Eve döndüğümüzde yorgunluktan bitap düşmüştüm. Kendimi zorla odama atıp yatağa uzandım. Akşam yemeğini bile es geçmeye kararlıydım. Alışverişten aldığımız eşyalarımız karşılıklı olarak taşınmıştı. Benim eşyalarım onların konağına, onlarınkiler bizim konağa gönderilmişti. Böylece tekrar uğraşmamız gerekmeyecekti.
Yarın yatak odası alışverişine çıkacaktık, ancak bu kez sadece çiftler olarak gidecektik.
Annelerimiz bu sefer bizimle olmayacaktı. Abim de Zeynep'in onlarla gelmesini istemiş, ne kadar kaçabilirse Asmin’den kaçmaya kararlıydı.
Üstümdekileri çıkardım ve rahat bir pijama takımı giyerek yatağa girdim. Aileme beni rahatsız etmemelerini söylediğim için kimse gelmezdi. Ancak uyumadan önce telefonumu kontrol etmem gerektiğini fark ettim. Telefonum alışveriş sırasında çantamdaydı ve sessizde unuttuğum için hiç bakmamıştım.
Çantamı komodinden aldım ve telefonumu çıkarınca ekranda bir sürü cevapsız arama ve mesaj gördüm. Arkadaşlarım evliliğimin gerçek olup olmadığını soruyordu, ama en çok arayan kişi Civan’dı. Neredeyse sayamayacağım kadar çok aramış ve mesaj atmıştı. Son araması sadece beş dakika önceydi.
Tam bu sırada telefonum tekrar titredi. Arayan yine oydu. Tereddüt etmeden hemen açtım.
“Çıldıracağım lan, çıldıracağım!” diye bağırdı öfkeyle.
Ahizenin diğer ucundan gelen ses, sanki benim cevap verdiğimi anlamamış gibiydi.
“Civan?” diye seslendim şaşkınlıkla.
“Berin,” dedi bir an duraksayarak. Ardından boğazını temizleyip öksürdü. “Niye cevap vermiyorsun sabahtan beri?” diye sordu öfkeyle.
“Alışverişteydim, Civan. Annenle benim annemin yanındaydım, nasıl cevap vereyim?” dedim sinirle.
“Kocam deyip açacaksın tabii,” dedi kendinden emin bir şekilde. Bunu bana kabul ettirmeye çalışıyormuş gibi bir hali vardı.
“Öyle kolay olmuyor o işler, Civan Bey,” diye karşılık verdim. Bu sinirle hiçbir yere varamayacağımız ortadaydı.
“Olacak,” dedi kararlılıkla.
“Of Civan, söyle ne istiyorsan! Yorgunum, uyuyacağım,” dedim tersçe. Bugünlerin yükü ağırdı ve onunla tartışmak istemiyordum.
“Uyuyacak mısın hemen?” diye sordu alaycı bir sesle.
“Evet, Civan, yoruldum,” dedim. Sanki bir yere oturmuş gibi bir ses geldi. Ardından derin bir nefes aldı ve konuştu:
“Ne aldın bugün bizim için?”
Söylediklerinden ne kastettiğini anlamadım. Ona bir şey almamıştım ki.
“Sana bir şey almadım, kendime aldım,” dedim durumu açıklamak için.
“Hımm. Zaten kendine alıp bana giyeceklerinden bahsediyorum,” dedi. Sesi daha derin çıkmıştı. Ne ima ettiğini anladığım anda utancımdan ne yapacağımı bilemedim.
“Sapık mısın sen ya?” diye bağırdım. Utandığım için bağırıyordum, yoksa bu arsız adama nasıl cevap verirdim?
“Kocandan mı utanıyorsun?” dedi alaylı bir sesle. Keyif aldığı belliydi.
“Uyuyorum ben!” diyerek telefonu yüzüne kapattım. İki gün sonra zaten görecekti ama illa bir şekilde sinirlerimi bozmadan duramıyordu.
❇️❇️❇️❇️❇️❇️
Asmin~Serhat
Serhat, Zeynep ve Asmin'i alıp Yıldıran Konağı'na doğru yola çıktığında, içine çöreklenen sıkıntının ağırlığı bir kat daha artmıştı. Ona kalsa, bu meseleyle uğraşmayı ailesine bırakır, arkasına yaslanıp olan biteni izlerdi. Ama hayat bu kadar kolay değildi; işler hiçbir zaman istediği gibi ilerlemiyordu.
