4-Seni Sattım

1889 Words
İçsel savaşımın sürdüğü dakikalarda babama öylece bakıyordum. Dağılmıştı… Hem de beni dövdüğünden daha kötüydü. Acılara alışmamış bir insan olduğu için yüzünü buruşturup duruyordu. Oysa ben artık bu yaşımda alışmak zorundaydım ve alışmıştım. Sorguladığım sadece o değildi, borcuydu… “Baba, bu borç da neyin nesi?” diye sordum. Yattığı yerden gözlerini açıp bana baktı. Bana ters bir bakış attı. “Sana ne lan! Sen, benden hesap mı soruyorsun? Bunun için son insan bile değilsin! Şimdi, defol git odana!” deyip beni yanından kovdu. Ona emin misin bakışları attım. Yine yüreğim sızlamıştı. Yüzü çok kötü durumdaydı. “İstersen yüzüne pansuman yapabilirim.” dediğimde bana tiksintiyle baktı. “Elfin, sen laftan anlamıyor musun? Senin sadece paran değerli benim için yoksa bana dokunmanı bile istemiyorum.” dediğinde sarsıldım. Tamam, annemi bu hale getiren bendim ama onun bu söyledikleri de çok ağırdı. Susup kafamı yere eğdim. Ben, ona iyilikle yaklaşmaya çalışırken o beni elinin tersiyle her zamanki gibi itiyordu. Ben de sevgi istiyordum. Baba sevgisi nedir bilmediğim yıllarca hasretini çekmiştim. “Karşımda ağlayıp durma!” “Baba, benden neden bu kadar nefret ediyorsun? Ben, bu kadar nefret edilecek biri miyim senin için?” diye sordum. Yine de sormak ve gerçeği bilmek istiyordum. Aslında gerçek belli değil miydi? Ben, onun karısını elinden almıştım. “Bunu sürekli sormaktan bıkmadın mı, Elfin? Zaten eşek sudan gelinceye kadar dövdüler beni! Her yerim sızlıyor, bir de karşımda dırdırını çekemeyeceğim!” diye tısladı. Beni başından atmak için büyük çaba gösteriyordu. Ben de kafam aşağıda salonu terk ettim. Söyledikleri kulağımda çınlarken duvara yaslandım. Bacaklarım beni taşımadı ve yere süzüldüm. Sessiz gözyaşlarım akmaya başladı. Zoruma gidiyordu artık. Bugün yaşananların üstüne bir de babamın söylediklerini tekrar tekrar duymak beni yaralamıştı. Babam eğer benim işten çıkarıldığımı duyarsa zarar vermekten geri durmazdı. Benim acilen iş bulmam gerekiyordu. Başımıza bir de borç kalmıştı. Babam, hiç düşünmeden onu benim başıma yıkacak kadar adiydi. Gözyaşlarımın buğusundan etrafı göremiyordum. Yavaşça kalkmak istedim ama başım döndü. Sabahtan beri hiçbir şey yememiştim ki. Zorlukla kalkıp mutfağa gittim. Birkaç bir şey atıştırdım. İçeriden babamın sesini duydum. “Elfin!” diye bağırdı. Yanına gittiğimde yattığı için bana zarar veremeyeceğini düşünüp rahatladım. Yoksa bu bağırıştan sonrası hep dayak oluyordu. “Efendim,” “Bana da bir şeyler getir. Şerefsizler iyi benzettiler beni.” dediğinde kafamı salladım. Ekmek arası domates ve peynir yapıp getirdim. Babam onu iştahla yerken ağzını sildi. “Senin iş yerinden sana avans vermezler mi?” diye sordu. Yutkundum. İşten çıktığımı asla duymaması gerekiyordu. “Müdür veremez! Büyük patron da gelmiyor.” dediğimde dişlerini sıktı. “O zaman bir yerden bulacaksın!” dediğinde şoke olmuş bir şekilde ona baktım. Ben, nereden bulurdum? “Baba, ben nasıl bulayım? Maaşım belli.” dediğimde ofladı. Sakallarını sertçe çekiştirdi. Bir şeyden fena halde korkuyordu. Onun nedenini merak etsem de söylemeyeceğini bildiğim için kendimi yormadım. “Bana bak Elfin! Seni gebertirim! Bunu yarın yine konuşacağız. Gerekirse gidersin pavyonda şarkı söylersin.” dediğinde gözlerimi