bc

Karanlığın Sahibi

book_age18+
58.2K
FOLLOW
535.1K
READ
HE
pregnant
confident
boss
heir/heiress
sweet
bxg
enimies to lovers
like
intro-logo
Blurb

?2023’ün en çok satan ve en çok okunan kitabı…

Babasının yaptıklarına dayanamayıp kaçan Elfin’in gördüklerinin bedeli çok ağırdır. Karanlığın Sahibi lakaplı mafya babası Mirza’nın Hanoğlu’nun esiri olur. Ya ona sunulan anlaşmayı kabul edecek ya da ölecekti.

“Ne kadara sattın kızını?” diye sordu. İyice yerimde sindim. Mirza beni görmese de çok utanıyordum. Onun kasılan sırt kaslarını görüyordum. Yüzünün şekli kim bilir nasıldı?

Babam da hiç gocunmadan fiyatı söyledi. Beni borcuna karşılık satan şerefsiz bir babam vardı. Bunun üzerine Mirza da “O halde size iki katını veriyorum çünkü Elfin artık bana ait!”

*Karanlığın Sahibi, İngilizce’ye çevrilen ilk Türkçe kitaptır.

chap-preview
Free preview
1-İlk Karşılaşma
“Ne kadara sattın kızını?” diye sordu. İyice yerimde sindim. Mirza beni görmese de çok utanıyordum. Onun kasılan sırt kaslarını görüyordum. Yüzünün şekli kim bilir nasıldı? Babam da hiç gocunmadan fiyatı söyledi. Beni borcuna karşılık satan şerefsiz bir babam vardı. Bunun üzerine Mirza da “O halde size iki katını veriyorum çünkü Elfin artık bana ait!” 2 Gün Önce Hayat acımasızdı. Herkese adil davranmıyordu. Kimileri çok zenginken kimileri beş kuruşu bile düşünecek hâldeydi. Ben de adil davranılmayan taraftaydım. Bunu isyan etmek için söylemiyordum ama bazen neden onlar gibi değilim diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Sonra da onlar gibi olmayacağım gerçeği tokat gibi yüzüme çarpıyordu. Zaten onlar gibi de olmak istemezdim. Herkes sahteydi, sanki kimliklerini kaybetmiş gibiydiler. Hepsinin burunlarını, dudakları hatta davranışları bile aynıydı. Sanki aynı yerden çıkmışlardı. Ben ise orta boyum, kavruk tenim, ela gözlerim ve siyah saçlarımla gayet sıradan bir kızdım. Serenay’a göre herkesin ikinci kez dönüp bakacağı bir kızdım ama kendime pek güvenim olmadığı için genelde kendimi beğenmezdim. Genelde değil, aslında hiç… Bu zamana kadar hiç sevgilim olmamıştı, zaten şu sıkıntılı hayatıma bir de başka birini dahil edip mahvedemezdim. Kimsenin eli, elime bile değmemişti. Üniversitedeyken birkaç teklif gelse de onları geri çevirmiştim. O zamandan bu yana kafede çalışmaya devam ediyordum. Pek zamanım da yoktu. Bir de sebep, bir erkekle berabersem benden cinsellik talep etmesi bana saçma geliyordu. Kadınları seks kölesi olarak gören insanlardan da nefret ediyordum. Kafede çalışmaya devam ederken o kadar yoğundu ki dinlenmeye vaktim yoktu. Bu kadar çalışıp paramın çok azını almak çok koyuyordu. Paraya pek önem vermesem de canımın çektiği bir çikolatayı alırken bile yüzlerce kez düşünüyordum. Bütün param, babama gidiyordu. Yine de elimdekilerle mutlu olmaya çalışıyordum. Bazılarına saçma gelebilirdi ama benim için mutluluk salt para değildi. Beni düşüncelerimden ayıran Serenay’ın sesi oldu. “Elfin, ikinci masaya baksana.” Onu onayladığımda tabletle masaya ilerledim. Masada iki tane kadın oturuyordu. İkisi de çok şık giyinmişlerdi. Kendi üstümdeki sıradan pantolon ve tişörtle