Asmin’i yıllardır tanırdı. Ne bir yanlışını görmüştü ne de bir kötülüğünü duymuştu. Düşman'ın kardeşi gözüyle bakmıştı hep.
Ama şimdi, o kardeş dediği kadını birkaç gün sonra koynuna alacak olması... Bu düşüncenin ağırlığı altında eziliyordu. Herkes için bu kadar basit olan şey, Serhat için tarifi imkânsız bir çıkmaza dönüşmüştü.
Konağa vardıklarında Zeynep’i, Asmin’i çağırması için içeri göndermişti. Kendisi gitmek istememişti; hâlâ içini kemiren o öfke dinmemişti. Evlilik oluyor diye düşmanlık bitmiş değildi. Deli gibi nefret ediyordu hâlâ, bu kızın soyadını taşıyacak olması bile nefesini daraltıyordu.
Aradan birkaç dakika geçmişti ki Zeynep, Asmin’le birlikte konaktan çıkıp geldi.
Asmin, ürkek adımlarla ilerlerken neredeyse görünmez olmaya çalışıyordu. Serhat onun çekingenliğini fark etti; o kadar belli ediyordu ki... Zeynep neşeyle arka koltuğa kurulmuş, Asmin ise çaresizce ön koltuğa oturmuştu. Serhat, tek kelime etmeden arabayı çalıştırdı.
Arabanın içinde tuhaf bir sessizlik hâkimdi. Asmin, Serhat’ın soğuk tavırlarına alışıktı aslında. Ne zaman görse aynıydı; bu adam hiç değişmemişti. Ama yine de kalbinin derinlerinde, bu sessizliğin içinde sıkışıp kalmış gibi hissediyordu. Arada düşmanlık olduktan sonra arada sırada çarşıda görür, bazen de aşiret toplantılarında göz göze gelirdiler.
Zeynep, aniden koltuğun arasından başını uzattı. Çocuksu bir gülümsemeyle, sesindeki o neşeyle ortamı dağıtmaya çalışıyordu.
"Abi, yengem dün bir gelinlik seçti! Üff, görmen lazımdı, o kadar güzeldi ki! Çok yakışmıştı," dedi gülerek. Ortamın kasvetini dağıtmaya çalışıyordu. O bir şey yapmasa bu ikisi kırk yıl da geçse konuşmadı.
O an Serhat’ın eli hafifçe direksiyonun üzerinde sıkıldı. Gözleri, istemsizce yanında oturan kadına kaydı. Asmin’in başı önündeydi, gözlerini kaçırıyordu.
Ama utancını gizleyemiyordu; yanaklarına vuran o derin kırmızılık her şeyi ele veriyordu. Serhat, bu küçük ayrıntıyı fark ettiğinde içinden bir şeyler koptu sanki. Anlam veremedi.
Zeynep, ikisinin konuşmayacağını fark edince usulca yerine geri çekildi. Onları anlamaya çalışmak artık yorucuydu; bu iki inatçı insanla ne yapacağını gerçekten bilmiyordu.
Yol boyunca sessizlik hâkimdi. Serhat, dişlerini sıkmış, bir an önce bu işin bitmesini istiyordu. Bu durum ona göre bir işkenceydi.
Sonunda çarşıya vardıklarında arabadan indiler. Serhat, mağazaların bulunduğu yöne doğru yürümeye başladı. İlk rastladıkları mağazanın önünde durup, kısa ve net bir şekilde, “Buraya girelim,” dedi, ikisine dönerek. Zeynep, Asmin’in koluna girip ona eşlik ederken, Serhat yanlarında sessizce ilerliyordu.
Mağazaya girdiklerinde içeriden genç bir delikanlı koşar adımlarla yanlarına geldi.
“Hoş geldiniz ağam,” dedi, Serhat’a saygıyla.
Serhat, başını hafifçe eğip, “Eyvallah, koçum,” diye karşılık verdi. Delikanlı, aynı saygıyla Asmin ve Zeynep’e döndü. “Hoş geldiniz,” dedi.
İkisi de aynı anda, “Hoş bulduk,” diyerek cevap verdi.
Serhat, vakit kaybetmeden delikanlıya döndü. “Bize en iyi yatak odası takımlarını göster,” dedi, soğukkanlı bir tonla.