büyüttüm. Cidden söylediğinde ciddi miydi? Kim kızını pavyonda çalışması için zorlardı? “Bu kadar mı değersizim senin için?” “Elfin, başlama yine! Değerin olsa zaten şu an öğretmen olmuştun.” dediğinde haklıydı. Öğretmen olmama bile izin vermemişti. Şimdi atanmış olsaydım çok iyi bir sınıf öğretmeni olabilirdim ama babam bu hakkımı da elimden almıştı. Televizyona döndüğünde ben de yanından ayrıldım. İkinci kez yıkılmış bir şekilde yanından ayrılmak bünyeme bile zarar veriyordu. Annemin yanına gittiğimde telaşlı ve meraklı bir şekilde yüzüme bakıyordu. Ona kısaca anlattım. “Beter olsun! Sana vuran ellerini de kırsalardı.” dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Annem aslında çok şen bir insandı. Hatta gayet de mizahı kuvvetli bir kadındı. Bazen bu huyunu bana gösteriyordu. “Anne, yine de öyle söyleme! Birine borcu var, öldüreceğiz seni dediler.” dedim. Annem de omzunu silkti. “O dokuz canlıdır, bir şey olmaz. Sen, yine de babama işten ayrıldığını bir süre söyleme, kızım. İş bulmaya çalış.” dediğinde onu onayladım. Göğsüne uzandım. “Anne, ne olursa olsun senden asla ayrılmak istemiyorum.” dediğimde beni uyardı. “Sakın bunu söyleme, kızım. Allah seni benimle sınar ve beni göremezsin.” dediğinde tüylerim diken diken oldu. Ben, annemsiz asla yapamazdım ki. Onun varlığı bana güçtü. O olmasa çoktan buradan gitmiştim. Bir şekilde başımın çaresine bakardım. “Bir gün bu evden kurtulacağız, anne! Büyük bir evimiz olacak,” dediğimde gülümsedi. “Senin olacak çünkü yakında karşına biri çıkacak.” dediğinde bağdaş kurdum. Anneme vahiy falan mı iniyordu? “Anne, nereden biliyorsun?” diye sordum. “His diyelim kızım. Yoksa öyle biri mi var?” Aklıma birden Mirza Hanoğlu geldi. Bugün saçıma dokunuşunu hala hissediyordum. Özellikle yüzlerimizin birbirine olan yakınlığı ve nefesini hissetmek… Bu zamana kadar hissetmediğim bir sürü şeyi aynı anda yaşıyordum. Güneşin sıcaklığı nasıl kavuruyorsa onun ısısı da beni kor aleve döndürmüştü. Annem bu halimden şüphelendi. “Kesin var.” dediğinde daldığım düşüncelerden ayrıldım. “Yok, anne ya! Şimdi bunları düşünmeyelim. Bugün yorucu bir gün oldu.” deyip yeniden göğsüne yaslandım. Annemin kokusuyla uyurken içimde bir huzursuzluk vardı. Sanki bir şey olacaktı… “Elfin!” diye bağıran annemin sesini duydum ama etrafım o kadar kalabalıktı ki asla onu görmüyordum. İstiklal Caddesi’nden bile daha kalabalık bir yerdeydim ve yere iğne atsam görünmezdi. İnsanların arasından geçmeye çalışırken deli gibi de annemi arıyordum. Annem yoktu… Deli gibi koşmaya başladım. Koşarken de sert bir gövdeye çarptım. Ellerini, belime koydu. Kafamı kaldırdığımda onu gördüm: Mirza Hanoğlu… Bakışları sertleşti. “Neden karşıma çıktın, Elfin? Seni uyarmıştım!” dediğinde kollarında çırpınmaya başladım. Onun yanından hemen gitmek istiyordum ama bırakmıyordu. Çırpınmaya devam ettim ama beni sımsıkı sardı. “Asla, gidemezsin Elfin! Bundan sonra benimle olacaksın!” Kafamı deli gibi iki yana salladım. “Hayır, seninle olamam!” “Olacaksın, kendi ayağınla geldin!” Gözlerimi birden açtığımda nefes nefese kalmıştım. Saç diplerime kadar da terliydim. Yataktan kalkıp banyoya gittim. Rüyanın etkisinden asla çıkamamıştım. Rüyalarıma pek inanmadığım için hemen unutmalıydım ama Mirza’yı tekrar görmek bile bana