onların karşısında o kadar sönüktüm ki birden kendimi sorguladım. “Buyurun, ne arzu edersiniz?” diye sordum. Önlerindeki tabletlerden menüye bakarken beni pek de umursamadılar. Öyle değil midir zaten? Zenginler biz fakirleri hor görüp aşağılamayı çok sever. Sarışın olan kadın, göz ucuyla bana baktı. “Salata ve su.” dedi ve karşısındaki esmer kadın ise “Bana da avakadolu smoothie,” dediğinde hemen siparişleri yazdım. Yanlarından ayrılırken masalar daha çok doluyordu. Bu kafe, çok nezih insanların geldiği bir yerdi bu yüzden tek hatamızda kapıyı boylardık. Burada iş bulmamı da Serenay sağlamıştı. O olmasaydı ne yapardım? O benim çocukluk arkadaşımdı. Hatasız çalışmaya devam ederken genelde ciddi ve soğuk olmaya gayret ediyordum çünkü bazı erkekler, gülümsemeyi yanlış anlayıp taciz ediyordu. Siparişleri almaya devam ederken kafenin kapısı açıldı. İçeriye uzun boylu, kirli sakallı, esmer tenli bir adam girdi. Gözündeki gözlükleri çıkartıp havalı bir girişle içeriye adımlarken, giydiği beyaz gömleğinin iki üç düğmesi açıktı ve kaslarını görebiliyordum. Gömleğinin kollarını kıvırıp hafif serseri gibi göstermişti kendini ama bakışlarındaki o donukluk ‘ben sert ve ciddi bir erkeğim’ izlenimi vermeye devam ediyordu. Herkes susmuş bir halde ona bakarken o bir masada durdu. Onun arkasından da bir yığın adam içeriye girdi. Serenay, ben ve diğer çalışanlar birbirimize bakıp ne olduğunu sorgularken o esmer adam, bir masanın önünde durdu. Orada oturan adamı, yakasından kavrayıp kaldırdı. Ben, donmuş olayı izlerken “Benden kaçabileceğini mi zannediyordun?” diye sordu. Sesindeki o soğukluk ve sertlikle benim bile tüylerim diken diken oldu. O adamın daha buraya ilk girmesinden anlamıştım ki o buram buram tehlike kokuyordu. Buraya girip adamı hırpalayacak kadar kendinden emin biriydi. Dik yürüyüşü bile ben güçlüyüm diye bağıran birinden bahsediyoruz Elfin. Bakışları etrafı tarayıp benimle göz göze geldiğinde o delici bakışlarla yutkundum. Onunla göz göze gelmek bile ürkütücüydü. “Herkes işine baksın!” diye kükredi ama ben ona bakmaktan kendimi alamadım. Herkes kendi işine bakmaya devam ederken ben donmuştum. “Alın bunu!” diye bağırdı. Kimse de sesini çıkartamadı. Adamı yaka paça götürürlerken “Ne yapıyorsunuz? Dağbaşı mı burası?” diye sordum. Bunu neden yaptığımı da bilmiyordum. Anlık, deli bir cesaret beni dürtmüştü. O adamın bakışları bana kayınca gözlerimi kaçırdım ama bana doğru adımladığını gördüm. Tam karşımda durup önce yaka kartıma baktı. “Her şeye böyle karışır mısın, Elfin?” diye sordu. Sesinin o tınısı korkmama sebep olmaya yeterdi. Vücudum bir yaprak gibi titriyordu. “Ben” diyemeden delici bakışlarını üzerimde tutmaya devam etti. “Yaprak gibi titriyorsun ama bana karşı gelmekten de geri durmuyorsun! Sen, benim kim olduğumu biliyor musun?” diye sordu. Kafamı iki yana salladım ve başımı kaldırmadan ona baktım. Birden çenemden kavrayıp zorla ona bakmamı sağladı. “Kimim ben cevap ver?” diye kükredi. Gözyaşlarım akmaya başladı. “Bilmiyorum,” dediğimde gözyaşıma baktı. Sanki bu onu biraz yumuşatmıştı. “O zaman bundan sonra kimsenin işine burnunu sokma