Delikanlı, “Buyurun ağam, üst kata çıkalım,” diyerek önden yürümeye başladı. Üst kata çıktıklarında, birbirinden güzel yatak odası takımları sıralanmıştı. Ahşabın sıcak tonu, mobilyaların modern ve şık tasarımı göze çarpıyordu.
Serhat, gözlerini Asmin’e çevirdi. “
"Hangisini istiyorsan seç,” dedi, buz gibi bir ifadeyle.
Asmin, ne yapacağını bilemez bir hâlde kalakaldı. Elleri istemsizce titriyordu.
Gözleri odada dolaşsa da hiçbir şeye odaklanamıyordu. “Ben… ben bilmiyorum… Hepsi de çok güzel,” dedi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar kısık ve titrekti.
Bu, onların nikâhtan sonraki ilk gerçek diyaloğuydu. Kısa ama derin bir yankısı vardı. Serhat’ın soğuk tavrı, Asmin’in ürkekliği... İkisinin arasındaki duvar hâlâ yıkılmayı bekliyordu.
Serhat, Zeynep’e sert bir sesle, “Yardımcı ol yengene, seçsin,” dedi. Yenge kelimesini kullanması, Asmin’i sahiplendiğini açıkça belli ediyordu. Bu durum hem Asmin hem de Zeynep tarafından fark edilmişti.
Zeynep, umursamaz bir tavırla omuz silkti. “Bana ne abi, ben mi yatacağım o yatakta? Siz yatacaksınız, gidin kendiniz seçin,” dedi. Her ne kadar seve seve yardım etmek istese de, bu işi abisiyle Asmin’in halletmesi gerektiğini düşünüyordu.
Asmin ise sessizce konuşulanları dinliyordu. Serhat’a olan çekincesi her hâlinden belliydi.
Serhat, sabrını zorlayan bir tonla, “Ya sabır, gitsene kızım,” dedi Zeynep’e. Sesini yükseltmiyordu, ama kelimeleri yeterince etkiliydi.
Zeynep, omuz silktiği anda Serhat, kardeşinin bu işe karışmayacağını anlamıştı. Gözlerini kısa bir süre ona dikti, ama ne kadar baksa da Zeynep’i bu konuda ikna edemeyeceğini biliyordu. Kendi içinden bir iç çekip, sessiz bir şekilde Asmin’e döndü.
Serhat, Asmin’e dönerek, “Yürü,” dedi kısa ve kesin bir ifadeyle.
Asmin, sanki bu komutu bekliyormuş gibi hareket etti. Daha 19 yaşındaydı; hayallerindeki koca böyle biri değildi. Ama 24 yaşındaki bu soğuk adamla hayatını paylaşmak zorundaydı artık.
Zeynep, Serhat ve Asmin gittikten sonra sıkılacağını anlayınca omuzlarını silkti ve bir sandalyeye oturdu. Telefonunu çıkarıp oyalanmaya başladı.
Yatak odası takımlarına bakmaya başladılar. Asmin, ne beğeneceğini bilmeden tek tek mobilyalara göz gezdiriyordu. Serhat ise tamamen ilgisizdi; onun için bu sadece bir görevdi. Yanında yürürken Asmin’e yabancıymış gibi davranıyordu.
Asmin, sessizliği bozmak için bir yatak odasını işaret edip sordu: “Bu nasıl?”
Serhat, gösterdiği yere bakınca beyaz kulpları altın detaylarla süslenmiş bir yatak odası takımı gördü. “Beğendiysen alalım,” dedi mesafeli bir ses tonuyla.
Asmin gözlerini devirdi. Bu adamla nasıl bir ömür geçirecekti? “Sana fikrini soruyorum, beğendiğimden değil,” dedi, biraz daha sert bir şekilde.
Serhat, “Ben ne anlarım bunlardan?” diye cevap verdi umursamazca.
Asmin, sabrını zorlayan bu tavrı görünce, daha keskin bir şekilde, “Hani sen de yatacaksın ya bu yatakta, belki fikrini söylersin diye düşündüm,” dedi.
Serhat, hâlâ sakinliğini koruyarak, “Bana fark etmez. Her yerde uyurum,” dedi ve sesi yavaşça normalleşmeye başladı.
Asmin, bu diyalogdan daha fazlasını beklemediğinden kararlı bir şekilde, “İyi, bu olsun o zaman,” dedi. Ela gözlerini Serhat’ın kahverengi gözlerine dikmişti. Aslında ne seçtiğini bilmiyordu; sadece bu işi bitirmek istemişti.
