu. Her şey dünden sonra olmuştu. Olanları ona anlattığımda o Mirza Bey’in lavaboda beni kıstırmasına takılmıştı. “Bu adam sana kafayı takmış olmasın!” dediğinde ofladım.
“Serenay, bir erkek asla benim umurumda değil! Ben, kovulmuşum, onun derdindeyim! Bana ne ondan! Cidden takıldığın konu bu mu? Ben, babama nasıl söyleyeceğimi düşünüyorum.” dediğimde iç çekti. Yaptığının yanlış olduğunu düşünmüştü, nihayet.
“Bir süre söyleme,” dediğinde kafamı iki yana salladım. “Hemen anlar, Serenay. Ne yapacağım ben? Gerçekten ihtiyacım var.”
Elini, elimin üzerine koydu. “Elbet, bir şey olur. Sen, güzel canını sıkma. Ben, sana başka iş bulmaya çalışacağım. Sana söylemiştim, Elfin.”
Ben nereden bilebilirdim ki? Bütün şanssızlıkların bulduğu bir insanın ta kendisiydim. Serenay bana sarıldı. “Elfin, bu gece hemen söyleme, işten kovulduğunu. En azından bu gece seni dövmesin.” dediğindeki o çaresizliği ben her gece yaşıyordum.
Ona sarılıp her şey için teşekkür ettikten sonra işten çıktım. Son kez kafeye baktım. Belki de buraya bir daha hiç gelemeyecektim. Zaten, param hiçbir zaman buraya yetmezdi. Sırtımda çantamla ilerlerken deniz kenarına gelip bir süre denizi izledim. Gözyaşları içinde o uçsuz bucaksız denize bakarken sert bir rüzgâr esmeye başladı. Yüzümü yalayıp geçerken üşümeye başlamıştım.
Telefonumdan saate baktığımda daha iş çıkışına vardı ama çok da üşümüştüm. Gidecek başka yerim yoktu. Eve otobüs yerine yürüyerek gitmeye karar verdim. İnsanlar, yanımdan gülerek geçerken ben adeta soyutlanmış gibiydim. Sonunda eve geldiğimde kapıyı açıp içeriye girdim.
“Volkan sen mi geldin?” diye bağırdı.
Yanına gittiğimde “Elfin, senin ne işin var burada?” diye sordu.
Bu saatte gelmem onu şaşırtmıştı. Yanına ilerleyip sıkıca sarıldım. “Anne beni işten çıkarttılar.” dediğimde hıçkırdım. Annem, saçlarımı okşarken onun göğsünde ağlamaya devam ettim. Bir süre o şekilde kaldık.
“Başka bir iş bulursun güzel kızım. Sıkma canını.”
Anneme umarım gibisinden bakarken o ise bana umutla baktı. “Merak etme, daha iyisini bulacaksın kızım. Allah’tan umut kesilmez,”
Tek tutunduğum dal, umutlarımdı. Elimde başka bir şey yoktu. Dış kapı açıldığında babamın geldiğini anladım. “Burası mı lan evin?” diye bağırış duymamla koşarak odadan çıktım. Babamı bir adamın omzunda ağzı, burnu dağılmış bir şekilde buldum. Telaşla ona doğru koştum.
“Baba, ne oldu sana?” diye sordum. Babamın adeta feri kaçmıştı. Adam babamı adeta içeriye doğru ittirdi. Babam, kendini tutamadı ve yere düştü. Ben, yere çöküp babamı kaldırmaya çalıştım ama adamın sözüyle kalakaldım.
“Bana bak lan! Borcunu ödemezsen bir dahaki sefere bu eve ölün girer!” diye tehdit edip gitti. Ben işten nasıl çıkacağımı söyleyeceğimi bilemezken babamın borcu çıkmıştı. Babamı zorlukla içeriye götürdüm.
Yüzü, gözü tanınmayacak hale gelen bu babamın kime borcu vardı? “Baba, bu borç ne kadar?” diye sordum. Zorlukla “Bir milyon.” demesiyle gözlerim şokla açıldı. Babam, bu parayı ne yapmıştı? Asıl soru biz bu parayı nasıl ödeyecektik?
Yine hayat bana sağdan soldan vurmaya devam ediyordu…