yetmişti. Kısa bir duşun ardından üzerimi giyindim. Salona gittiğimde babam yoktu. Her zamanki gibi sabahın köründe çıkmıştır. Ben de çıkıp iş arayacaktım. Annemi yedirdikten sonra ondan şans dileyip iş bakmaya çıktım. Serenay’ın aradığını görünce cevapladım. “Kuzum.” diye açtı. “Meleğim, nasılsın?” diye sordum. “Beni geç sen nasılsın? Dün bir şey olmadı, değil mi?” diye sordu. “Hayır, olmadı. Merak etme. Acil iş bulmam gerek.” deyip dün gece olanları anlattım. “Kızım, senin nasıl bir şansın var ya? Cidden anlam veremiyorum. Hep belaları kendine çekiyorsun!” dediğinde iç çektim. Benim doğumum bile uğursuzdu. Hepsi normal geliyordu bana. Ben, daha doğarken zehrimi annemin bacaklarına akıtıp sakat kalmasına neden olmuştum. “Serenay, kapatmam gerek.” deyip kapattım. Fazla konuşmak istemiyordum. Birkaç kafeyle konuştum ama hepsi olumsuzdu. Bir tanesi bile bana olumlu bir şey söylememişti. İşte bu beni daha da üzüyordu. Umutsuzca ilerlemeye devam ederken deniz kenarına gelip oturdum. Denizin dalgasını izlerken saate baktım. Neredeyse akşam olmak üzereydi. Deniz kenarındaki kafelere baktığımda görmemem gereken birini gördüm: Mirza Hanoğlu… Yanında birkaç erkek vardı. Onlarla yemek yediğini gördüm. Beni fark etmiş gibi bana dönecekken hemen bakışlarımı kaçırdım. Adam, sakın karşıma çıkma diye uyarırken yine gelip onu bulmuştum. Cidden nasıl bir şeydi? Hemen buradan kalkmam gerekiyordu. Kaçamak bir bakış attığımda orada olmadığını gördüm. Derin bir soluk alıp eve doğru giderken beni fark etmemiş olması iyiydi. Eve geldiğimde içeriye girdim. Hemen annemin yemeğini verdim. Ona üzülüyordum. Sabahtan akşama kadar bu evde durmak zorundaydı ve asla istediği hiçbir şeyi yapamıyordu. Annemin işlerini gördükten sonra mutfağı toplamak için kollarımı sıvadım. Kısa bir temizliğin ardından salona geçtim. Telefonumu elime alıp Dreame uygulamasını açtım. Bu sıra pek kitap okuyamamıştım. Uzun süredir takip ettiğim Zoraki Aşk kitabını okumaya başladım. Bu kitaba ayrı bir hayrandım çünkü aşkı öyle güzel ve saf anlatmıştı ki insanın aşık olası geliyordu. Gökçe, Caner için vazgeçmeden savaşmıştı. Aslında savaşırken bir nevi de ona merhem olmuştu. Benim de bu hayatıma merhem olacak bir olacak mıydı? Onların aşklarına kendimi kaptırıp iç çekerken birden kapı çalmaya başladı ama adeta tekmeleniyordu. Kalbimin hızıyla kapıyı açtığımda karşımda babam vardı. Arkasında da takım elbiseli bir adam vardı. Onun gibi bir sürü adam da arkasında konumlanmıştı. Babamın bakışları o adama döndü. Adamın bakışlarını hiç sevmedim. Bir tuhaf bakıyordu. “Cüneyt Bey, işte kızım!” dediğinde adamın bakışları alıcı gözüyle beni süzdü. Rahatsızca yerimde kıpırdandım. Babamın yaptığı neydi böyle? Neden bu adam bana bakıyordu? “Orlondo’nun neden bu kadar beğendiği belli oldu.” dediğinde kaşlarım çatıldı. O da kimdi? Yabancı olduğunu bildiğim bu adamın benimle ne işi vardı? “Baba, ne oluyor?” diye sordum. Annem de ismimi bağırıyordu ama ona bakacak halde değildim. Babamın bakışları bana kaydı ve bu zamana kadar yapmasını beklemeyeceğim bir şeyi söyledi. “Seni sattım!” Ona bakakaldım. Bu da ne demekti? Seni sattım da ne demekti? “Baba, sen ne diyorsun?” diye sordum. Cüneyt denen adam “Babanın borcuna karşılık Orlondo seni satın aldı. Hemen hazırlan, İtalya’ya