Serhat, “Tamam. Sen Zeynep’in yanına geç. Ben adamla konuşup hallederim,” dedi sakin bir sesle.
Asmin başını sallayarak dönmeye hazırlanırken, Serhat aniden onun kolundan tuttu. Bu hareketle ikisinin de bakışları aynı noktaya kilitlendi. Havada tuhaf bir his vardı; ikisi de bunu hissetmişti.
Serhat, boğazını temizleyip hemen Asmin’in kolunu bıraktı. Asmin, ne yapacağını bilemeden toparlanmaya çalıştı.
“Beğendin değil mi?” diye sordu Serhat, teyit etmek ister gibi.
Asmin alaycı bir sesle, “Çok beğendim,” dedi ve arkasını dönüp uzaklaştı. Sinirlenmişti; bu adamla iki dakika insan gibi bir şey seçmek mümkün olmuyordu.
Serhat, Asmin’in seçtiği takıma tekrar baktı. “Bu güzel” diye düşünerek mağaza çalışanına yöneldi. Takımın yarına kadar eve teslim edilmesini isteyip konudan tamamen kurtuldu.
Serhat, işlerini halledip mağaza çalışanlarına gerekli talimatları verdikten sonra Asmin ve Zeynep’in yanına döndü. Üzerindeki gerginlik bir nebze azalmıştı, ama hâlâ yüzüne yerleşmiş soğuk ifadeyi koruyordu.
“Banyo zaten geçen yaz yenilendi. Ona gerek yok,” dedi kısa bir açıklamayla. İkisi de başlarını salladı; ne Asmin ne de Zeynep, onun bu keskin ve mesafeli tavrına bir şey söylemek istemedi. Zeynep birkaç laf etse de abisinin ne kadar huysuz olduğunu bildiğinden vazgeçti.
“İşimiz bitti,” dedi Serhat, bakışlarını Asmin’e çevirerek. “Haydi gidelim.”
Sessizce mağazadan çıktılar ve arabaya doğru yürüdüler. Asmin, ne kadar sıradan bir durum gibi görünse de, bu kısa alışveriş sırasında bile içinde biriken gerilimle başa çıkmaya çalışıyordu. Zeynep arka koltuğa yerleşirken Asmin öne oturdu. Serhat, bir şey söylemeden arabayı çalıştırdı ve sessiz bir yolculuk başladı.
Eve vardıklarında, Asmin’e dönüp mesafeli bir şekilde, “Hadi git, Allah'a emanet ,” dedi. Asmin, derin bir nefes alıp arabadan indi.
Kapıdan içeri girmeden önce arkasına dönüp bir an duraksadı. Serhat’a bakmayı düşündü ama vazgeçti. Adamın mesafeli duruşu ona daha fazla konuşmanın anlamsız olduğunu söylüyordu. Sessizce içeri girdi.
Serhat ise hiç oyalanmadan arabayı yeniden çalıştırdı ve kendi konağına doğru yola çıktı. İçindeki karmaşa, dışarıdaki sakinliğine yansımıyor gibiydi, ama zihni Asmin’le yaşadıkları ufak tefek gerilimlere saplanmıştı.
❇️❇️❇️❇️
Sabah Civan beni konaktan almıştı. Şimdi de onun arabasında çarşıya gidiyorduk. Yol boyunca sessizdik; ne o bir şey söyledi ne de ben. Arabada hâkim olan sessizlik daha da rahatsız ediciydi. Nihayet çarşıya vardığımızda arabayı uygun bir yere park etti ve birlikte indik.
Yan yana yürürken birden elimi sıkıca kavradı. Şaşkınlıkla dönüp yüzüne baktım.
“Yabancı mıyım ben? Sabah beri konuşmuyorsun, uzak duruyorsun. Neyin var?” dedi, belli ki sinirlenmişti.
“Civan, bırak elimi,” dedim kısık ama kararlı bir sesle. Sokakta onlarca insan vardı ve bu şekilde gezmek istemiyordum. Yaptıklarımdan sonra rahatça çarşıya çıkıp ele ele dolaşacak hâlim yoktu.
“Neden?” diye sordu, tek kaşını kaldırarak.
“Ne demek neden? Ayıp yahu!” dedim, bir adım gerileyerek.