hem de kim olduğumu öğren.” deyip çenemi sertçe bıraktı. Geldiği gibi o havayla kafeyi terk ederken koşarak lavaboya gittim. Aynadan kendime bakarken içeriye Serenay girdi. “Sen ne yaptın, Elfin?” diye sordu, telaşla. Onu tanıdığını anladım. Yüzümü yıkarken hortlak gibi bembeyaz olmuştum. “O kim?” diye sordum. “O, Mirza Hanoğlu!” O da kimdi? Ben, neden tanımıyordum? Ona kafa tutmam neden bu kadar tehlikeliydi. “Namı değer Kurşun. Bu adamın çok değişik fantezileri olduğu konuşuluyor. Nasıl bir adama bulaştığının farkında mısın?” İyi de ben onun dediği adamı tanımıyordum. Nereden bilebilirdim? Adamın tehlikeli bakışlarından anlayabilirdin, Elfin. Cidden asla olaylara karışmayan ben, neden o adamı korumaya kalkmıştım? Şaka gibiydim gerçekten. “Nasıl fanteziler?” “Mafya işte ne bekliyorsun? Bundan sonra burada olanları sorgulama,” dediğinde “Mirza dediğin o adam birini buradan alıp götürdü.” dedim ama Serenay karışma bakışlarını attı. “Elfin, burada çalışmaya devam etmek istiyorsan susmayı öğren.” deyip omzuma vurdu. Beni lavaboda bırakırken zaten artık kimsenin işine de burnumu sokmazdım. Kırk yılın başında bir adamı korumak istemiştim. Aynılarını ben de yaşarken kimse beni korumuyordu. Hepsi de bu yüzdendi. İşime geri döndüğümde Mirza Hanoğlu olayı hariç, normal geçmişti. Sonunda çıkma zamanım gelmişti. Ayrıca maaş günüm olduğu için param yattığını da öğrenmiştim. Yağmurun altında yürümeye devam ederken sırılsıklam olsam da kendimi iyi hissediyordum. Saçlarımı sırtıma doğru attım. Vücudumda en beğendiğim yerlerim, saçlarımdı. Upuzun, simsiyah saçlarım vardı. Onları kesmeye bile kıyamazdım. Kimsenin de dokunmasına izin vermiyordum. Eve geldiğimde korkuyla kapıyı açtım. Bir insan, kendi evine korkuyla girer miydi? Sağ ayağımı içeriye attığımda evde olmamasıyla derin bir soluk aldım. İlk iş olarak annemin yanına gittim. Annem yatalaktı ve ihtiyaçlarını kendisi karşılayamıyordu. İlaçlarının hepsini alacak paramız bile yoktu. “Annem, nasılsın? Ben, çok iyiyim! Bugün maaşımı aldım, biliyorsun. Sana en sevdiğin meyveyi aldım,” deyip poşetten muzu çıkarttım. Annem burukça bana baktı. “Kızım, babanı biliyorsun, neden yaptın bunu?” diye sordu. Kendi paramla bile istediğim hiçbir şeyi alamıyordum. Bunun için ağzımı da açamıyordum. Omuz silktim. “Anne, her ne olursa olsun, kızıyor zaten.” deyip muzun kabuğunu soydum. Anneme yedirirken yine bana hayallerinden bahsetmeye başladı. “Kızım, senin kalbin öyle güzel ki senin karşına biri çıkacak, hayatın kurtulacak,” dediğinde gülümsedim. “Valla Vildan Sultan, o kadar dedin, dedin kimsenin de çıktığı yok,” dediğimde gülüştük. Annemle, herkes gibi dışarıya çıkıp gezmek isterdim ama tam 24 yıldır mümkün değildi. Annem, nasıl mı bu hale gelmişti? Beni doğururken… Babamın ağzından her gece bu sözleri duymak ve sonrasında olanlar… Evin kapısı açılınca titremeye başladım. “Elfin!” diye bağıran babamın sesini duyunca annem “Hemen git!” dedi. Annemin odasından çıkıp koridora geçtim. Babam, kapıyı kapatıp yanıma ilerledi. “Maaşını aldın mı?” diye sordu. Kafamı salladığımda “Getir,” dedi. Kapının yanındaki dolabın üzerinden çantamı aldım. Cüzdanımı titreyen ellerimle alırken açıp parayı ona uzattım. Babam, hırsla elimden çekip parayı saymaya başladı. Muzun parasını fark edecek diye ödüm kopuyordu. Sayıp bitirdikten sonra “Elli lira eksik.” demesiyle kafamı yere eğdim. “Anneme muz aldım.” diye fısıldadım. Babamın adım seslerini duydum. Bütün vücudum zangır zangır titrerken çenemden sıkıca tuttu ve sertçe duvara yasladı. “Kime sordun lan? Sebep olduğun annene muz alınca vicdanını mı temizliyorsun?” diye sordu, hırsla. Çenem çok acıyordu. Çenemi bırakınca bu sefer de yüzüme sertçe tokat geçirdi. Dudağımın kenarından akan kanı hissederken o tokadın etkisiyle çoktan yere düşmüştüm. “Bir daha olmasın, Elfin!” deyip kapıyı sertçe kapatıp evden çıktı. Ben, bacaklarımı kendime sardım ve sessizce ağlamaya başladım. Annem duyarsa üzülürdü. Onun bana seslenmelerini duyuyordum ama yanına gidersem daha çok üzülürdü. Soğuk fayans, ayaklarımı üşütse ne olurdu ki? Benim kalbim buz gibiydi zaten. Orada ne kadar kaldım bilmiyorum ama yavaşça kalkıp banyoya gittim. Dudağımın kenarına peçete koyup kanamasını durdurmaya çalıştım. Bir süre orada tuttuktan sonra kan durmuş, sadece yara kalmıştı. Sonra da yemek yaptım. Babam, her ne kadar paramı alsa da alışveriş yapardı. Yine de insaflıydı! Annemin söylediğine göre onlar severek evlenmişlerdi ve bana hamileyken benim gelmemi dört gözle beklermiş. Ona da hak vermek gerek. Sevdiği kadını yatağa hapseden benim… Yemek hazırlayıp annemin yanına geçtim. Annem “Elfin, kızım!” dediğinde “Hadi yemek vakti.” deyip konuyu kapattım. Artık, alışmıştım dayak yemeye. Annem bu duruma üzülse de bir şey diyemiyordu ki. Bana üzgün bakışlarını atarken, az önce dayak yiyen ben değilmişim gibi ona yemek yedirmeye başladım. Benim yemeye bile halim yoktu. Annem “Kızım, sen de yesene.” dediğinde kafamı salladım. Annemle yemeğimi yerken çok sessizdim. “Kızım, keşke böyle olmasaydı.” diye fısıldadı. “Annem, bir şey olduğu yok ki. Sen, neden bu kadar dertlendin?” diye sordum. O da elini, yanağıma götürdü. “Kızım, burada resmen acıların içinde yaşıyorsun. Babanın sana yaptıkları…” diye devam etmesine izin vermedim. “Anne, lütfen bu konuyu açmaya bile gerek yok.” dediğimde iç çekti. Ne olursa olsun bu evden başka gidecek yerim yoktu. Bunu babam da çok iyi bildiği için istediği gibi at koşturabiliyordu. “Kızım, dün gece rüya gördüm. Senin yanında bir adam vardı. Uzun boylu, esmerdi. Elinden tutup sana sahip çıkmıştı ama arkası kapkaparanlık.” dediğinde bütün vücudum titremeye başladı. O, olabilir miydi? Ne saçmalıyorsun diyen iç sesime hak verdim. O adam ve ben yan yana ancak bugünkü gibi olaylarda gelirdik. Zaten, öyle biriyle beraberlik istemezdim. Zaten bunca yıldır acı çekmiştim, aşık olduğumda gerçekten mutlu olmak istiyordum. “Anne, rüya işte.” deyip geçiştirdim. Devamını duymaya katlanamazdım. Onu da kırmak istemiyordum ama anlattıkça daha da korkacaktım. Tek istediğim, o adamla bir daha asla karşılaşmamaktı. Annemle biraz daha oturduktan sonra yanına kıvrıldım. Genelde annemin yanında uyurdum. Onun bana sarılamaması bile içimde büyük bir acıydı. Annem yanımdaydı ama bana dokunması için dibine girmem gerekiyordu. Yine de onun kokusuyla uyumak yeterdi. Anneme yaklaşıp gözlerimi kapattım. *** Sabah, erkenden kalktığımda işbaşı yapmam gerekiyordu. Üniversite mezunu olmama rağmen sınavlara hazırlanamadığım için devlette bir iş bulmam imkansızdı. O kafede bizi köpek gibi çalıştırıyorlardı. Mesaimi azaltmak istediğimde de maaşımdan kesiyorlardı. Bunu babama teklif ettiğimde bağırıp çağırıp bu işimden kovulursam beni geberteceğini söylemişti. Döverken de aslında ruhumu öldürdüğünün asla farkında değildi. Sabah erkenden uyanıp önce annemin yemeğini yedirdim. Annem, ben gelene kadar genelde aç kalıyordu. En çok canımı sıkan buydu. Babam asla annemin yüzüne bile bakmıyordu. Aşk, hastalıkta sağlıkta beraber olmak değil miydi? Demek ki benim babam için o demek değildi. Annemin kahvaltısından sonra hızlıca evden çıktım. İşe geç kalırsam müdür çok kızıyordu. İşe tam vaktinde yetiştim. Müdür, hepimizi odasına çağırdı. “Öğle vaktinde, önemli misafirlerimiz olacak. Tek yanlışınızda gözünüzün yaşına bile bakmadan kovarım! Hazırlıkları da ona göre yapın!” diye emirler yağdırdı. Burada genelde önemli iş yemekleri ve toplantılar olduğu için alışkındık. Ben, mutfaktaki işlerle ilgilenirken içeriyle Serenay ve diğerleri ilgileniyordu. Öğleye kadar hazırlıklar bitince o önemli misafirlerin geldiğini duydum. Ben, mutfakta yemeğin hazırlanmasına yardımcı olurken garsonlardan biri yanıma geldi. “Elfin, hemen yukarıya çık. Misafirler senin ilgilenmeni istedi.” dediğinde şaşırmıştım. “Neden ben?” Bilmem dercesine baktığında üst kata çıktım. Gördüğüm kişiyle yutkundum. Mirza Hanoğlu bana bakıyordu. Titreyen bacaklarımla onlara doğru ilerliyordum. Serenay yanımdan geçerken “Senin ilgilenmeni istedi,” dediğinde yüzüm bembeyaz kesilmişti. Onun bana taktığını o an anladım. Neden çenemi kapatmamıştım ki? Kadın ve erkekli bir gruplardı. Mirza Hanoğlu’nun tam yanında durdum. “Hoş geldiniz.” dedim ama sesim o kadar cılız çıkmıştı ki Mirza’nın dudağının kenarı kıvrıldı. Benimle eğleniyordu. Garsonlar yemekleri getirirken Mirza “Benim yemeğimi sen getir, Elfin!” dediğinde kafamı salladım. Mutfağa gittim. Önceden hazırlanan tabağını aldım. Resmen zangır zangır titriyordum. İşte insanların işlerine burnunu sokarsan sonu böyle olurdu. Yanına geldiğimde hafif ona eğildim ve ondan gelen buram buram kokuyla derin nefes almamak için kendimi zor tuttum. Tabağı önüne koyarken kulağıma doğru “Benim kim olduğumu öğrendin mi, Elfin?” diye sordu. Korkuyla kafamı sallarken “Güzel, bundan sonra sakın ama sakın benim karşıma çıkma yoksa sonuçlarına fena halde katlanırsın!” diye tehdit etti, o sert sesiyle. Oradan hızla uzaklaşırken zaten bir daha asla bu adamın yüzünü bile görmek istemiyordum.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
8.2K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
17.7K
bc

HÜKÜM

read
158.6K
bc

Leyl Tutkusu

read
398.3K
bc

Kalbimin Derininde

read
10.6K
bc

Ufaklık | Texting

read
2.5K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
10.5K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook