Nehir karşımda son birkaç aydır kalbini karıştıran iş arkadaşını anlatırken içimdeki küçük isyancıların sesini bastırıp ona odaklanmakta zorlanıyorum.
"Yine mi platonik!"
"Tarih bu kuzenleri evde kalmış olarak yazacak."
"Kanserin bile tedavisi bulunur bakın bu kızların çaresi yok..." pankartlarıyla ayağa kalkıyor sinir hücrelerimin en çirkin kalpli olanları. Size kan taşıyan damarlarıma, o damarı pompalayan kalbime de yazıklar olsun!
Belleğim boş durur mu, hazır isyan çıkmışken o da anneannemin, teyzemin ve annemin muhteşem yorumlarını çarşaf çarşaf fırlatıyor önüme.
"Kızlar bakın mutfak takımını da bitirdim."
"Mevhibe'nin torunu da inşaat mühendisi, efendi bir çocuğa da benziyor. Ama benim torunlarımın burnu Kaf dağında, zahmet edip fotoğrafına bile bakmıyorlar çocuğun!"
"Bakın kızlar bu elbiseyi çok beğendim ama giymiyorum. Artık birinizin bir şeyi olursa ona giyerim."...
En ağırı en son geliyor, bu kez sahnede babam var.
"Ben de isterim tabi torunlarımı sevmek ama kısmet bu işler Nihan, varma kızın üstüne."
Kafamı iki yana hızla sallayıp odağımı geri kazanmaya çalışıyorum. Kahvemden bir yudum alırken, nihayet Nehir'in sesi hariç tüm sesler susuyor.
"...Ama işte gel gör ki ilk baharım, son yaprağım; beyefendi yüzüme bile bakmıyor. İnsan kafasını çevirip bir günaydın bile demez mi Hazal, demiyor işte. Neon tabelalarla "Benden sana yar olmaz." yazsa daha açık olamazdı."
Cevap verirken düşünmeme bile gerek kalmıyor inanın, cümlelerimin omuriliğimden geldiğine yemin etsem başım ağrımaz.
"Öküz, insan nezaketen cevap verir tabi canım. Yani dönüp düşmanına bile bir günaydın diyorsun ofiste, aşk hayatını geçtim iş hayatını da öğrenememiş vasıfsız. Ne olacağını yaşayıp göreceğiz ama durum biraz ortada Nehir'im. Bu adamdan sana denizi geçtim göl bile olmaz gibi."
Omuzları düşüyor Nehir'in, içine batanlara inat gülümseyip eliyle bir boş ver çakıyor hayata. "Belli canım tabi, aman bakma bana sen. Sonucu biliyorum da sürecin kendisine hala şaşkınım. Ne bileyim, artık aşık olmaymış, hoşlanmaymış bıraktık bunları sanıyordum; dükkan hala açıkmış meğer. Ha bir çivi bile çakılmamış, orası ayrı."
O gülünce ben de bozmuyorum, sesimi neşelendirip cevaplıyorum iki gözümün çiçeğini. "En azından bir hayat belirtisi var be, belki anneannemin şu meşhur inşaat mühendisi bir elden geçirse yuva olur oralar size?" Ben pis pis gülüp göz kırpınca bu kez gerçekten neşeleniyor. Siktir ediyoruz yaşayamadığımız ne varsa, amaaaan.
"Zıkkımlan hadi çok konuşma, daha gidip balkonuma çiçekler alacağız. Güneş tepemize çökmeden halledebilirsek çok iyi olur."
"Dileğiniz benim için emirdir, leydim." Elimle hayali bir reverans yapıp ıslak kekimden bir lokma alıyorum. İki deli bozuk, iki teyze kızı, yirmi sekiz yaşında iki kadın, koskoca iki mühendis; kahvelerimiz ve tatlılarımız bitene kadar, muhtemelen diğer kafe sakinlerini rahatsız eden bir ses tonuyla, başka hiçbir derdimiz yokmuş gibi çiçekler üzerine derin bir sohbete giriyoruz. Az önce tadımızı kaçıran bir konu konuşmamış gibi yüksek perdeli kahkahalar atıyoruz.
Madem dünya bize nazik davranmıyor, madem el üstünde tutulmuyoruz; biz de ele avuca sığmayız o zaman, biz de bu dünyanın rahatını bozarız.
*
Nehir ile son tohum kuruyana dek umut vardır felsefesiyle gezdiğimiz için kara sular inmiş ayaklarımın altına birkaç yastık sıkıştırıp uzatıyorum. Bugün telefonu pek elime almadığımı hatırlayınca, bu kez de yastıkları düşürmeden komodine uzanmak için şekilden şekle giriyorum. Birkaç mesaja dönüyorum, birkaç aramaya da yine mesajla dönüyorum; pazar pazar ne lüzumsuz aramalar onlar öyle canım? Hadi i********:'ın hatırı kalmasın diye son ona da bir uğruyorum.
Kapıdan başımı uzattığım an pişman oluyorum, ama içeri girmiş bulunduk bir kere. Akış koca bir düğün salonu olmuş, storyler el ele tutuşmuş halay çekiyor. İlkbahar, düğün, sonbahar, kıştır bu resmen. Ne oldu size böyle, bu nasıl bir evlenmekler, bunlar nasıl mutluluklar ya?
Yok yok, bir Nehir bir ben bakın. Bir ikimiz kaldık koca kainatta bekar. Hayır, nasıl düşe düşe aynı aileye düştük biz. Ne çeşit bir talihsizlik bu? Bize acımadın anladık da şu garip Emel Hanım'a nasıl acımadın Rabbim? Bu gidişle o bacaksız Selim bile bizden önce çoluk çocuğa karışacak.
Düğünler neyse ama kınalara gelince ciddi tadım kaçıyor. Dünya gözüyle Nehir'in kınasını göremeyecek miyim ben? Baldız topuzu yapmak, ayakkabı altına isim yazmak, gelin elini açmıyor demek, teyze olmak; benim de hakkım değil mi? Vallahi gözüm açık giderim.
Kendimi geçerim, Nehir'i geçemem. Geçirtmem. Bu böyle gitmez, gitmemeli, n'olur gitmesin? Yastığı, ayağı boş verip kalkıyorum yatağımdan. Hızla laptopumu açıyorum. Düşünmek yok, düşünürsem vazgeçerim.
İş ilanlarına ulaşabileceğim birkaç portal aratıyorum hızla. Nehir'in şirketinin adını yazıp bilgisayar mezunu alan ne kadar pozisyon varsa başvuruyorum. Bir saatin sonunda İK'nın beni almaması için kör ya da aptal olması dışında bir sebep kalmadığından emin oluyorum. Yüzümdeki zafer gülümsemesiyle laptopumu kapatıyorum.
Bekle beni Ali Özay, seni eniştem yapmaya geliyorum!
*
Selam,
Size iki teyze kızı getirdim, umarım onları en az benim kadar seversiniz...
Beğenirseniz yıldız çakın, yorumlarınızla bu yeni yolculukta şans getirmek isterseniz ne mutlu! 🍀
Sevgiler, saygılar, yaldızlar, yıldızlar 💫