Umursamaz bir tavırla, “Umurumda değil. Sen benim karımsın. Karımın elini tutamayacaksam kimin elini tutacağım?” dedi. Neşeliydi, sakindi. Bana göre fazlasıyla rahattı ama ben diken üstündeydim.
Sinirle, “Hele birinin elini tut da o ellerini kırmazsam ben de Berin değilim!” dedim. Söylediği cümlede sadece “başkası” kısmına takılmıştım.
Kıkırdayarak, “Emredersin hatun,” dedi ve gülümsemesiyle sinirlerimi daha da gerdi.
Bir süre el ele dolaşıp mağazaları gezmeye başladık. Önce banyo dolaplarını hallettik, sıra yatak odası takımlarına gelmişti. Krem renginde bir yatak odası takımı gözüme çarptı. Diğer modeller hoşuma gitmemişti.
“Bu nasıl?” diye sordum Civan’a. O dolaplarla değil, doğrudan yataklarla ilgileniyordu.
Yatağa oturup elini yatağın yüzeyinde gezdirdi. “Yumuşakmış,” dedi, ardından kalkıp, “Beğendim, hem de büyükmüş,” diye ekledi.
Sonra birden kulağıma eğilip alçak bir sesle, “Bu yatakta sana yapacaklarımı bir düşünsene,” dedi.
Utançtan yerin dibine girmek istedim. Yüzüm kızarmıştı. Adamın aklı fikri ordaydı.
Derin bir nefes alıp, “Benim iznim olmadan hiçbir şey yapamazsın bu yatakta,” dedim, ima ettiği şeye karşılık.
Sahte bir moral bozukluğuyla, “Öyle mi?” dedi. Duygularını gizlemeye çalışıyordu ama yemezler.
“Öyle tabii canım,” dedim, kinayeli bir şekilde.
“Canın yesin seni,” diye karşılık verdi, sevgi dolu bir sesle. Bu konuşmalara rağmen istemsizce gülmeye başladım.
Yatak odası takımını da seçtikten sonra işimiz bitmişti. Bir şeyler yiyip beni eve bırakacaktı.
Çarşıda işlerimiz tamamlanmıştı ama insanların bakışları üzerimizden eksik olmuyordu. Kimileri selam veriyor, kimileri ise alaycı ve aşağılayıcı bakışlarla süzüyordu.
Hatta bir kadın, “Şuna bak, koskoca ağayı koluna takıp çarşıya gelmiş!” diye laf atmıştı. Duymazdan geldim ama gerekirse ağızlarının payını verirdim.
Civan, yemek için mükemmel bir yere götüreceğini söyledi. Şakalaşarak ilerlerken yolun ilerisinde o kadını fark ettim. Gözlerini bize dikmiş bakıyordu. Civan henüz fark etmemişti ama bu kadın ile geçmişte bir şeyler yaşadıklarını bildiğimden içimde tuhaf bir his yayıldı.
Yüzüm düştü. Civan da bu halimi fark etti ve hemen önümde durup başımı kaldırdı.
“Ne oldu?” diye sordu, merakla.
“Bir şey yok,” dedim kısık bir sesle.
Eğilip saçlarıma bir öpücük kondurdu, ardından derin bir nefes alıp, “Kurban olurum sana,” dedi.
Tam o sırada sert bir ses duyuldu: “Civan!”
Sesin sahibini hemen tanıdım. Civan da anlamıştı ki bedeni bir anda gerildi. Beni bırakıp arkasına döndü.
Civan arkasını döndüğü gibi “Sen beni bırakıp bu orospuyla evlenip, bununla da yetinmeyip yolun ortasında öpüyor musun ” diye bağırdı kadın.
Gel de ağzını yüzünü dağıtma bunun . Daha ne olduğunu anlayamadan kadının saçlarını avuçlarımın arasında buldum. Bir hışımla çekiştirmeye başladım sarı saçlarını. Tek bir saç bırakmak istemiyordum. Kel kalırdı umarım.
“Bana bir daha orospu dersen, senin ağzını yırtarım, dememiş miydim sana?” diye bağırıyordum. Kadın çığlık atmaya başladı , canının acısıyla. Etraftakiler durmuş bizi izliyordu. Sinema vardı ya burda. Meraklılar!
Elimi kaldırıp suratına bir tokat atmak üzereydim ki Civan hızla araya girip bileğimi yakaladı. Sonra belimden kavrayarak beni kendine çekti.
“Berin, yeter artık!” dedi, sinirle.
“Bırak beni!” diye bağırdım. Kimse bana bu şekilde hakaret edemezdi. Hakaret edenin haddini bildirmeyi iyi bilirdim. Bu kadın da nasibini alacaktı bugün.
“Yeter, kadın, bir dur!” diye bağırdı. Bu adam beni niye durdurmaya çalışıyordu? Şeytan diyor çarp onun da ağzının ortasına.
Sonra kadına dönüp, bu kez sakin bir sesle, “Hadi Elvan, sen git. Kusura bakma. Ben Berin’le konuşurum,” dedi. Sesi çok kibar bir şekilde çıkmıştı.
Nazik bir şekilde konuştuğunu görünce sinirden delirdim.
"Senin hatrına gidiyorum, Civan" dedi Sarı Elvan. Utanmadan hâlâ kocama cilve yapmaya çalışıyordu. Sonra, Berin dur, yapma Berin. Berin bu kadına ne yapsa haktı.
Kadın zafer kazanmış gibi yüzüme gülümseyip uzaklaştı. Kalabalık yavaş yavaş dağılırken öfkeyle Civan’a bakıyordum. Bedenimi kendi bedenine yapıştırmış hâlâ da tutmaya devam ediyordu.
“Bırak beni,” dedim titreyen bir sesle. Kadın gittikten sonra sinirim de öfkem de onunla gitmişti. Kırgınlık kalmıştı geriye. Boğazım düğüm düğüm olmuştu. Sesimden etkilenmiş olacak ki hemen bıraktı beni.
Beni bıraktığı givi hiç durmadan ilerlemeye başladım. Onunla aynı yerde kalmak istemiyordum.
“Ne oluyor, lan?” diye arkamdan söylendiğini duydum.
“Berin, dur! Nereye gidiyorsun?” diye bağırdı ama umursamadan yürümeye devam ettim. Hak etmiyordu.
Arkamdan koşup bana yetişti hemen. Kolumu tuttuğu gibi beni kendi tarafına çevirdi.
“Bana bak, Berin,” dedi sabırla. Sesinde öfkesini bastırmaya çalıştığını hissettim. Öyle ki, bağıramıyordu ama kelimeleri seçerken bile zorlanıyordu. Gözlerine bakmaktan çekindim, kafamı yere eğdim. Bu kadar aciz görünmekten, ağlamaktan korkuyordum.
“Ne oldu bir anda, söyle?” diye sordu, yüzümü kendisine çevirmek istercesine. Sorusunu sorarken sesi daha yumuşak çıkmıştı. Sorunu anlamaya çalışıyordu.
Kolumu hızla çektim elinden. O bırakmasa zaten çekemezdim ama bu küçük hareket bile hâlâ irademi koruyormuş gibi hissettirdi.
“Bir şey olduğu yok,” dedim, sesi titrek olmayan bir sakinlikle. Sonra ekledim, “Git, eski nişanlını teselli et. Herkesin içinde rezil olmuştur”. Giderse mahvolacağımı biliyordum. Yüreğim kaldırmazdı.
Hissettiklerime tezat bir şekilde yüzümde hiçbir şey belli etmeyen bir ifade vardı, ama içim öyle bir kaynıyordu ki patlamamak için kendimi zor tutuyordum.
“Ne saçmalıyorsun sen, Berin? Niye gidecekmişim peşinden?” dedi, kaşlarını çatmış, anlamaya çalışıyordu. Öfkesi de şaşkınlığı kadar barizdi ama o hâlâ gerçek meseleyi göremiyordu.
Ben cidden çıldıracaktım. O kadar insanın içinde, o kız gelmiş bana hakaret etmişti. Civan ise hâlâ bu kadar sakin durabiliyordu. İşte o an, bir şeyleri net bir şekilde anladım: Bu, benim sevdiğim eski Civan değildi. Eskiden olsa, birinin bana tek bir söz söylemesine izin vermezdi. Ama şimdi...
“Boş ver, Civan. Eve gitmek istiyorum,” dedim derin bir nefes alarak.
“Berin, yemek yiyecektik,” dedi. Sesinde biraz kırgınlık vardı ama beni durdurmaya çalışıyordu, belliydi.
“Sağ ol, ben doydum,” dedim buruk bir tebessümle. Onun beni anlamaması karnımı yeterince doyurmuştu.
Çantamdan telefonumu çıkardım ve Ferhan abimi aradım. Civan ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu, bakışlarından belliydi. Telefon ikinci çalışta açıldı.
“Abi, beni almaya gelebilir misin?” dedim. Yakın olduğunu söyleyince rahatladım. “Hızlı gel lütfen. ”
Telefonu kapattığımda, Civan hâlâ bana bakıyordu. “Bugünlük gitmene izin vereceğim,” dedi sonunda, sinirle. “Ama bir daha böyle bir şey yapmayacaksın, anladın mı?”
Umursamaz bir tavır takındım. Gözlerimi bile kaldırmadan, “Tabii, Civan,” dedim. İyi biliyordum, böyle devam ettikçe bu halime alışması gerekiyordu.
“Allah’ım sen bana sabır ver,” dedi dişlerini sıkarak. Siniri artık yüzüne vurmuştu. Onun daha çok sabredeceği günler vardı önünde.
Tam o sırada Ferhan abim geldi. Civan’ın yanından hızla uzaklaşıp arabaya bindim. Abim ne olduğunu defalarca sordu ama “Civan’ın işi çıkmış,” diyerek geçiştirdim. Civan, araba hareket ederken hâlâ arkamızdan bakıyordu. Ama artık ne onun öfkesi ne de soruları umurumdaydı.
❇️❇️❇️❇️❇️❇️❇️
O gün gelip çatmıştı. Gelin oluyordum bugün. İçimde tarif edilemez bir duygu seli vardı. Mutluluk, hüzün, heyecan ve kırgınlık birbirine karışmıştı.
İki gündür Civan’la konuşmuyordum. Ne aramalarına cevap veriyordum ne de mesajlarına. Onu çileden çıkardığımı tahmin ediyordum, ama umurumda değildi. Bana yapılanları affetmemiştim ve içimde bir yerde, ona hissettiklerimi saklamadan bin misliyle ödetmek istiyordum.
Dünden beri Zeynep'le birlikteydik. Bu, bu konakta geçirdiğim son gündü. Çocukluğumun geçtiği, sevinçleri ve hüzünleri biriktirdiğim bu yuvadan gelin olarak göçüp gidiyordum.
Sabah erkenden uyanmıştım. Gelinliğim zaten konaktaydı, kuaför ve makyözler de odama toplanmıştı. Saçlarımı kalın dalgalar halinde yapıp açık bırakmışlardı.
Makyajımı da canlı tonlarla yapmışlardı. Aynaya bakınca kendimi beğenmeden edemedim. Gözümde bir ışık yoktu belki, ama görüntüm tam da bir gelin gibi olmuştu. İşim bittiğinde Zeynep ve yengem de makyajlarını yaptırmak için oturdular. Onları izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım.
Sonunda, sıra gelinliğime gelmişti. Zeynep ve yengem, büyük bir özenle gelinliğimi giydiriyorlardı. Gelinliğin üzerimde duruşu mükemmeldi. Duvakla birlikte her şey tamamlanmıştı. Yengem ve Zeynep, bana alıcı gözle bakıyorlardı.
“Nasıl olmuşum?” diye sordum, ama içimde bir heyecan hissi yoktu. Belki de Civan’a olan kırgınlığım, mutluluğumu gölgelemişti.
“Abla, masallardan fırlamış gibi duruyorsun!” dedi Zeynep, gözlerinden neredeyse kalpler fışkıracaktı. Bu sözleri beni biraz gülümsetti.
“Çok güzel olmuşsun, Berin. Allah nazarlardan saklasın,” dedi yengem de hayranlıkla. İkisi de oldukça şık giyinmişti. Zeynep, mor taşlarla süslenmiş bir yöresel elbise giymişti.
Yengem ise mavi bir yöresel kıyafet tercih etmişti. Bu düğünlerde herkes abiye değil, yöresel kıyafetler giyerdi ve onlara çok yakışmıştı.
Sonunda hazırlıklarımız tamamlanmıştı, artık onları beklemekten başka bir şey kalmamıştı.
Aşağı indiğimde Ferhan abim gelip kuşağımı bağlayacaktı. Odada oturmuş bekliyordum. Herkesin heyecanı yüzünden belli oluyordu; fakat ben garip bir huzursuzluk içindeydim.
Düşünceler beynimi kemirirken, kapı aniden açıldı. Annemdi. Bugün bu odaya giren çıkan belli değildi zaten. Hiç kimse kapıyı çalmaya tenezzül etmiyordu.
Annem siyah bir yöresel giymişti. Sanki düğün değil de yas varmış gibiydi. Ona göre bu düğün bir mutluluk değil, kötü bir olaydı zaten.
“Dışarı çıkın,” dedi sert bir sesle, Zeynep’e ve yengeme bakarak. İkisi de bir an duraksadı, göz göze geldiler. Sonra Zeynep bana dönüp tereddütle bakınca, gözlerimi kapatıp açtım onaylar gibi.
Annemin son anlarda bir şey yapmasından korkuyorlardı, ama odayı terk ettiler.
Annemle baş başa kalınca istemsizce gerildim. Bakışlarında hesap sormaya hazır bir öfke vardı.
“Ben kızımı, gelinlikle uygun gördüğüm bir adama gelin etmek isterdim. O adama değil, sen de bilirsin bunları” dedi, sesi sert ve sitem doluydu. Olanla ölene çare olmuyordu maalesef anneciğim.
Derin bir nefes aldı, sanki kendini sakinleştirmek ister gibi. “Bilirsin tabii... Ama umrunda olmaz, değil mi? İlla dik başlılığını yapacaksın, beni dinlemeyeceksin,” dedi, acı bir tebessümle. Durmasını istiyordum şimdiden söyleceklerinden korkuyordum. Beni üzmeye gelmişti bu odaya. Belliydi.
“Anne…” diye fısıldadım, ona bir şeyler söylemek istiyordum, ama elini kaldırarak susturdu beni.
“Diyeceğim şu, Berin. Eğer sende birazcık analık hakkım kaldıysa, o adamın koynuna girmeyeceksin. Ne yapıyorsan yap, nasıl hallediyorsan hallet ama o adamın koynuna girmeyeceksin. Eğer bunu yaparsan… Allah şahidimdir, kızım demem bir daha. Ne yüzüne bakarım, ne de yüzümü görürsün,” dedi.
Söyledikleriyle donakalmıştım. Kulaklarıma inanmak istemiyordum. Annem ne diyordu böyle? Yarın sabah odama çarşaf için geldiklerinde ne olacaktı? Bu kadının söylediklerini nasıl açıklayacaktım?
“Anne, ne diyorsun sen? O adam benim kocam olacak. Yarın sabah çarşaf için kapıma geldiklerinde ne diyeceğim? ‘Anam kocamın koynuna girmeme izin vermedi, kusura bakmayın,’ mı diyeceğim?” dedim, alayla karışık bir öfkeyle.
Dalga geçtiğini düşünmüştüm ama sözlerinde ciddiydi. Civan’ın koynuna girmeye meraklı olduğumdan değildi elbet, ama adam benim kocam olacaktı. Birlikte olmak istemesi kadar doğal ne vardı ki? Karısına değil de kime dokunacaktı sonuçta? İhtiyaçları olacaktı. Peki ben ne yapacaktım? “İstemiyorum” diyerek nereye kadar kaçabilirdim?
“Ben diyeceğimi dedim, Berin. O adamın koynuna girmeyeceksin. Soylarını devam ettirmelerine izin vermeyeceksin. Zaten çocuğun olmadığı duyulursa boşanırsınız. Herkes rahat eder,” dedi, öylesine soğukkanlı bir şekilde.
Sözlerinin rahatlığı karşısında aklım allak bullak olmuştu. Daha evlenmeden boşanmadan bahsediyordu. Ben böyle bir şey istiyor muydum? İşte orası muamma.
“Anne, Civan’a bunu nasıl yapayım? Anlamıyorsun, bu söylediğin şey imkânsız!” dedim, çaresizce. Beni anlamasını umut umut ediyordum.
“Bunu bize ihanet edip ona kaçmadan önce düşünecektin,” dedi. Gözleri sanki yılların öfkesini taşıyordu. Her kelimesinde canımı acıtmaya ant içmiş gibi bir hali vardı. Sanki beni yaralamak için seçilmiş cümleler kuruyordu.
“Dediklerimi unutma, Berin. Aklını başına al ve annenin sözünü dinle,” dedi son kez, ardından bir enkaz bırakmış gibi ağır adımlarla odadan çıktı. Kapı kapanır kapanmaz, içimdeki dayanma gücünün kırıldığını hissettim. Yüreğimde bir öfke, hüzün ve çaresizlik dalgası büyüyordu.