gidiyorsun!” demesiyle kafamı iki yana salladım. Gözyaşlarım da akmaya devam ederken babam okkalı bir tokadı yüzüme savurdu. “Kes sesini! Bundan sonra seni bu evde görmeyeceğim! Defol git!” Dudağımın kenarından kan akarken yere çöktüm ve babamın ayaklarına kapandım. “Baba, yalvarırım. Gerekirse senin borcunu ödemek için çok çalışırım ama beni gönderme.” dediğimde saçlarımdan tutup kaldırdı. Ben acıyla çığlık atarken Cüneyt onu uyardı. “Orlondo’nun hoşuna gitmez!” Babam anında saçlarımı bırakınca dizlerimin üzerine düştüm ve acıyla inledim. Annemin haykırışları geliyordu. Cüneyt denen adam elindeki poşeti bana verdi. “Git, bunu giy! Üzerindeki paçavralardan kurtul!” dediğinde aklıma gelen şeyle banyoya ilerledim. Ya kaçacaktım ya da tanımadığım bir adamın esiri olacaktım. Orlondo denen adamın bana ne yapacağını da bilmiyordum. Banyoya gidip elimdeki poşeti yere savurdum. Klozetin üzerine çıkıp pencereyi açtım. Müstakil bir evde yaşamanın güzelliğini yaşıyordum. Kalbim ağzımda atarken o pencereden bedenimi sarkıttım. Sonunda dışarıdaydım ama inerken hafifçe kolumu sıkıştırmıştım ama çok acıyordu. O acıyı bile düşünmeden koşmaya başladım. Yakında benim kaçtığımı anlayıp beni takip edeceklerdi. Bizim mahalleden çıkıp hiç bilmediğim yerlere geldim. Sadece kurtulmak istiyordum. Araba sesleri duyunca dudaklarımı dişledim. “Elfin!” diye bağıran Cüneyt’in sesini duyunca nereye gittiğimi bilmeden kalbimin sesini dinleyerek koşmaya başladım. Beni bacaklarım değil, kalbim getiriyordu. Sonunda ıssız bir yere geldim. Her yer kapkaranlık olduğu için kimse beni görmüyordu. Ormanın derinliklerine daldığımda arkamdan geldiklerini biliyordum. Kolumu tuta tuta ilerlerken başka bir ses duydum. Birkaç adam bağırıp çağırıyordu. “Abi, yemin ederim ben yapmadım!” diye bağıran bir adamın haykırışlarını duydum. Resmen ortada kalmıştım! Önünde uzun boylu bir adam vardı. Hiçbir şey demeden kafasına sıkınca yerimde kalakaldım. Adamın bedeni gözümün önünde yere düşerken elimi, ağzımın üstüne koydum. Gördüğüm bu şeyin etkisinden çıkmam imkansızdı. Geri geri giderken içlerinden biri beni gördü. “Abi, orada biri var!” dediğinde koşmaya başladım. Allah’ım ben nasıl bir şeyin ortasında kalmıştım. Şu an arkamda hiç tanımadığım bir mafya ve babamın beni sattığı bir adam vardı. Hangisi daha güvenilirdi? Koşmaya devam ederken ayağım kaydı ve yere yapıştım. Kolumun acısı daha da artarken acıyla dişlerimi sıktım. Şu an resmen kıvranıyordum. Kendimi saklamak istedim ama beni buldular. Hangi tarafın bulduğunu bilmesem de diğer kolumdan sürüklemeye başladılar. “Bırakın beni! Ben, bir şey görmedim! Lütfen!” diye haykırsam da artık çok geçti. Öldürdükleri yere geldiğimizde ceset yoktu. Bütün izleri yok etmişlerdi. Şimdi de beni öldürüp izimi yok edeceklerdi. Ben öylece dururken bir sürü adam da etrafımdaydı. Hepsi de takım elbiseliydi. Beni tutan adam geri çekildi. Neden çekildiğini anlamasam da bu sayede kaçabilirdim. Geri geri giderken sert bir bedene çarptım. Bu sert beden bana duvar örmüştü. Kaçamayacağımı anladım. Kolumdan yakaldı. “Kimsiniz, benden ne istiyorsunuz?” diye sordum, korkuyla. Kulağıma doğru ilerledi ve “Ben, bu gördüğün karanlığın sahibiyim,” Bu ses ona aitti…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD